Michael Albert ile Anarşizm üzerine - 3

Bir hedef olarak konulan toplumsal özyönetimin doğası sorunuyla ilişkili bir sorun da, bugünkü mücadeleler konusunda ne yapılması gerektiği. Devlet ve diğer hiyerarşik yapıların dışında ortaya çıkan büyük ölçekli, özyönetime dayalı hareketleri temel alan bir strateji – benim anlayışımca en temel anti-otoriter stratejidir. Peki ama devletin şu anda yaptıkları üzerinden yürütülen hakiki politik mücadeleleri bununla nasıl bağdaştıracağız?

Geleneksel anarşizmin belli anlayışları olsa da önerdiği bütünlüklü bir toplum teorisi veya kavrayışı yoktu, ve bahsettiğim tutarsızlıkları barındırıyordu. İşte bu yüzden anarşizmin tek başına bir toplumsal dönüşüm perspektifi olmaya bütünüyle yeterli olmadığını düşünüyorum. Özyönetimin önemi gibi belli anti-otoriter anlayışların daha da ilertilmesi gerektiği doğru, ama ben geleneksel anarşizmin sınırlamalarının da aşılması gerektiğini düşünüyorum.

(5) Anarşizmin “yönetim biçimi” konusunda bir netliğe ihtiyacı olduğu fikri, neredeyse sezgisel bir karşı iddia, çünkü baktığımızda, tarihsel olarak bazı açılardan yönetim biçimi anarşizmin dikkati çektiği birşeydi. Ama katılıyorum. Son olarak, merak ettiğim; peki ya ekonomi? Bir düşünce okulu veya bir tarz olarak anarşizmin hem değerli hem de yeterli ekonomik hedeflerde karar kıldığını hissediyor musunuz, yoksa ekonomi konusunda daha fazla netleşmeye ihtiyaç var mı?

Evet. Bazı anarşistlerin düşündüğü gibi “ekonominin ötesi”ne geçmek bence mümkün değil. Gezegenimizin kaynakları sınırlı, bizim zamanımız sınırlı. Bir günde yalnızca 24 saat var. O halde, - çalışma zamanımız gibi – kısıtlı kaynakların paylaşımı için, bu kaynakların boşa harcanmayacağını garantileyecek, ama bu kaynakları insanların ihtiyaçlarını ve isteklerini en uygun biçimde karşılayacak şekilde kullanacak bazı kurumlara ihtiyacımız olduğu kesin.

Katı anlamıyla “Liberter komünizm”, bu paylaşımın “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” ilkesiyle belirleneceği anlamına geliyor. Bence bu bazı durumlarda oldukça mantıklı. Şu anda kaldırım ve itfaiye hizmetlerini bu temelde sağlıyoruz, ve görünen o ki iyi işliyor. Bir insan kaza geçirip yaralandığında, gelirinin ne olduğuna bakmaksızın yalnızca ihtiyacı olduğu için sağlık yardımı alması gerektiğini düşünüyorum.

Ama milyonlarca insandan oluşan karmaşık bir endüstriyel ekonominin bütününün bu temelde işletilebileceğini düşünmüyorum. Toplumdaki bireylerin ve çeşitli altgrupların farklı istekleri, ilgileri, zevkleri var. Bir karar-verme yöntemi olarak genel meclislere başvurmak yeterli değil. Farklı üretim imkanlarının farklı toplumsal fırsat maliyetleri var. Eğer insanların tükettikleri şeylere biçilmiş bir fiyat olmazsa, neyi tüketecekleri konusunda sorumluluk sahibi kararları nasıl alacaklarını nereden bilecekler?

Bireylerin üretimden kazandıkları payı kişisel tüketime aktarabilecekleri ve bunun toplantılar gibi kollektif onaylardan geçmeden yapılacağı bir yol olmalı.

Diğer yandan, üreticiler ve tüketiciler arasındaki ilişkilere piyasanın aracılık yapmasını istemiyoruz çünkü bu, sorumlu birimlerin sahip oldukları belli avantajları kullanmalarına imkan sağlayacak, mesela kritik hünerler ve bilgiler üzerinde kontrol kurabilecekleri veya ekonomik avantajlara sahip bir pozisyona yerleşebilecekleri bir sistem. Bence piyasa, ne yapılırsa yapılsın sınıf ayrımını körüklüyor.

Peki, alternatif ne? Bunun, parecon(6) modelindeki gibi katılımcı planlama sürecinin - kişisel tüketimin planlanması için bireylerin, kamusal mallar ve hizmetler içinse toplulukların katılımı - devreye girdiği yer olduğunu düşünüyorum. İnsanların öneriler yapması ve sonrasında bu önerileri kendi tüketimlerinin makul sınırları ve bu önerilerin toplumsal maliyetleri hakkındaki bilgiler doğrultusunda yeniden gözden geçirip rafine etmelerinin istenmesi şeklinde bir süreç yaşanırsa; nelerin üretileceğine karar verirken insanların üretim çıktıları konusundaki tercihleri de kayda geçirilebilir.

Katılımcı planlama merkezi planlamadan farklıdır. Merkezi planlamada, planlamayı yapan ayrı bir grup vardır ve bu planlar diğerlerinin yaşamlarını ve işini belirler. Merkezi planlama grubu bilgi toplar ve işçi gruplarına neyin üretileceği konusunda emirler verir. Merkezi planlama, üretim gelirlerinin kamusal veya kollektif mülkiyeti ile birleştirildiğinde, bu pratiğe başvuran ülkelerde gördüğümüz gibi tekno-yönetimsel iktidar sınıflarının oluşmasına yol açacaktır. Diğer yandan, katılımcı planlama ve özyönetim ise tüm insanların üretim çıktılarını planlamada payları olacağını söyler. Katılımcı planlama bu yüzden, toplum-ölçekli özyönetimin anti-otoriter hedefinin farkına varmada önemli bir yerde durur.

Varolan düşünce, öngörülen bir gelecekteki toplumun birinde insanların nasıl yaşayacağını tasarlamak anlamında “ütopyacı” olmak değil - aksine, toplum yapısının insanların kendi yaşamlarını kontrol edebilmelerini sağlayabilecek şekilde nasıl değiştirilmesi gerektiğini, yani, bir sınıf sistemine dönüşmeden kendi ayakları üzerinde durabilen bir ekonomiye sahip olmanın yollarının neler olduğunu göstermek.

Ama amaçlar olsun, değerler olsun, geleceğe bakış olsun, hepsinin toplumsal dönüşümle ilgili stratejik bir görüşe bağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu görüş, gerçekten varolanlara dayanmalı ve toplumun özyönetim ve baskı yapılarının çözülmesi doğrultusunda nasıl dönüşebileceği konusunda belli bir yolgöstericiliği olmalı. İnsanlarda kendi yaşamlarını yönetecek bir iradeyi ve demokratik özyönetim iradesini geliştirecek büyük ölçekli, geniş tabanlı kitle hareketleri, kitle örgütlenmeleri olmazsa toplumun özyönetim temelinde yeniden yapılandırılması nasıl başarılır, bunu pek göremiyorum.

Anti-otoriter gelenek bu türden bir dönüşümün, ezilenlerin doğrudan katılımı, doğrudan mücadelesi yoluyla; alttakiler tarafından özyönetim temelinde yürütülen mücadele örgütlerinin kurulması yoluyla başarılabileceğini öne sürüyor. Bugün itibariyle anti-otoriter solun en sağlam anlayışlarından biri, özyönetime dayalı bir toplumun yaratılmasına giden yolda özyönetime dayalı hareketler ve örgütlenmelerin kurulmasının önemidir.


Notlar:

1- Dayanışma Grubu (affinity groups). Aynı okulda, mahallede ya da işyerinde bulunan ve belirli bir ağın sorunları tanımlayıcı çerçevesini kabul eden, eylemlere birlikte giden 5-6 kişilik gruplar. (ç. n.)

2- Sözcü Konseyi (Spokescouncil). Her dayanışma grubundan bir temsilcinin katıldığı ve yapılacak eylemlerin tartışıldığı birimler. (ç.n.)

3- Anarchy ve Fifth Estate ABD menşeili iki anarşist dergidir. (ç.n.)

4- Industrial Workers of the World.

5- wobbly: IWW üyesi (ç.n.)

6- parecon: (Participatory Economics) Katılımcı Ekonomi. Michael Albert ve Robin Hahnel tarafından 1980’lerde ortaya atılan, kapitalizm ve sosyalizme alternatif bir ekonomik sistem. (ç.n.)

1 - 2 - 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP