BAZI FİLOZOFLARIN DÜŞÜNCESİNDE DEVLET KAVRAMI - 1

Cengiz ÇUHADAR

Özet: İlkel toplumlarda siyasi teşkilatların kurulmadığı ve toplum ile devletin birbirine karışmış olduğu görülmektedir. Siyasi kurumların oluştuğu devlet şekilleri daha sonraları ortaya çıkmıştır. Devlet; idari, hukuki ve siyasi kurumların meydana getirdiği bir siyasi bütünden oluştuğu gibi aynı zamanda yasama, yürütme ve yargı gibi kuvvetlerin anlamlı bir bütün haline gelmesi demektir. Bu makalede hem devlet kelimesine verilen anlamlar hem de filozofların devlet kavramına yaklaşımlarına yer verilmektedir.


Siyaset felsefesi yapan düşünürler ve sosyal bilimciler yüzyıllardan beri “devlet nedir?” sorusunun cevabını aramışlar ancak şimdiye kadar tek bir cevap üzerinde anlaşmaya varamamışlardır. Bunun farklı nedenleri olmakla birlikte en önemli olanı devletin mahiyeti hakkındaki temel anlayış farklarından kaynaklanmaktadır. Her insan topluluğu gibi, devlet de toplumun içinde doğmakta ve yaşamaktadır. Devlet de köklerini “aile, din, şirket, sendika, okul ve dernek gibi aynı toprağa salmış ve oradan beslenmektedir.” Tarihin ilk dönemlerinde ilkel toplumlarda henüz siyasi teşkilatların kurulmadığı ve toplum ile devletin birbirine karışmış olarak yaşamına devam ettiği görülmektedir. Kabilelerden başlayarak millete kadar varan her insan grubu aynı zamanda bir toplumdur. Fakat her toplum bir devlet değildir. Çünkü devlet, idari, hukuki ve siyasi kurumların meydana getirdiği bir siyasi bütünden oluşmaktadır. Devlet aynı zamanda, yasama, yürütme ve yargı gibi kuvvetlerin anlamlı bir bütün haline gelmesi demektir.

Bugünkü anlamı ve unsurlarıyla devletin, ancak on beşinci ve on altıncı yüzyıllar içinde ortaya çıktığı görülmektedir. Gerçekten devlet denince belli sınırlar içinde yerleşmiş bir insan topluluğu, istikrarlı bir siyasal örgüt ve kurumsallaşmış bir iktidar anlıyorsak, bu nitelikleri kapsayan kuruluşları görebilmek için çok eski tarihlere gidilememektedir. Devlet kelimesinin Batı dillerindeki karşılığının (status, stato, etat, state) kullanılmaya başlaması da on altıncı yüzyıla rastlar. Ondan önce ‘polis, civitas, respublica, regnum’ gibi terimler kullanılmıştır.

Devlet kavramının tanımlarından biri şu şekilde yapılmaktadır:

“Sınırları belli bir toprak parçası üzerinde teşkilatlanmış, bağımsız bir hükümete sahip olan toplum temsilcisidir. O, toplumu idare eder; iç ve dış tehlikelere karşı güvenliği sağlar, hukuki niteliği ilgili kanunlar koyar, onları uygular, yasaklar ve emirler çıkarır. Böylelikle sosyal düzeni sağlar. Öteki devletlere karşı toplumu temsil eder. Devlet, egemen ve etkili bir iktidar demektir. Ama aynı zamanda meşru bir iktidardır. Kurumlara dayanan ve müesseseleşen iktidar hukuk iktidarıdır.”

Bu nedenle devlet bütün siyasal kurumların en büyüğü sayılmaktadır. Devlet felsefesi ise; “devletin ve toplumsal yaşamın özü, doğuşu, anlamı, temel ilkeleri ve temel biçimleri üzerine geliştirilen felsefe öğretileri şeklinde açıklanmaktadır.

Günümüzde devlet denince göze çarpan ilk olgu büyük bir olasılıkla kamu hizmetleri olmakta; yani devlet esas olarak toplumda bir çok hizmeti yerine (güvenlik, sağlık, eğitim, ulaşım, haberleşme vb. gibi) getiren bir kurum olarak düşünülmektedir. Ancak, bir takım hizmetleri yerine getirmesi, devlet kurumunun ayırt edici niteliği olarak düşünülmesini sağlamamaktadır. Devletin ayırt edici özelliği, egemenliği kullanan kurum olmasından kaynaklanmaktadır.

Devletin kurumsal yapısını öne çıkaran bir tanımda ise devlet kolektif siyasi kararların uygulanmasıyla görevli bütün kamu kurumlarını, bakanları, yargıçları, bürokratları, asker rütbelileri ve polisleri bünyesinde toplayan organ olarak tanımlanmaktadır. Devlet yalnızca toplumsal ve kuramsal yahut nesnel değerler bakımından değil, aynı zamanda insanın kendi tabiatı bakımından da en üstün birliktir. İnsan yalnızca devlette kişiliğinin tümünü gerçekleştirir, bilhassa da kendinin en yüce kısmını. Özellikle ahlâkî tabiatı, onu hususiyle insan yapan niteliği ise devlette tamamlanmaktadır. İnsanların oluşturduğu bu sistem, koymuş olduğu kurallarla insanların daha iyi, mutlu ve düzenli yaşamasını sağlamaktadır. Yani insan için devletin koyduğu kurallar onun toplum içinde kendini gerçekleştirmesini sağlamaktadır. İnsanın diğer insanlar için kendisini sınırlandırması, sınırsız özgürlüğünden vazgeçmesi gayret gerektirecektir. Böylelikle toplum huzuru ve insan mutluluğu ortaya çıkacaktır.

Diğer bir tanımda ise devlet muayyen bir toprak üzerinde, muayyen bir birliğe mazhar, ferdî arzulara üstün ve herkes tarafından riayet olunan bir iktidara ve bir hukuki nizama malik olan, içtimai, siyasi ve hukuki bir teşekkül olarak izah edilmektedir. En genel tanımıyla devlet bir siyasal iktidar biçimi olarak tanımlanmaktadır. Devlet bir kurumsallaşmış bir iktidardır; etkin bir iktidardır; meşru bir iktidardır, hukuk iktidarıdır; aynı zamanda tüzel bir kişidir; belli bir toprakla sınırlı bir örgüttür. Yani devlet, kurumsallaşmış bir siyasal iktidar; kendine bağlı insanların güvenliğini sağlamak üzere kurulmuş etkin bir sosyal örgütlenme biçimi; en yüksek düzeyde ve değerleri kapsayan bir egemenliğe bağlı, sivil toplumun kendi kendisinin bilincine varmasını ifade eden ve belli bir toprakla sınırlı bir örgüt, etkin bir siyasal iktidardır. Bu tanımlara göre devlet ne sadece ülke, ne insan topluluğu, ne iktidar, ne siyasal ve hukuki düzen, ne de bunların bir toplamı veya sentezidir. Devlet bunların dışında ve ötesinde, gözle görülemeyen, elle tutulamayan bu kavramların hepsini içinde barındıran soyut bir kavram olarak anlaşılmaktadır. Buna göre devletin içinde teşkilatların oluşması yeterli olmamakta, bu oluşumları idare edecek, yönlendirecek bir yönetim kurumunun da oluşması gerekmektedir.

Devleti diğer kurumlardan ayıran özellikler ise şu şekilde ifade edilmektedir:

“Devlet, amacı toplumsal düzenin, adaletin ve toplumun iyiliğinin sağlanması olan; belli bir toprak parçası (ülke) üzerinde yerleşmiş bir insan topluluğuna (halka) dayanan ve bu topraklar üzerinde bulunan her şey üzerinde nihai meşru kontrole (otorite) sahip, siyasal bir örgütle (hükümet) donanmış sosyal bir organizasyondur. Devleti ona benzer kuruluşlardan ayıran, egemen ve bağımsız olma niteliğidir.”

Bu açıklamalarda görülmektedir ki devleti oluşturan asıl unsur teşkilatlarının oluşması ve işlemesidir. Bu nedenle yasama, yürütme ve yargı gibi teşkilatların oluşmadığı, her şeyin kabile liderleri veya o yörenin ileri gelenlerince yönetildiği dönemlere devlet değil ilkel toplum veya yönetim adı verilmektedir.

Devletin tanımları üzerinde yapılan bu açıklamalardan sonra bazı filozofların devlet hakkındaki düşüncelerinden örnekler vermek tarihsel gelişimi anlamak açısından faydalı olacaktır. İnsanın psikolojik özelliklerinden yola çıkarak kapsamlı bir siyasal sistem kurma geleneği Platon’la (M.Ö. 427-347) başlamaktadır. Platon’a göre insanların üç ayrı yanı vardır ve bunların her birine özgü üç ayrı zevk, üç ayrı istek, üç ayrı buyruk bulunmaktadır. Onun için başlıca üç çeşit insan vardır: Bilgi sever, ünsever ve para sever. Platon devletini bu üç insan doğası üzerine kurmaya çalışmakta ve devletin, bu doğalara uygun toplumsal düzen kurmasının gerektiğini savunmaktadır.

Ona göre toplumu oluşturan şey insanın tek başına, kendi kendine yetmemesi, başkalarına ihtiyaç duymasıdır. Yoksa toplumun kurulmasının başka sebebi yoktur. Bir insan bir eksiği için, bir başkasına başvurur, başka bir eksiği için de bir başkasına. Böylece bir çok eksikler birçok insanların bir araya toplanmasına yol açar. Hepsi yardımlaşarak bir ortaklık içinde yaşarlar. İşte bu türlü yaşamaya toplum düzeni yani devlet denir. Platon, toplumu oluşturan gereksinimlerin en başında insanın varlığını, yaşamını sağlayan yiyecek ihtiyacını kabul etmekte, ikincisini barınacak yer, üçüncüsünü de giyecek vs. şeyleri saymakta, bütün bu ihtiyaçları karşılamak içinde toplumun en az dört beş kişiden oluşacağını belirtmektedir.

Düşünürümüz, oluşturduğu toplumun içinde farklı görev dağılımlarına daha başka örnekler de vererek insanların bir arada yaşamalarının gerekliliğini açıklamaya çalışmakta ve devleti, insanın zorunlu olan ihtiyaçlarını karşılamak için oluşturduğu toplum olarak ifade etmektedir.

Devletin kurulmasının amacını bütün toplumun mutluluğunun sağlanması olarak gören Platon, “biz devletimizi, bütün topluma birden mutluluk sağlasın diye kuruyoruz. Yoksa bir sınıf, ötekilerden daha mutlu olsun diye değil” diyerek bunu açıkça vurgulamaktadır. Ona göre “kötü denen şeyler, adaletsizler için iyidir, adaletliler içinse kötüdür; iyi denenler de iyiler için gerçekten iyi, kötüler için kötüdür.(...) Ülkede biri çıkıp, kötü oldukları halde hoş bir yaşam süren bir takım insanların bulunduğunu ya da yararlı ve kazançlı şeylerle adaletli şeylerin başka başka şeyler olduğunu söylerse, ona hemen hemen en büyük cezayı verirdim.” Bu açıklamalardan da anlaşılmaktadır ki Platon için devletin görevi bütün toplumun düzenini, mutluluğunu ve adaleti sağlamaktır.

Platon kuracağı devlette yönetenler ve yönetilenler sorusuna da cevap aramaktadır. Ona göre yönetenler yaşlılar, yönetilenler de gençler olması gerekir. Yaşlılar arasından da en iyilerini seçeceğiz tabii. Yönetenler, koruyucular devleti kurmasını en iyi bilenler arasından seçilmelidir. Bunlar akıllı, değerli, toplumla ilgili insanlar olmalıdır. Bu seçilecek insanlar ömürleri boyunca yalnız toplumun yararına işler görmüş, zararına olan şeylerden de kaçınmış olmalıdır. Buna göre Platon’un devletinde yöneticiler bilgin, halkı için en iyiyi düşünen, kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarına tercih eden erdemli kişi olmalıdır. Ancak böyle bir kişi yönetici olduğunda en iyi devlet yönetimi oluşacaktır.

Platon, bir insanda en büyük güç olan aklın, ölçülülükle birleştiği zaman, en iyi devlet düzeni ve en iyi yasaların oluşumunun gerçekleşeceğini belirtmektedir. Ona göre bir devlette yasa güçsüzse ve çiğneniyorsa, yıkılış çok yakındır; ama yasa yöneticilerin üstündeyse ve yöneticiler onun kölesi ise, devlet kurtulur ve tanrıların kentlere verdiği bütün nimetlere kavuşur. Platon için her şeyin ölçüsü, ‘insan’ değil, daha çok Tanrı’dır. Öyleyse onunla dost olacak kişinin, olabildiğince ona benzemesi zorunludur, ve bu temellendirmeye göre içimizden ölçülü olanı, kendine benzediği için Tanrı sever, ölçülü olmayan ise Tanrı’ya benzemez, ona düşmandır ve adaletsizdir. Bu açıklamalarda göstermektedir ki Platon en iyi devlet şeklinin elde edilmesi için herkese göre değişen ölçü yerine değişmeyen her şeyin üstünde olan bir ilkenin olması gerektiğini, bunun yanında insanların akıllı ve ölçülü olarak yasaları üstün tutması gerektiğini savunmaktadır.
1 | 2 | 3 | 4 | 5

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder