Bilim de bütün diğer girişim ve çabalarımız gibi, açık veya üstü örtük birtakım temel inançlara dayanır. Varsayım denen bu inançlarımız düşünme ve hareketlerimizin temelde yatan gerekçelerini teşkil eder. Örneğin, sabahleyin rastladığımız bir kimseye «günaydın» dememiz gibi son derece basit bir davranışın bile dayandığı bir varsayım vardır. Hitap ettiğimiz kişinin Türkçe bildiğini farzetmiş olmalıyız ki, ona başka bir dilde değil Türkçe’de hitap etmiş olalım. Bunun gibi çok daha karmaşık bir faaliyet olan bilimselaraştırma da, çok kere ifade edilmeyen, hatta belki bilinç altında tutulan, bazı temel İnanç ve varsayımlara dayanmaktadır.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:1) Kendi dışımızda bir olgular dünyasının varlığı,
2) Bu dünyanın bizim için anlaşılabilir olduğu,
3) Bu dünyayı bilme ve anlamanın değerli bir uğraşı teşkil ettiği.
Birinci varsayım, etrafımızda olup bitenlerin hayal mahsulü değil, gerçek olduğu; bu gerçek dünyanın algılarımızdan bağımsız, bilgilerimize göre biçimlenmeyen objektif bir varlığı olduğu görüşünü içermektedir. İkinci varsayım bilgi edinmenin mümkün olduğunu, üçüncü varsayım İse bilginin değerli şey olduğunu söylemektedir.
Gerçekten, temelde incelemeğe konu bir dünyanın varlığını, bu dünyanın bizim için anlaşılır olduğunu, gene bu dünyayı anlamanın değerli bir uğraşı olduğunu kabul etmemişsek, bilim bir anlama çabası olarak gerekçesini yitirir, anlamsız bir hareket olarak kalır.
Bu temel varsayımlar yanında özellikle doğa bilimleri için geçerliği söz götürmez birkaç varsayımı daha belirtebiliriz.
Bilim sel incelemeye konu olan gerçek dünya gelişigüzel değil, olguların düzenli ilişkiler içinde yer aldığı, tutarlı, kapristen uzak bir dünyadır. Örneğin, suyun hangi koşullar altında donduğu, hangi koşullar altında kaynadığı, bu tür değişmez, düzenli ilişkilerdendir. A, B, C, koşulları altında suyun donacağını D, E, F, koşulları altında ise kaynayacağını bekleriz. Aynı koşullar altında suyun bazen donduğu, bazen kaynadığı görülse idi böyle bir bekleyiş için olanak kalmazdı. Olguların gelişigüzel yer aldığı kaprisli bir dünyada, olup bitenlerin gerisindeki temel ilişkileri arayan, bunları dile getirip açıklamaya çalışan bilim için de olanak yok demektir.
Her olgu, bizim için saptanabilir olsun olmasın, kendinden önce yer alan başka olgulara bağlı olarak ortaya çıkar. Bunun kısaca anlamı şudur: Nedensiz olgu yoktur ve bu neden doğanın kendi içindedir. Bu varsayımdan hareket eden bilim herhangi bir olgunun açıklanmasını o olgunun ortaya çıkış koşullarına baş vurarak yapar. Örneğin, suyun kaynaması için 76 cm barometrik basınç altında sıcaklığın 100°C’ya çıkm ış olması gerekir. Burada suyun kaynaması bir sonuç, belli ölçülerdeki basınç ve ısı ise birer ön koşuldur. Sonuçla ön koşullar arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak şöyle gösterebiliriz.
Y = f(X,. X2 X„)
Formülde, «Y» sonucu, «Xı, X2 Xn»ler de ön koşulları göstermektedir, «f» ise ilişkinin fonksiyonel olduğunu ve bu fonksiyonda «Y»nin bağımlı, «Xı»nin ise bağımsız değişken olduğunu belirtmektedir.
Bilim gözlem konusu bütün olguların zaman ve uzay içinde yer aldığını kabul eder. Bu ise, zaman ve uzayın «realite» denilen gerçek dünyanın temel boyutları olduğu inancına dayanır. Olguların zaman ve uzayla sınırlandırılması bilimi, ilkece gözlem konusu olamayacak birtakım doğa dışı «nesne»lere yönelmekten alıkoyduğu gibi, bu tür nesneleri inceleme konusü yapan çalışm aların bilimsel olamayacağı yargısını da temellendirmektedir. Örneğin din, mitoloji ve metafizik incelemeler gibi.
Bilim «var olan her şeyin bir miktarla var olduğu» ilkesine bağlıdır. Bu nedenledir ki, bilginler elde ettikleri bulguları nicelik cinsinden ifade etmeğe büyük önem verirler. Deney sonuçlarının basit gözlemle değil, ölçme yolu ile saptanması ve bunların sayısal terimlerle ifadesi bilimde giderek önem kazanan bir gelişmedir.
İlk bakışta hiç de ölçülebilir gibi görünmeyen birtakım özelliklerin (Örneğin sıcaklık, sertlik, yoğunluk, öğrenme yeteneği, yaratıcılık vb.) zamanla ölçülebilir bir biçimde tanımlandıklarını ve bu tanımlara uygun geliştirilen ölçme vasıtaları kullanılarak
ölçüldüklerini görmekteyiz. Bir bilimde ölçme tekniğinde erişilen mükemmeliyet o bilimin ilerleme derecesini saptamada önemli bir ölçüt olarak kabul edilmektedir. Bir tür ölçmeden yararlanmayan bir çalışmaya bilim demek artık çok güç görünmektedir.
Bilimin dayalı olduğu varsayımlara ilişkin Einstein'ın şu sözleri önemle üzerinde durulmağa değer:
Teorik kavramlarımızla realiteyi anlamanın mümkün olduğu inancı olmaksızın, dünyamızın iç armonisine inanmaksızın, bilim denen şeyin ortaya çıkması beklenemezdi. Bu inanç her türlü bilimsel buluşun temel itici gücüdür ve daima öyle kalacaktır
Yukarda kısaca değindiğimiz temel varsayımların doğru olup olmadığı sorusu ayrı bir inceleme konusudur. Ancak şu kadarını belirtelim ki, bilimin son 300 yıllık süre içindeki baş döndürücü gelişmesi dayandığı varsayımların geniş ölçüde geçerli olduklarını kanıtlayıcı niteliktedir.
Kaynak: Cemal Yıldırım - 100 soruda Bilim Felsefesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder