Ali Osman GÜNDOGAN
İnsanın düşünce ve yapıp-etmeleriyle ilgili faaliyetlerini üç temel başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar; felsefe, sanat ve bilim olarak
adlandırılabilir. Genel olarak, tarih boyunca insanlığın başarıları da
bu üç alanda kendisini göstermiştir, denilebilir. İnsanın düşünce ve
yapıp etmeleriyle ilgili diğer alanlar ise doğrudan veya dolaylı bir
şekilde bu üç alanla ilgili olarak bulunurlar. Kaynağı vahiy olan din
ise, insani olanı aşan ve kaynağında ilahi olan bulunduğu için insani
faaliyet alanlarından ayrılır. Ancak dinin felsefe ve sanatla
olan ilişkisinin olduğunu da belirtmek gerekir. Hatta her dinin bir
felsefesi ve sanat anlayışı vardır. Her toplumda da ya bir felsefe ya
bir din ya da her ikisi birlikte bulunur. Zaten her dinde muhakkak
surette bir felsefe gizlidir. Özellikle ilahi dinlerin dışında ve
kaynağı daha çok toplum olan dinlçrin felsefeyle olan ilişkisinin boyutu
çok daha yoğundur. Ancak bütüncül bir bilgiye ulaşmak isteyen bilgi
dostu bilimden, sanattan, dinden, ahlaktan hem faydalanmak hem de bütün
bu alanlara etkide bulunmak durumundadır. Felsefe ile yakın ilişkisi
bulunan disiplinlerden biri de sanattır. Edebiyat da güzel sanatların
bir türüdür ve bu özelliğiyle de felsefeden ayrılır. Felsefe ile
ilgili ilk düşünce kırıntılarının dini metinlerde, trajedilerde,
efsanelerde bulunduğu gerçeği ve 20. asırdaki felsefi roman türünün
gündeme gelişi dikkate alınacak olursa, felsefe ile edebiyat arasında
önemli bir ilişkinin bulunduğu düşünülecektir. Ama bu ilişki, felsefeyi
edebiyata, edebiyatı da felsefeye indirgeyici olmamalıdır.
Felsefe
ile edebiyat arasında bir ilişkinin bulunup bulunmadığı, eğer böyle bir
ilişki varsa bu ilişkinin niteliği, bu ilişkinin tarafların varlığını
tehlikeye atıcı olup olmadığı konularında doğru bir kanaate ulaşabilmek
için felsefi olanla edebi olanın özelliklerinin bilinmesi gerekir. Bu
özellikler bilindikten sonra, söz konusu özelliklerin aynı eserde
birlikte bulun malarının mümkün olup olmadığı tartışılmalıdır.
Felsefe
tarihine baktığımızda, pek çok filozofun aynı zamanda edebi bir tarzı
kullandıkları görülür. ilkçağ filozoflarından bazıları görüşlerini
şiirler şeklinde dile getirmişler ve aynı zamanda ozan olmuşlardır.
Platon, St. Augustine, Schopenhauer, Nietzsche
aynı zamanda büyük edebiyatçılardır. Russel, Camus, Sartre Nobel
Edebiyat Ödülünü almışlardır. Ama bazı çok iyi filozoflar da vardır ki,
bunlar kötü yazar olmuşlardır.
Örneğin Aristoteles, Kant
gibi isimler çok iyi filozof olduklları halde, kullandıkları dil
bakımından iyi yazar değillerdir. Bu örnekler bize şunu göstermektedir:
İyi bir filozof olmak için iyi bir edebiyatçı olmak şart değildir. Yine aynı
şekilde, iyi bir edebiyatçı olmak için de filozof olmak şart değildir;
Oyleyse bir filozofu filozof, eserini de felsefi yapan edebi ve estetik
değerlerin dışında başka değerlere ve özelliklere ihtiyaç vardır. Bir
edebi eser de bir düşünüşün eseridir ama her düşünüş felsefi
olmadığından dolayı bir düşünüşün felsefi olabilmesi için bir takım
fikri inşa gereklerine ve felsefi temellendirmelere uygun olması
gerekmektedir. Bundan ötürü de eğer bir edebi eser bile, bu fikri inşa
gereklerine uyuyorsa, o eserin aynı zamanda felsefi olabileceği yönünde
bir kanaate sahip olabiliriz. Çünkü böyle bir eserde fikir zevke
indirgenmemekte, zevk fikrin anlatımı için daha büyük bir kolaylık
sağlamaktadır!. Bir düşünüşün felsefi olabilmesi için reflexif olma,
mantıksal ve tutarlı önermelerden meydana gelme, varolan karşısında bir
tavır alışı dile getirme, eleştirel olma ve en yüksek genellik
derecesinde bir bilgi arayışına yönelme gibi hususların yanında felsefi
sayılabilecek bir soru etrafında vücut bulması, sistematik olması,
varlık kavramı etrafında merkezileşme, felsefe tarihi çerçevesinde,
belli bir problematik devamlılık içerisine oturtulabilmesi gibi fikri
inşa gereklerine de ihtiyaç duyulmaktadır.
Yukarıda bahsedilen
özelliklerin bütünü dikkate alındığı zaman, bütün bunların bir edebi
eserde bulunabileceğini kabul etmek oldukça güçtür. Ama "aynı zamanda
felsefi olarak önemli sayılacak yazın açısından daha geniş bir
görüşü kabul etmek de olanaklıdır". Bu bakımdan felsefi-edebi diye
adlandırabilecek tezli romanlardan bahsetmek mümkündür. Nitekim Kafka,
Camus, Sartre, Dostoyevski, Simone de Beauvoir gibi yazarların eserleri "tezli romanlardır ama tezi, tam olarak felsefenin kavramlarını kullanmadan ortaya koyarlar".
Her
edebi eser bireysel bir çabanın ve herşcyden önce dc sübjektifliğin
eseridir. Edebiyatta gerçekliğin anlatılmasının, tasvir edilmesinin ya
da bunların inkarının veya hayal ürünü birşeyin ifadesinin tek vasıtası
kelimedir. Belki de edebiyatı .diğer sanat türlerinden (resim, müzik
gibi) ayıran en önemli taraf budur. Işte acaba edebiyatı sübjektif yapan
bu özelliği midir? Felsefe de vasıta olarak kavramları kullandığına
göre, felsefede de bir sübjektiflik ortaya çıkacak mıdır?
Hem
edebi eser, hem de felsefi eser bireysel bir çabanın ürünüdür. Ama edebi
eserde üsıap, estetik zevk önemli olduğu için esere yazarın üsıabu,
estetik zevk anlayışı yansıtmakta ve yazarın şahsiyeti eserde
bulunmaktadır. Felsefi eserde ise, amaç estetik bulunmaktadır. Felsefi
eserde ise, amaç estetik zevk olmadığı için kullanılan dil soyut ve kuru
bir dildir ve dolayısıyla da akıl yürütme ve mantıksal çözümlemelerle
doludur. Edebiyat, kavram analizlerinden uzaklaşarak, olayları somut bir
hale sokmak suretiyle, felsefenin soyutluğunu ve kuruluğunu giderir.
Bir felsefi eser de filozofun eseri olmasına rağmen, bireyselliği aşan
bir konuma sahiptir. Ancak bireyselliğin aşılması, o eseri başka bir
filozofun da yaza bileceği anlamına gelmez. Nasıl ki, Karamozof
Kardeşler'i Dostoyevski'den başkası yazamaz idiyse, Pratik Aklın Eleştirisi'ni
de Kant'tan başkası yazamazdı. Bu bakımdan sanat eseriyle felsefi
eserin konumları ve sahip oldukları bireysellik ve sübjektiflik
durumları arasında fark yoktur. Ama felsefi bir eser,
evrenselleştirilebilen bir muhtevayla karşımıza çıkar. Kant'ın insan
aklını tenkit ve tahlile tabi tutuşu, sadece bir bireyin aklını tenkit
ve tahlile tabi tutuş dcğildir. Oysa bir romanda ele alınan bir bireyin
yaşam ve düşünceleridir ve ele alınan olaylar belli zaman ve mekanla
sınırlıdır. Bu romana da büyük oranda yazarın kişiliği yansımıştır.
Felsefi eserin konusu ise, zaman ve mekanla sınırlı kalmayıp, yazarın
kişiliğinden bağımsız olmak durumundadır. Bir bakıma felsefe, tıpkı
bilim gibi gayri şahsi olmak zorundadır. Ama bu ne derece mümkün
olabilir? Nitekim Vemeaux, "filozofun bireyliliğinin, kendi felsefesine işaret etmesi, sadece bir olgu (fait) değil, bir haktır"
der. Ancak felsefedeki sübjektiflik ile edebiyattaki sübjektiflik
birbirinden farklıdır. Çünkü felsefede konu ve sorular bellidir ve uzun
bir felesefe tarihi, bütün bu soruları evrensel tarzda çözme çabası gibi
görünmcktedir. Soruların objektifliği, filozofu bir anlamda kendisinden
çıkarır ve dolayısıyla filozof kendisini anlatmaz. Çünkü o, soruya
bağlıdır. Oysa sanatçı ya da edebiyatçı için ortada çözülmesi gereken
hazır sorular yoktur. Murdoch'un da dediği gibi, "O kendi sorularını kendisi yaratmak zorundadır"?
Edebiyat
ve felsefenin anlatım aracı olarak kelimeleri kullanmaları, aynı dili
kullanmaları anlamına gelmez. Çünkü edebiyat, bir sanat türüdür ve zevk
içindir. Bundan dolayı da edebiyatta dil gösterişli olabilir. Edebiyat,
pek çok kişiye hitap eder ve hitap ettiği kişileri düşündürmekten ziyade
eğlendirmeyi ve onlara edebı-estetik bir zevk vermeyi amaçlar.
Eğlendirmenin ve edebı-estetik zevk vermenin bir tek yolu olmadığı için
de "tek bir edebı tarz ya da ideal bir tarz yoktur". Ama felsefe için
ideal bir felsefi tarz olmalıdır. Çünkü felsefe açık, anlaşılabilir bir
dil kullanmalıdır. Filozof, anlatmak istediğini sade ve en açık
bir şekilde dile getirir. Bu bakımdan filozof için düşünceyi anlatmanın
tek bir yolu vardır, o da felsefi tellendirme yoludur. Oysa edebiyatçı
için birden çok yol sözkonusudur. Oyleyse bilim ve felsefe eserleri
kişisellik dışında bazı ölçütlere bağlıdır. Ama bir romancının belli
bir edebi kişiliği vardır ve okuyucu bir romanı okuyarak yazarın
kişiliği hakkında önemli ipuçları elde edebilir.
Halbuki Aristoteles
ya da Kant'ın eserlerini okuyan ise bu filozofların ki-şiliği hakkında
hiçbir bilgi elde edemez. Bütün bu hususlar edebiyatı sübjektif
kılmakta, felsefeyi ise sübjektifliğin dışında tutmaktadır. Deleuze
ve Guattari'ye göre felsefe, "kavramlar oluşturmak, keşfetmek, üretmek
sanatıdır". Filozof, kavramlarla düşündüğünden dolayı yeni kavramlar
üretebilmek için de kavramları kullanmak zorundadır. Bu bakımdan
hemen her filozofun kavramsal bir kişiliği vardır. Sanatçı ise,
"duygulam ve algılamlar aracılığıyla düşünür"'o. Filozofta karşımıza
çıkan kavramsal kişiliğe bazı romancılarda da rastanır ama romancılar,
bu kavramsal kişilikleri mantıksal temellendirme yoluna gidemezler ve
yeni kavramlar üretemezler. Onlar bu kavramsal kişilikleri romanesk,
şiirsel, resimsel, müzikal gibi başka çabalarla yürütmeye çalışırlar ve
dolayısıyla da onlar "yarı yarıya filozofturlar"!.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder