Varlık ve Yokluk Üzerine - 3

a) Feyiz ve sudûrun zorunluluğunu savunmak, Allah'ın iradesini inkâr veya en azından onu sınırlamak anlamına gelir. Bir başka deyişle Allah'ın varlığını ve O'nun kendi zâtını düşünmesini varlığın O'ndan çıkması için yeter sebep saymak, Allah'ın başka şeye kâdir olmadığrıi iddia etmekten farksızdır. Her ne kadar Fârâbî "O'nun bilgisi ve rızası olmaksızın varlık O'ndan çıkıp tabiî kurallara göre meydana gelmiş değildir" diyorsa da sistemin mantığı bunun böyle olmadığını ortaya koymaktadır. Nitekim filozof, başka eserlerinde sudûrun irade ve ihtiyarla değil, Allah'ın zâtının gereği olarak gerçekleştiğini söyler.

b) Her ne kadar Fârâbî sudûrun zaman dışı olduğunu iddia ediyorsa da sudûr bir eylem olduğuna göre bir zaman içinde ger- çekleşmesi gerekir. Bu açıdan yaratma ile sudûr arasında hiçbir fark yoktur.

c) «Birden ancak bir çıkarr hipotezi de mantık açısından tutarlı değ'ildir. Meselâ bir insanın bir çok niteliğe sahip olması veya farklı eylemlerde bulunması, onun zâtında herhangi bir bölünmeye ve çokluğa yol açmadığı halde yaratma sonucu meydana gelen âlemdeki çokluk neden Allah'ın birliği ilkesine gölge düşürsün?

d) Maddî kâinâtın varlığını doğrudan manevî bir varlık olan Allah'tan alamayacağı savunulurken, sudûr teorisinde manevî birer varlık olan akılların gök cisimlerini, fa`âl aklın da dört unsuru meydana getirdiği iddia edilmektedir ki bu apaçık bir çelişkidir.

e) Allah sadece kendi zâtını bildiği halde, O'ndan sudür eden akıllar hem Allah'ı hem de kendi varlıklarını bilmektedir. Bu, akılların bilgisinin Allah'ın bilgisinden daha kapsamlı ve daha çok olduğu anlamına gelir ki bu durum Allah'ın her bakımdan yetkin olduğu gerçeğiyle bağdaşmaz.

VAHDET-İ VUCÛDÇULARA GÖRE VARLIK MERTEBELERİ

İslâm filozoflarının çoğunluğu tarafin- dan benimsenen sudûr teorisine mukabil vahdet-i vucûd felsefesini temellendiren İbn Arabi (ö. 1240) de kendine özgü bir yöntemle, sudur nazariyesinde olduğu gibi, ontik varlığı yukardan aşağıya inen bir sistemle yorumlar. Bu öğretiye göre zâtı gereği var olan ve varlığı zorunlu bulunan tek varlık Allah'tır. O'nun varlığı salt ve mutlak olduğu için _bilinemez Her türlü belirlenimden (teayyün) uzak ve münezzeh olduğundan, O'nun zâtını kavramaya imkân yoktur. Allah'ın zâtı ancak çeşitli varlık mertebeleri bilindikten sonra kavranabilir. Ibn Arabî'ye göre Allah'ın varlığı âleme nisbetle bir ayna gibidir; duyulur ve akledilir türden bütün varlık o aynada görünür. Bunun tersi de düşünülebilmektedir; yani Allah'ın zâtında hiçbir değişme ve çoğalma söz konusu olmaksızın O, varlığa tecellî etmektedir; dolayısıyla tüm varlık Allah'ın aynası durumundadır. Bu öğretide Allah gerçek varlık, kâinat ise geçici gölge varliktır. Aslında mümkin varlıkların temeli yokluktur (adem), çünkü sonlu, sınırlı ve zamanlı olan, bir şeyin varlığı vehim ve hayâlden başka..bir şey değildir. Zira nesneler her an var ve yok olmaktadır, fa- kat bu durum o kadar hızlıdır ki duyu ve akıl onları daima var olarak görür. İbn i Arabî tek ve gerçek varlık olan Allah'dan bu evrenin nasıl meydana geldiğini, yani bırden çokluğun nasıl oluştuğunu yorumlarken, anahtar kavram olmak üzere "â`yân-ı sâbite", (sabıt gerçeklikler) terimini kullanır. Bu, Allah'ın evren hakkındaki bilgisine ait hakikatlerdir. Bir başka söyleyişle Allah'ın ezelî bilgisindeki modellerdir; bu sebeple sâbit gerçeklikler denilmektedir. Allahın isim, ve sıfatlarının biçimleri olmalarından dolayı ilâhi gerçekliklerdir. Aynı zamanda bunlar varlığın gerçekleşmesinin dayanığıdır. A`yân-ı sâbitenin ilâhî feyiz sayesinde dışa vurması, varlığın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu doktrinde var oluş merâtib-i vucûd, tecelliyât, tenezzülât ve hazarât gibi adlarla anılan bir çok aşamadan geçer.

Mutasavvifler bazan dörtlü, beşli, yedili, bazan onikili ve kırklı tasnifler yapmışlardır. Yedili tasnife göre varlık mertebeleri şöyle sıralanır:

1. Lâ teayyün: Bu mertebe Allah'ın mutlak varlığını ifade eder. Burada hiçbir kayd ve belirlenme söz konusu değildir.

2. Teayyün-i evvel (İlk belirlenme): Bu mertebede Allah zâtının gereği olarak tecelli eder, bütün isim ve sıfatları topluca ortaya çıkar.

3. Teayyürt-i sânî (İkinci belirlenme): Allah'ın isim ve sıfatlarının gerektirdiği külli ve cüz'î bütün anlamların biçimleri bir- birinden ayrılır. Bu mertebe a`yân-ı sâbite mertebesidir.

4. Âlem-i ervâh (Ruhlar âlemi): A`yân-ı sâbite bu mertebede birer soyut cevher durumuna gelir. Fier ruh bu rıaertebede kendini, benzerlerini ve Allah'ı bilir.

5. Âlem-i misâl (Örnekler âlemi): Varlık ayrılması, birleşmesi ve bölünmesi imkânsız, gayet latîf şekiller halinde ortaya çıkar.

6. Âlem-i şuhûd (Görünen âlem): Bu mertebede varlıklar görünen (somut) nesneler şeklinde ortaya çıkmıştır.

7. İnsan-ı kâmil (Yetkin insan): Allah'ın tecellîsinin en yetkin biçimde ortaya çıktığı varlık yetkin insandır.

1 - 2 - 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP