Cicero ve De Natura Deorum (Tanrıların Doğası) - 3

Clitomachus’un ölümünden sonra okulun başına geçen Larissalı Philo ile Academia, Dördüncü dönemine girer. Bu dönemde Philo’nun öncülüğünde Eski Academia ile Yeni Academia öğretilerini uzlaştırma yönünde bir çaba sergilenir. Kendinden önceki filozofların bilgi kuramıyla ilgili olarak, Stoacıların getirdikleri ölçütlere karşı çıkmakla birlikte bilginin olabilirliğini reddetmediklerini ve özellikle Carneades’in vurguladığı ‘olası bilgi’ kuramının Plato’dan bu yana süregeldiğini söyler.

Philo’nun öğrencisi Antiochus’la Academia’da Beşinci ve Son Dönem başlar. Antiochus, Academia’nın Platocu öğretiden tamamen uzaklaştığı düşüncesiyle Arcesilas ve Carneades’in önderlik ettikleri Kuşkuculuğu bırakarak Eski Academia’nın daha gelenekçi ilkelerine geri döner. Platocu bir temel üzerine döneminin eklektik eğilimiyle Academia, Stoa ve Peripatetik öğretileri tek bir sistem içinde birleştirmeyi dener.

Academiacılar tanrılar konusuna da okullarının genel eğilimi olan kuşkucu bakış açısıyla yaklaşmaktadırlar. Tanrılarla ilgili nesnel bir kesinlik olmadığı görüşünde birleşirler, ancak diğer konularda olduğu gibi her türlü aceleci yargıdan kaçınmak gerektiğini de vurgularlar.

Cicero’nun De Natura Deorum’u tam olarak bitirmeyip son düzeltmelerini yapmadığı, hatta bu kitabını yayımladığına ilişkin bir kanıt olmadığı düşünülmektedir. Cicero eserini kaleme alırken Plato’nun izinden giderek karşılıklı konuşma yöntemini kullanır, ancak bu yöntemi kullanışında ondan oldukça farklı bir üslup geliştirir. Plato’nun diyaloglarında Socrates çapraz sorularla konuşmanın akışına yön verir. Oysa Cicero’nun diyaloglarında her konuşmacı kendi benimsediği görüşleri sözü kesilmeden bütünüyle dile getirdikten sonra di­ğer konuşmacı söz alıp kendi eleştirilerini yöneltir. Sonuçta her bir soru açık bir çözüme ulaştırılmaksızm lehte ve aleyhte tartışılır. Amaç diyalogların yardımıyla farklı fikirlerin ortaya konmasını ve bir sorunun birbirine karşıt yönleriyle ele alınıp içeriğinin tüm çıplaklığıyla sergilenmesini sağlamaktır.

De Natura Deorum Cicero’nun da dinleyici (1.7.17) olarak bulunduğu üç kişi arasında geçen kurgusal bir söyleşidir. Dyck, Cicero’nun bu söyleşide sadece bir dinleyici olarak varlığını açıklamasının ona eserinin diğer bölümleri için pek çok yarar sağladığı kanısındadır; öncelikle bu söyleşiyi kitap haline getirirken dinlediklerini doğrudan doğruya aktarmasını sağlar, ikinci kitapta Balbus evrenin düzeninden yola çıkarak geliştirdiği tezinde Cicero’nun Aretea’dan Latinceye çevirdiği bölümlere yer verdiğinde (2.40.104) Cicero kendi kendisine iltifatlarda bulunur, son olarak söyleşide dört kişinin varlığı konunun bir tarafta Velleius ve Cotta, diğer tarafta ise Cicero ve Balbus arasında eşit olarak paylaştırılmasına ve söyleşinin bir sonuca bağlanmasına olanak tanır; böylelikle Cicero kita­bin sonunda usta bir Academiacı tavrıyla kararını dikkatli bir biçimde, doğrudan doğruya yanıt vermekten kaçınarak şöyle açıklar: “Cotta’nın söyledileri Velleius’a doğru görünüyordu, bense Balbus’un söylediklerinin gerçeğe daha yakın olduğunu düşünüyordum.”

Cicero otobiyografik önsöz niteliği taşıyan giriş bölümünde felsefe alanında aldığı eğitimle ve kendisini felsefe konusunda yazılar yazmaya iten nedenlerle ilgili açıklayıcı bilgiler vermekle birlikte, Academia’nın hiçbir konuda dogmatik olmayan düşünce yapısını özellikle tanrıbilim konusunun tartışılmasına çok uygun gördüğünü dile getirir. Ancak Epicurusçu ve Stoacı öğretilere karşı Academiacı öğretinin getireceği kuşkucu tartışmanın, Epicurusçu öğretiden yana sonuçlanmasını istemediğine ilişkin bir izlenim bırakmaktan da kaçınmaz. Ardından tanrılar sorununun irdeleneceği kurgusal söyleşinin nerede, ne zaman ve kimler arasında geçtiği bilgisini vererek okuyucunun zihninde bu hayali ortamın canlanmasını sağlar. Gaius Velleius Epicurusçu; Quintius Lucilius Balbus Stoacı; Gaius Aurelius Cotta ise Academiacı öğretinin temsilcileri olarak konuşurlar. Konuşmacılardan Velleius ve Balbus hakkında De Natura Deorum ve De Oratore’de yazılanlar dışında bir bilgi bulunmamaktadır. De Oratore’de Velleius’un hatip L. Licinius Crassus’un arkadaşı olduğu söylenir; Balbus hakkında ise günün Stoacıları arasındaki ‘iki Balbus’tan (duo Balbi) bahsedilir (3.31.78). De Natura Deorum'dan öğrendiğimize göre Velleius senatördür ve Epicurusçular onu ilk Romalı taraftarları olarak kabul ederler, Balbus ise Stoa öğretisinde Yunanlarla karşılaştırılabilecek kadar bilgilidir (1.6.15). Velleius’un bir senatör olarak devlet işlerinden uzak, sakin bir yaşam öğütleyen Epicurusçu öğretiyi benimsemesi şaşırtıcı olmakla birlikte, onun bu öğretiyi yaşam tarzı olmaktan çok entelektüel bir tavırla seçtiğine işaret eder. Diğer yandan bilgenin özellikle devlet işlerinde etkin olmasını öğütleyen Stoa öğretisinin taraftarlığını üstlenen Balbus’un devlet işlerinden uzak kalması, onun da bu felsefenin taraftarlığını entelektüel bir tavırla üstlendiğini gösterir. Üç konuşmacı içinde en tanınanı Cotta’dır. Cotta Roma’nın önde gelen hatibi Licinius Crassus’un yakın arkadaşıdır, Durusus’un İtalyan müttefiklerinin isyanını cesaretlendirmesine destek verdiği için, kendisine açılan davalar sonucunca İÖ 91-82 yılları arasında sürgün hayatı yaşar, geri döndüğü yıl pontifex (rahip) olur, İÖ 75 yılı consulluğuna seçilir, ardından Gallia Cisalpina’ya vali olarak atanır; burada büyük bir zafer kazanır, ancak zafer kutlamalarına katılamadan yaşamını yitirir. Bu söyleşide Cotta Academia’nm temsilcisi olmasının yanı sıra pontifex olarak tanıtılır.

Bu söyleşi Latin Bayramları (Feriae Latinae) sırasında, Cotta’nın evinde gerçekleşir. Ancak kesin bir tarih verilmemiştir. Bu kurgusal söyleşinin, katılımcılarının mesleki kariyerleri göz önünde bulundurularak yapılan saptamalarla belirlenen tahmini tarihi İÖ 77 yılı sonu ya da İÖ 76 yılı başıdır. Söyleşinin üç güne yayıldığına ve üçüncü günün akşamında sona erdiğine (3.40.94) ilişkin belirgin ipuçları vardır. Örne­ğin Balbus 2.29.73’te Velleius’un Stoacıların providentıasına getirdiği eleştiriden (1.8.18) söz açtığında onun ‘dün’ (hesternodie) söylediklerini hatırlatır; Velleius 3.1.2’de Cotta’nın Stoacı öğretiyi çürütmek için tam donanımlı geleceği beklentisi içindedir; Cotta 3.7.18’de, Balbus’un tanrısallığı dünyaya ve göksel cisimlere atfetmesine (2.29-44) karşı çıkarken onun bu konu hakkında ‘önceki gün’ (nudius tertius) konuştuğunu belirtir. Bu bölümlerden anlaşıldığı üzere, üç kitabın her birindeki konuşmalar birer güne yayılır ve ertesi gün yeni bir kitapla tekrar başlar.

Velleius konuşmasını üç bölüme ayırır, öncelikle Platocu ve Stoacı kozmoloji anlayışını eleştirip Stoacıların tanrısal öngörü öğretisine karşı çıkar (1.18-24), ardından Thales’ten başlayarak Stoa okulunun kurucusu Zeno ve ardılları da dahil olmak üzere daha önceki Yunan filozoflarının ve şairlerinin de tanrıların doğası hakkmdaki görüşlerine yer verir (1.25-41), son olarak Epicurusçu tanrı anlayışını açıklar (1.42-56).Birinci kitabın sonraki bölümünde ise Cotta Velleius’un söylediklerini eleştirerek onun düşüncelerini çürütür (1.57-124). Cicero hu bölüme Velleiusün açıklamalarından daha geniş yer ayı­rır. Cotta’nın Epicurusçu öğretiye yönelttiği eleştiriler bir Academiacı düşünürün ağzından çıkmış olsa da, Ross’a göre bu eleştiriler Stoacı bir kaynaktan alınmış olmalıdır. Rackhamhu bölümde Cicero’nun temel kaynağının Posidonius’un Peri Theön (Tanrılar Üzerine) adlı eseri olabileceğini ileri sürmekle birlikte, bölümün özünde Academiacı bir havayı yansıttığını ve Carneades’in öğretilerini kaleme alan Clitomachus’un yapıtlarının kaynak olarak kullanılmış olabileceğini de söyler. Walsh ise Cicero’nun Epicurusçu öğretiye Academiacı yöntemle karşı çıkılan bu bölümü Carneades, Arcesilas ve Larissalı Philo’nun söylediklerinden yola çıkarak yazdığı kanısındadır.

Konuşmasıyla Velleius’un iddialarını çürüten Cotta’nın ardından Balbus Stoacı öğretiye göre konusunu dört ana baş­lık altında toplar: Önce tanrının varlığını kanıtlar (2.4-44), sonra tanrının doğasının nasıl olduğunu anlatır (2. 45-72) ve dünyanın tanrısal öngörüyle yönetildiğini (2.73-162), tanrı­ların dünyevi işlerle ilgilendiklerini (2.162-168), gerek do­ğanın incelenmesinden elde ettiği verilerle gerekse tarihten aldığı örneklerle doğrulamaya çalışır. Cotta’nın din adamlığı kimliğini vurgularken de (2.1.2; 2.2.67. 168) kendi görüşlerine yöneltilecek eleştirilere âdeta yön vermek ister gibidir. Cotta ise Stoacı Balbus’un belirlediği konu başlıklarını izleyerek önce onun söylediklerini hatırlatır, ardından da Academiacılara özgü tavırla konuya ilişkin karşıt tezler ileri sürer ve Stoacıların tanrı anlayışını sert bir biçimde eleştirir. Cotta’nın amacı, dinsel inancı zedelemeden batıl inanışları ortadan kaldırmaktır. Bu nedenle konuşmasının sonunda tanrıların varlığını inkâr etmediğini, ancak bu konunun çok belirsiz ve açıklanması güç bir konu olduğunu söyler (3.49.93). Tanrıların doğası üzerine yapılan bu tartışma, daha önce söylediğimiz gibi, söyleşide dinleyici olarak bulunan Cicero’nun, tanrı anlayışında Stoacı görüşleri gerçeğe daha yakın bulduğunu açıklamasıyla son bulur.

De Natura Deorum’da Cicero’nun kendisine özgü bir tanrı anlayışını kesin çizgileriyle sergilediğini söyleyemeyiz. Amacı antikçağın belli başlı üç felsefe okulunun tanrı anlayışı konusundaki öğretilerini Roma’nın geleneksel din anlayışıyla uyumlu hale getirerek kendi halkını bu konuda bilgilendirmektir. Ancak Cicero bu yapıtıyla amacının çok ötesinde yüzyıllara uzanan bir etki yaratır. Kitapta çoktanrıcılığa yöneltilen eleş­tiriler özellikle Hıristiyanların ilgisini çeker. Augustinus ve Lactantius’un nerdeyse başucu kitabı olur. Ortaçağda da De Natura Deorum’a karşı duyulan ilgi artarak devam eder.

Kaynak: Çiğdem Menzilcioğlu - Cicero ve De Natura Deorum (Tanrıların Doğası) Sunuş yazısı

1 - 2 - 3

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder