Bilmek, düşünmek ve hayal etmek üzerine

Ünlü Fransız dünürü ve matemaktiçisi Descates’ e göre akıl, insanlar arasında en adil bir şekilde dağıtılmış olan zenginliktir veya, en azından, O, insanların buna inandıklarını düşünmekte­dir. Hemen ekliyor ve aşağı, yukarı şöyle bir şey diyor: "Hiç baş­kasının aklını kıskananı görmedim. Herkes kendi aklını beğendi­ğine göre kimsenin kendi aklından şikayeti olmasa gerek." Ha­yatın bilinmeyenleri üzerine ahkam kesmekte üzerimize yoktur ya. Bu hemen hemen hepimizin sıklıkla başvurduğumuz bir yol­dur.

En çok ahkam kesilen konulardan bir tanesi de beynimizdir. "in­san beyninin sadece yüzde yirmisini kullanıyormuş. Yok canım demeyin. O halde falanca bey en azından yüzde kırkını kullan­maktadır." Pazarlık sürer gider: Yüzde yirmibeş, yok otuz olsun. Ölçme ve değerlendirme araç ve yöntemlerinin akılcılıktan uzak­laşıp kişiselleşme ve tercihlerin emrine verildiği sürece daha farklı sonuçlar nasıl beklenebilir ki?

Nasılsa "Bol" kese elimizin altındadır. Kırk, kırkbeş, elli. At atabildiğin kadar, elini, dilini tu­tan mı var? Başkalarının konuştuğu yerde sen ne diye susacakmışsın ki? Sen de söyle, başkaları da söylesin, hep beraber söyleyelim. Ortaya bir curcuna çıkarmış, kimin ne umurunda? Uyumlu ve tek, tek ne dediği anlaşılan sesler yerine bir uğultu hakim olurmuş etrafa. Olsun varsın, en çok sizinki duyulduktan sonra sesinizi nerede ve ne biçimde kullandığınızın bir önemi olabilir mi? Yeter ki "Ben" olayım ve benim dediğim olsun, be­nim dediğim olsun da bu yeter.

Nelerin gerçek ve doğruların neler olduğu hiç önemli değildir. Ya başkalarına neler olduğu! Onları boşver canım. Şimdi sırasımı bunun? Benim o güzelim bencilliğim ve vıcık vıcık çıkarcılığım hedefine ulaşıyor ya, daha başka ne isteyebilirim ki? Hayatım boyunca kendi dışımda, yani benim çıkarlarımın ve çıkarlarımın söz konusu ortamların dışında hiçbir şey için endişe etmemiş ve hiçbir şeye itibar etmemişsem bundan başkalarına ne? Ama çı­karlarım gerektirdiğinde, ki bana göre yeri ve zamanı gelmiştir, burnumu herkesin işine sokarım. O benim doğal hakkımdır. Ma­demki gücüm (Kaba) var, kullanırım kullanabildiğim kadar. Hem de bütün temelsizliklerin ve çarpıkların sonunun mutlak bir hüs­ran olduğu ve olacağı çıplak gerçeğine aldırmaksızın. Aslında amacımız bunlardan sözetmek değildi ama yazı ister istemez buralara kadar gelmiş oldu. Aynı düşünüre göre; "Zihnin mü­kemmeliyeti için iyi hatırlayan bir bellek, kolay ve çabuk kavra­yan bir düşünce ve açık ve seçik bir hayal gücüne ihtiyaç var­dır." Yani önce bileceksiniz ki hatırlayasınız, yansız düşünebile­ceksiniz ki çabuk ve kolay kavrayasınız ve sizin dışınızdakiler için de bir endişeniz olacak ki hayalgücünüz seçkin olsun.

Eğer bellekte hatırlanmaya değer ve bir gayret sonucu elde edil­miş kayda değer bir şey yoksa neyi hatırlayacaksınız? Fikirsiz zikire devam. Eğer bencilliğiniz yansız düşünebilmek becerinizi tamamen köreltmişse bırakınız kolay ve çabuk olmasını, kavra­yabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Düşündüğünüzü söyledikleriniz aslında değişmez önyargılardır. Bencillik, alanınızın dışında ka­lanlar için hiç tasa, kaygı ve sevgi duyamamışsanız eğer, hayalgücü nasıl seçkin olabilir? Düşünceye egemen olan yanlılıkla özürlüdür. Ancak işin esas ilginç ve tehlikeli olanı, kişinin bütün bunların farkına varamadan toplum adına söz söylemeye ve iş­levlerde bulunmaya kendisini yetkili görmesidir. Ama bu bir kez olur, iki kez olur, veya birçok kez olabilir. Ama bir gün gerçeğin açık yüzü bir şamar gibi iniverir suratına. O zaman kendisi ile il­gili gerçeği görme şansını elde eder. Ancak bir de yüzsüzlük ek­lenmişse önceki sıfatsızlıklarına bu treni de kaçırır. Biraz öfke ve biraz da kırgınlıkla işi idare eder, çıkar işin içinden ve aklısıra zevahiri de böylece kurtarmış olur.

Ünlü Türk bilimadamı, matematikçi Prof. M. Namık Oğuztöreli' nin yıllar önce İstanbul Teknik Üniversitesi'nde verdiği bir kon­feransı dinlemiştim. Bundan tam 23 yıl önceydi. Konferansın ko­nusu sadece iki hücreden oluşmuş ilkel (primitive) bir insan bey­ninin kontrolü idi. O tarihlerde ben de teorik bir alandaki "Dokto­ra" çalışmamı sürdürmekteydim. Görebildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla teorik ve uygulamalı matematiğin bütün klasik ve po­püler dallarını kullanmakta ve, kendi ifadesine göre, çok iyi bir fizyolog ile 5 yıldır beraber çalışmaktaydı. Bütün bunlara rağ­men elde ettiği sonuçların çok önemsiz olduğunu söylemektey­di. Şimdi bir de, değişik yapı, güç ve değişkenlik özelliklerine sa­hip milyarlarca hücreden oluşmuş ve zihnin dışında sayılamaya­cak kadar çok işlevi de üstlenmiş olan insan beyninin kullanımı üzerinde ahkam kesmenin ne mene bir iş olduğunun gelip de çıkıverin içinden. Pekala acaba şöyle ifade edebilir miyiz? Bilgi düzeyinin ne olmasını öğrenme belirler. Öğrenmek ise algıla­makla olur. Ya görecek, ya işitecek ya da dokunacaksınız. İşte bu aracı ortamlar yoluyla bilgiyi belleğe her aktarmanızın alacağı bir asgari zaman vardır ve bu sınırlama ömrünüz boyunca belliğinize atacağınız bilgi miktarını da yukarıdan sınırlar. O hal­de belleğin çok az bir kısmını kullandığımız ifadesinin doğruluk payı yüksektir diye düşünebiliriz. Ama düşünce için bu denli bir sınırlama olduğunu sanmıyoruz. Hele iyiyi, güzel olanı bulmakta düşüncenin hiçbir sınırlama ile kayıt altında olduğunu söyleyemeyiz. Hayalgücüne gelince, orada tam bir özgürlük vardır. Kendini aşabilmeyi her başarış onun ufuklarını aydınlık sonsuzlukla­ra taşıyacaktır. Klasik mekaniğin babası, ünlü İngiliz fizikçisi Sir I. Newton bakınız ne demiş: "Dünya beni nasıl görüyor bilmiyo­rum ama bana göre ben sahilde oynayan ve kendini şu an ve gelecekte çakıl taşlarının biraz daha parlaklarını bulmaya yö­neltmiş küçük bir çocuk gibiyim. Ama gelin görün ki koskocaman okyanus bütün keşfedilmemişliği ile karşımda yatıyor." Newton bunları dünya biliminin doruğunda iken söylemiş, bilimin sırları okyanusta ise, orada ayaklarının ıslanmış olmasına bile kendini layık görmemiştir. Mutlu olabilmenin sırrı, kendimizi bilmekten, tanımaktan ve aşmaktan geçer. Bu mücadeleyi kazanmamış ama fikirsiz zikirde bulunmayı marifet sayan ve bu durumlarının farkına varmadan toplumsal yetkilere talip olmayı alışkanlık hali­ne getirmiş olanlardan Allah hepimizi korusun.

Kaynak: İ.Reşat Özkan - UZUN İNCE BİR DÜŞÜNCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder