Ortaçağ İslam Felsefesine Genel Bir Bakış - 3

Bütün nesneler Tanrı tarafından yaratılmıştır; nesneler arasında zorunlu bir bağ yoktur. Doğadaki nesneler hiçbir şey oluşturamazlar, yalnızca Tanrı her şeyi yapmada yetkindir; bu işi ya doğrudan ya da melekleri aracılığıyla yapar; ama gerçekte tek neden Tanrı'dır. Yaratma sırasında Tanrı'da hiçbir değişme olmamıştır, çünkü yaratma olanak halinden etkin hale geçmek değil, Tanrı'nın salt açılması olarak düşünülmelidir. Bu açılmanın ne biçimde olduğunu insan bilemez. Ruhsal yaşamın en yüksek derecesi boş felsefi bilgi değil, her bilginin üzerinde olan bir anlık sezmedir; hakikat ancak mistik bir görü ile sezilebilir.

Aklın çözüm getirebileceği konular ile, inanç konularını birbirinden ayırma yolunda Gazali'nin çabası özellikle Ortaçağ dönemi için felsefe tarihi açısından önemli bir aşama olmuştur.


İBN RÜŞD (AVERROES) (1126 - 1198)

Hukukçu bir aileden gelen İbn Rüşd 1126'da Cordoba'da doğmuş 1198'de de Fas'ta ölmüştür.

Felsefe yanında hekimlik, astronomi, hukuk gibi konulara da ilgi duyan İbn Ruşd'ün felsefe ile ilgili yapıtları: Dinle Felsefenin Uzlaştırılması (Fasl-el Makal), Kutsal Metinlerin Yorumunda Kullanıcak Yöntem (Keşf an menahic-el-edille), "Felsefecilerin Tutarsızlığı"nın Tutarsızlığı (Tehafüt-el-tehafüt), Sonsuzluk ve Dünyanın Yaratılışı Sorununun Çözümü başlıklarını taşımaktadır. Ayrıca Aristoteles’le Plalon'un yapıtlarına ilişkin olarak yazdığı açıklamalar da üç öbekte toplanmaktadır: Büyük Açıklamalar'da Aristoteles'in metnindeki cümleler tek tek ele alınmıştır. Bu açıklamalardan kimileri örneğin Peri Psykhes'e yazılan açıklama uzun bir makale oluşturmaktadır. Physika, Peri Ouranon, Meta ta Physika ve Peri Psykhes açıklamaları büyük açıklamalar öbeğine girmektedir. Orta açıklamalar ise Aristoteles'in yapıtlarının eski Arapça çevirilerinin güncel Arapça’ya çevrilmesi ile bunların özetlerinden oluşur: Kategoriai, Rhetorika, Poetika açıklamaları bu öbeğe girmektedir. Asıl metne pek bağlı kalmadan kolay anlaşılabilecek bir dille yapılan açıklamalar da üçüncü öbeği oluşturmaktadır. İbn Rüşd'ün kendi düşüncelerini de içeren bu açıklamalar içinde Physika, Meta ta Physika, Meteorologike'ye ayrıca Platon'un Politeia'sına ilişkin açıklamalar sayılabilir.

Bütün Yunan felsefesini, Yeniplatonculuğu, İslam tanrıbilim okullarını, doğa bilimlerini, din ve hukuk geleneğini, mistisizmi incelemiş olan İbn Rüşd, yalnızca Aristoteles felsefesini açıklayan, Batıya tanıtan bir yorumcu değildir; felsefe ve tanrıbilim sınırları konusuna eleştirici bir bakışla yaklaşmış olan bir düşünürdür de aynı zamanda.

İbn Rüşd'e göre dünya bir rastlantı sonucu değildir, bir yaratanın eseridir. Mevsimler, gece-gündüz, yağmur, su, toprağın ürün vermesi ve öteki doğa olayları hep insanın yaşamını sürdürmesine yarayan olaylardır. Hayvanlar, bitkiler, varolan her şey hep insan için vardır.

İbn Rüşd iki bilme düzeyi ve bunlara karşılık gelen iki gerçeklik tarzını birbirinden ayırır. Bunlar doğaüstü, gizli, tanrısal nesneler (Gayib) ile insanın duyu organlarıyla algıladığı nesnelerdir (Şahid). Bu iki gerçekliğe karşılık gelen iki bilme türü ise, Gayib'in bilgisi olan tanrısal bilme ve Şahid'in bilgisi olan insansal bilmedir, insan bilgisinin düzeyi duyulur olanların ve imgelerin düzeyinde kalır. İnsan, tasarım halindeki biçimlerle olan bağından kendini kurtaramadığından. bilen ile bilinen nesne biribirinden ayrı olduğundan ve kendi kendinin bilgisi aklın dışındaki bir nesnenin bilgisinden değişik bir bilgi olduğundan, insan bilgisinde kaçınılmaz bir çokluk söz konusudur. Öte yandan insan bilgisi tözleri değil, yalnızca tözlere ilişkin kimi ilinekleri, örneğin, sıcağı, soğuğu, devinimi ayırt eder. Yine insan bilgisi sınırları içinde neden ve sonuçtan söz edilir ama, bu kullanım yalnızca bir alışkanlık nedeniyledir; bu sözcüklerin kastettiği nedenler ile sonuçlar gerçek neden ve sonuçlar değildir. İnsan zihni bir nesneyi bilme etkinliği içindeyken, o nesnenin tözünün kaynağı gibi, nesnenin kendisini bilmez. Yine akla dayanan insan bilgisi, olguları bütünlüğü içinde kavrayamaz, yalnızca o an duyu alanına giren yönü kavrar. Başka deyişle akla dayalı insan bilgisi 'fenomenolojik' bilgidir. Oysa tanrısal bilgi zihin dışındaki nesnelere bağlı değildir, tersine nesneler onun bilgisine dayanırlar; çünkü nesnelere varlığını veren Tanrı'nın bilmesidir. Bu düşünceyi, Augustinus’un "Bu dünya olmasaydı biz bilmezdik, Tanrı bilmeseydi bu dünya varolmazdı" düşüncesiyle karşılaştırmak mümkündür. Yine Tanrı'nın bilgisi bireye ilişkin değildir, varolan nesnelerin sonsuzluğunu saran bir bilgidir bu bilgi. Tanrı bilgisinde, bilgi nesnesi ile bilenin birliği ve özdeşliği tam bir yetkinlik taşır: çünkü bu tür bilgide madde ile herhangi bir ilişki hiçbir şekilde söz konusu değildir. Bu bilgi varlıkların özlerinin organik bir birliğidir; bu varlıkların herbirinde tanrısal bilgelik açıkça görülür; bu varlıklar bir düzen ve tutarlılık içinde birbirleriyle bağlanmışlardır: nitekim Tanrı kendi kendini bilmekle nesnelerin özlerini belli bir düzen ve tutarlılık içinde ortaya çıkarır: işte nesnelerin varlık nedenleri bu özlerdir; Tanrı ise özlerin varlık nedenidir.

İşte bu iki bilgi türüne iki tarz gerçeklik karşılık gelir:

1) Tüm evrendeki 'Noumenler (Akıllar) dünyası' (bu dünya tanrısal bilginin nesnesidir ve tanrısal gerçeklikle özdeştir). Evrendeki bütün ilkeler isler maddeden bağımsız, ister cisimsel ilkeler olsunlar. İlk ilke'den türerler ve böylece tek bir güç nedeniyle evren, bütünlüğü içinde bir birlik oluşturur. Bu güç evrenin bütün parçalarını öyle bağlar ki bu parçaların herbiri tek bir eylemi gerçekleştirir temelde. Öte yandan evrenin parçalarında bütün ruhsal ve maddesel güçleri birleştiren, her yere yayılan bir tek ruhsal gücün olması zorunludur. Böyle olmasaydı evrendeki bu düzen ve tutarlılık da olmazdı. Tanrı'nın evreni kuran ve koruyan yaratıcı olduğu böyle anlaşılabilir ancak. Evren, evrene içkin olan Tanrı'nın sürekli yaratmasıdır.

2) 'Fenomenler dünyası' ise akla dayalı bilginin nesnesidir, bu alan Yunan Felsefecileri, özellikle de Platon ile insan aklının ulaşabileceği en üst düzeye ulaşmış olan Aristoteles tarafından açıklanmıştır. Yunan felsefesi ve bilimi yalnızca duyu alanına giren sınırlar içinde geçerlidir, yani bu filozofların ' Noumenler (Akıllar) dünyası'na ilişkin olarak ileri sürdükleri görüşlerin temeli yoktur, çünkü bu açıklamalar deneye bağlı bilgi kategorilerinin 'Noumenler (Akıllar) dünyası'na kaydırılmasına dayanmaktadır; bu ise olanaksızdır. İbn Rüşd'e göre Yunan felsefesinin tek başarısı, duyular dünyası üzerinde bir Noumenler (Akıllar) dünyası' olduğunun farkına varmış olması ve bir ilk Varlık'ın zorunluluğunu görmüş olmasıdır. Ama daha öteye gitmek, boşuna bir çabadır, çünkü insan aklı gök cisimlerinin etkinlik tarzını kavrayamaz. Tanrısal gerçeklikle ayaltı gerçeklik arasında karşılaştırma yapmaya kalkanlar, tanrısal etkin nedenin ayaltı dünyadaki etkin nedenler gibi işlediğine inananlar büyük bir yanlışa düşüyorlar demektir. Ona göre bu tür yanlışlara Farabi ve îbn Sina da düşmüştür, çünkü onların İlk Neden'den Akılların taşmasına ilişkin teorileri deney dünyasına ilişkin kategorilerin 'Noumenler (Akıllar) dünyası'na ilişkin kategorilere uyarlanmasına dayanmaktadır; oysa böyle bir uyarlama geçersizdir.

İbn Rüşd'e göre Tanrı ne görünenler dünyasının devamı olan, aynı yasalara bağlı göksel bir basamaklandırmanın son aşamasıdır, ne de kendi istenciyle bu dünyayı yaratmıştır. Tann'nın bilme etkinliğinin kendisi bu dünyanın varlık nedenidir.

'Noumenler (Akıllar) dünyası' tanrısal etkinliğin ürünüdür, onunla içiçedir ve tanrısal etkinlik nasıl başsız-sonsuz ise, bu dünya da başsız sonsuzdur, insan zihni bu gerçekliği zaman kategorisi ile kavramaya çalıştığında onu, başı sonu olan bir gerçeklik olarak algılar; çünkü insan zihni sonsuzluğu algılayamaz.

İbn Rüşd'e göre, fenomenler dünyasındaki olayların birbirini izlemesi, bu sürecin varlığının nedeni olarak 'ussal bir neden' gerektirir. İnsan zihninin algıladığı nedenlerin sonsuzluk içindeki süreci, etkin olan asıl nedenler süreci değildir, ilineksel nedenler, sürecidir. Tek hakiki etkin neden, nedensel bağlantının her basamağında yer alan Tanr'nın yaratıcı etkinliğidir.

İbn Rüşd, bilgi görüşünü Aristoteles'in Peri Psykhes'ine yazdığı yorumunda açıklamaktadır. Ona göre bilme etkinliğinde biri varlıksal, öteki bilgisel olmak üzere iki ilişki söz konusudur.

Varlıksal açıdan etkin akıl, biçimin ya da insan ruhunun; başka deyişle olanak halindeki aklın biçimidir ve etkinliğini onun içinde gerçekleştirir. Bu etkinlik de olanak halindeki akla ilk kavramları vermek, imgesel biçimlerden anlaşılır biçimleri soyutlamaktır.

Varlıksal ilişki, olanak halindeki aklın hep bilme olanağı olarak kalmasına karşın, etkin akılla birlikte bilgisel ilişki varlıksal ilişki yerine geçer; etkin akıl, etkinlik haline gelmiş olan olanaklı aklın bilgi nesnesi durumuna gelir. Böylece İbn Rüşd, daha önceki düşünürlerin yalnızca yukardan gelen bir ışık olarak kabul ettikleri Faal Akıl'ı almaetkinliğini olanak halindeki insan akima vermiş olmaktadır. Dolayısıyla insan zihninin bilme etkinliği Faal Akıl'a değil, insan aklının kendisine bağlı olarak düşünülmektedir.

îbn Rüşd'ün öğretisi Doğu dünyasında pek taraftar bulmamış, genellikle tanrıbilimcilerin ağırlığı altında kalmış, bu nedenle pek izleyicisi olmamıştır. Yahudi dünyasında ve Latin Skolastiğinde ise geniş etkisi olmuş, yapıtlarıyla ilgili çalışmalar XVII. yüzyıla değin sürmüştür.


Kaynak: Betül Çotuksöken - Saffet Babur - Ortaçağda Felsefe

1 - 2 - 3

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder