SANATIN DOĞASI VE BİR VARLIK SORUNSALI OLARAK SANAT - 2

Sanat salt bir anlatıcı ve öykünücü değildir. Sanat, her ne kadar bir öykünme olarak görülebilir olsa da, onun öykündüğü şey, yalnızca özneye verilmiş olan gerçeklik değil, bu verilmiş olanın özne açısından anlam katılmış ya da kazanmış yorumudur. Bu nedenle sanat, daha etkin bir algılamayı gerekli kılar, bilimin tersine, kavradığı, yansıtmaya çalıştığı nesnel gerçekliği olduğu gibi aktarmaz. "Estetiği bilim olmaktan alıkoyan başlıca etken onun büyük ölçüde niteliklerle ilgili olmasıdır.... Bir yapıtta bizi anlatım özelliklerinden, oluşum özelliklerinden çok anlatılanlar ilgilendiriyorsa, yani bizim için içerik biçimden önemliyse bilimselliğe yaklaşmamız daha kolaydır." Bir sanat yapıtında, biçimin içerikten, öznel olanın nesnel olandan daha ağır basması, böyle bir yapıtın insan varlığının duygusal ve düşünsel yanına karşılık gelmesi, sanatı bilimden çok felsefeye yaklaştırır. Felsefe, Bilim ve Sanat, insan varlığının doğasından kaynaklanan ve onun varlığını biçimlendiren etkinliklerdir. Her üç etkinlik de, tarihsel süreç içinde insanın yalnızca tinsel varlığını geliştirmesinin temelinde bulunmakla kalmaz, öte yandan insanın nesnel dünyayı farklı biçimler altında kavrayıp değiştirmesine ve bu yolla kendisini gerçekleştirmesine, içinde bulunduğu dünyayı anlamlandırarak dönüştürmesine de olanak sağlamış olur. Zaman içinde kendilerine özgü farklı biçimler kazanmış olmakla birlikte, insan varlığını belirleyen tüm tinsel etkinlikler, insanın doğayı ve içinde bulunduğu nesnel gerçekliği anlamlandırma çabasının bir sonucu olarak böyle bir gereksinimden doğmuştur. Bu anlamlandırma çabası, insanın salt doğayı anlamlandırma çabası olmakla kalmaz, dolayısıyla doğayı olduğu kadar, insan bu yolla kendisini de anlamlandırmış olur. İlkin bu anlamlandırma gereksiniminin
büyü aracılığıyla gerçekleştiği, büyünün anlamlandırma işlevini yerine getirdiği, büyü yoluyla insanın nesneleri etkilediği, çalışma sürecine katılarak dönüştürdüğü söylenebilir. Bu nedenle, büyü olsa olsa insanın doğayı anlamlandırma çabasının ilk örneği ya da farklı bir türü olabilir. E. Fischer'in belirlemesine göre, "başlangıçtaki büyü zamanla dine, bilime ve sanata dönüştü."

Tüm bu görüşler bize, ne kadar kuramsal görünürse görünsün, insan varlığının tek boyutlu bir varlık olmadığını, özdeksel ve tinsel bir varlık olarak zaman içinde gereksinimlerinin çeşitlendiğini, bu gereksinimlerinin farklı biçimler alarak karşılandığını kanıtlar niteliktedir.

Felsefe ve sanat tinsel kültürün en önemli belirleyicisidir. Felsefe ve sanattın ortaya koyduğu kültürel ürünler, "...insan varlığı'nın niçin ve neden varolduğunu ve ne yapmak için yaşadığını belirleyen ussal ve duygusal ürünlerdir. Böyle bir içeriği barındıran böyle bir alanda en etkin güçler FELSEFE ve SANAT'tır." Fakat sonuçta felsefe, bilim ve sanat, her üç etkinlik de, bir bütün olarak insan varlığının yaşamsal ve tinsel olan gereksinimlerini karşılar.

Bir varlık alanı olarak doğa, Hegel'de kendine yabancılaşmış Tin'dir. Tin'in saltık bir varlık olarak kendine dönüşü ve tamamlanması ancak sanat, din ve felsefe aracılığıyla olmaktadır. "Hegel'e göre sanat, din ve felsefe Tin'in kendine dönüşü sürecindeki, yani saltığa giden yoldaki evreden, aşamalardan başka birşey değildir. Sanat, din ve felsefe aracılığıyla Tin kendi özüne dönerek, kendi saltık varlığını gerçekleştirir. Din ve felsefede olduğu gibi, sanat da, Tin'in kendini kavrayışının bir ürünü ve aracıdır. Hegel'in bu yaklaşımı açısından, "sanatta güzeli, dinde tanrıyı, bilimde doğruyu arayan tin (Geist), kendisini aramaktadır aslında."

Böylece sanatın varlık alanı tinsel varlık alanına karşılık gelmektedir. Bu Varlık ise, güzel belirlemesini almaktadır. Tinsel bir etkinlik olarak sanatçının amacı güzel olanı duyumsamak ve bir ürün olarak 'Güzel'i yaratmaktır. 'Güzel' olan varlık, sanat ve estetiğin ereği haline gelerek, sanat açısından "'Varlık' nedir?" sorusu, bir ölçüde güzelin kendisine yöneltilmiş bir soru olmakta, aynı zamanda güzelin ne olduğu sorusunu da gerekli kılmaktadır. Ayrıca 'Güzellik Kavramı' bize hem insan varlığının kendisini hem de sanatsal etkinliğin doğasını açımlayabilecek nitelikte bir kavramdır.

Platon Örneğinde Sanatta "Nesnellik" ve "Estetik" Varlık

Sanatsal varlığın içerik ve biçiminin güzele karşılık gelmesi ve güzel olanın tüm sanatı ve sanatsal etkinliğin ereğini belirlemesi, estetiğe ilişkin tanımlamalarda da dile getirilmektedir. Bundan dolayı, sanatta varlık sorununu estetiğin tanımıyla ilişkili olarak incelenebilir. Estetiğin tanımlanması yoluyla, sanatta varlık sorunu, estetiğin ne olduğu sorusuyla birlikte, bir oranda yanıt bulmuş, açıklık ve anlam kazanmış olur. "Estetiğin tanımı gerçekliğin ele alınıp irdelenerek estetiksel olarak özümlenişini öngörür." Böylece, sanatın ereği estetik anlamda güzel olanın aranması ve algılanması olarak karşımıza çıkıyor. "Estetik denildiği zaman akla ilk gelen şey, olgu anlamında 'Güzel'dir. Bu, 'Güzel Olan'ın aranması, üzerinde düşünülüp irdelenmesi ve sanatsal yaratının bir üst yaratıcı evreye bulunduğu yerden alınıp götürülmesidir." Böylece estetiğin varlık alanı, sanatı ve sanatsal etkinliği de içine alarak onunla özdeşleşmiş oluyor. 'Güzel'i, güzel kılan onu estetik olarak belirleyen insan varlığının kendisi olduğuna göre, estetik çözümleme aynı zamanda estetik varlığa yönelik olduğu kadar, diğer taraftan insan varlığının kendisine de ilişkin bir çözümlemedir. "Her durumda nesneleri estetikleştiren bizim bakışımızdır." Fakat nesnel bir estetik kuram açısından, güzellik bizim nesneleri algılayışımızdan değil, nesnenin kendisinden kaynaklanan birşeydir.

Özellikle bu yaklaşımı biz, Platon ve Aristoteles'in 'Güzellik' ya da 'Estetik' kuramlarında görmekteyiz. Sanatı doğaya ve nesnelere yönelik 'Mimesis', bir başka deyişle taklit ya da öykünme olarak belirleyen bu düşünürler, 'Güzel Olan'ı bizim algılarımızın dışında ussal ya da olgusal evrende görürler. Bu durumda, gerçekliği tam ya da doğru olarak kavrayamasa bile bir mimesis olgusu olarak sanat, nesnel gerçekliğe ve bu nesnel gerçekliği kavramaya yönelik bir çabadır. Fakat her ne kadar Platon, 'Güzel Olan'ı bizim algılarımızın, yani duyusal evrenimizin dışına çıkararak ona 'Kendinde Varlık' özelliği kazandırırsa da, o yine de güzel olanı, varlığın ussal ve mükemmel nitelikte olma özelliğinde bulur. Bu nedenle, Platon'a göre asıl gerçeklik (nesnelerin özü), güzel nitelemesini kazanır. Bu gerçek varlığa karşılık gelen güzellik ise, sanatçının değil, kendisi de mükemmel bir varlık olan Tanrı'nın ürünüdür. Çünkü ona göre. Tanrı (Demiourg), gerçek sanatçı ya da yapıcıdır; onun bir yapıtı olan evren ise, yapılmış şeylerin en yetkin örneğidir. O, bu yaklaşımını "Evren doğmuş olan şeylerin en güzelidir" , tümcesiyle Timaios diyalogunda çarpıcı biçimde vurgulamaktadır.

Diğer sanatların dışında müzik, Platon için ayrı bir önem taşır. Müzik, tanrısal ve ussal bir içeriğe sahiptir. Çünkü, müzik evrenin kendisi gibi doğrudan tanrısal yaratıya karşılık gelir. Müzik, evrendeki düzeni, doğa ve nesnel gerçekliği matematiksel bir uyum olarak duyumsatır bize. İnsan Varlığı Evren'in uyumuyla bir koşutluk oluşturduğundan, Platon'a göre müzik, aynı zamanda evrenin yanisıra, insan varlığının tinsel ya da içsel düzenini dile getirir; bununla da kalmaz insanın tinsel ve fiziksel yapısı arasında varolan bütünlüğü bildirir. Sonuçta müzik aracılığıyla insan, tinsel ve bedensel gereksinimleri açısından bir denge gözeterek, kendi varlığını uyumlu bir varlık haline getirir; evrendeki matematiksel düzeni kendi içinde de kurmaya ve gerçekleştirmeye çalışır. Bu nedenle Platon, Devlet'te çocukların eğitiminin müzik ve cimnastikle yapılması gerektiğini vurgular.

Müzik, zihinsel olduğu oranda nesnel (kendinde), evrensel nitelikte 'Güzel'dir. Algısal bir yanılsamanın tersine müzik, zihinsel ya da düşünsel gerçekliği yansıtır. Bu özelliğiyle asıl gerçekliğin öykünücüsü olan müzik, diğer sanatların tersine, insana düşünümsüz nitelikte haz sağlama aracı olmaktan da uzaktır. Ancak, Platon'da zihinsel ve ussal olmayan yönüyle sanat, bir değer oluşturmamaktadır. "Sanat, ruhun en alttaki bölümünü hem dile getirir hem de hoşnut eder, körelmeye bırakılması gereken adi heyecanları besler ve canlandırır." Oysa müzik, zihinsel olandır.

Bir anlamda müzik, Platon'da sayı, ölçü ve ritim olarak matematiksel nitelikte bir uyuma karşılık gelmekte, ayrıca müzik güzel olanın kedisi olmakta, onunla da özdeş kılınmaktadır. Bu yolla müzik, insan varlığını uyumlu ve yetkin bir varlık haline getirerek salt insanın kendi gündelik yaşantısında değil, aynı zamanda devlet ve toplumda da bu uyumun sağlanmasına, iyinin, güzelin ve doğruluğun gerçekleşmesine olanak hazırlamış olur. Böylece, insan varlığı, güzele, dolayısıyla mutluluğa ulaşmış olur. Çünkü Platon'a göre, "müziğin insanı götüreceği yer, güzellik sevgisidir." Platon'un müzik üzerine yapmış olduğu belirlemeler, onun tüm felsefi dizgesi ile bir bütünlük oluşturmakta, özellikle bu konuda Platon üzerindeki Pythagorasçı etki kendisini önemli ölçüde duyumsatmaktadır.
1 | 2 | 3 | 4

1 Yorum

MAHİR KANIK
7 Mayıs 2010 00:06  

Ne kadar akıcı bir dil! Ruhumu okşadı diyebilirim bu makale!

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP