Eflatun'un ma'kul ve ideal varlığa ait derin görüşünü gerçeğe ait incelemelerle birleştiren Aristo ilk defa ilim felsefesinin temellerini kurmuştu. O zamandan beri (24 asır) insanlık bu büyük yolun üzerinde düzeltmeler yaparak ilerliyor. Aristo mantığının yetmezliği, eksikleri görüldü. Fakat düşüncenin temel kategorileri değerini muhafaza etti. Şu kadar var ki büyük filozofun çizdiği plan esasında tabiat ilimlerine göre hazırlanmıştı. "Varlık kategorileri" nin matematikten hayat ilimlerine kadar birçok sahalarda geçirdiği kabul ediliyordu. Fakat ayni kategorileri, hayat hadiselerinin üzerinde insanla ilgili bütün hadise nevilerine tadbik etmeğe kalkınca mesele değişti.
Tabiat ilmi umumiyetler arıyordu. Münferit şeylerden başlıyarak benzer vasıfları buluyor, sınıflamalar yapıyor, türnevarım yolu ile hadiseler arasında sebeplik rabıtaları, sabit münasebetler kuruyor, böylece kanunlara yükseliyordu. Matematik ilimler formel mantık kurallarına göre hadiselerle ilgisiz külli nicelik münaseebtlerini meydana çıkarıyor ve külliden külliye, külliden hususiye doğru sonuç çıkarma (deduction) yolu ile hareket ediyordu. Gerek hadiselerden umumiye yükselen tümevarım'cı ilimlerde, gerek külliden netice çıkarmaktan ibaret olan sonuç çıkarma ilimlerinde daima umumiyetler, prensipler, kanunlar, sabit münasebetler bilginin esasını teşkil ediyordu. Acaba bu esaslara sadık kalarak insana ait ilimleri kurmak mümkün müdür?
Gerek tümevarım gerek sonuç çıkarma yolu ile bilginin başarılı gelişmesini temin eden bazı filozoflar bu soruya müsbet cevap vermişlerdi. Vakıa bu yolu açan ilk filozoflar için, böyle bir soru bahis konusu değildi. Çünkü onlarda (mesela Aristo'ya dayanan İbn Sina, İbn Rüşt veya onlardan mülhem Saint Thomas'da) bütün ilimler zaten felsefenin dallarıdır. Kendi lerine mahsus kuralları yoktur. Ancak Descartes'dan ve Bacon'dan itibaren sonuç çıkarmaya ve tümevarıma ait ilimlerin metodları üzerinde düşünüldü. Fakat Descartes ve ondan sonra gelenler (cartesiens) için de maddeye ait ilimler dışında böyle bir soruya yer yoktu. Çünkü düşünce (Cogito) yeni bir metafizikin hareket noktasi idi. Incelenen metodlar yalnız cansız ve canlı tabiata aitti.
İlk defa materyalistler Descartes'ın madde âlemi için temel olarak koyduğu uzam ve hareket'den başlayarak bütün hayat ve şuur hadiselerini açıklamak mümkün olacağını iddia ettiler. Ancak, varlığın türlü derecelerini en basit ilk görünüşüne irca'dan ibaret olan bu iptidai felsefe düşüncesi tabiat ilimleri yanında insana ait ilimlerin temellendirilmesinden çok uzak bulunuyordu. Nitekim biyolojik ilimler ilerledikçe materyalistlerin iptidai ircacılığının yanlışları görüldüğü gibi, insana ait yeni ilimler uyandıkça onlardan her biri de ayrı ayrı bir ircacılığın hatalarını meydana çıkardılar. Demek oluyor ki insanla ilgili olan ilimler kendi başlarına bu mekanist felsefeden hiç bir şey almaksızın postülat'larını kurarak, sahalarını sınırlayarak geliştiler. Bununla beraber onların müşterek bir zemin üzerinde metodlar arasında tam bir muhasebe yapılması, kontrolu sağlam temele dayanan ilimlerle karşılaştırılması her şeyden önce felsefi bir tenkitten geçirilmelerini gerektiriyordu. Nitekim bu, ya bu ilimlerden birkaçı ile ilgili filozofların işi olmuştur; yahut da bu ilim mensuplarının felsefi düşünce ile karşılaştırma yapmalarını gerektirmiştir.
Descartes'ın ilimlerde birlik idealini gerçekleştirme yolunda atılan ilk mühim adım Auguste Comte'a aittir. Comte o zamana kadar görülmüş olan bütün ilimleri gözden geçirerek en kat'i ve kesin olanlarından, en eskilerinden, bütün bilgimiz için temel hizmetini görebilecek olanlardan başlayarak derece derece daha az kat'ilere, teşekkül edebilmeleri için ötekilerin varlığına muhtaç olanlara geçti ve böylece insanla ilgili bütün bilgi dallarını içine almak üzere umumi bir ilimler sınıflaması yaptı. Auguste Comte'un "positivisme" adını verdiği kendi felsefi görüşüne dayanarak yaptığı bu sınıflama Aristo'dan beri klasik olmuş eski sınıflamaları ilim zihniyetine uygun olmadıkları iddiasıyle reddediyordu. Positivisme'in temel postülat'ı şu idi: madem ki biz yalnız fenomen'leri biliyoruz, ve fenomenleri zamandaşlık, ard arda geliş münasebetleriyle sıralıyoruz. Öyle ise onların gerisinde herhangi bir asıl varlık veya mahiyet araştırmasından vazgeçmeliyiz. Böylece bilgimizin izafî olduğu hakkındaki Kant'ın görüşü bir adım ilerde şu hükme varıyordu: Bilgimiz, eşyayı şuurumuz'un a priori şekillerine göre kavradığımız için, yani bize göre (izafi) değildir; Fakat biz yalnızca hadiseleri gördüğümüz ve onların gerisinde başka hiçbir mahiyet, öz kavramadığımız için eşyaya göre (izafi) dir. Bundan dolayı Comte'un izafetciliğine relativisme objectif denebilir. Kendi tabiri ile biz yalnız müsbet olarak tecrübe verilerini, fenomen'leri bildiğimiz için herhangi suretle bir metafizik mümkün değildir. Çünkü fenomen'leri bize veren bir öz varlık (asıl şey) mevcut olsa bile o sonsuz, sınırsız, belirsiz olduğu için bilinemiyecektir. Onun bilinemeyişi zihnimin onu idrakten aciz olmasından değil, aslında onun menfi ve bilinemez halde bulunmasındandır Aug. Comte'a göre biricik doğru bilgi ilmin verdiği pozitif ve sınırlı bilgidir. Felsefenin vazifesi bu bilginin derecelerini, bir birleriyle münasebetlerini göstermek, ve zihnin metafizik düşünceden müsbet düşünceye nasıl geçtiğini araştırmaktır.
Comte bunu insanlığın:
1)Teolojik, (teologique) düşünce,
2) Metafizik düşünce,
3) Müsbet düşünce
dediği üç safhadan geçtiğini gösteren ve "üç hal kanunu" dediği bir formülle ifade ediyor. Onca bütün insan zihni bu safhalardan geçmiştir ve geçecektir. Hedef en mükemmel olan pozitif düşünceye ulaşmaktır.
Comte'un ilimler sınıflaması bu felsefi düşüncesinden mülhemdir. Ona göre ilimleri (Descartes'in idealinde oldu ğu gibi) teke ircaa imkân yoktur. Çünkü hadileseler birbirilerinden farklı dereceler göstermektedir. Bu dereceleri filozof üç yoldan inceliyor:
A — Mantıki sıra: Hadiseler birbirilerinden basitlik ve mürekkeplik farkına göre ayrılırlar. Tabiat hadiseleri daima aynı yapıda değildirler. Bir kısmı fiilen basit unsurlardan ibarettir. Bir kısmı birçok unsurun biraraya gelmesinden hasıl olmuştur. Mürekkep dediğimiz hadiseleri meydana getiren basit unsurları zihnen bulmak mümkün olsada fiilen bu mürekkep hadiseleri basitlere indirmek mümkün değildir. İşte ilimleri birbirinden ayıran sınır bu olacaktır.
B — Tarihi sıra: Hadiselerin insan tarafından tetkik edilmesi, kanunlarının bulunması, aralarındaki kesin münasebetlerin ifadesi tarihi akış içinde sıralanabilir. Onlardan en eskileri mantıkca da en basit ve umumi olanlarıdır; en yenileri ise, tersine, en mürekkep ve hususi olanlandır. Demek ki ilimleri birbirinden ayıran mantıki sıra ile tarihi sıra birbirini tamamlamaktadır.
C- Didaktik sıra: Hadiselerin öğrenilmesi bakımından da bir sıralama yapmak gerekir. Bir kısım hadiselerin öğrenilmesi mutlaka başka bir kısım hadiselerin (bir kısım kanunların bilinmesi başka bir kısım kanunların) bilinmesine bağlıdır. Böylece tabiat hadiselerini didaktik bakımdan sıralayacak olursak onlardan en basitlerinin, en umumilerinin ilk önce bilinmeleri gerekenler olduğu, daha mürekkepleri ve daha hususilerinin onlara dayanarak öğrenilebileceği anlaşılır. Demek oluyor ki mantıki sıra ile tarihi sıra nasıl birbirilerini tamamhyorlarsa didaktik sıra da onları tamamlamaktadır.
Bu esaslara uygun olarak August Comte ilimleri altı guruba ayırmaktadır:
I — Matematik ilimler : Bunlar bütün tabiat hadiselerinin en umumi ve en basit nitelik münasebetlerini inceliyen ilimlerdir. Bu ilimlerin konusu başka ilindere temel vazifesini görür. Bunlar bilinmedikçe ötekilerin öğrenilmesine geçilemez.
II — Astronomi: Biz, ancak matematik vasıtasiyle kâinatın kanunlarını en umumi ve mücerret (abstrait) formüller halinde ifade edebiliriz. Buradan yıldızların bağlı olduğu tabii düzeni inceleyen astronomi doğan (Comte burada kendi sistemine zıt olarak konkre (muşahhas) bir ilmi yani yıldızlar ilmini abstre (mücerret) ve umumi ilim dalları arasına sokuyor. Ayrıca bugün astronomi ile fizikin bir birine macrophysique halinde bağlanmış olmaları da Comte sınıflamasının bu bakımdan zayıflayacağını
göstermektedir.)
III — Fizik: Dünyamızda gözlediğimiz ve tecrübe ettiğimiz, madde alemine ait tabii hadiselerin incelenmesinden türlü fizik dalları ve bunların birleşmesinden de sistematik fizik doğmuştur. Fizik kanunlarının bir kısmı tabiatın sabit münasebetlerini tetkik ettiği için bunlara statik kanunlar, bir kısmı tabiatın tekâmül münasebetlerini tetkik ettiği için bunlara dinamik kanunlar denir.
IV - V — Kimya ve Biyoloji: Comte'a göre fiziki hadiselerin üstün bir nev'i olan kimyadan sonra bu hadiselere icra mümkün olmayan yeni bir tabiat sahasiyle karşılaşırız ki, bu da canlı varlıklardır. Onların mürekkeplik bakımından madde hadiselerine indirilemiyecekleri meydandadır. Fakat hayat hadiselerini incelemek için mutlaka madde kanunlarını bilmeğe mecburuz. Bütün hayat ilimleri biyolojinin dallarını teşkil ederler.
VI — Sosyoloji: Comte ilimlerin konuları olan hadiseleri basitten mürekkebe, kompleks'e doğru sıralarken biyolojiden sonra çeşitli bakımlardan insanla uğraşmakta olan yeni bir takım ilimlerle karşılaştı. Eskiden metafizik veya felsefenin bir dalı olarak doğmuş olan bir kısım ilimlerle, onlarla bağımsız bir halde yeni kurulmuş olanları içine almak üzere yeni bir ilim tasavvur etti. Fizik modeline göre teklif ettiği bu ilme ilk önce Physique sociale demişti (Birincileri arasında ahlak, politik, estetik, vs, ikincileri arasında statistik, demografi, iktisad v.s. vardır.). Sonra da bunu fizikten ve başka, tabiat ilimlerinden ayırmak için sosyoloji kelimesini kullandı ( Latince socius ve Yunanca logos kelimelerinin birlestirilmesinden doğan Sociologie dil kaidelerine aykırı olmakla beraber yerleşmiş bir terimdir.). Comte'un sınıflamasında son, kademeyi işgal eden sosyoloji görülüyor ki insan ilimlerinin sentezi olmak iddiasında idi. Bu insan ilimleri (yarı felsefi yarı bağımsız olarak) zaten kurulmuş bulunuyordu. Her birinin kendine mahsus metodu, objesi, sahası vardı. Bir kısmının tarihi İlk çağa kadar iniyordu. Bir kısmı yeni kurulmuş olmasına rağmen kat'i ilimlere mahsus prosedürleri kullanıyorlardı. Bu ilimler hangileri idi?
Comte'un onları sosyoloji adı altında toplamada ne derecede hakkı vardı ?
1 — Bu ilimlerin felsefe içinde doğmuş, gelişmiş ve yakın zamanlara kadar metotları bakımından felsefe kadrosuna bağlı kalmış olanları vardır. Bunlar muayyen bir hadise nev'ini inceleyecek yerde hadiselere tatbik edilmeyen bir nevi kaideleri, norm'ları ve bunların kanunlarını inceledikleri için, bu ilimlere normatif ilimler denmektedir. Estetik güzellik normlarını, hukuk adalet ve hak normlarını, mantık doğru1uk ve doğru düşünce normlarmı, ahlak iyilik normlannı aramaktadır.
Nitekim Alman filozofu Wundt bu ilimleri tabiat ilimlerinin karşısında ayrı bir sınıf olarak görüyor. Tabiat ilimleri olguları, o1anları, normatif ilimler idealleri, olması lazım gelenleri tetkik ettiği için bu sınıflamayı yapıyordu. Fakat bu ilimler, esasında, insana aittirler. Çünkü doğruluk, güzellik ve iyilik norm'ları insani değerlerdir, ve insan dışında canlı ve cansız alemde vucut bulmazlar; ancak insanlar tarafından yine insanlara veya eşyaya ait verilen hükümlerde meydana çıkarlar; normatif ilimlerin belirli, tabii muhtevaları yoktur. Fakat bütün tabii muhtevaları (mesela duyu verilerini: katılık, yumuşaklık, renk v.s.) fiziki veya hayati hadiseleri belirli bir açıdan değerlendirirler. Onların nasıl ve ne olduklarını değil ne olması gerektiklerini bildirirler. Bunun için de onlara sınırlı olarak formel'de diyebiliriz. Normatif ilimlerin tetkik konusu olan belirli hadiseleri olmadığı için onların tümevarım yoluyla kurulmaları kabil değildir. Kuralları hadiseler üstünde üniversel ve umumidir. Gerçek veya mümkün tabiat hadiselerini veya bir hadise nev'ini belirli bir kural ve form ile ifadeye yararlar. Bu nevi ilimler kendi aralarında tutarlığı olan bir önermeler sistemi teşkil ederler. Belirli prensipleri ve postülat'ları kabul edilince onlardan bütün diğerlerini çıkarmak mümkündür. Bunun için onlar sonuç çıkaran ilimlerdir. Ancak normatif ilimlerden bir kısmı küllidir: mantık gibi. Bir kısmı yalnızca umumidir: hukuk gibi. Prensiplerinde kesinliği üniversel olan diğerine bağlıdır. Mantık önermeleri bütün öteki normatif ilimler için ölçü vazifesini görür. Çünkü hiç birisinin önermeleri onun kadar üniversel değildir.
2 — Bu ilimlerden bir kısmı da tarihi-kültürel ilimlerdir. Bunlar halen yaşamıyan insanlar veya cemiyetlerin hayatını bizimle münasebetleri bakımından incelerler. Eski insanlar veya cemiyetlerin canlandırılmaları tarih ilimlerini meydana getirir. Fakat onların bizimle (yani kültürümüzle) ilgileri bakımından incelenmeleri kültür ilimleri olmalarına sebep olur. Bununla beraber kültürümüzle ilgisi son derecede azalmış olan eski eserlerin incelenmesi mümkün olduğu gibi, eski ile ilgisi meydana çıkarılamamış olan kültürümüze ait eserlerin de incelenmesi mümkündür. Böylece tarihi - kültürel ilimlerin yanıbaşında yalnızca tarihi ve yalnızca kültürel olan bilgi dalları da meydana gelmiştir. Filoloji (mukayeseli filolojiler) dillerin asillarını, ilgisini araştırır. Arkeoloji eski medeniyetlerin enkazını meydana çıkarıp onları (Jeoloji yardımı ile) canlandırır. Siyasi ve medeni tarih doğrudan doğruya tarihi birer bilgidir. Paleoetnoloji (Paleontoloji yardımı ile) yazısı olmayan tarihten önceki kavimlerin hayatını canlandırır. Linguistik bugünkü dillerin bünyesini ve münasebetlerini tetkik eder.
Tarihi-Kültürel ilimler de normatif ilimler gibi değerlerimize aittir; insanidir. Fakat onlardan farklı olarak muhtevalıdır. Yalnızca kuralları, olması lâzım geleni değil, insani değerlerin muhtevalarını, ne olduklarını incelerler. Fakat bu incelemeyi (genel olarak) bugün mevcut olan bütün çeşitleriyle değil, geçmişte olmuş ve yaşanmış olan müfret ve hususi manzaralaıyle incelerler. Bundan dolayı da normatif ilimler gibi bunlar da tabiat ilimlerinin kadrosuna giremezler. Fakat türlü şekillerde onların yardımı ile gelişirler: Meselâ Arkeoloji'nin çalışmaları jeoloji, coğrafya, jeodesi sayesindedir. Filoloji ve linguistik'in çalışmaları phonatique yani hançereden çıkan seslerin bilgisi (Fizikin bir dalı) sayesindedir.
3 — Nihayet insana ait olan ilimlerden bir kısmı da yarı tabii ilimlerdir. Bunların kurallarını herhangi şekilde fizik veya biyoloji'den çıkarmaya imkân yoktur. Çünkü konuları doğrudan doğruya insandır ve insan dışında tabiatla hiçbir kısmmı ilgilendirmezler. Fakat bu ilimler ne normatif ilimler gibi mücerret ve ideal kurallarla uğraşırlar; ne de tarihi - kültürel ilimler gibi değer muhtevalarının tarihi gelişmesinin münferit manzaralariyle uğraşırlar. Konuları yalnız tabiatla münasebeti bakımından insan ve kültürdür. Onlar adeta kültürle tabiat arasındaki müşterek hat üzerinde doğmuşlardır. Bundan dolayı bir cepheleriyle tabiata öteki cepheleriyle insana ve kültüre aittirler. Eğer onları kültür ve insana ait manzaralarından tecrid etmek mümkün olsa doğrudan doğruya birer tabiat ilmi gibi ele alınabilirlerdi. Fakat bu mümkün de ğildir. Çünkü o zaman asıl hedeflerini kaybetmiş olurlar. Beşeri coğrafya, etnoğrafya, etnoloji, kültür antropolojisi, demografya v.s. bu ilimlerdenir. (Bu kadro içerisine psikoloji ve sosyolojiyi de koymak mümkündür. Fakat her iki ilmin saha çatışmaları bakımından büyük iddiaları vardır. Onları ayrıca ele almalıyız.)
Coğrafya münferit hallerin mekâni hal ve şartlarını umumî kanunlar vasıtasiyle açıklayan bir tabiat ilmidir. (Kant'ın "Oecologie" tarifi). Fakat beşeri coğrafya fiziki coğrafyadan ayrılarak iştimai morfoloji ve ecologie ile beraber insan ilimleri kadrosuna girer ( Amerikada Ecologie sosyolojinin bir dalı sayıldığı halde Fransada daha coğrafi ilimler kadrosuna girmektedir. ). Etnografya'nın tasvir ve sınıflama derecesinde yaptıklarını etnoloji, psikoloji, coğrafya ve antropoloji yardımı ile açıklamaya çalışır. Kültür antropolojisi biyolojinin bir dalı olan antropolojiden ayrılarak insanın maddi ve manevi' kültürünü, temel şahsyetini açıklamaya çalışır. Demografya nufus kanunlarını istatistik (ihtimaller hesabı) yardımı ile araştırır. Görülüyor ki yarı tabii ilimler esasında insana ve kültüre ait oldukları halde metodlarını matematikten almakta ve açıklamalarında tabiat ilimlerinden faydalanmaktadırlar. Bundan dolayı yarı tabii denen ilimler "insan ilimleri"ni tabiat ilimlerine doğrudan doğruya bağlamak isteyenlere cesaret vermiştir. Comte'dan sonra Spencer de ve bugün de mühim bir kısım Amerikan sosyologlarında (Dodd, Arnold Rose v.s.) Matematik metodun kullanılması, içtimai ilimlerin başka tabiat ilimleri arasında incelenmesi bu temele dayanmaktadır. Onlar tarihi ilimlerle normatif ilimleri bu üçüncülere ait açıklamalara bağlamak istemektedirler. Bunun ne dereceye kadar başarılı olacağını ilerde göreceğiz.
Comte'dan sonra Spencer insan ilimlerini "içtimai ilimler" kadrosu altında toplamaya devam etti. Yalnız Comte insana ait esaslı ilimlerden olan psikolojiyi, hadiselerinin ya fizyolojiye, yahut sosyolojiye irca edilebilmesi (yani aşağı dereceden ruhi hâdiselerin biyolojik, yukarı dereceden ruhi hadiselerin sosyolojik olduğu) iddiasiyle sınıflaması dışında bırakmıştı.
Spencer ilimleri; A) Abstre (Mücerret), B) Abstre-konkre (mücerretmüşahhas), C) Konkre (Mü şahhas) olarak üç guruba ayırdıktan sonra astronomiden sosyolojiye kadar belirli ve konkre tabiat hadiselerini inceleyip ilimleri son guruba koymaktadır. Ona göre ruhi fenomenler de biyolojik olanlarla içtimai olanlar arasında yer alırlar. Amerika'da Giddings bu görüşü kısmen devam ettirdi. Insanla veya insani kültürün türlü manzaralariyle uğraşmakta olan bilgileri tabiat ilimleri metoduna göre incelemek
mümkün olduğunu kabul eden bu görüşe Naturalisme diyebiliriz.
Kaynak: Hilmi Ziya Ülken - Felsefeye Giriş-2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder