Husserl’a göre olgulara bir tabiat isnat etmek aptallıktır: olgular bir “mutlak akış”, “ebedi akış” içinde gözükürler, doğa ise ebedidir. Ancak tam da olguların herhangi bir doğası olmadığı için, özleri vardır. Fenomenoloji esasen özlerin çalışılmasıdır, hiç bir şekilde varoluşun çalışılması değildir. Buna uygun olarak, düşünceli tarihçilerin yaptığı gibi zihnin yaşamını çalışmak filozofa doğanın çalışılmasından daha orijinal ve dolayısıyla daha önemli bir araştırma malzemesi sunar. Eğer durum buysa, insanoğlunun dini hayatının çalışılması, felsefi açıdan, doğanın çalışılmasından daha anlamlıdır.
Titiz bir bilim olarak felsefe, ikinci olarak, tarihselciliğin etkisi altında yalnızca Weltanschauungs philosophie’ye dönüşmek üzere olan bir düşünce biçimi tarafından tehdit edildi. Weltanschauung daha üst düzeyde bir yaşam deneyimi demektir. Yalnızca dünyanın tecrübe edilmesini değil, dini, estetik, ahlaki, siyasi, pratik-teknik vb. deneyimi de kapsar. Böyle bir deneyime çok yüksek bir seviyede sahip olan bir adama bilge denir ve onun Weltanschauung sahibi olduğu söylenir. Böylelikle Husserl “bilgelik ve Weltanschuung”tan bahsedebilir. Ona göre bilgelik veya Weltanschauung kusursuz erdem veya insanlık fikriyle kastettiğimiz şeyin temel bir öğesidir. Weltanschauungsphilosophie, bilgeliği kavramsallaştırmak, ona mantıki bir ihtimam vermek ya da daha basitinden, ona bilim şekli vermek için çaba sarf edildiği zaman ortaya çıkar; bu, özel bilimlerin sonuçlarını malzeme olarak kullanma çabasıyla çoğunlukla bir arada gider. Bu tür felsefe, bir büyük sistem biçimini aldığında, hayatın ve dünyanın muammaları için nispeten en kusursuz çözümü sunar. Geleneksel felsefeler aynı anda hem Weltanschauungsphilosophien hem de bilimsel felsefeydiler, çünkü bir yanda bilgelik, diğer yanda titiz bilim gayeleri henüz açıkça birbirlerinden ayrılmamıştı. Fakat, modern bilinç için, bilgelik ve titiz bilim fikirlerinin bir birinden ayrılışı bir gerçek haline gelmiştir ve bundan sonra sonsuza kadar ayrı kalacaklardır. Weltanshaunng fikri çağdan çağa değişirken bilim fikri zamanlar-üstüdür. İki fikrin gerçekleşmesinin sonsuzluk içinde birbirine asimptotik olarak yaklaşacağını düşünebiliriz. Yine de, “bekleyemeyiz”, şu anda “yüceltilme ve teselli”ye ihtiyacımız var; hayatımızı sürdürebilmek için bir tür sisteme ihtiyacımız var; bu iki taraftan talepleri yalnızca Weltanshaunng ya da Weltanschauungsphilosophie karşılayabilir. Şüphesiz, titiz bilim olarak felsefe onları karşılayamaz: o henüz ancak başladı; tüm zamanlarda doğası gereği eksik kalmaya mahkum değilse, “ahlak ve din söz konusu olduğunda tamamen rasyonel kuralların düzenleyeceği bir hayatı mümkün kılıncaya” kadar bin yıllar olmasa dahi yüzyıllar gerekiyor ve radikal revizyonlara gereksinim duyuyor. Bu nedenle, Weltanschauungsphilosophie lehine ondan vazgeçme eğilimi çok büyüktür. Husserl’ın bakış açısına göre, Heidegger’in bu eğilime karşı koyamadığını söylememiz gerekmektedir.
İki tür felsefe arasındaki ilişki üzerine düşünme, gayet açıktır ki, titiz bilim olarak felsefenin alanına girmektedir.Husserl’ın siyaset felsefesine katkısı olmaya en çok yaklaşan durum da budur. Husserl, felsefeyi titiz bir bilim yapmaya dönük kararlı bir arayışın, çoğu insanın hayatını sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu Weltanschauungs philosophie üzerindeki, dolayısıyla böyle bir felsefenin hizmet ettiği fikirlerin gerçekleşmesinde-ki bu gerçekleşme öncelikle felsefenin titiz bir bilim olarak pratiğini yapanlar, sonra ise onlardan (ve onların eylemlerinden) etkilenenler boyutunda ortaya çıkmaktadır- doğabilecek olumsuz tesiri merak edecek kadar uzağa gitmedi. Aynı ve tek toplum içerisinde barışçı bir şekilde birarada yaşayan pek çok farklı çeşit Weltanschauungs philosophie’nin her zaman var olacağını verili bir gerçek olarak kabul etmiş gibi gözüküyor. Bütün üyelerine tek bir Weltanschauung ya da Weltanschauungsphilosophie’i empoze eden ve bu nedenle titiz bilim olarak felsefeyi hoşgörmeyecek olan toplumlara dikkat etmedi. Sınırsız sayıda çok Weltanschauunen’i hoşgören bir toplumun bile bunu bir tek belirli Weltanschauung aşkına yaptığını düşünmedi.
Husserl bahsettiğimiz düşünceyi belirli bir tarzda sürdürse de göz ardı edilemeyecek olayların etkisi altında onu, hiç şüphesiz, modifiye etti. 1935 yılında Prag’da verdiği bir derste şöyle söyledi: Muhafazakar bir tavırla gelenekten hoşnut olanlar ve felsefe çevreleri birbiriyle döğüşecekler ve elbette ki kavga siyasal güç alanında gerçekleşecek. Felsefenin başlarında zulüm başlar zaten. Felsefenin fikirleri doğrultusunda yaşayan insanlar kanun dışı ilan edilir. Yine de: fikirler bütün empirik güçlerden kuvvetlidir.” Titiz bilim olarak felsefe ile onun alternatifi arasındaki ilişkiyi açıkça görmek için, bu iki düşman arasındaki siyasal çatışmaya,bu çatışmanın temel karakterine bakmamız gerekir. Bunu yapmakta başarısız olursak, Husserl’ın “titiz bilim olarak felsefe” dediği şeyin esas karakteri hakkında aydınlığa çıkamayız.
NOT: Leo Strauss tarafından “Philosophy as Rigorous Science and Political Philosophy” başlığı altında kaleme alınan makale yazarın Studies in Political Philosophy(The University of Chicago Press, Chicago, 1983) isimli eserinde yer almakta olup Ramazan Arıkan tarafından Türkçe’ye çevrildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder