Bütün nesneler Tanrı tarafından yaratılmıştır; nesneler arasında zorunlu bir bağ
yoktur. Doğadaki nesneler hiçbir şey oluşturamazlar, yalnızca Tanrı her şeyi
yapmada yetkindir; bu işi ya doğrudan ya da melekleri aracılığıyla yapar; ama
gerçekte tek neden Tanrı'dır. Yaratma sırasında Tanrı'da hiçbir değişme
olmamıştır, çünkü yaratma olanak halinden etkin hale geçmek değil, Tanrı'nın
salt açılması olarak düşünülmelidir. Bu açılmanın ne biçimde olduğunu insan
bilemez. Ruhsal yaşamın en yüksek derecesi boş felsefi bilgi değil, her bilginin
üzerinde olan bir anlık sezmedir; hakikat ancak mistik bir görü ile
sezilebilir.
Aklın çözüm getirebileceği konular ile, inanç konularını birbirinden ayırma
yolunda Gazali'nin çabası özellikle Ortaçağ dönemi için felsefe tarihi açısından
önemli bir aşama olmuştur.
İBN RÜŞD (AVERROES) (1126 - 1198)
Hukukçu bir aileden gelen İbn Rüşd 1126'da Cordoba'da doğmuş 1198'de de Fas'ta
ölmüştür.
Felsefe yanında hekimlik, astronomi, hukuk gibi konulara da ilgi duyan İbn
Ruşd'ün felsefe ile ilgili yapıtları: Dinle Felsefenin Uzlaştırılması (Fasl-el
Makal), Kutsal Metinlerin Yorumunda Kullanıcak Yöntem (Keşf an
menahic-el-edille), "Felsefecilerin Tutarsızlığı"nın Tutarsızlığı
(Tehafüt-el-tehafüt), Sonsuzluk ve Dünyanın Yaratılışı Sorununun Çözümü
başlıklarını taşımaktadır. Ayrıca Aristoteles’le Plalon'un yapıtlarına ilişkin
olarak yazdığı açıklamalar da üç öbekte toplanmaktadır: Büyük Açıklamalar'da
Aristoteles'in metnindeki cümleler tek tek ele alınmıştır. Bu açıklamalardan
kimileri örneğin Peri Psykhes'e yazılan açıklama uzun bir makale
oluşturmaktadır. Physika, Peri Ouranon, Meta ta Physika ve Peri Psykhes
açıklamaları büyük açıklamalar öbeğine girmektedir. Orta açıklamalar ise
Aristoteles'in yapıtlarının eski Arapça çevirilerinin güncel Arapça’ya
çevrilmesi ile bunların özetlerinden oluşur: Kategoriai, Rhetorika, Poetika
açıklamaları bu öbeğe girmektedir. Asıl metne pek bağlı kalmadan kolay
anlaşılabilecek bir dille yapılan açıklamalar da üçüncü öbeği oluşturmaktadır.
İbn Rüşd'ün kendi düşüncelerini de içeren bu açıklamalar içinde Physika, Meta ta
Physika, Meteorologike'ye ayrıca Platon'un Politeia'sına ilişkin açıklamalar
sayılabilir.
Bütün Yunan felsefesini, Yeniplatonculuğu, İslam tanrıbilim okullarını, doğa
bilimlerini, din ve hukuk geleneğini, mistisizmi incelemiş olan İbn Rüşd,
yalnızca Aristoteles felsefesini açıklayan, Batıya tanıtan bir yorumcu değildir;
felsefe ve tanrıbilim sınırları konusuna eleştirici bir bakışla yaklaşmış olan
bir düşünürdür de aynı zamanda.
İbn Rüşd'e göre dünya bir rastlantı sonucu değildir, bir yaratanın eseridir.
Mevsimler, gece-gündüz, yağmur, su, toprağın ürün vermesi ve öteki doğa olayları
hep insanın yaşamını sürdürmesine yarayan olaylardır. Hayvanlar, bitkiler,
varolan her şey hep insan için vardır.
İbn Rüşd iki bilme düzeyi ve bunlara karşılık gelen iki gerçeklik tarzını
birbirinden ayırır. Bunlar doğaüstü, gizli, tanrısal nesneler (Gayib) ile
insanın duyu organlarıyla algıladığı nesnelerdir (Şahid). Bu iki gerçekliğe
karşılık gelen iki bilme türü ise, Gayib'in bilgisi olan tanrısal bilme ve
Şahid'in bilgisi olan insansal bilmedir, insan bilgisinin düzeyi duyulur
olanların ve imgelerin düzeyinde kalır. İnsan, tasarım halindeki biçimlerle olan
bağından kendini kurtaramadığından. bilen ile bilinen nesne biribirinden ayrı
olduğundan ve kendi kendinin bilgisi aklın dışındaki bir nesnenin bilgisinden
değişik bir bilgi olduğundan, insan bilgisinde kaçınılmaz bir çokluk söz
konusudur. Öte yandan insan bilgisi tözleri değil, yalnızca tözlere ilişkin kimi
ilinekleri, örneğin, sıcağı, soğuğu, devinimi ayırt eder. Yine insan bilgisi
sınırları içinde neden ve sonuçtan söz edilir ama, bu kullanım yalnızca bir
alışkanlık nedeniyledir; bu sözcüklerin kastettiği nedenler ile sonuçlar gerçek
neden ve sonuçlar değildir. İnsan zihni bir nesneyi bilme etkinliği içindeyken,
o nesnenin tözünün kaynağı gibi, nesnenin kendisini bilmez. Yine akla dayanan
insan bilgisi, olguları bütünlüğü içinde kavrayamaz, yalnızca o an duyu alanına
giren yönü kavrar. Başka deyişle akla dayalı insan bilgisi 'fenomenolojik'
bilgidir. Oysa tanrısal bilgi zihin dışındaki nesnelere bağlı değildir, tersine
nesneler onun bilgisine dayanırlar; çünkü nesnelere varlığını veren Tanrı'nın
bilmesidir. Bu düşünceyi, Augustinus’un "Bu dünya olmasaydı biz bilmezdik, Tanrı
bilmeseydi bu dünya varolmazdı" düşüncesiyle karşılaştırmak mümkündür. Yine
Tanrı'nın bilgisi bireye ilişkin değildir, varolan nesnelerin sonsuzluğunu saran
bir bilgidir bu bilgi. Tanrı bilgisinde, bilgi nesnesi ile bilenin birliği ve
özdeşliği tam bir yetkinlik taşır: çünkü bu tür bilgide madde ile herhangi bir
ilişki hiçbir şekilde söz konusu değildir. Bu bilgi varlıkların özlerinin
organik bir birliğidir; bu varlıkların herbirinde tanrısal bilgelik açıkça
görülür; bu varlıklar bir düzen ve tutarlılık içinde birbirleriyle
bağlanmışlardır: nitekim Tanrı kendi kendini bilmekle nesnelerin özlerini belli
bir düzen ve tutarlılık içinde ortaya çıkarır: işte nesnelerin varlık nedenleri
bu özlerdir; Tanrı ise özlerin varlık nedenidir.
İşte bu iki bilgi türüne iki tarz gerçeklik karşılık gelir:
1) Tüm evrendeki 'Noumenler (Akıllar) dünyası' (bu dünya tanrısal bilginin
nesnesidir ve tanrısal gerçeklikle özdeştir). Evrendeki bütün ilkeler isler
maddeden bağımsız, ister cisimsel ilkeler olsunlar. İlk ilke'den türerler ve
böylece tek bir güç nedeniyle evren, bütünlüğü içinde bir birlik oluşturur. Bu
güç evrenin bütün parçalarını öyle bağlar ki bu parçaların herbiri tek bir
eylemi gerçekleştirir temelde. Öte yandan evrenin parçalarında bütün ruhsal ve
maddesel güçleri birleştiren, her yere yayılan bir tek ruhsal gücün olması
zorunludur. Böyle olmasaydı evrendeki bu düzen ve tutarlılık da olmazdı.
Tanrı'nın evreni kuran ve koruyan yaratıcı olduğu böyle anlaşılabilir ancak.
Evren, evrene içkin olan Tanrı'nın sürekli yaratmasıdır.
2) 'Fenomenler dünyası' ise akla dayalı bilginin nesnesidir, bu alan Yunan
Felsefecileri, özellikle de Platon ile insan aklının ulaşabileceği en üst düzeye
ulaşmış olan Aristoteles tarafından açıklanmıştır. Yunan felsefesi ve bilimi
yalnızca duyu alanına giren sınırlar içinde geçerlidir, yani bu filozofların '
Noumenler (Akıllar) dünyası'na ilişkin olarak ileri sürdükleri görüşlerin temeli
yoktur, çünkü bu açıklamalar deneye bağlı bilgi kategorilerinin 'Noumenler
(Akıllar) dünyası'na kaydırılmasına dayanmaktadır; bu ise olanaksızdır. İbn
Rüşd'e göre Yunan felsefesinin tek başarısı, duyular dünyası üzerinde bir
Noumenler (Akıllar) dünyası' olduğunun farkına varmış olması ve bir ilk
Varlık'ın zorunluluğunu görmüş olmasıdır. Ama daha öteye gitmek, boşuna bir
çabadır, çünkü insan aklı gök cisimlerinin etkinlik tarzını kavrayamaz. Tanrısal
gerçeklikle ayaltı gerçeklik arasında karşılaştırma yapmaya kalkanlar, tanrısal
etkin nedenin ayaltı dünyadaki etkin nedenler gibi işlediğine inananlar büyük
bir yanlışa düşüyorlar demektir. Ona göre bu tür yanlışlara Farabi ve îbn Sina
da düşmüştür, çünkü onların İlk Neden'den Akılların taşmasına ilişkin teorileri
deney dünyasına ilişkin kategorilerin 'Noumenler (Akıllar) dünyası'na ilişkin
kategorilere uyarlanmasına dayanmaktadır; oysa böyle bir uyarlama
geçersizdir.
İbn Rüşd'e göre Tanrı ne görünenler dünyasının devamı olan, aynı yasalara bağlı
göksel bir basamaklandırmanın son aşamasıdır, ne de kendi istenciyle bu dünyayı
yaratmıştır. Tann'nın bilme etkinliğinin kendisi bu dünyanın varlık
nedenidir.
'Noumenler (Akıllar) dünyası' tanrısal etkinliğin ürünüdür, onunla içiçedir ve
tanrısal etkinlik nasıl başsız-sonsuz ise, bu dünya da başsız sonsuzdur, insan
zihni bu gerçekliği zaman kategorisi ile kavramaya çalıştığında onu, başı sonu
olan bir gerçeklik olarak algılar; çünkü insan zihni sonsuzluğu algılayamaz.
İbn Rüşd'e göre, fenomenler dünyasındaki olayların birbirini izlemesi, bu
sürecin varlığının nedeni olarak 'ussal bir neden' gerektirir. İnsan zihninin
algıladığı nedenlerin sonsuzluk içindeki süreci, etkin olan asıl nedenler süreci
değildir, ilineksel nedenler, sürecidir. Tek hakiki etkin neden, nedensel
bağlantının her basamağında yer alan Tanr'nın yaratıcı etkinliğidir.
İbn Rüşd, bilgi görüşünü Aristoteles'in Peri Psykhes'ine yazdığı yorumunda
açıklamaktadır. Ona göre bilme etkinliğinde biri varlıksal, öteki bilgisel olmak
üzere iki ilişki söz konusudur.
Varlıksal açıdan etkin akıl, biçimin ya da insan ruhunun; başka deyişle olanak
halindeki aklın biçimidir ve etkinliğini onun içinde gerçekleştirir. Bu etkinlik
de olanak halindeki akla ilk kavramları vermek, imgesel biçimlerden anlaşılır
biçimleri soyutlamaktır.
Varlıksal ilişki, olanak halindeki aklın hep bilme olanağı olarak kalmasına
karşın, etkin akılla birlikte bilgisel ilişki varlıksal ilişki yerine geçer;
etkin akıl, etkinlik haline gelmiş olan olanaklı aklın bilgi nesnesi durumuna
gelir. Böylece İbn Rüşd, daha önceki düşünürlerin yalnızca yukardan gelen bir
ışık olarak kabul ettikleri Faal Akıl'ı almaetkinliğini olanak halindeki insan
akima vermiş olmaktadır. Dolayısıyla insan zihninin bilme etkinliği Faal Akıl'a
değil, insan aklının kendisine bağlı olarak düşünülmektedir.
îbn Rüşd'ün öğretisi Doğu dünyasında pek taraftar bulmamış, genellikle
tanrıbilimcilerin ağırlığı altında kalmış, bu nedenle pek izleyicisi olmamıştır.
Yahudi dünyasında ve Latin Skolastiğinde ise geniş etkisi olmuş, yapıtlarıyla
ilgili çalışmalar XVII. yüzyıla değin sürmüştür.
Kaynak: Betül Çotuksöken - Saffet Babur - Ortaçağda Felsefe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder