EDEBİYAT İLE FELSEFE İLİŞKİSİ ÜZERİNE - 3

İnsanı salt felsefe tekniğiyle ele almaya çalışan görüşler de vardır. Sözgelimi rasyonalizm, insanı soyut kavramlarla ve akıl yürütmelerle anlamaya çalışır. Rasyonalizm, insanı, apriori bir şekilde temellendirmeye çalıştığı için tasvirden uzaktır ve onun gözünde insan, birey halindeki tek bir insan değil, insanlıktır. Bu tutumundan ötürü de rasyonalizm, insanı, mantıksal bir sürecin ürünü olarak görmüş ve onun bireyselliğini ve şahslliğini yok etmiştir. Oysa varolan insanlık değil, tek tek bireylerdir ve insanlık bir soyutlamadan 'ibarettir. Nitekim Verneaux'nün belirttiğine göre Kierkegaard'ın Hegel'e karşı isyanı, tam da bu noktayı dile getirir: "Istediğiniz her şeyi boşuna söyleyeceksiniz, ben, sizin sisteminizin bir mantık! safhası değilim. Ben varım, ben hürüm. Ben benim, bir bireyim ve bir kavram değilim. Hiçbir soyut fikir benim şahsiyetimi ifade edemez; geçmişimi, halimi (şu andaki durumumu) bilhassa geleceğimi belirleyemez, bilkuvve mevcudiyetimi tüketemez (epuiser). Hiç bir akıl yürütme beni, hayatımı, yapmış olduğum seçimleri, doğumumu, ölümümü açıklayamaz. O halde felsefe için yapılacak en iyi bir şey var, o da, evreni aklileştirmekten (rationaliser) vazgeçrnek, dikkatini insan üzerinde toplamak ve insanın varoluşunu olduğu gibi tasvir etmektir". Objektivizm, insanı şeyler arasında bir şeyolarak görür ve onun bilincini ve sübjektifliğini yok eder. Idealizm ise, temelde insana ve insan bilincine dayanmasına rağmen, insanı yaşamış olduğu dünyanın dışına yerleştirir. Hem objektivizm hem idealizm, insanı, varoluşçuluğun ele almak istediği biçimin dışına iterler.

Acaba varoluşçu edebiyatın kendi tarzında insanı anlamaya ve tasvir etmeye çalışması felsefe için yeterli midir? Şurası açıktır ki, felsefe varoluşçu edebiyata göre daha kuşatıcı ve evrenseldir ve bir şeyin felsefi olması için varoluşçu edebiyatın tavrı yeterli değildir. Çünkü bu edebiyat, daha çok bir antropoloji olarak karşımıza çıkarken, felsefe antropoloji ile sınırlı kalmayıp, kozmoloji ve teolojiye açılmaktadır. Hatta en önemli ve tartışmalı olan felsefi sorunlar kozmoloji ve teoloji ile ilgili sorunlardır. Yine varoluşçu felsefe ve edebiyatta karşılaşmadığımız epistemoloji, felsefenin en önemli problem alanlarından birisidir. Böyle bir durumda şu soru sorulabilir: Sartre ve Camus gibi yazarlar, felsefenin evrenselliğine ulaşabilirler mi?

Anlatım aracı olarak edebiyatı seçmiş olan yazarlar, Aristoteles, Kant gibi filozoflarla karşılaştınldığında, elbetteki felsefenin evrenselliğinden uzak kalırlar ama felsefenin evrenselliğinden uzak kalmak, felsefenin dışında kalmak değildir. Hem Camus, hem de Sartre'ın eserlerinde hep bir varlık, insan varlığı söz konusu edilmektedir. Insan varlığını tasvir eden bir yazar, onun içinde yaşadığı dünyayı söz konusu etmeden yani kozmolojiyi dikkate almadan tasvir işini yapamayacaktır. Camus'de absurde, dünya ile insan bilinci arasındaki kopuşu, Sartre'da da bulantı, ensoi yani dünya karşısındaki insanın durumunu ifade etmiyor mu? Ayrıca, bireysel insan hayatını ele alan bu yazarların eserlerinde, bireyselliğin de aşıldığını görüyoruz. Nitekim Sisofos'un durumu sadece bir insanın durumu değil, bütün bir insanlığın durumudur. Bulantı'da da Roquentin, aynı şekilde bütün bir insanlığı temsil eder. Felsefeci-roman ve piyes yazarları olarak ta nitelendirilebilecek bu yazarlar, edebiyat ile felsefenin izdivacının örneklerini gösteren yazarlar olmuşlardır.

Öyle anlaşılmaktadır ki, felsefe ile edebiyat arasındaki ilişkinin en güzel örnekleri, varoluşçu edebiyat çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Ama bu ilişki, sanıldığından daha da geriye gider. Nitekim Yunanlılarda felsefe ve belagat birbiriyle içiçedir. Söz gelimi Eflatun, metafizik ve politika sistemini oluştururken dilin güzelliğine ve üsluba önem vermiştir. Hatta Stael'e göre, "Eflatun'un metafizik ve politika sistemleri, bu yazarın şöhret kazanmasına, dilinin güzelliğinden, üslubunun asaletinden daha az yardım etmiştir". Ancak Stael'in bu hükmüne katılmak oldukça güçtür. Çünkü bugün Eflatun denildiği zaman akla ilk gelen felsefesinin temel kavramı durumunda olan idealar görüşüdür. Ama şu da doğrudur ki, "Yunan filozoflarının çoğu soyut fikirler üzerinde belagat sahibi hatip insanlardır".

Eğer bir eser, üslupla birlikte düşünceye de önem veriyorsa, ilerlemeye katkıda bulunur. İlerleme, insan aklının ilerlemesidir ve bu da kendini bilim, felsefe ve sanatta gösterir. Sadece üslubu güzelleştirmek için ortaya konulan eserlerin ilerlemeye bir katkısı olamaz. Dolayısıyla edebiyat da düşünceyi yani felsefe ve bilimi zenginleştirmelidir.

ilk denemelerle, mitoloji ve trajedilerde birlikte başlayan felsefe ile edebiyat arasındaki ilişki, Aydınlanmadan sonraki dönemde sanata ilginin artmasıyla daha da pekişmiştir. çünkü egemen olan bazı ideolojilerin sanattan faydalanmak istemeleri, bilimsellik döneminin yok olmaya başlamasıyla sanat ve edebiyata kayış ve faydacı akla karşı çıkış sanat ve edebiyata ilginin artmasının en önemli nedenleridir. Fransa'da varoşçu felsefe çerçevesinde ömeklendirmeye çalıştığımız felsefe edebiyat ilişkisi, 20. asır Fransız felsefesine edebı bir geleneğin hakim olduğunu gösterir. Ama bu durum, o dönem Fransız felsefesinin bütünüyle edebı olduğu anlamına da gelmez. Hatta Sartre, varoluşçu edebiyatı Marksizm lehinde kullanmaya çalışmış ve onun bu çabası başarısızlıkla sona ermiştir. Bu durumdan ötürü, Fransa'da belli bir süre edebı felsefe bir duraksama bile geçirmiştir. Ancak edebı felsefe, özellikle yapısalcı olan Foucault ve Derrida gibi isimlerle yeni muhtevalar kazanarak yeniden canlanmayı başarmıştır.

Öyle anlaşılmaktadır ki edebiyat, bir anlatım aracı olarak felsefeye hizmet etmekte, felsefenin soyut ve kuru kavramsal diliyle anlatılamayanlar, edebiyat ile anlatılabilmektedir. Artık edebiyat, sadece estetik bir heyecan uyandırmakla kalmayıp, belli bir düşünceyi de iletebilmektedir.

Felsefe ile edebiyat arasındaki ilişkinin, kendi kültür tarihimiz açısından değerlendirilmesinde büyük bir fayda vardır. Çünkü Türk insanının dünyaya, hayata ve bütün varlıklara karşı aldığı tavır, ince düşünülmüş ve felsefi bir sistematiğe bürünmüş olmaktan ziyade edebı, destanı bir tavırdır. Bu anlamda Türk edebiyatı ve folkloru Türk felsefesine göre daha gelişmiş ve zengin bir durumdadır. Ama edebiyatımızın, folklorumuzun ürünleri Türk felsefesinin oluşması, gelişmesi ve zenginleşmesi açısından büyük bir öneme sahiptir. Nasıl ki Camus, Sisifos Efsanesi'nden absurde felsefesini, Promethe mitolojisinden başkaldırı felsefesini oluşturma yoluna gidebildiyse; Nietzsche, Yunan mitolojisindeki ApolIon ve Dionysos tanrılarından ve bu tamılar arasındaki gerginlikten trajedyaya dayalı bir insan anlayışı çıkarmaya çalıştıysa, biz de kendi destanları-mızdan, bütün insanlığa sunulabilecek evrensel mahiyette fikirler ortaya koyabiliriz. Çünkü edebiyatımız, Mevlana, Yunus Emre, Yusuf Has Hacib, Ali Şir Nevai gibi değerleriyle bu imkanı bize sunabilecek bir durumdadır.

1 l 2 l 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP