Felsefenin Konusu nedir - 2

Buraya kadar olan açıklamalar, bizim inceleme alanımızın gösterilmesi bakımından sanırız yeterli olmuştur. İncelememiz, felsefenin gerek dinle gerek öteki bilimlerle olan yakın ilişkisi nedeniyle onların alanlarına da ara sıra dalacaktır. Yalnız, kuramlara, kavramlara tanımlara dayanılarak felsefe ve konusu belirlenemez ve sınırlanamaz, çünkü açıkça söylemek gerekirse felsefe soyut ve değişmez bir bilim değil, tarih içinde ve yaşamla iç içe sürekli gelişen bir bilim olmuştur. Sonunda yine de, bir tanım çok gerekiyorsa, felsefe, belirli bir konudaki düşüncelerin gelişimiyle ortaya konan belirli sorunları açıklama ve çözme girişimidir diye kestirme bir tanım verebiliriz. Felsefenin konularını ise birer birer inceleyebilmek ve anlayabilmek için bunların tarih içindeki evrimlerini az çok bilmek gerekir. Bu da şu demektir: Felsefe tarihi olmadan felsefe yapılamaz.

KANT’IN ÜÇ SORUSU

Sınırlarını biraz önce görmüş olduğumuz bu geniş alana, yol arayarak, yol sorarak girmezsek başı sonu belli olmayan düşünceler arasında yolumuzu kı­sa sürede şaşırmamız işten değildir.

Bilmediğimiz bir alana girdiğimizde bize bir harita, bir pusula, bir kılavuz gerekir ki hangi yollardan gitmemiz, hangi yollara sapmamız gerektiğini bilelim.

Büyük filozof Immanuel Kant, yaşamının sonlarına doğru yazdığı bir mektubunda, yaşamı boyunca yaptığı çalışmaları geriye bakarak değerlendirirken çalışmalarının şu üç soruya dayandırılabileceğini açıklamıştır:

Ne bilebiliriz?
Ne yapabiliriz ?
Neye inanabiliriz?

Bu sorular her çağda her düşünen insanı ilgilendirmiş ve düşündürmüş olan konulara dokunmaktadır.

İlk soru bilmeye, anlamaya yöneliktir. Dünya nasıl olmuş? Bir şeyi nasıl anlayabilirim? Onun üzerine neler bilebilirim? Ve (Kant için şu önemli) onunla ilgili kesin bir bilgiye nasıl ulaşabilirim?

İkinci soru insan davranışıyla ilişkilidir. Yaşamımı nasıl düzenlesem? Yaptıklarımın anlamlı olması neye bağlı? Neyi başarabilirim? Başkalarıyla nasıl geçinebilirim? Topluma karşı yükümlü mü­yüm?

Üçüncü soru inançlar üzerinedir. Bu soru, tam olarak ne olduğunu bilemediğimiz ama, yaşamımıza bir anlam verebilmek için sormaktan kurtulamadığımız bir şeye yöneliktir. Her şeyin üstünde olan bir güç var mı? İnsanın istenci (iradesi) özgür mü değil mi? Ölümsüzlük var mı? Üçüncü sorunun, ve bir yerde de ikinci sorunun dinin alanına kaydığını görüyoruz. Bir soru'nun felsefeyle ilgili bir soru sayılabilmesi için, pek çok filozofu uğraştırmış olması gerekmez, anlamlı ve akla dayanan bir yanıt beklentisiyle sorulmuş olması bile yeterlidir. Bu üçüncü soruya gerçekten de bir yanıt bulunabilir mi? Bulunabilirse neye güvenilerek ve hangi kanıtlara dayanılarak bulunabilir? İnanç akılcı dü­şüncenin dışında bir yerdeyse, düşünmekle inanmak arasındaki sınır nereden geçer?

Felsefenin tarihi gelişimini bu üç soru açısından gözden geçirirsek - bunu şimdiden açıklamakta bir sakınca yoktur sanırız - genel olarak Kant'ın belirlediği soruların ters sırayla karşımıza çıktığını görüyoruz, Doğum, ölüm, ölümden sonra ne olduğu, doğa üstü bilinemeyen güçler, melekler ve şeytan, tanrılar ya da bir tanrı olup olmadığı sorularının uyanan insan düşüncesinin çözmeye çalıştığı ilk bilmeceler olduğu ileri sürülebilir. Doğru davranı­şın yasalarına, yararlı ve erdemli bir tutumun ne olması gerektiğine ilişkin soruların, bilginin araçlarını, olanaklarını ve sınırlarını soruşturan sorulardan daha önce sorulduğu anlaşılıyor.

Eski Hint felsefesinde Tanrıya, özgürlüğe, ölümsüzlüğe ve yaşamın anlamına yönelik sorular en ağırlıklı sorulardı. Eski Çin düşüncesinde soru daha baştan beri günlük davranışa ve toplum içinde yaşayışa, yani töreler ve erdem konusuna yöneltilmişti. Çok yönlü Yunan felsefesi ise bu soruların üçünü de, ama daha çok bilgiye ve davranışa ilişkin ilk ikisini sormuştur. Ortaçağ Batı felsefesinde öncelik yine üçüncü soruya, Tanrı, ölümsüzlük, iyilik ve kötülük gibi zamansız konulara verilmişti. Ancak son çağlardaki Batı düşüncesinde bilgiye yönelik ilk soru iyice ağırlık kazanmış ve gittikçe artan ağırlığıyla bizi günümüze, belki de yeni bir dönemecin eşiğine getirmiştir.

İncelememizi bu sorular açısından ele almamı­zın bir sakıncası varsa o da, ne var ne yok, felsefenin bütün alanlarını kapsamamızın önlenmiş, ve sınırlarımızın iyice daraltılmış ve belirlenmiş olmasıdır. Bir estetik tarihi, siyaset felsefesi, hukuk felsefesi gibi konulardan her biri ayrı bir kitabın konusunu oluşturabilecek geniş alanlardır. Soru sorarak bir alana girmenin yararı, ve aynı zamanda okuyucudan bir dileğimiz ise, açıklanan düşüncelerin sorularla tartılmasıdır. Çünkü, gerçekte verilebilecek sınırsız sayıda doğru yanıt olmaması gerekirken, her çağa ve her düşünüre göre doğru olan bir yanıt bulunur.

Kaynak: H.J Storig - İlkçağ Felsefesi - Hint, Çin, Yunan

1 - 2

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP