Modern Zamanlarda Felsefe Ne İşe Yarar?

 Felsefe, hakkında en fazla yanlış anlaşılmanın olduğu alanlardan biridir. Özellikle günümüzde felsefenin prestiji gerek akademisyenlerin genel kitleye erişmekle uğraşmaması, gerekse felsefe dışından eleştirmenlerin söyledikleri nedeniyle zedelenmektedir. Bu yazıda felsefeye dair bazı yanlış anlaşılmaları açıklığa kavuşturmanın yanı sıra alana yeni girecek kişiler için de felsefeyi tanıtmayı umuyoruz. İlk olarak felsefenin ne olduğundan ve bilimle arasındaki farklardan bahsedeceğiz. Sonra felsefenin gerekli olmadığı yönündeki meydan okumalara karşı felsefenin gerekliliğini savunan üç argüman öne süreceğiz. Felsefenin yöntemsel araçlarından ve çeşitli alt dallarının neler olduğundan bahsettikten sonra da yazımızı alana girecek kişiler için okuma önerileri vererek noktalayacağız.

1. Felsefe Nedir? Felsefe ve Bilim Ayrımı Nasıl Yapılır?

Felsefe nedir? Bu soruya pek çoğumuzu tatmin etmeyecek basit bir cevap verebiliriz: Felsefe felsefecilerin/filozofların (iki kelimeyi eş anlamlı olarak kullanacağız) yaptığı şeydir. Ama bu cevap bize felsefenin ne olduğu hakkında değil, kim tarafından yapıldığı hakkında bilgi verir. Dahası felsefecinin ne yaptığı sorusunu da yanıtsız bırakır. O zaman daha iyi bir cevap verebilmemiz için önce felsefecinin ne yaptığı sorusu hakkında düşünmeliyiz. 

Felsefenin ne olduğu hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayacak yollardan biri felsefeci denen ve felsefeci oldukları yönünde genel bir fikir birliği olan düşünürlerin eserlerine bakıp ne yaptıklarını anlamaya çalışmaktır. Yani felsefenin ne olduğunu onun herkesçe tanınabilecek örneklerine bakıp sonra bu örneklerde ortak olanın ne olduğunu belirleyerek öğrenmeye çalışabiliriz. Ancak bu noktada pek çok felsefecinin felsefe dediği şeyle felsefeyle ilgilenmeyen kişilerin felsefe dediği şeyler arasında ciddi bir farkın olduğunu gözden kaçırmamamız gerekir. Mesela felsefenin edebiyat, psikoloji, sosyoloji gibi alanlarla neredeyse aynı şey olarak görüldüğüne sık sık rastlıyoruz. Dolayısıyla popüler örneklere bakmak bizi aradığımız cevaba ulaştıramayabilir. 

Yine de felsefenin herkesçe tanınabilecek örnekleri arasında kolaylıkla bulunabilecek ortak noktaların olduğunu söyleyebiliriz. Bu ortak nokta felsefecilerin belli türden problemler üzerine belli bir şekilde düşünmeleridir. Bu tanımın daha açık hale gelmesi için belli türden sorular ve belli şekilde düşünme ifadelerini açmalıyız.

Felsefenin ne olduğu hakkında düşünürken aklımızda tutmamız gereken ilk şey farklı konulara dahil edebileceğimiz soruların olduğudur. Bazı sorular felsefi soru kategorisine girse de her soru felsefi değildir. “Buzdolabında kaç şişe süt var?”, “Bu binayı yaparken hangi malzemeyi kullanırsak fiyat-performans açısından en iyi sonucu elde ederiz?”, “Hangi marka diş macunu kullanmalıyım?” gibi soruların felsefi sorular olarak görülmemeleri gerektiğini çoğumuz ilk bakışta anlayabiliriz. Bunun nedeni nedir? En azından bir neden felsefi soruların ilk bakışta daha soyut ve teorik sorular olmalarıdır. Ancak bu noktada teorik soruları zorunlu olarak pratik sorulara zıt bir şekilde anlamadığımızı belirtelim. Ahlaki ve siyasi sorular da pratik konularla ilişkili sorulardır ancak bu konulara dair pek çok sorunun soyut ve teorik sorular oldukları barizdir. Dolayısıyla felsefenin soyut ve teorik sorularla ilgilenmesi hiçbir pratik problemle ilişkili olmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır.

Yine felsefi sorular soyut ve teorik olmaları nedeniyle genel sorular olarak da görünürler. Örneğin ahlakı tartışacaksak şu ya da bu kişinin yaptığı şu eylemin ahlaki olup olmadığından değil, söz konusu eylem biçiminin ahlaki olup olmadığından bahsederiz. Herhangi bir eylemin ahlaki olmasının ne demek olduğunu sorarız. Ahlakla ilgili iyi/kötü, sorumluluk gibi temel kavramların ne şekilde anlaşılmaları gerektiği hakkında düşünürüz. Metafizikle ilgilenirken şu ya da bu şeyin varlığıyla değil, var olan genel varlık kategorilerinin neler olduğuyla ilgileniriz. “Dolapta 5 şişe süt var” çoğu felsefecinin ilginç bulmayacağı bir varlık iddiasıdır. Ama “Onları oluşturan parçacıkların ötesinde bileşik nesneler vardır”, “Doğa yasaları vardır”, “Özellikler vardır”, “Sayılar vardır” gibi varlık iddiaları felsefecinin dikkatini çeker. Çünkü bu iddialar yapıları gereği daha genel varlık iddialarıdır. 

Dolayısıyla felsefe soyut, teorik ve genel sorularla ilgilenir. Ancak bu noktada hemen başka bir soru sormalıyız. Diğer alanlar da soyut, teorik ve genel sorularla ilgilenmez mi? Örneğin fizik varlığın en temel yapı taşlarının neler olduğu sorusunu sorar. En temel yasaların neler olduklarını tespit etmeye çalışır. Dahası teorik fizik adında bir alan var. Sosyoloji toplum kavramını daha iyi anlamaya çalışır. Toplumsal ilişkilerin temel dinamiklerini de tek tek olaylar üzerinden değil, çok sayıda olaya ve kişiye uygulanabilecek genel bir şekilde tespit etme hedefine sahiptir. Genel toplumsal fenomenleri açıklayan teoriler üretilir. Tarihçiler tarihin nasıl yapılması gerektiği ve tarihin neyi konu alması gerektiği üzerinde düşünürler. Ekonomistler kişinin rasyonel olmasının ne demek olduğunu anlamaya çalıştıkları için rasyonalite kavramının iyi bir tanımını vermeye çalışırlar. Biyologlar tür kavramını nasıl anlamamız gerektiğini tartışırlar. Bu sorular da en az felsefenin sahip olduğu sorular kadar genel, soyut, ve teoriktir. O halde felsefi sorularla bilimsel soruları nasıl birbirlerinden ayırmamız gerekiyor?

Bu soruya verebileceğimiz ilk cevap bilimsel ve felsefi sorular arasında pek çok kişinin düşündüğü kadar keskin bir ayrımın olmadığıdır. Bilimsel sorular teorikleştikçe ve soyutlaştıkça felsefi sorulara yakınsarlar. Hatta bilimlerin soyut ve teorik soruları o bilimleri konu alan felsefe alt dallarının kapsamındadır. Fizik, sosyal bilimler, ekonomi, tarih ve biyoloji gibi bilimlerin soyut, teorik ve genel problemleriyle ilgilenen ayrı ayrı felsefe alt dalları vardır. Felsefi ve bilimsel soruların arasında katı bir sınır çekemeyiz. Bu iki soru tipi arasında geçişlilik söz konusudur. Yine de bazı soruların daha fazla, bazı sorularınsa daha az felsefi ya da bilimsel olduğu barizdir. Söz konusu ayrım tamamen kullanışsız değildir. Ekonomi felsefesiyle ilgilenen bir felsefeci ekonomideki rasyonalite kavramını, ekonomide genel yasaların olup olmadığını, ekonominin değer yargısı içermesinin gerekip gerekmemesi anlamında normatif olup olmadığını, nedenselliğin ekonomik sistemler gibi karmaşık sistemlerde nasıl anlaşılması gerektiğini öğrenmek ister. Ama belli bir ülkenin ekonomisinin neden şu anda olduğu durumda olduğu sorusuyla neredeyse hiç ilgilenmez. Ekonominin mevcut yasalarının neler olduğu sorusu da ekonomi felsefecisinden çok ekonomistin ilgisini çeker. Tıpkı fizik felsefecisinin mevcut fizik yasalarının neler olduğunu tespit etmekten çok bu yasalar her neyseler onların felsefi sonuçlarıyla ilgilenmesi gibi. 

İkinci cevapsa felsefi sorularla bilimsel sorular arasındaki farkın alanların sordukları sorulardan ziyade söz konusu disiplinlerin soruları yanıtlama yöntemleri arasındaki farktan kaynaklandığıdır. Akıllardaki felsefeci tasavvuru koltuğunda oturup derinlemesine düşünen biridir. Ama bilim insanı fenomenler hakkında sadece düşünmez, onlar hakkında veri toplar, gözlemler yapar, deney yapar, hipotezler kurar ve bunları sınar. Yani incelediği fenomenle yakından bir ilişki kurar. Felsefeciyle felsefecinin incelediği şeyler arasında bu kadar yakın bir ilişki yokmuş gibi görünür. 

Bu ayırma yöntemi pek çok durumda felsefeyle bilimi birbirinden doğru bir şekilde ayırmamızı sağlıyor olabilir. Ancak burada bile bazı sorunlar vardır. Bir kere felsefecinin hiçbir gözlem yapmadığı doğru değildir. Pek çok felsefi argüman evrene ve çeşitli fenomenlere dair genel gözlemleri argümanlarının yola çıkış noktası olarak kullanır. Gerek kişinin kendi zihnine içeriden baktığı içgözlem/içebakış, gerekse dış dünyanın çeşitli özelliklerine baktığı türden gözlem felsefenin tamamen dışında değildir. Dolayısıyla fark sadece bilimin gözlem yaptığı, kanıt topladığı, hipotezler kurup bunları sınadığı ancak felsefenin bunu yapmadığı şeklinde ifade edilmemelidir. Yapılan gözlemin, kurulan hipotezlerin ve bunların sınanış biçimlerinin taşıdığı nitelikler de önemlidir. Tıpkı her düşünme etkinliğinin felsefe olmaması gibi her gözlem de bilimsel gözlem değil gibi görünür. Bilimsel gözlemin özelliği daha kapsamlı ve sistematik olması olarak görülebilir. Felsefecilerin başvurduğu gözlemlerse bilimsel gözlem kadar kapsamlı olmayan ve daha genel gözlemler gibidir: “Bazı şeylerin nedeni vardır”, “Şeyler arasında ortak bulunan nitelikler vardır”, “Zihnime içeriden baktığım zaman ona dolaysız bir erişimim olduğunu fark ediyorum” gibi. Felsefe sadece konusu gereği değil, çoğu zaman yapılan gözlemlerin niteliği açısından da bilimden daha geneldir. 

Burada göz önünde bulundurmamız gereken noktalardan biri felsefenin başvurduğu gözlemlerin bu derece genel olmasının gerekmemesidir. Felsefecinin yaptığı gözlem daha genel olabilir, ama bilimin yaptığı daha sistematik gözlemler ve bilimin kurduğu detaylı teoriler de kendilerine felsefe içinde yer bulurlar. Bilim pek çok felsefeci için felsefenin duyarsız kalamayacağı bir şeydir. Her felsefe alanında, aynı derecede olmamakla beraber, çeşitli bilimlerin verilerine başvurmamızın önemi özellikle günümüz analitik felsefesinde evrensel olarak kabul görmektedir. Bu, felsefenin bilimlerin yorumlayıcısı olma anlamında “hizmetçisi” olması gerektiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Felsefe hala otonom bir hareket alanına sahiptir. Ancak felsefe sahip olduğu hareket alanını kullanırken diğer pek çok şeyin yanı sıra bilimsel çalışmaların sonuçlarını da göz önüne almaya çalışmalıdır. Bilimsel verilerden tamamen bağımsız bir şekilde felsefe yapmak, bazı alanlar ve alt başlıklar bunun istisnası olabilse de, son derece güçtür.  

Toparlayalım: Bu bölümde tartıştığımız meselelere bakarsak felsefe nedir? Felsefe varoluşa dair soyut, genel, teorik problemlerle ilgili derinlemesine ve sistemli bir düşünme faaliyetidir. Bilimle felsefe arasındaki sınır ise keskin değil, muğlaktır. Ancak sınırın muğlak olması bazı tartışmaların bilime, bazı tartışmalarınsa felsefeye daha yakın olacağını söyleyemeyeceğimiz anlamına gelmez. Bilim ve felsefe arasındaki ayrım daha önce bahsettiğimiz yöntemsel farklar nedeniyle hala kullanışlıdır. 

Peki bilim varken felsefeye ne gerek var? Bazı okuyucuların aklında bu sorunun olduğunu ve felsefenin gerekli, meşru bir çalışma alanı olduğunu reddediyor olabileceklerini düşünüyoruz. Bu nedenle bir sonraki alt başlıkta felsefenin gerekli olup olmadığı sorusunu ele alacağız. 

2. Felsefe Gerekli mi?

Felsefenin eskiden gördüğü saygıyı günümüz toplumlarında göremediğini söyleyebiliriz. Elimizde eskiden hükümdarlar ve “seçkin” toplumsal kesimin felsefeye özel bir ilgi ve saygı duyduğunu gösteren pek çok tarihsel örnek var. Günümüzdeyse durum bu değil gibi görünüyor. Peki bu değişimin nedeni nedir? Bizce bunun en büyük nedeni bilimin git gide artan başarısının bilimin prestijini artırması nedeniyle felsefenin prestijinin özellikle erken modern dönemden itibaren düşmeye başlamasıdır. Hawking gibi bazı bilim insanlarını “Felsefe öldü” demeye iten de bilimin prestijinin erken modern dönemden itibaren artmaya başlayıp felsefeyi en azından belli kesimler için önceden sahip olduğu ayrıcalıklı konumdan etmesidir.

Bilim varken ve bu kadar başarılıyken felsefecilerin kendi fikirlerinden ibaret olan ve hiçbir yere varamayan spekülasyonlarına ne gerek var ki? Bu soru günümüz toplumlarında felsefeye karşı negatif tutumun özüne nüfuz etmektedir. Peki felsefe bu eleştiriye karşı savunulabilir mi? 

Bu eleştiriye karşı verilebilecek bazı cevaplara bakalım. Felsefenin gerekliliği için öne sürülebilecek ilk gerekçe felsefe yapmanın bir anlamda kaçınılmaz olduğudur. Her görüş açıkça ya da örtülü bir şekilde çeşitli felsefi varsayımlar içerir ve bir aşamada felsefi problemlerle yüz yüze gelmesi gerekir. Diyelim ki doğa bilimlerinin bilgiye ulaşmanın tek meşru yolu olduğu söyleniyor. Bu görüşü savunan biri genellikle bilginin doğası ve bilgiye ulaşmak için kullanılabilecek meşru yöntemlerin neler olduğuna dair felsefi bir takım kabullere sahiptir. Bilgi nasıl tanımlanıyor? Bilgiye ulaşmanın tek meşru yönteminin doğa bilimleri olduğu iddiasını neden kabul etmeliyiz? Bu iddianın kendisi bilim tarafından test edilebilir mi? Bilim felsefi açıdan yüklü metafiziksel kavramlar olan nedensellik, doğa yasaları, açıklama, olasılık gibi kavramlar olmadan yapılabilir mi? Eğer bilim bunlar gibi felsefi açıdan yüklü kavramları kullanmak zorundaysa bu kavramlara dair felsefi problemlerin üzerine eğilmemiz gerekmiyor mu? Bilim olan ve olmayan arasındaki sınır hangi kriterle çekiliyor ve bu sınır ne kadar keskin? Söz konusu sınır keskin değilse sınırda olan alanlar hakkında bilgi edinmenin imkanına dair ne söylemeliyiz? Bu sorulara verilen yanıtlar ne olursa olsun kişi yanıt verirken felsefi argümanlara başvurmaktan ve çeşitli felsefi pozisyonları doğru ya da yanlış kabul etmekten kaçamaz. Bu durum felsefeyi meşru görmeyen her görüş için böyle kabul edilebilir. Kişi en fazla felsefe yapmanın belli biçimlerinden kaçınabilir ve felsefenin yetki alanının düşünülenden daha dar olması gerektiğini söyleyebilir. Ama kendi kabulleri üzerine eleştirel düşünmeyi bırakmadan felsefeden tamamen vazgeçemez.

İkinci bir gerekçe felsefe yapmanın felsefi problemler hakkında elimizdeki seçeneklerin neler olduğunu, bu seçeneklerin en açık şekilde nasıl anlaşılabileceğini ve en iyi şekilde nasıl savunulabileceklerini görmemiz için gerekli olmasıdır. Felsefi problemler en azından bariz bir şekilde anlamsız problemler değillerdir. Anlamsız olmaları durumunda bunun böyle olduğunun gösterilmesi gerekir. Bunu yapmak için dahi felsefi problemlerin analiz edilmesi gerektiği için felsefenin yöntemlerine başvurulmalıdır. Eğer felsefi problemler anlamsız problemler değillerse bu problemlerin olabildiğince berrak bir hale getirilmesini ve bu problemlerin çözümüne dair elimizdeki en iyi seçeneklerin neler olduğunu yapabildiğimiz en iyi şekilde öğrenmeyi istememiz son derece makuldür. Bunları yapmamızın yoluysa felsefe yapmaktır. Felsefeciler felsefi problemlerin çözümünde uzlaşamasa dahi felsefi problemler hakkında elden gelen en iyi şekilde düşünmek alternatiflerimizin neler olduğunu görmemiz açısından yararlıdır. Fikir birliğine varamıyor olmamız tartışmaların ilerlemediğini ve kalite açısından gelişmediğini göstermez.  

Üçüncü bir gerekçe değere dair (aksiyolojik) problemlerin felsefeyle yakın bir ilişkilerinin olmasıdır. Ahlaki, estetik ve siyasi problemlerin değere dair sorularla ilişkili olanları özel olarak felsefenin kapsamına giriyor gibidir. Aksiyolojik problemlerin anlamsız veya tamamen subjektif olduğunu düşünenler bile değerin subjektifliğini varsaymamalı, bunun böyle olduğunu göstermelidir. Özellikle ahlaki ve siyasi problemler hayatlarımızla iç içe olmaları nedeniyle uğraşmaktan kaçınmamızın çok zor olduğu problemlerdir. Bizler sürekli bir şekilde değer yargılarında bulunuruz. Bu değer yargılarını meşrulaştırmaya çalıştığımızda da bir şekilde aksiyoloji ya da değer felsefesi yapmış oluruz. Aksiyolojik problemleri neden felsefenin yetki alanında görüyoruz da çeşitli bilimlerin yetki alanında görmüyoruz? Ahlak psikoloji, tarih, sosyoloji, antropoloji, evrimsel biyoloji gibi bilimlerle; siyaset siyaset bilimi, uluslar arası ilişkiler, ekonomi gibi bilimlerle incelenmekte. O zaman ahlak ve siyaset gibi konularda felsefeye neden ihtiyaç var? 

Bu sorunun yanıtı şudur: Söz konusu bilimlerin ahlak ve siyasete bakışı büyük oranda tasvir edicidir (descriptive). Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler gibi alanlar devlet otoritesinin doğasını ve otoritenin gücünü etkileyen faktörleri inceleyebilir. Ancak devlet otoritesinin meşruiyeti konusunda, en azından örtülü ahlaki hükümlere sahip olmadan, hüküm bildiremezler. Ensestin neden yaygın bir şekilde ahlaksızlık olarak görüldüğü konusunda sosyoloji, antropoloji ve evrimsel biyoloji bize bilgi verebilir. Ancak bu alanlar ensestin kötü olup olmadığı hakkında hüküm vermez. Aksiyolojik problemler doğa bilimlerinin yetki alanının dışındaysa ve üzerinde düşünmemizin meşru olduğu problemlerse hiç değilse aksiyolojik meseleler söz konusu olduğunda felsefe yapmanın meşru olduğunu söyleyebiliriz. Dahası, değer soruları tamamen anlamsız ve bu soruların yanıtı tamamen subjektif olsa bile böyle olduğunu göstermek için kullanılacak argümanlar zorunlu olarak felsefi argümanlardır. Dolayısıyla normatif felsefe alt dallarının meşru çalışma alanları olmadıklarının gösterilmesi için de felsefeye başvurulmalıdır.

Bu alt başlıkta felsefenin gerekli olduğu tezi lehinde üç gerekçe verdik: a) Felsefe yapmak felsefenin sorduğu soruların doğası nedeniyle kaçınılmazdır, hatta bilimler de soyut/teorik meselelerle ilgilendiğimiz zaman felsefi problemler doğururlar b) Felsefi sorular bariz bir şekilde anlamsız değildir ve felsefe gerçeğe ulaştıramasa bile hiç değilse alternatiflerimizin neler olduğunu ve bunlar hakkında en iyi şekilde nasıl düşünebileceğimizi daha iyi görmemizi sağlar, c) Değerle ilgili problemler özel olarak felsefi problemlerdir ve bilim bu konuda tek başına bir şey söyleyebilecek pozisyonda değildir.

3. Felsefenin Yöntemsel Araçları

Nasıl felsefe yapılır? Felsefecilerin kendi görüşlerini savunmak ve karşı görüşleri eleştirmek için farkında olarak ya da olmayarak kullandığı pek çok yöntemsel araç vardır. Bu araçların her biri her felsefeci tarafından eşit derecede önemli görülmemekte ve hatta bazı felsefeciler bu araçlardan bazılarının meşruiyetini kökten reddedebilir. Mesela doğallaştırılmış metafiziği savunan bazı felsefeciler kavramsal analiz, sezgiler ve düşünce deneyleri gibi yöntemsel araçların meşruiyetini reddederler. Bu noktayı göz önünde bulundurarak bu başlıkta felsefecilerin genel olarak kullandıkları yöntemsel araçları kısaca ele alacağız. 

a) Kavramsal / Dilsel Analiz

Felsefenin amaçlarından birinin bilgi, doğruluk, adalet, doğa yasası, iyilik, mümkünlük gibi temel ve ilk bakışta kafa karıştırıcı olabilecek felsefi kavramlara açıklık getirmek olduğunu söyleyebiliriz. Analiz bu tür kavramları daha az kafa karıştırıcı unsurları cinsinden tanımlamaya ya da açıklamaya çalışır. Dolayısıyla analizin felsefi kavramları indirgemeci bir şekilde daha az gizemli hale getirmeyi hedeflediğini söyleyebiliriz. Örneğin bilgiyi gerekçelendirilmiş doğru inanç olarak tanımladığımızı düşünelim. Bunu yaparak karmaşık ve parçalardan oluşan bilgi kavramını daha basit kavramlar cinsinden tanımlamış/açıklamış oluruz. Bu tanımın doğruluğunu test etmek için onu çeşitli varsayımsal senaryolara uygulayarak (Bkz. Düşünce deneyleri) onun kavramı doğru bir şekilde karşılayıp karşılamadığını anlamaya çalışabiliriz. 

b) Sezgi / Sağduyu

Sezginin ne olduğu ve güvenilir kabul edilmesinin doğru olup olmadığı konusunda ciddi tartışmalar vardır. Bazı felsefeciler sezginin başlı başına bir tür düşünme yetisi olduğunu kabul ederken başka felsefeciler onu sadece kişilerin bir şeye inanma yönündeki eğiliminden ibaret görürler. Sezgilerin doğası ve güvenilirliği konusundaki gerçek ne olursa olsun felsefecilerin sezgilere başvurdukları bariz gibidir. Örneğin çeşitli temel ahlaki prensipler temellendirilirken sezgilerimize ve söz konusu ahlaki prensibin bize apaçık doğru görünüp görünmediğine bakabiliriz. Genel olarak bir düşünce deneyinin sonucunun ne olduğunu tespit etmeye çalışırken de sezgilerimizi kullanırız. Sezgilerin felsefi görüşleri en azından aksine inanma yönünde bir gerekçemiz olmaması durumunda gerekçelendirebildiği görüşü felsefeciler arasında yaygındır. Sezgiler yanılmaz ve değiştirilemez olmasalar da bize felsefi tartışmalardaki makul başlangıç noktalarının ne olduğunu göstermekte kullanılabilirler. 

c) Düşünce Deneyleri

Düşünce deneyleri çeşitli kavramsal problemleri çözmek için felsefede ve bilimlerde kullandığımız varsayımsal senaryolardır. Mesela şu senaryoyu ele alalım: Diyelim ki ışınlanmayı icat ettik. Bir makine Dünya’daki bedeninizi yok ediyor ve aynı anda sizinle her anlamda aynı olan bir başka beden bu makinenin Mars’taki versiyonu tarafından inşa ediliyor. Fiziksel özelliklerinizin yanı sıra bu varlıkla bütün kişiliğinizi, anılarınızı ve sırlarınızı paylaşıyorsunuz. Söz konusu varlık sizin nasıl davranmanız gerektiğini bekliyorsak öyle davranıyor. Bu durumda söz konusu varlığın siz olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Işınlanma ölmenize mi neden olur yoksa varlığınızı sürdürdüğünüzü mü söylememiz lazım? Düşünce deneyleri, buradaki ışınlanma düşünce deneyinde olduğu gibi, belli bir konudaki -mesela bir kişinin aynı kişi olarak varlığını sürdürmesi için nelerin gerekli olduğu konusundaki- temel sezgilerin birbirinden nasıl farklılık gösterdiğini görmemizi sağlayabilir. Bunun yanı sıra düşünce deneyleri belli felsefi pozisyonları desteklemek ya da çürütmek için de kullanılabilir.

d) Teori Seçim Kriterlerinin Kullanımı

Bilimsel teoriler birbirlerine tercih edilirken sadece gözlemle uyumlu olmanın değil, gözlem dışı teori seçim kriterlerini karşılamanın da önem taşıdığı yaygın olarak kabul edilir. Basitlik, açıklanmaya çalışılan fenomene en iyi açıklamayı sunmak, önceden sahip olunan bilgilerle tutarlılık, yeni keşiflere ve araştırma alanlarının açılmasına yol açmak, farklı alanlardaki çok çeşitli problemlerin çözümlerine katkıda bulunabilmek gibi teori seçim kriterleri sadece bilimlerde değil, felsefede de önemli yer tutar. Pek çok felsefi tartışmanın özünde çeşitli felsefi pozisyonların sahip olduğu teorik erdemlerin tartıldığı “teorik kar-zarar hesapları” oldukları söylenebilir.  

e) Vazgeçilmezlik Argümanları

Vazgeçilmezlik argümanları adlarından da anlaşılabileceği üzere belli felsefi varsayımların çeşitli alanlardaki kullanımının o alan açısından merkezi bir konuma sahip olmasından, yani vazgeçilmez olmasından, hareketle doğru kabul edilmeleri gerektiğini iddia ederler. Matematiğin doğaya uygulanabilir olması ve bilimlerde merkezi bir yer tutmasının matematiksel nesnelerin var olduğunu kabul etmemizi gerektirdiğini, yani matematiksel nesnelerin bilim için vazgeçilmez olduklarını, iddia eden matematiksel vazgeçilmezlik argümanları bu argüman türünün en meşhur örneğidir. Bu tür argümanlar ahlak felsefesi, metafizik gibi pek çok alanda da kullanılabilirler.

f) Bilimsel Verilerden/Teorilerden Faydalanmak

Pek çok bilimsel teorinin ve araştırmanın felsefi problemler açısından önemli sonuçları vardır. Mesela görelilik teorisi zamanla, kuantum teorisi nedensellikle ilgili görüşlerimizi derinden etkilemiştir. Teorilerimizin bilimlerle tutarlı olması gerektiği söylenebilir. Çeşitli bilimsel teorilerle daha uyumlu olmaları bazı metafiziksel, epistemolojik, siyasi ve ahlaki teorileri diğerlerinden avantajlı kılabilir. Ahlak felsefesinde, özellikle metaetikte, ahlaki akıl yürütmenin, motivasyonun ve kişiliğin doğasına dair bilimsel verilerden yararlanma ihtiyacımızın olduğu pek çok tartışma vardır. Bu ihtiyaç ahlak psikolojisi adındaki interdisipliner alanı doğurmuştur. Siyaset felsefesindeyse insan doğası, devlet ve ekonominin işleyişleri gibi konularda pek çok iddiada bulunulur. Bu iddiaları psikoloji, ekonomi, siyaset bilimi gibi bilimler ışığında değerlendirmek belli siyasi görüşleri tercih etmek yönünde gerekçe sunabilir.

4. Felsefenin Alt Dalları 

Tarihsel olarak baktığımız zaman felsefenin üç temel alt dalı olduğunu söyleyebiliriz: Metafizik, epistemoloji, ve etik ya da ahlak felsefesi. Artan uzmanlaşmayla beraber felsefenin alt dallarının sayısı artmıştır. Bu başlıkta günümüz felsefesinde varlığını sürdürmekte olan 18 felsefe alt dalını kısaca tanımlayacak ve ilgilendikleri problemlere örnekler vereceğiz. Elbette bahsettiklerimizin bütün alt dalları kapsamadığını belirtmemiz gerek

Ahlak Felsefesi / Etik

Ahlak felsefesi/etik, ahlaka dair felsefi problemlerle ilgilenen felsefe alanıdır. Ahlak felsefesinin kendi içinde metaetik, normatif etik ve pratik etik olmak üzere üç ana alt dala ayrıldığını söyleyebiliriz. Metaetik ahlakın metafiziği ve epistemolojisine dair daha soyut problemleri ele alır ve ahlakın en temel kavramlarını anlamaya çalışır. Normatif etik doğru davranışın nasıl olması gerektiğine dair en genel kriterleri tespit eder. Pratik etikse normatif etik teorilerini gerçek hayattaki pek çok probleme uygulayarak bu problemler konusunda nasıl tavır almamız ve ne yapmamız gerektiğiyle ilgilenir. Bu alt dalların bazı problemleri şunlardır:

a) Metaetiğin problemleri: Ahlak objektif midir? Yoksa ahlaki yargılar sadece kişi ve toplumların kendi yargılarından mı ibarettir? Ahlaki ifadeler doğru ya da yanlış olabilirler mi yoksa sadece kişilerin duygularını ya da tavırlarını mı belirtirler? Ahlaki gerçekler doğal gerçekler midir? Ahlaki yargılara ulaşmak için izlememiz gereken doğru yöntem nedir? Ahlaki inançlar zorunlu olarak kişiyi belli bir şekilde davranmak için motive ederler mi? İyi/kötü, doğru/yanlış, yasak olmak/izin verilebilir olmak ve ahlaki sorumluluk gibi temel ahlaki kavramlar nasıl tanımlanmalıdır? Bu tür kavramlar nasıl temellendirilebilir?

b) Normatif etiğin problemleri: Bir eylemi doğru ya da yanlış yapan şey nedir? Bir eylemi ahlaki yapan şey eylemin kendi içinde doğru ya da yanlış olması veya eylemin neden olduğu sonuçlar mıdır? Yoksa eylemin erdemli bir karakterden kaynaklanması mı bir eylemi doğru yapar?

c) Pratik etiğin problemleri: Kürtaj ahlaki midir? Hayvanları kullanabilmeli miyiz ve onlara karşı, varsa, sorumluluklarımız nelerdir? Ötenaziye izin verilmeli mi? Azınlıklara ve dezavantajlı gruplara pozitif ayrımcılık yapmak meşru mudur ve meşruysa hangi koşullarda meşrudur? İfade özgürlüğünün sınırları ne olmalıdır?  

Bilim Felsefesi

Bilim felsefesi bilimle ilgili felsefi problemlerle ilgilenen felsefe alt dalıdır. Bu alan genel bilim felsefesi ve spesifik bilimlerin felsefeleri olmak üzere iki alt dala ayrılabilir. Kabaca söylemek gerekirse genel bilim felsefesi bilimsel yönteme, bilimsel açıklamanın doğasına, bilimin gerçekliğe ne derece nüfuz edebildiğine dair problemleri içerir. Spesifik bilimlerin felsefesiyse fizik, biyoloji, bilişsel bilimler, sinirbilim, ekonomi ve tarih gibi alanlara dair felsefi problemlerle ilgilidir. Bu başlık altında sadece genel bilim felsefesinin problemlerine bakıp spesifik bilimleri konu alan felsefe alt dallarını ayrı başlıklar altında ele alacağız. 

Genel bilim felsefesinin bazı problemleri şunlardır:

a) Bilim, bilim olmayan ve sahte bilim arasındaki sınır nasıl çekilebilir? Bunun kriteri nedir? Bir iddianın bilimsel olup olmaması zaman içinde değişebilir midir yoksa bir iddia bilimselse her zaman bilimseldir mi demeliyiz? Yanlışlanabilir olmak bilim olmanın tek veya ana kriteri midir? Bilimsel olmanın tek ve net bir şekilde ayırt edici bir kriteri var mıdır yoksa yaklaşık olarak kullanılabilecek ancak net bir şekilde sınır çekemeyen pek çok kriter mi vardır?

b) Özellikle fizik gibi bilimler direkt bir şekilde gözlemleyemediğimiz ancak varlıklarını çıkarsadığımız kuark, elektron, nötron gibi pek çok varlığı kabul eder. Bunların gerçekten var olduklarını kabul etmeli miyiz? Yoksa bunlar gerçekten var olduklarını iddia etmemizin doğru olmadığı kullanışlı kurgulardan mı ibaret?

c) İyi bir bilimsel açıklamanın sahip olması gereken özellikler nelerdir? Doğa yasalarını kullanmanın doğal olguları tasvir etmenin ötesinde açıkladığını söylememiz ne anlama geliyor? Bilimin şeylerin nasıl gerçekleştiklerini, yani mekanizmaları, ortaya koyarak açıkladığını söylemek ne anlama gelir?

d) Tümevarıma neden güvenmeliyiz? Kısıtlı örneklemden yola çıkarak belli türden varlıkların doğalarına dair genellemeler yapmamızı, gelecekte de evrenin yasalarının geçmişteki gibi işleyeceğini düşünmek için ne gibi gerekçelerimiz var? Bilim ne dereceye kadar tümevarıma dayanır? Tümevarımsız bilim mümkün müdür?

Bilişsel Bilimler Felsefesi

Bilişsel bilimler zihnin işleyişi ve yapısını bilgisayar bilimleri, sinirbilim, psikoloji ve felsefe gibi pek çok alandan yararlanarak inceleyen interdisipliner bir alandır. Bu alandaki çalışmalar zihin felsefesi başta olmak üzere pek çok felsefe alanını derinden etkilemiştir. Hatta felsefede bir “bilişsel bilimler devriminin” gerçekleştiği kabul edilmektedir. Bilişsel Bilimler Felsefesi bu alann ortaya çıkardığı felsefi problemleri konu alır. Bu problemlerden bazıları şunlardır:

a) Zihin modüllerden yani belli işlevlere uzmanlaşmış birden fazla bölümün birleşiminden mi oluşur? Yoksa birden fazla işleve sahip olan “genel” bölümlerden mi oluşur?

b) Bağlantıcılık bilişsel işlevleri yapay sinir ağları kullanarak açıklamaya çalışan görüştür. Peki bağlantıcılık bilişsel bilimler için iyi bir paradigma mıdır? Zihinsel işlevlerle yapay sinir ağları arasındaki benzerlik ne seviyedir? Bu paradigmanın sınırlılıkları nelerdir?

c) Kavramlar düşüncelerimizi oluşturan şeylerdir. Peki kavramlar tam olarak nasıl şeylerdir? İşlevleri nelerdir? Nasıl bir yapıya sahiptirler?

Biyoloji Felsefesi

Biyoloji felsefesi biyolojiyle ilgili felsefi problemlerle ilgilenen felsefe alt dalıdır. Biyolojik açıklamanın doğası, biyolojinin yöntemi, indirgemecilik gibi tartışmaların yanı sıra biyolojiye dair kavramsal ve metodolojik problemlerle de ilgilenir. Başta evrimsel biyoloji olmak üzere gelişim biyolojisi, popülasyon biyolojisi, genetik gibi pek çok biyoloji alt dalına dair felsefi problemler de bu alanda konu alınır. Biyoloji felsefesinin ilgilendiği bazı problemler şunlardır:

a) Biyolojinin fizik ve kimya yasalarına benzer, deneysel olarak öğrendiğimiz ve dolayısıyla a priori istatistiksel yasalardan ibaret olmayan kendine has yasaları var mı?

b) Biyoloji kimya ve fiziğe indirgenebilir mi?

c) Organların fonksiyonlarının olduğundan bahsediyoruz. Bunun yanı sıra bir organın fonksiyonunu gerçekleştirememesinden bahsedebiliyoruz. Mesela göremeyen bir gözün bir şekilde hatalı olduğunu söylüyoruz. Bu durumda fonksiyon kavramı normatif, yani bir şeyin nasıl olması gerektiğini söyleyen bir kavram olmuyor mu? Bu normatif kavram biyolojinin gerçekten normatif kavramlar içerdiğini mi gösterir yoksa fonksiyon kavramını normatif olmayan kavramlara indirgeyebilir miyiz?

d) Hangi tür tanımını benimsemeliyiz ve buna nasıl karar vermeliyiz? Türlerin gerçekten var olduklarını mı kabul etmeliyiz yoksa onları kullanışlı kurgulardan ibaret mi görmeliyiz?

e) Evrimde herhangi bir türde ilerleme olduğundan bahsedebilir miyiz? Bütün evrimsel sürecin belli bir doğrultusu olduğundan bahsedebilir miyiz? Evrimsel ilerleme ve doğrultu kavramları mutlaka doğayı aşan bir amaçtan bahsetmemizi gerektirir yoksa bunlar biyolojinin doğa üstü unsurları olmadığı düşüncesiyle uyumlu kavramlar mı?

Dil Felsefesi

Dil hem bizzat çıkardığı felsefi problemler nedeniyle, hem de felsefe yaparken kullanılan vazgeçilmez bir araç olması nedeniyle felsefe açısından çok önemlidir. Dil felsefesi bu nedenle felsefenin merkezi disiplinlerinden biridir. Dil felsefesinin zihin felsefesi, metafizik ve ahlak felsefesi gibi alanların hepsiyle ciddi bağlantıları vardır. Örneğin hem zihinsel durumların -Dolapta süt olduğuna olan inancım gibi-, hem de kelime ve cümlelerin anlamları vardır. Zihin durumlarının anlam sahibi oluşuyla dilin anlamı arasında bir tür bağlantı olduğunu düşünmek pek de zor değildir. Metafizikteyse hangi durumlarda varlığın doğasına dair gerçek fikir ayrılıklarının olduğunu ve hangi durumlarda sadece dilin kullanılmasından kaynaklanan “salt dilsel” bir fikir ayrılığının olduğunu bilmek isteriz. Dil felsefesi bu anlamda diğer felsefe alt dallarıyla da ilişkilidir.

Dil felsefesinin bazı problemleri şunlardır:  

a) Dil ve gerçeklik arasında nasıl bir ilişki vardır? Kelimeler ve cümleler kendi içlerinde anlam sahibi olmayan sembol ve ses öbeklerinden ibarettir. O zaman dil sahip olduğu anlama nasıl sahip olmuştur? Dil gerçeklikle nasıl ve ne dereceye kadar örtüşür?

b) Bir ismin anlamı ve gönderim yaptığı şey arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu ikisi aynı şey midir? Eğer aynı şeylerse hiçbir şeye gönderme yapmıyor gibi görünen kelimelerin de anlamlı görünmelerini nasıl açıklayacağız? Yoksa bir ismin anlamı sadece ona uygulanabilir olan, yani belirli, bir tanım mıdır?

Din Felsefesi

Din felsefesi, dinlerin temel kavramları ve iddialarını inceleyen felsefe alt dalıdır. Pek çok kişi tarafından din felsefesi ve teoloji kelimeleri birbirlerinin yerine kullanılsa da çoğu felsefeci arada bir ayrım olduğunu savunur. Teoloji genellikle bir dini geleneğin içinden hareket eder. Bu nedenle bazı dini inançları verili olarak kabul ettiği söylenebilir. Öte yandan din felsefesi dinlerin temel kavramları ve iddialarına din karşıtı olmak anlamına gelmeyen bir şekilde dışarıdan bakar. Din felsefesi dini kavramlar ve iddialar hakkında akıl yürütürken dini metinlerin ve geleneğin otoritesine yaslanmamaya çalışır. Öte yandan din felsefesi ve teoloji arasındaki sınırın muğlaklaştığı felsefi teoloji veya analitik teoloji de felsefi tarafının ağır basması nedeniyle din felsefesine dahil edilebilir. Din felsefesinin bazı temel problemleri şunlardır:

a) Tanrı var mıdır? Tanrı’nın varlığı lehinde ve aleyhinde ne gibi gerekçelere sahibiz? Evrenin bir başlangıcının olması, yaşamın varlığına izin vermesini sağlayan bir hassas ayarın bulunması, doğa yasalarına uyması, evrende bilinçli varlıkların olması, dini/mistik tecrübe ve eğer varsa objektif ahlaki değerler Tanrı’nın varlığı lehinde delil midir? 

b) En makul Tanrı tasavvuru nedir? Eğer Tanrı varsa hangi sıfatlara sahip olmasını beklemeliyiz? Geleneksel olarak Tanrı’nın sahip olduğu düşünülmüş ezelilik/ebedilik, kişi olma, mutlak kudret, mutlak bilgi, mutlak iyilik, özgür iradeli olma gibi sıfatları ne şekilde anlamalıyız? Bu sıfatlar kendi içlerinde ya da birbirleriyle çelişir mi?

c) Bilim ve din arasında nasıl bir ilişki vardır? Bilimsel teoriler arasından dini iddiaları desteklemek ya da çürütülmek için kullanılabilecek olanları var mıdır? 

d) İman ve akıl arasında nasıl bir ilişki vardır? Tanrı’ya iman etmek hiçbir gerekçeye veya delile sahip olmadan yapılması gereken bir şey midir? Tanrı’ya onun varlığını kabul etmek için herhangi bir gerekçemiz olmasa da inanabilir miyiz? Tanrı inancının akla uygunluğu için mutlaka Tanrı’yı kanıtlayan argümanlara mı sahip olmalıyız?

e) Birden fazla din doğru olabilir mi? Çeşitli dini geleneklerin hepsinin paylaştığı ortak bir öz var mıdır? Bütün dindarların farklı şekillerde ve farklı isimlerle olsa da aynı varlığa taptıklarını söyleyebilir miyiz? Bir dinin diğerlerinden daha üstün olduğunu söyleyebilir miyiz?

Epistemoloji/Bilgi Felsefesi / Bilgi Kuramı

Epistemoloji bilgiyle ilgili problemlerin geneliyle ilgilenen felsefe dalıdır. İlgilendiği sorulardan bazıları şunlardır:

a) Bilgi nedir? Bir şeyi bilmekle sadece doğru şeye inanmak arasında ne gibi bir fark vardır?

b) Zihnimden bağımsız bir dış dünyanın var olduğunu bilebilir miyim? Şu anda rüya görmediğimi, çılgın bir bilim adamı tarafından manipüle edilen kavanozdaki bir beyin olmadığımı, kötü bir cin tarafından kandırılmadığımı bilebilir miyim?

c) Bir şeye inanmak için gerekçe sahibi olmak ne demektir? Bir şey bir inanca nasıl gerekçe olur?

d) Gerekçelendirmenin yapısı nedir? Sahip olduğumuz gerekçeler birbirlerini gerekçelendirerek sonsuza kadar geri mi gider yoksa gerekçelendirme bir yerde son mu bulmalıdır? Bazı inançların gerekçeye ihtiyaç duymadığını ve diğer inançlarımıza temel olduklarını söyleyebilir miyiz? Yoksa sonsuz geriye gidiş veya temel inançlara sahip olmak yerine gerekçelerimizin birbirleriyle bir tür döngü ya da ağ oluşturan bir bağlantısı mı olmalıdır? Eğer bu doğruysa “ kısır döngü” oluşturan gerekçe döngüleri/ağlarıyla kısır döngü oluşturmayan gerekçe döngüleri/ağları arasındaki ayrımı nasıl yapabiliriz?

e) Doğuştan gelen bilgi var mıdır? Yoksa bütün bilgi sonradan tecrübeyle mi elde edilir? Deneyimden bağımsız bir şekilde sadece “oturduğumuz yerde düşünerek” bilgi edinebilir miyiz? Deneyimden bağımsız bir şekilde elde edilen bilgi sadece tanım gereği doğru olan gerçeklere mi ulaştırır? 

f) Gerekçelendirme içsel midir yoksa dışsal mıdır? Burada içsel ve dışsal olmayı kabaca kişinin zihnine içsel ya da dışsal olma anlamında kullanıyoruz. Yani bir kişinin bir kişinin epistemik durumu -gerekçeye sahip olup olmaması ya da bir şeyi bilip bilmemesi gibi- onun zihinsel olarak erişemediği ya da üzerinde kontrol sahibi olmadığı faktörlere bağlı olabilir mi? Eğer bu son soruya evet cevabını verirsek bazı kişilerin zihinsel durumları tamamen aynı olsa dahi epistemik durumlarının, onlar bunun farkında olmasalar dahi, farklı olabilmesi ihtimali ortaya çıkar.  

Fizik Felsefesi

Fizik hem diğer doğa bilimlerine kıyasla daha kesin olduğunun düşünülmesi, hem de gerçekliğe dair en temel sorulardan bazılarıyla ilgilenmesi nedeniyle felsefi problemler açısından oldukça önemli sonuçları olan bir alandır. Fizik felsefesinin ilgilendiği bazı problemler şunlardır:

a) Kuantum mekaniğinin matematiksel olarak eşdeğer olan ancak felsefi açıdan önemli farklar taşıyan yorumları arasında nasıl tercih yapmalıyız? Kuantum durumları, dalga fonksiyonları gibi şeyler gerçekliğin bir parçası mı?

b) Özel ve genel görelilik teorileri zamanın doğasına dair ne söylüyor? Zamanın akışının gerçek olup olmadığına dair tartışmada gerçekten de zamanın akmadığı yönündeki pozisyonu mu destekliyorlar? Yoksa bu teorileri farklı şekillerde yorumlamamız mümkün mü?

c) Zaman yolculuğu mümkün mü? Mevcut fizik yasaları zaman yolculuğuna izin veriyor mu?

d) Temel fiziksel sabitler, fizik yasaları ve erken evren koşulları kolaylıkla farklı olabilecekmiş gibi görünüyor. Bunlardaki çok ufak değişiklikler dahi yaşam için gerekli olan karmaşık fiziksel yapıların oluşamamasına neden olurmuş gibi görünmekte. Peki o halde bu karmaşık fiziksel yapıların varlığını nasıl açıklamalıyız?Böyle bir evrende olmamız şaşırmamız gereken, beklenmedik ve dolayısıyla açıklanmaya ihtiyaç duyan bir şey mi? Peki bir açıklamaya ihtiyaç duyuluyorsa bu ne olabilir?

Hukuk Felsefesi

Hukuk felsefesi hukukun doğası, ahlak felsefesiyle ilişkisi, hukuki sorumluluğun koşulları, hukukun otoritesinin sınırları gibi felsefi problemleri konu alan felsefe alt dalıdır. İlgilendiği bazı problemler şunlardır:

a) Hukuk ve ahlak felsefesi arasındaki ilişki nedir? Hukuk normatif, yani değer yargısı bildiren, bir alan mıdır? Hukukun kesinlikle uyması gereken bir ahlak yasası var mıdır? Bu durumda ahlak yasasına uymaları ya da uymamaları nedeniyle devletin aynı araçlarıyla yasalaştırılmalarına rağmen biri meşru, diğeri meşru olmayan yasaların olması mümkündür demeli miyiz? Bir şeyin yasa olabilmesi için hukuku önceleyen bazı ahlak kurallarına uyması gerekir mi demeliyiz? Yoksa hukuktaki yasa kavramı normatif bir kavram olarak görülmemeli midir?

b) Yasalara uyma yönünde bir sorumluluğumuz var mıdır? Eğer varsa bu sorumluluğun kaynağı nedir? Vatandaşların devletin yasalarına uymama sorumluluğuna sahip olduğu ya da en azından yasalara uymamalarına izin verilebilecek durumlar var mıdır? 

c) Hukuki sorumluluğun doğası nedir? Suçu işleyen kişinin zihinsel durumu, mesela sahip olduğu niyet, cezalandırılmasının üstünde ne seviyede etki sahibi olmalıdır? Ne dereceye kadar kişinin yaptığı eylemin sonuçlarına bakmak gerekir? 

Matematik Felsefesi

Matematik dış dünya hakkında bilgi vermeyen totolojilerden mi ibarettir? Matematik mantığa indirgenebilir mi? Matematiksel bilgi deneyime mi dayalıdır yoksa ona sadece oturduğumuz yerde düşünerek mi ulaşırız? Matematik bir icat mıdır yoksa keşif midir? Matematiksel doğruların ontolojik temeli nedir? Matematiksel doğruların temeli bizim evrenimizdeki fiziksel varlıklarda mı yatar yoksa matematiksel nesnelerin bulunduğu uzay ve zamanı aşan ayrı bir “alemin” var olduğunu mu söylemeliyiz? Eğer matematik nesneler bizim evrenimizi aşan ayrı bir alemdeyse onların bilgisine nasıl ulaşıyoruz? Matematik felsefesi burada bahsettiğimiz türden problemlerle uğraşan felsefe alt dalının adıdır. 

Metafizik

Metafizik gerçekliğin en genel özelliklerini en genel seviyede inceleyen felsefe alanıdır. Genel olarak gerçekliğin doğasıyla ilgilenir. Var olan en temel kategorilerin neler olduğu, bu kategoriler arası ilişkilerin nasıl olduğu, felsefi açıdan önem taşıyan varlık, doğruluk, özgürlük, nedensellik, özellik gibi kavramların nasıl anlaşılması gerektiği gibi konularla ilgilenir. İlgilendiği sorulardan bazıları şunlardır:

a) Gerçekliğin sahip olduğu bir “en temel düzey” var mıdır? Eğer varsa bu en temel düzeyde hangi kategoriler mevcuttur? Bu düzeydeki varlıkların daha az temel olan varlıklarla arasındaki ilişkinin doğası nedir? 

b) Nedensellik nedir? Neden ve sonuç arasında zorunlu bir bağlantı var mıdır? Neden olan şey zorunlu olarak sonuçtan önce mi olmalıdır? Nedensellik doğa yasalarına indirgenebilir mi?  

c) Doğa yasası olmak ne demektir? Kazara doğru olasılıklarla doğa yasalarını birbirlerinden nasıl ayırt edebiliriz? Doğa yasaları zorunlu mudur yoksa farklı olabilirler miydi? Olasılıksal yasalar nasıl anlaşılmalıdır?  

d) Özgür irade nedir? Eğer seçimlerimiz tamamen biz doğmadan önceki olaylar tarafından belirlenmişse bu özgür olmadığımız anlamına mı gelir? Özgür irade bütün şartların aynı olması durumunda bile farklı alternatifler arasında seçim yapabilme yeteneğini gerektirir mi? 

e) Zaman nedir? Zaman akar mı? Yoksa zamanı uzaya benzer, bir tür koordinat sistemi şeklinde anlayabileceğimiz “donmuş bir nehir” olarak mı görmeliyiz? Görelilik teorisi bu görüşlerden herhangi birini destekliyor mu? Sadece şimdiki zaman mı var yoksa geçmiş ve gelecek zamanların da bir şekilde mevcut olduğunu mu söylemeliyiz?

f) Neden hiçbir şey değil de bir şeyler var? Hiçbir şeyin var olmaması mümkün müydü? Eğer hiçbir şeyin var olmaması mümkün değilse bu var olmaması imkansız olan bir şeylerin olduğu anlamına mı gelmelidir? 

Sanat Felsefesi / Estetik

Sanat felsefesi ya da estetik sanata dair felsefi problemlerle ilgilenen felsefe alt dalıdır. Sanat felsefesinin bazı problemleri şunlardır:

a) Sanat nedir? Sanat olarak adlandırdığımız şeylerin hepsinde ortak bulunan bir öz var mıdır? Yoksa sanat olan ve olmayan arasında net bir ayrım yapmamız mümkün değil midir? Sanatı kurumsal/kültürel bir şekilde mi tanımlamalıyız? Tarihsel bağlam bir şeyin sanat olup olmadığı sorusu açısından önemli midir? Yoksa sanatın/sanatsal olanın tarihsel/kültürel/kurumsal bağlamlardan tamamen koparılarak tanımlanması mümkün müdür?

b) Güzellik nedir? Bir şeyin güzel olduğunu söylememiz için haz uyandırıyor olması yeterli midir? Yoksa güzelliğin tecrübesi başlı başına ayrı bir tecrübe kategorisi midir? Bazı şeyler diğerlerinden objektif olarak daha mı güzeldir yoksa zevkler ve renkler gerçekten de tartışılmaz mıdır?

c) Sanat yapmak var olan şeyleri kopyalamaktan mı ibarettir? Sanat yapmak var olan şeyleri kopyalamaktan ibaret olmasa bile sanat eserinin bir anlamda Dünya’daki şeyler hakkında olması gerekir mi?  

Siyaset Felsefesi

Siyaset felsefesi siyasi kavramları ve problemleri konu alan felsefe alt dalıdır. Devletin insanlarla kurduğu ilişkinin doğası ve meşruiyetinin yanı sıra adalet, özgürlük, eşitlik gibi kavramlarla ilgilenir. Bunun yanı sıra önemli bir ayrım da “ideal teori” ve “ideal olmayan teori” arasındadır. İdeal teori, ideal koşullarda devletin ve toplumun nasıl olması gerektiğini konu eder. İdeal olmayan teori ise ekonomi, siyaset bilimi, psikoloji gibi çeşitli bilimlerin bulgularını göz önünde bulundurarak ideal olmayan koşullarda toplumun ve kurumların nasıl olması gerektiği sorusuna yanıt arar. 

Siyaset felsefesinin yanıt aradığı bazı sorular şunlardır:

a) Adalet, özgürlük ve eşitliği nasıl anlamalıyız? Bunlar arasında gerilim var mıdır? Birini savunmak diğerlerinden feragat etmeyi gerektirir mi? Eşitlik ve özgürlük ne dereceye kadar arzu edilebilirdir? 

b) Devlet otoritesi meşru mudur? Eğer meşruysa meşruiyetinin kaynağı nedir? Devletin verdiği hizmetler mi? Devletin toplumun çöküşünü engellemek için zorunlu bir kötülük oluşu mu? Yoksa yönetilenlerin rızası mı? Devlet yönetiminin meşru olması için yönetilenlerin ne tür bir rıza göstermeleri gerekir? Devlet otoritesinin sınırları ne olmalıdır?

c) Azınlık hakları diye, bireysel hakların ötesinde, haklar var mıdır? Devletin azınlıkların kültürlerini koruma yönünde pozitif sorumlulukları var mıdır? Azınlıklara pozitif ayrımcılık yapılması meşru mudur ve eğer meşruysa pozitif ayrımcılığın sınırları ne olmalıdır? Zulüm görmüş azınlıkların tazminat talepleri hangi koşullarda ve ne dereceye kadar meşrudur?

d) Dağıtımsal adalet hangi koşullarda sağlanır? Kaynakların belli bir dereceye kadar eşit dağılmasını sağlamak yönünde vatandaşların ya da devletin bir sorumluluğu var mıdır? Yoksa ticaret ve karşılıklı rızaya dayalı kaynak dağılımının eşitsizlik yaratsa dahi adil olduğunu mu söylemeliyiz?  

Sosyal Bilimler Felsefesi

Sosyoloji, ekonomi, siyaset bilimi gibi temelde insanı, toplumu ve bunların etkileşimlerini çeşitli yönlerden ele alan alanlara sosyal ya da beşeri bilimler diyoruz. Sosyal bilimler felsefesi de sosyal ya da beşeri bilimlerin yöntemi, ontolojik iddiaları ve doğasına dair problemlerle uğraşan felsefe alt dalıdır. Bu alanın uğraştığı bazı problemler şunlardır: 

a) Toplum ve toplumsal açıklama bireylerin faaliyetlerine indirgenebilir mi? Toplumun bireylerin etkileşimlerine indirgenemeyecek yönleri var mıdır?

b) Toplumun ya da toplulukların niyetlerinden ve amaçlarından bahsedebilir miyiz?

c) Sosyal bilimlerin yöntemi nasıldır? Sosyal bilimlerin yöntemleri özünde doğa bilimleriyle aynı mıdır? Sosyal bilimler yöntemsel olarak doğa bilimlerine yaklaşmaya çalışmalı mıdır yoksa toplum özü itibariyle doğa bilimleriyle incelenmeye müsait değil midir? 

d) Toplum bilimleri değer yargısı belirtmeyen, normatif olmayan ve tamamen objektif bir şekilde yapılabilir mi? 

e) Toplum bilimlerinin kendilerine has yasaları var mıdır?

Zihin Felsefesi

Zihin felsefesi zihne dair her türden problemle ilgilenenen felsefe alanıdır. İlgilendiği bazı problemler şunlardır:

a) Zihin ve beden arasındaki ilişkinin doğası nedir? Zihinlerimiz bedenlerimizin belli bir bölümüyle, mesela beyinlerimizle, özdeş midir? Eğer aradaki ilişki özdeşlik değilse ne türden bir ilişkidir? 

b) Bilinç gibi olağan fiziksel varlıklardan bu denli farklı görünen bir şey nasıl oluyor da fiziksel sistemlerde bulunabiliyor? Tek tek parçacıklar bilinç sahibi değil gibi görünürken çok karmaşık şekillerde bir araya gelen parçacıklardan oluşan beyin nasıl bilinç sahibi oluyor?

c) Eğer beyinlerimizdeki hücrelerin bağlantı biçimleri, elektriksel potansiyelleri ve onları etkileyen çevresel faktörler gibi şeyler davranışlarımızın gerek ve yeter sebepleriyseler zihinsel durumların davranışlarımıza neden olduklarını nasıl söyleyebiliriz? Davranışlarımızın nedenlerinden bahsederken bilinçliliğe hiçbir atıf yapmamız gerekmiyorsa bu bilinçli durumların davranışlara neden olmadığını göstermez mi?

d) İnançlar ve arzular gibi zihinsel durumlar dış dünyadaki şeyler hakkındadır veya onlara yönelmişlerdir. Mesela buzdolabında 2 tane çikolata var şeklindeki inancım benim dışımdaki nesneler “hakkındadır”. Bu çikolataları yeme yönündeki arzumsa benim dışımdaki nesnelere yönelmiştir. Zihinsel durumların kendileri dışındaki şeylere yönelebilmeleri ya da onlar hakkında olmaları nasıl mümkündür?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder