İbn Haldun (1332-1406) - 4

TOPLUMLARIN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ

Filozofun sosyolojik ve eleştirici görüşlerine yanaşmadan önce, Avrupalı bir çok yazar onun tarih felsefesi üzerinde durdular. Onu J.B.Vico'ya, Machiavel'e, hatta Marx'a benzettiler. Bu aşırı yaklaştırmaları bir yana bırakarak onun sosyal tavırlar kuramının bir özetini vermeye çalışalım. Devlet ile toplumun ilişkisi şekil ile maddenin ilişkisi gibidir. Devlet ve toplum ayrılmaz olduğu için, birincinin çözülmesi ikincinin çözülmesini etkiler. Böylece birinin yok olması ötekinin yok olmasına varır. Devlet, içinde bulunduğu hal ve şartların evrim ile bir çok türlü tarzlardan geçer ve kendi yıkılışından ibaret kaçınılmaz sonuna yönelir. Devletlerin hayatı bireylerin hayatına benzer. Çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlıktan geçer, ölüme ulaşır. Hiçbir güç insan toplumlarının bu kaçınılmaz sonucunu değiştiremez. İbn Haldun bir devletin geçmesi gereken beş tarzı sayıyor:

1) Göçebelerin başkaldırması, ülkeleri kaplaması suretiyle zafer tarzı;

2) İstila edilmiş kavimler üzerinde hükmetme, bireysel iktidarın kurulması, azatlı köleler sınıfının ve kanatların meydana gelmesi tarzı;

3) Toprağın işletilmesi, ticaret, büyük şehirlerin kurulması, zenginliğin artması tarzı;

4) Barışçılık ve memnunluk hali. İktidar adamları kendi hükmettikleri yerlerle yetinirler, başkalarının hükmettikleri alanlara karşı hırsları yoktur; önceki tavırların tecrübesinden faydalanırlar.

5) Verimlilik ve genişleme tavrı. İktidar sahipleri kendilerini sefahata ve şehvete verirler. Çökmeye başlayan bu devlet tarzı bulaşıcı bir hastalığa tutulmuş gibidir, onu bundan kurtarmak imkansızdır. Bu, toplumların kaçınılmaz çöküşüdür.

G. Bouthoul'e göre İbn Haldun'un tarih felsefesi, onun önceki bölümlerde açıkladığı coğrafi, iktisadi ve psikolojik determinizminden çıkarılmıştı: "Büyük devletlerin kuruluşunu bir olgu gibi görür. Yunan filozoflarının yaptığı gibi devletin alması gereken en iyi şeklin ne olduğunu, hükümette elverişli ve ahenkli bir birlik olmak için ne kadar toprağa ve nüfusa sahip olması gerektiğini tartışmaz. Bu noktadan büktün eserinde görülen objektiflik eğilimine sadık kalır." G. Bouthoul İbn Haldun'un tarih evrimini açıklarken hesaba kattığı çökme nedenlerini sayıyor:

1) İmparatorluğun genişliğinden ileri gelen maddi nedenler;

2) Fatih kabilelerin medeni halinden ileri gelen nedenler;

3) Hükümdarlarla, içinden çıktıkları kabile üyeleri arasında fatal olarak meydana çıkan uyuşmazlıklar;

4) Askeri vasıflarını kaybetmeden ileri gelen ahlaki nedenler;

5) Filozofun yalnız kendi zamanı şartlarını görebildiği iktisadi nedenler;

6) Bouthoul'ün "asıl sosyolojik" dediği nedenler. İbn Haldun'a göre toplum zorunlu bir evrime bağladır.

İbn Haldun'un İslam düşüncesi ve uygarlığı hakkındaki görüşü determinist tarih kuramının sonucudur. Ona göre Araplar kötü fatihledir. Bir imparatorluğu idareye pek az kabiliyetlidirler. Zira bir hüküm sürme ancak hükmedilen kavmin zihniyeti üzeride kurulmuş ise temelli olabilir. O başka kavimlerin, başlıca Türklerin Araplarla karşılaştırılınca meziyetlerini övüyor. İslam uygarlığına gelince o Doğu'da Batı'dan daha canlıdır, bütün bilimleri ve sanatları Yakındoğu'da gelişmiştir. İbn Haldun İslam dünyasının bilimler ve felsefesini anlatıyor. Ve bilimlerin yayılmasının sanatlar ve endüstrinin yayılmasına bağımlı olduğu üzerinde ısrar ediyor. Oysa Haldun diyor, akıllı nefs ve onun eserini sosyal çevresinde bağımsız olarak, soyut bir şekil gibi tetkik etmişlerdir ki bu tamamen yanlıştır. Ona göre bilimler sosyal şartlarda gelişen deneyimci aklın ürünleridir.

İnsan doğada bilgisizdir, kazanma suretiyle bilgilidir. İbn Haldun'a göre İslam filozoflarının öğretisi yanlıştır. Çünkü onların hiçbir şeyi açıklamadan her şeyi akla indirgeyen görüşü, her şeyi akla indirgeyen ve cisimlerin varlık nedeninden başka bir şey kabul etmeyen doğacı görüş ile aynı değerdedir. Mantıki akıl yürütmelerle dış alem arasında varlığı iddia edilen uygunluk kesin değildir. Zira akıl yürütmeler, sırf zihinsel olduğu halde, dış alem objelerde somut olarak bulunur ve çok muhtemel ki, duyuların tanık olduğu yerler bir yana bu objelerde evrensel akıl ile somut dış varlığın uygunluğuna karşı koyan özellikler vardır. Fakat bu halde de onların kanıtı yalnız duyular olduğu için, zihinsel kanıtlamanın geçerliği yoktur. O zaman filozofların ileri sürdüğü kesinliği biz nerede bulabiliriz? Mukaddime'den aldığımız bu parça İbn Haldun'un açıkça akılcı dogmatizmi reddettiği ve onun yerine şüpheci ampirizmi koyduğunu gösteriyor. Bu ampirizm doğaüstü hakikatlerle temasa gelmemize elverişli tasavvufi bir tecrübe imkanı ile tamamlanmaktadır. İbn Haldun bunu tasavvufa dair yazdığı ayrı bir eserinde incelemektedir. Filozofun bu görüşü duyular aleminin hayallerinden meydana gelen ve vehimlerle karışık olup, varlık bakımından hiçbir değeri olmayan rüyalardan tamamen ayrılıyor.

1 - 2 - 3 - 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP