“Pironizmin Ana Hatları” Sekstus Empirikus

1- Felsefeler arasındaki en temel farklılıklar
İnsanlar bir konuyu araştırdıklarında, muhtemel sonuç ya bir şeyin keşfedilmesi ya keşfedilmesinin reddi ve kavranamayacağının itirafı ya da araştırmanın devamı biçimindedir. Bu nedenle, felsefi araştırmalarla ilgili durumda da, bazıları doğruyu keşfettiklerini söylemekte, bazıları onun kavranamayacağını iddia etmekte ve başkaları da hala araştırmaktadır.

Sözcüğün yerinde anlamıyla Dogmatikçiler olarak adlandırılanlar, doğruyu keşfettiklerini düşünmektedirler; örneğin Aristoteles’in, Epikuros’un ve Stoacıların okulları ve bazı başkaları. Kleitomakus ve Karneades’in okulları ve diğer Akademikler, şeylerin kavranamayacağını iddia etmişlerdir. Skeptikler hala araştırmaktadırlar. Dolayısıyla, anlaşılır bir biçimde, felsefenin en temel çeşitlerinin üç adet olduğu düşünülmektedir: Dogmatik, Akademik ve Skeptik. İlk ikisini, başkalarının betimlemesi uygun olacaktır. Bu eserde biz ana hatlarıyla, Skeptik yolu tartışacağız. Giriş olarak şunu söyleyelim ki, tartışılan konulardan hiçbirisinin kesinlikle bizim söylediğimiz gibi olduğunu iddia etmiyoruz. Daha çok, her şeyin şu anda bize nasıl göründüğünü, betimleyici bir biçimde aktarıyoruz.

3- Skeptisizmin adlandırılması
O zaman Skeptik inanç, aynı zamanda, araştırma ve inceleme eyleminden ötürü, araştırmacı olarak adlandırılır. Araştırma sonrasında araştırmacıda oluşan duygu nedeniyle yargıyı askıya alıcıdır. Çözememezlik olgusundan dolayı ve her şeyi araştırdığı için ya da kabul etmesi mi reddetmesi mi gerektiği konusunda kaybolmuş olduğundan, sorgulayıcıdır. Piron’un Skeptisizme, kendisinden öncekilerden daha sistematik ve çarpıcı bir biçimde bağlı olması olgusundan dolayı da Pironist olarak adlandırılır.

4- Skeptisizm nedir?
Skeptisizm, herhangi bir biçimde görünen ve düşünülen şeyler arasında karşıtlıklar ortaya koyma yeteneğidir. Karşıt nesnelerin ve açıklamaların içindeki eşit ağırlık nedeniyle, önce yargının askıya alınması noktasına gelmemizi ve sonrasında da huzura ermemizi sağlayan bir yetenektir.

Buna üstün bir anlamda yetenek demiyoruz. Sadece “yapabilmek” anlamında diyoruz. Görünen şeyleri buradaki içerikte, algıların nesnesi olarak alıyoruz, bu nedenle onları düşüncenin nesneleri ile karşılaştırıyoruz. “Herhangi bir biçimde” ifadesi de bir yetenek olarak... veya “görünen ve düşünülen şeyler arasında karşıtlıklar ortaya koymak” olarak alınabilir.

“Herhangi bir biçimde” diyoruz çünkü karşıtlıklar çeşitli yollarla ortaya konabilir. Görüneni görünenin karşısına koymak, düşünüleni düşünülenin karşısına koymak ve çapraz bir biçimde, bütün karşıtlıkları içerecek biçimde. “Görünen ve düşünülen şeyleri”, görünenin nasıl göründüğünü veya düşünülenin nasıl düşünüldüğünü araştırmadığımızı göstermek için, sadece, onları basitçe varsaydığımızı göstermek için alıyoruz.

“Karşıt açıklamalar” derken aklımızda illa bir olumlama veya olumsuzlama yok, bu ifadeyi basitçe “çatışan açıklamalar” olarak alıyoruz. Eşit ağırlık dediğimiz zaman, ikna edici olup olmamak bağlamında eşitliği kastediyoruz. Çatışan açıklamaların hiçbirisi diğerinden daha ikna edici olmak anlamında, diğerinden daha üstün, daha öncelikli değil. Yargının askıya alınması, herhangi bir şeyi ne reddetmemiz ne de olumlayarak kabul etmemizle bağlantılı olarak, aklın bir durgunluğudur. Huzur, rahatsızlıktan arınmışlık veya ruhun sakinliğidir. Huzurun yargının askıya alınmasına nasıl eşlik ettiğini skeptisizmin amacıyla ilgili bölümde anlatacağız.

6- Skeptisizmin ilkeleri
Skeptisizmin nedensel ilkesi huzura ermek umududur. Bazı yetenek sahibi insanlar, şeylerin uyumsuzluğu ve hangilerini kabul etmeleri gerektiği konusunda kafaları karışıkken, şeylerde neyin doğru neyin yanlış olduğunu araştırarak, bu konularda karara vararak huzura, ereceklerini düşünmüşlerdir.
Skeptisizmin ana oluşturucu ilkesi, her açıklamanın karşısında eşit başka bir açıklamanın olduğudur. Çünkü bize göre, dogmatik inançlara sahip olmamamızı sağlayan budur.

7- Skeptiklerin dogmatik inançları var mı?
Skeptiklerin dogmatik inançlarının olmadığını söylediğimizde, dogmatik inanç sözcüğünü bazılarının kullandığı gibi, genel bir anlamda, dogmatik inanç bir şeyi kabul etmektir anlamında kullanmıyoruz. Çünkü Skeptikler kendilerine görünüşler tarafından yüklenen duyguları onaylarlar. Örneğin, sıcakladıklarında veya üşüdüklerinde, “sıcakladığımı (veya üşüdüğümü) düşünmüyorum” demezler. Ancak onların, bazılarının dediği şekilde, inancın, bilimlerdeki araştırmanın belirsiz bir nesnesine onay vermek olduğu anlamında, inançlara sahip olmadıklarını söylüyoruz. Çünkü Pironistler belirsiz bir şeye onay vermezler.

“Hiçbir biçimde daha fazla değil” veya “Ben hiçbir şeyi belirlemem” veya daha sonra tartışacağımız diğer ifadelerden bir tanesi gibi, belirsiz konularla ilgili skeptik ifadeleri seslendirirken bile dogmatik inançlar taşımazlar. Çünkü dogmatik inançlar taşıdığımız zaman, hakkında dogmatik inançları taşıdığımız şeyleri gerçek olarak olumlayarak kabul ediyorsunuz. Oysa Skeptikler bu ifadeleri illa da gerçek olarak kabul etmezler. Çünkü onlar, “Her şey yanlıştır” ifadesinin, her şeyle birlikte kendisinin de yanlış olduğunu söylediğini varsayarlar; (aynısı “Hiçbir şey doğru değildir” için de geçerlidir). Bunun gibi, “Hiçbir biçimde daha fazla değil” ifadesinin de, her şeyle birlikte kendisinin de olmasının olmamasından daha fazla olmadığını ve böylece her şeyle birlikte kendisini de iptal ettiğini varsayarlar. Aynı şeyleri başka Skeptik ifadeler için de söyleriz. Onun için, dogmatik inançlar taşıyanlar, hakkında dogmatik inançlar taşıdıkları şeyleri gerçek olarak kabul ediyorlarsa, Skeptikler ise kendi ifadelerini, kendileri tarafından dolaylı olarak iptal edilmiş bir biçimde seslendiriyorlarsa, o zaman onları seslendirmekle dogmatik inançlar taşıdıkları söylenemez.
En temel nokta şudur: bu ifadeleri seslendirirken, kendilerine görünen şeyleri söylemekte ve kendi duygularını, dogmatik inanç olmadan, dış nesnelerle ilgili hiçbir şeyi olumlamadan, aktarmaktadırlar.

8- Skeptikler bir okula ait mi?
Skeptikler, sistematik bir düşünceyi ifade etmek anlamında, bir okula ait mi biçimindeki soruya karşı da aynı tavrı alıyoruz. Eğer bir okul, birbirleriyle ve görünenle tutarlı olan belli sayıda dogmatik inançlara yandaş olmayı içeriyorsa ve dogmatik inancın belirsiz olan bir şeyi onaylamak olduğunu söylüyorsanız, o zaman Skeptiklerin bir okula ait olmadıklarını söylemeliyiz. Ancak bir okulu, bütün görünüşlerle uygun bir biçimde, bir açıklayıcılıkla tutarlı bir yol olarak sayıyorsanız, bu açıklayıcılık iyi yaşamamızın nasıl olanaklı olduğunu gösteriyorsa, (burada “iyi” erdemle bağlantılı değil, daha gevşek bir biçimde, yargının askıya alınması yeteneğine uzanıyor), bu durumda, Skeptiklerin bir okulu ve sistemi olduğunu söyleriz. Çünkü biz tutarlı ve görünüşlere uygun bir biçimde, bize, geleneksel adetlerle, yasalarla ve kendi duygularımızla uyum içinde olan bir yaşamı gösteren bir açıklayıcılığı izliyoruz.

10- Skeptikler görüneni reddeder mi?
Skeptiklerin görüneni reddettiğini söyleyenler, bence, ne dediğimizi dinlememektedirler. Daha önce söylediğimiz gibi, edilgen bir görünüşle uygun olana bizi istemeden götüren şeyleri reddetmiyoruz. Bunlar görünen olanlardır. Var olan şeylerin göründükleri gibi olup olmadıklarını araştırırken, göründüklerini kabul ederiz. Sorguladığımız görünen değil, görünenle ilgili söylenendir. Bu görünenin kendisini sorgulamaktan farklıdır. Örneğin balın tatlılaştırdığı bize görünür, (algısal bir biçimde tatlılaştırdığımız sürece bunu kabul ederiz); ancak... teori ile bağlantılı olarak, gerçekten tatlı olup olmadığım sorgularız. Bu görünen değil, görünenle ilgili söylenen bir şeydir.

11- Skeptisizmin ölçütü
Görünene katıldığımız, Skeptik inancın ölçütü hakkında söylediğimizden açıktır. “Ölçüt”ün iki anlamı vardır: bir şeyin gerçekliği veya gerçek dışılığı, varlığı veya yokluğu konusunda ikna etmekle ilgili ölçütler vardır, (bu ölçütlerle ilgili olarak, onları eleştirmek için geri döndüğümüzde konuşacağız), bir de eylemlerle ilgili ölçütler vardır. Onlara göre günlük yaşamda bazı eylemlerde bulunur, bazılarından kaçınırız. Şu andaki konumuz bu ölçütlerdir.

Buna göre, Skeptik inancın ölçütünün görünen olduğunu söylüyoruz. Bununla dolaylı olarak görünüşleri kastediyoruz. Çünkü bu görünüşler edilgen ve istenç dışı duygulara bağlıdırlar ve sorguya açık değillerdir. Bu nedenle, bence kimse, var olan bir şeyin öyle mi böyle mi göründüğü ile ilgili bir tartışma yaratmaz, sadece göründüğü gibi olup olmadığını sorgular.

Dolayısıyla, görünene tutunarak, günlük unsurlara uygun bir biçimde, herhangi bir dogmatik inanç taşımadan yaşıyoruz. Çünkü tamamıyla eylemsiz olamayız. Bu günlük yaşam unsurlarının dört çeşidinin olduğu görülüyor. Doğanın yol göstericiliği, duyguların zorlayıcılığı, yasaların ve geleneklerin aktarımı ve teknik uzmanlık işlerinin öğrenilmesi. Doğanın yol göstericiliği sayesinde, doğal olarak algılama ve düşünme yetisine sahibiz. Duyguların zoruyla, açlık bizi yemek yemeye ve susuzluk bizi içmeye yöneltiyor. Geleneklerin ve yasaların aktarımıyla, günlük bir bakış açısıyla, sadakatin iyi sadakatsizliğin kötü olduğunu kabul ederiz. Çeşitli teknik uzmanlık işlerinin öğretilmesiyle üstlendiğimiz işlerde eylemsiz duruma düşmeyiz.

Bütün bunları herhangi bir dogmatik inanç taşımadan söyleriz.

12-Skeptisizmin amacı nedir?
Şimdi de Skeptik yolun amacını açıklamak uygun olacaktır. Şimdi amaç, uğruna her şeyin yapıldığı ve dikkate alındığı şeydir; bunun kendisi başka şeylerin uğruna yapılıp dikkate alınmaz. Veya, amaç arzunun nihai nesnesidir. Şu ana kadar, Skeptiğin amacının, dogmatik inançlar konusunda ruhun huzuru, kaçınılmaz olan şeyler konusunda da ılımlı duygular taşımak olduğunu söylüyoruz. Çünkü Skeptikler, huzura ermek için, görünüşler arasında karara varmak ve hangilerinin doğru hangilerinin yanlış olduğunu kavramak için felsefe yapmaya başlamışlar, ancak kendilerini eşit güçte görüşlerin içinde bulmuş ve bu durumu çözemedikleri için yargıyı askıya almışlardır. Dogmatik inançlar konusunda yargıyı askıya aldıklarında, ruhun huzuru tesadüfi bir biçimde bunu takip etmiştir.

Çünkü şeylerin doğaları gereği iyi veya kötü olduğuna inananlar sürekli huzursuzlardır. İyi olduğuna inandıkları şeylere sahip olmadıklarında, doğal kötülükler tarafından hırpalandıklarını düşünürler ve iyi olduklarını düşündükleri şeyin peşine düşerler. Bunları elde ettiklerinde, daha çok hırpalanırlar, çünkü akıl ve ölçü ötesinde heyecanlanırlar ve değişiklik korkusundan iyi olduğuna inandıkları şeyi kaybetmemek için her şeyi yaparlar. Ancak doğası gereği iyi ya da kötü olan konusunda bir şey belirlemeyenler bir şeyin ne yoğun bir biçimde peşine düşerler ne de ondan yoğun bir biçimde kaçarlar. Dolayısıyla huzurludurlar.

Şimdi Skeptikler, görünen ile düşünülen şeyler arasındaki farklılıklar konusunda bir karara vararak huzura ermeyi ümit ediyorlardı; ancak bunu yapamadıklarında yargıyı askıya aldılar. Yargıyı askıya aldıklarında, ruhun huzuru, bunu gölgenin bedeni izlemesi gibi, tesadüfen izledi.

Ancak Skeptiklerin hiçbir biçimde huzursuz olmadıklarını varsaymıyoruz. Sadece kaçınılmaz olan şeyler konusunda huzursuz olduklarını söylüyoruz. Çünkü bazı zamanlarda soğuktan titrediklerini ve susadıklarını ve bunun gibi başka duygulara sahip olduklarını kabul ediyoruz. Ancak bu durumlarda sıradan insanlar iki koşuldan etkilenirler: duyguların kendilerinden ve ondan daha az olmayacak bir biçimde, bu koşulların doğaları gereği kötü olduğuna dair taşıdıkları inançtan. Skeptikler, bunların her birinin doğaları gereği kötü olduğu inancını eleyerek, bu durumlardan bile daha ılımlı bir biçimde kurtulurlar.

14- On tartışma biçimi
Eski Skeptikler genellikle, yargının askıya alınmasını sağlayacak on tartışma, on akıl yürütme biçimi ortaya koyarlar... Bu noktalar şunlardır: birincisi hayvanların çeşitliliğine, ikincisi insanların farklılıklarına, üçüncüsü duyu algılarının farklı özelliklerine, dördüncüsü koşullara, beşincisi pozisyonlara, uzaklıklara ve lokasyonlara, altıncısı karışımlara, yedincisi var olan şeylerin sayılarına ve özelliklerine dayanır; sekizincisi görecelilikten kaynaklanır, dokuzuncusu sık ve seyrek hareketlere dayanır, onuncusu inançlara, geleneklere, yasalara, mitik ve dogmatik varsayımlara dayanır.

Eğer aynı nesneler, hayvanların farklılıklarına göre farklı görünüyorlarsa, var olan nesnelerin bizim tarafımızdan nasıl gözlemlendiğini söyleyebiliriz, ancak onların doğalarında nasıl oldukları konusunda yargıyı askıya alırız.

… kendi görünüşlerimizi irrasyonel hayvanlarınkine, bir kanıt vererek veya vermeyerek tercih edemeyiz. Çünkü, daha sonra ortaya koyacağımız gibi, kanıtın olamayacağından bağımsız olarak, sözde kanıtın kendisi ya bize görünen bir şey olacak ya da bize görünmeyen bir şey. Görünmeyen bir şey ise, onu emin bir biçimde zaten ortaya koyamayız… kendi görünüşlerimizi, sözde irrasyonel hayvanlarda ortaya çıkanlara tercih etmek yoluyla bir kanıta sahip olamayız. Öyleyse, görünüşler hayvanların farklılıklarına bağlı olarak farklıysa ve bu konuda bir karara varmak olanaksızsa, o zaman dış nesneler konusunda yargıyı askıya almamız gereklidir.

Öyleyse, görünüşleri yargılamaya gelince, irrasyonel hayvanlar bizden daha ikna edici değilse ve hayvanların çeşitliliğine göre farklı görünüşler oluşuyorsa, o zaman var olan her nesnenin bana nasıl göründüğünü söyleyebilir, ancak bu nedenlerden ötürü, doğası gereği nasıl olduğu konusunda yargıyı askıya almak zorunda kalırım.

… Bir varsayım olarak, insanların irrasyonel hayvanlardan daha ikna edici olduğunu kabul etsek de, kendi farklılıklarımız da yargının askıya alınmasına yol açmaktadır.
İnsanların iki şeyden oluştuğu söylenir, ruh ve beden. İkisinde de birbirimizden ayrılırız.
Çünkü ya bütün insanlar tarafından ikna edileceğiz ya da bazıları tarafından. Hepsi tarafından ikna edileceksek, olanaksızı denemiş olacağız ve çelişkili görüşleri kabul edeceğiz. Bazıları tarafından ikna edilirsek, hangilerine inanacağımızı söylesinler. Platoncu “Platon’a”, Epikurosçu “Epikuros’a” ve diğerleri de benzer bir biçimde, çözümsüz tartışmalarıyla, yine yargıyı askıya almamıza yol açacaklar.

Çoğunluk görüşüne uymamız gerektiğini söyleyen ise çocukça bir öneri yapmaktadır. Kimse bütün insanlığı inceleyemez ve çoğunluğun tercihinin ne olduğunu çıkartamaz. Hakkında bilgi sahibi olmadığımız bazı milletlerde, bizde ender olanın orada çoğunlukta olması, bizde çoğunlukta olanın orada ender olma olasılığı vardır...

Kendi kendine bencilce tatmin olan Dogmatikçiler, şeylerin yargılanması konusunda kendilerinin tercih edilmesi gerektiğini söylediklerinde, bu iddialarının saçma olduğunu biliyoruz. Çünkü kendileri de bu tartışmanın parçasıdırlar ve görünenin ne olduğu konusunda kendilerini tercih ediyorlarsa, yargılamayı kendine güvenilir hale getirerek, araştırılan şeyi,
yargılamaya başlamadan önce, baştan kabul ediyorlar.

Dolayısıyla, her şeyin doğasında nasıl olduğunu söyleyemesek de, belirli bir durumda nasıl göründüklerini söylemek olasıdır.

Elmanın bize görünenlerden daha fazla niteliklerinin olabileceğini şöyle çıkartıyoruz: Doğuştan, birisinin dokunma, koklama ve tatma duyularının olduğunu, ancak hiçbir şey duymadığını ve görmediğini düşünelim. Sadece anlayabileceği o üç nitelik çeşidinin var olduğunu, gözle görünen ve duyulan hiçbir şeyin kesinlikle olmadığını varsayacaktır…

Bunun gibi, sadece beş duyu algımızla, elmanın sadece algılayabileceğimiz niteliklerini algılıyor olmamız olasıdır. Belki bizde olmayan başka duyu algılarını etkileyebilecek başka nitelikler mevcuttur. Böylece algılamamıza tekabül edecek bir nesneyi algılamayabiliriz.
Kimileri, doğanın duyulan nesneleriyle orantılı hale getirdiğini söyleyebilir. Ancak, Dogmatikçiler arasında, doğaya uygun olan gerçekliğin ne olduğu konusunda karara bağlanmamış bir tartışma olduğu dikkate alınacak olursa, hangi doğa? Eğer birileri, doğa diye bir şeyin olup olmadığı konusunda bir karara varırsa, bu sıradan bir insan olursa onlar için ikna edici olmaz, eğer bir filozofsa, tartışmanın bir parçası olur; yargıç yerine yargı altında olur.

Öyleyse, elmada sadece kavrayabileceğimiz özellikleri mevcutsa ve onlardan fazlası da varsa ve bizde izlenim yaratanlar bile mevcut değilse, o zaman elmanın nasıl bir şey olduğu bizim için belirsiz bir hal alır.

Aynı akıl yürütme algının diğer nesneleri için de geçerlidir. Eğer algılar dış nesneleri kavramıyorsa, akıl da yol göstericileri başarısız olduğundan, bunları kavrayamıyorsa, bu akıl yürütme de, dış nesneler konusunda yargıyı askıya almamızı düşünmemizi sağlar.

… “durumlar” derken koşulları kastediyoruz. Doğal ya da doğal olmayan durumlarda, ayıkken veya uyurken, yaşa bağlıyken, hareket ederken veya durgunken, nefret ederken veya severken, ihtiyaç duyarken veya tatminken, sarhoşken veya ayıkken, öneğilimli koşullara bağlıyken, kendine güvenli, cesur veya korkakken, stresli veya neşeliyken, bu koşulları gözlemleriz.
Örneğin nesneler, doğal olan ya da olmayan bir durum içinde olmamıza bağlı olarak, üzerimizde farklı izlenimler yaratırlar..

Öyleyse, koşullara bağlı olarak bu kadar çok farklılıklar söz konusuysa ve değişik zamanlarda insanlar değişik koşullarda olabiliyorsa, var olan nesnelerin her insana nasıl göründüğünü söylemek kuşkusuz ki kolaydır, ancak, farklılıklar karara bağlanamadığı için, nasıl olduğunu söylemek kolay değildir.

Çünkü bunlara karar verenler ya bu tür koşulların içindedirler ya da mutlak bir biçimde hiçbir koşulda değillerdir. Ancak birisinin hiçbir koşulda olmadığını söylemek, (yani ne sağlıklı ne de hasta, ne hareket halinde ne de durağan olmadığını, belli bir yaşta olmadığını ve diğer bütün koşullardan özgürleşmiş olduğunu söylemek), tamamıyla saçmadır. Ancak görünüşleri yargılarken belli bir koşul içerisindeyse, tartışmanın parçası haline gelir. Yine dış nesneler konusunda önyargısız bir hakim olmayacaktır, çünkü içinde bulunduğu koşullar tarafından etkilenecektir. Öyleyse ayık bir insan uyuyanların görünüşlerini ayık olanınkiyle karşılaştıramaz veya sağlıklı bir insan hasta birisinin görünüşlerini sağlıklı olanınkiyle karşılaştıramaz. Çünkü biz şimdiki zamanda olanı ve şimdiki zamanda bizi etkileyeni kabulleniriz. Şimdiki zamanda olmayanı değil.

Görünüşler arasındaki farklılıkların karara bağlanamayacağına dair başka bir neden daha var. Bir görünüşü diğerine ve bir koşulu diğerine tercih eden herhangi birisi bunu ya bir yargıda bulunmadan ve bir kanıt göstermeden veya bir yargıda bulunarak ve bir kanıt ortaya koyarak yapar. Oysa bu kişi bunlarsız da yapamaz (aksi takdirde ikna edici olmayacaktır), bunlarla da yapamaz. Çünkü görünüşleri yargılayacaksa, bunu bir ölçüte göre yapacaktır. Şimdi bu ölçütün ya doğru ya da yanlış olduğunu söyleyecektir. Yanlış ise ikna edici olmayacaktır. Doğru olduğunu söylerse, ölçütün ya bir kanıta dayanmadan ya da bir kanıta göre doğru olduğunu söyleyecektir. Kanıta dayanmadan söylerse, ikna edici olmayacaktır. Kanıta göre söylerse, kanıtın doğru olması gerekir, aksi takdirde ikna edici olamaz. O zaman, ölçütü ikna edici hale getirmek için kabul ettiği kanıtın doğru olduğunu söylediğinde, bunu yargıladıktan sonra mı yoksa yargılamadan mı yapacaktır? Eğer yargılamadan yapacaksa ikna edici olmayacaktır. Ama yargıladıysa, bir ölçüte göre yargıladığını söyleyecektir. Oysa bu ölçütün bir kanıtını ve sonra da kanıtın bir ölçütünü talep etmemiz gerekir. Çünkü bir kanıtın teyid edilebilmesi için her zaman bir ölçüte gereksinimi vardır ve bir ölçütün de doğru olduğunun gösterilebilmesi için her zaman bir kanıta gereksinim vardır. Eğer önceden bir ölçüt yoksa kanıt geçerli olamaz; bir ölçüt de, bir kanıt önceden ikna edici hale getirilmeden, doğru olamaz. Bu biçimde ölçütler ve kanıtlar, ikisini de ikna edici olmaktan çıkartacak bir döngüselliğe girerler. Her birisi diğeriyle ikna edici hale getirilmeyi bekler ve böylece ikisi de birbiri kadar ikna edici olmaktan çıkar.

Öyleyse, birisi bir görünüşü diğerine, kanıt ve ölçüt olmadan veya olarak tercih edemiyorsa, farklı koşullara bağlı olarak ortaya çıkan farklı görünüşler de karara bağlanamazlar.
Bazı görünüşleri diğerlerine tercih edenler olanaksızı denemektedirler. Eğer iddiasını kanıtsız yapıyorsa ikna edici olmayacaktır. Ama bir kanıt kullanmak istiyorsa ve kanıtın yanlış olduğunu söylerse, kendisini çürütür. Kanıtın doğru olduğunu söylerse, kanıtın doğru olduğuna dair bir kanıt ortaya koyması gerekmektedir ve onun da doğru olması gerektiği için onun da bir kanıtını vermesi gerekir ve bu sonsuza dek sürer. Ancak sonsuz sayıda kanıt ortaya atmak olanaksızdır. Bu nedenle bir kanıta dayanarak bir görünüşü diğerine tercih edemeyecektir.

... şeylerin kendileri içinde ve doğalarında nasıl oldukları konusunda yargıyı askıya almalıyız.
Böylece her şeyin göreceli olduğunu ortaya koyduktan sonra, var olan nesnelerin kendi doğalarında ve mutlak, saf bir biçimde nasıl oldukları konusunda bir şey söyleyemeyiz. Sadece bir şeyin göreceli olarak nasıl göründüğünü söyleyebiliriz. Öyleyse nesnelerin doğaları hakkında yargıyı askıya almalıyız.

15-Beş tartışma biçimi
Daha yeni Skeptikler, yargının askıya alınması için ilişikteki beş tartışma biçimini ortaya koyarlar: birincisi, anlaşmazlığa dayanır, ikincisi sonsuz gerilemeye dayanır, üçüncüsü göreceliliğe dayanır, dördüncüsü hipoteze dayanır, beşincisi döngüselliğe dayanır.

Anlaşmazlığa dayalı biçime göre, hem sıradan yaşamda hem de filozoflar arasında, önerilen konularda karara bağlanamayan görüş ayrılıkları söz konusudur. Bu nedenle bir şeyi ne seçebiliyoruz ne de olasılık dışı bırakabiliyoruz ve yargıyı askıya alıyoruz. Sonsuz gerilemeye dayalı biçimde, önerilen konuda ikna olmanın kaynağı olarak ortaya atılan şeyin kendisinin de başka bir kaynağa gereksinimi olduğunu ve bunun da başka bir kaynağa gereksinimi olduğunu ve bunun böyle sonsuza dek gideceğini ve bu nedenle bir şeyi oluşturmak için başlayacak bir noktamızın olmadığını ve bunu da yargının askıya alınmasının izlediğini söylüyoruz. Göreceliliğe dayanan biçimde, yukarıda da söylediğimiz gibi, var olan nesne yargılayan özneye ve gözlenen şeylere göreceli olarak şu veya bu şekilde görünür, ancak kendi doğası içinde nasıl olduğu konusunda yargıyı askıya alırız. Hipoteze dayalı biçimde ise, Dogmatikçilerin sonsuz gerilemeye düştüklerinde, dayanaklandırdıkları bir şeyden başlamadıkları, baştan kabullenmek suretiyle, bir kanıt olmadan, varsaydıkları durumda söz konusudur. Döngüselliğin meydana geldiği biçim, sorgulanan konuyu teyid etmek gerektiğinde, bunun bu konunun kendisiyle yapılmasına gereksinim olduğu durumdur. Ardından, diğerini oluşturmak için herhangi birisini kabul edemediğimizden, ikisiyle ilgili olarak da yargıyı askıya alırız.

Önerilen bir şey ya algının nesnesidir ya da düşüncenin nesnesidir ve hangisi olursa olsun, ikisi de anlaşmazlığın konusudur. Çünkü bazılarına göre sadece algının nesneleri doğrudur, bazılarına göreyse, sadece düşüncenin nesneleri ve bazılarına göre de, algının bazı ve düşüncenin bazı nesneleri doğrudur. Şimdi bu anlaşmazlığın karara bağlanabileceğini mi bağlanamayacağını mı söyleyecekler? Eğer karara bağlanamayacaksa, yargıyı askıya almak durumundayız. Çünkü karara bağlanamayan anlaşmazlıklarla ilgili konularda bir iddiada bulunamayız. Ama karara bağlanabiliyorsa, bu kararın nereden geldiğini söyleyebilmeliyiz.
Algının bütün nesnelerinin göreceli olduğu açıktır. Onlar algılayana göre görecelidir. Bunun ötesinde, düşüncenin nesneleri de görecelidir. Çünkü onlar da düşünene göre görecelidir. Doğaları gereği söylendikleri gibi olsalardı, haklarında bir anlaşmazlık olmazdı. Onun için, beş tartışma biçimi, düşüncenin nesneleri için de geçerlidir...

16-İki tartışma biçimi
Skeptiklere göre, hiçbir şeyin kendisiyle kavranamayacağı, doğa bilimcileri arasında, algının ve düşüncenin bütün nesneleri konusunda oluşan anlaşmazlık nedeniyle açıktır. Bu anlaşmazlık karara bağlanamazdır, çünkü ne algının nesnesini ne de düşüncenin nesnesini bir ölçüt olarak kullanamıyoruz. Çünkü kabul edebileceğimiz herhangi bir şey anlaşmazlık konusudur ve ikna edici değildir.

Şu nedenden ötürü de, bir şeyin başka bir şeyle kavranabileceğini kabul etmemektedirler: Bir şeyi kavramamızı sağlayan şeyin kendisi de başka bir şey ile kavranmak durumundaysa, bu sizi ya döngüselliğe ya da sonsuz gerilemeye götürür. Bir şeyi kavramamızı sağlayan şeyin kendisinin, kendisiyle kavranabileceğini varsaymak isterseniz, buna da, yukarıdaki nedenlerle bağlantılı olarak, hiçbir şeyin kendisiyle kavranamayacağı olgusuyla karşı gelinir.

18-Skeptik ifadeler
Bu noktaları veya yargının askıya alınmasıyla ilgili noktalardan bir tanesini kullandığımız zaman, Skeptik mizacı ve duygularımızı dışavuran belli ifadeleri seslendiririz. Örneğin “Daha fazla değil”, “Hiçbir şey belirlenmemeli” ve bunun gibi ifadeler. Bundan sonra bunları ele almak yerinde olacaktır.

19- “Daha fazla değil” ifadesi
“Bu ondan daha fazla değil” duygularımızı açıklığa kavuşturuyor. Karşıt nesnelerin eşit ağırlığı nedeniyle dengeyi buluyoruz. (“Eşit ağırlık”tan bize makul görünenlerin eşitliğini, “karşıt”tan genel anlamda çatışanı ve “denge”den iki tarafı da onaylamamayı kastediyoruz).
Onun için, “Hiçbir biçimde daha fazla değil” ifadesi onaylamanın ya da reddetmenin belirleyici özelliğini ortaya koysa da, biz bunu bu anlamda kullanmıyoruz. Biz bunu ayrımsız bir biçimde ve gevşek anlamıyla kullanıyoruz. Ya bir soru için ya da “Bunlardan hangisini onaylayacağımı ve onaylamayacağımı bilmiyorum” demek için kullanıyoruz. Bizim kastımız bize görüneni açıklığa kavuşturmaktır ve bunu açıklığa kavuşturmak için hangi ifadeleri kullanacağımız konusunda kayıtsızız. Şunu da not etmek gerekiyor ki, “Hiçbir biçimde daha fazla değil” ifadesini seslendirdiğimizde bunun kendisinin kesin bir biçimde doğru ve sağlam olduğunu iddia etmiyoruz. Burada da sadece, şeylerin bize nasıl göründüğünü söylüyoruz.

20- “İddiada bulunmamak”
İddiada bulunmamak konusunda şunu söylüyoruz: “İddia” iki anlamda kullanılıyor. Birisi genel, diğeri somut bir anlamda. Genel anlamda, bir şeyin kabul edilmesi ya da reddedilmesi anlamına gelen bir ifadedir. Örneğin, “Gündüzdür” ve “Gündüz değildir” gibi. Somut anlamda ise sadece bir şeyin kabul edilmesi anlamındadır. (Bu anlamda olumsuzlamalar iddialar olarak adlandırılmazlar). Şimdi, iddiada bulunmamak genel anlamda iddiada bulunmaktan kaçınmaktır. (Bu anlamda olumlamayı da olumsuzlamayı da kapsadığını söylüyoruz). Yani iddiada bulunmamak, bir şeyi kabul etmememiz ve reddetmememizle ortaya çıkan bir duygudur.

Yani şu açıktır ki, “iddiada bulunmamayı”, nesnelerin doğalarının, bizi iddiada bulunmamaya götürdüğü anlamında kullanmıyoruz. Şunu açıklığa kavuşturmak için kullanıyoruz: Bunu seslendirdiğimiz zaman, sorgulama konusu olan konularla ilgili olarak böyle hissediyoruz. Şu hatırlanmalı ki, belirsiz olanla ilgili dogmatikçe söylenen şeyleri ne kabul ederiz ne de reddederiz. Çünkü biz, bizi edilgen bir biçimde hareketlendiren ve zorunlu olarak kabul etmeye götüren şeyleri kabulleniriz.

21- “Belki” ve “muhtemelen”
Şimdi, bence, bu ifadelerin iddiada bulunmamanın göstergeleri oldukları açıktır. Örneğin, “Belki var” diyen birisi dolaylı olarak bununla çelişen bir şeyi de ortaya koymaktadır. Yani “Belki yok” ifadesini. Tabii ki böyle olduğuna dair bir olumlama yapmadığı sürece. Benzer bir şey diğer ifadeler için de geçerlidir.

22- “Yargıyı askıya alıyorum”
“Yargıyı askıya alıyorum” ifadesini kullanıyoruz çünkü “Önerilen şeylerin hangilerini ikna edici bulduğumu hangilerini bulmadığımı söyleyemiyorum”. Nesnelerin ikna ediciliği ve ikna edicilikten yoksunluğu bağlamında bize eşit göründüğünü söylüyoruz. Eşit olup olmadıklarını olumlamıyoruz. Üzerimizde bir izlenim bıraktıkları zaman onlarla ilgili bize görüneni söylüyoruz. Yargının askıya alınması, sorgulanan şeylerin eşit ağırlığı nedeniyle, herhangi bir şeyi kabul etmeyecek ve reddetmeyecek biçimde aklın askıya alınması olgusundan adını almaktadır.

23- “Hiçbir şeyi belirlemem”
“Hiçbir şeyi belirlemem” konusunda şunu söylüyoruz: Belirlemeyi sadece bir şeyi söylemek olarak değil, belirsiz bir nesne konusunda bir ifadede bulunmak ve bunu onaylamak olarak alıyoruz. Skeptikler bu anlamda hiçbir şeyi belirlemez bir durumdadırlar; “Hiçbir şeyi belirlemem” ifadesinin kendisi de dahil. Çünkü bu dogmatik bir varsayım değildir, yani belirsiz bir şeyi onaylamak değildir, sadece duygularımızı gösteren bir ifadedir. Dolayısıyla Skeptikler “Hiçbir şey belirlemem” dediklerinde, şunu söylerler: “Sorgulanan şeylerin herhangi birisini dogmatikçe kabul etmeyecek ve reddetmeyecek bir duygu ve zihin durumu içerisindeyim”. Bunu söylediklerinde önerilen konuda onlara görüneni söylemektedirler. Dogmatikçe kendinden emin bir iddiada bulunmamakta, nasıl hissettiklerini betimlemekte ve aktarmaktadırlar.

24- “Her şey belirsizdir”
Belirsizlik, dogmatik yolla araştırılan bir şeyi, (yani belirsiz olanı), ne reddetmemize ne de kabul etmemize uygun, akılsal bir duygu, aklın bir duygusudur. Dolayısıyla Skeptik, “Her şey belirsizdir” dediği zaman, “- dir”i, “bana görünen” anlamında almaktadır. “Her şey” ile de, var olan her şeyi değil, Dogmatikçilerin araştırdığı belirsiz konuları kastetmektedir. “Belirsiz” ile de, karşıt olan ve çelişen şeyler arasında, ikna edicilik ve ikna ediciliğin yoksunluğu bağlamında, birinin ötekinden daha üstün, birinin ötekini geçmiş olmadığını kastetmektedir. Ve birisi nasıl “Git” dediğinde, “Sen git” demek istemektedir, “Her şey belirsizdir” diyen birisi de, bize göre, “bana göreceli olarak” veya “bana görünen biçimiyle” unsuruna işaret etmektedir. Dolayısıyla söylenmek istenen şey şudur: “İncelediğim Dogmatikçilerin araştırdığı konular bana öyle görünüyor ki, ikna edicilik veya ikna edicilikte yoksunluk konusunda, kendileriyle çelişeni geçmemektedirler, onlardan daha fazla bir üstünlük taşımamaktadırlar”

25- “Her şey kavranamazdır”
… Dolayısıyla söylenen şey şudur: “İncelemiş olduğum dogmatikçe araştırılan her şey bana kavranamaz gibi görünmektedir.” Bu, Dogmatikçiler tarafından araştırılan konuların kavranmalarını engelleyecek bir doğalarının olduğunu iddia etmek anlamına gelmemektedir. Daha ziyade duygumuzu aktarmaktadır. Buna uygun olarak şunu söyleriz: “Şu ana kadar, karşıtlar arasındaki eşit güç nedeniyle, bunların hiçbirisini kavrayamadım.” Sonuçta, çürütmek yoluyla ortaya atılan her şey bizim aktardıklarımızla ilgisiz görünmektedir.

26- “Kavramam yoktur” ve “Kavramıyorum”
“Kavramam yoktur” ve “Kavramıyorum” ifadeleri de Skeptiğin kendi duygularını göstermektedir. Buna uygun olarak, o an için, araştırılan belirsiz konuları kabul etmekten veya reddetmekten kaçınır. Bu, yukarıdaki ifadelerle ilgili olarak söylediklerimizden de açıktır.

27- “Her açıklamaya karşıt eşit bir açıklama vardır”
“Her açıklamaya karşıt eşit açıklama vardır” dediğimizde, “her” sözcüğünden, incelediğimiz her açıklamayı kastediyoruz. Seçilmemiş bir biçimde bütün açıklamalardan değil, bir şeyi dogmatik bir yolla kurandan, yani belirsizle ilgili olandan söz ediyoruz... “Eşit” derken ikna ediciliği ve bundan yoksunluğu kastediyoruz. “Karşıt” derken de genel anlamda “çelişen” şeyi anlıyoruz ve bunlara “bana göründüğü kadarıyla” ifadesini ekliyoruz. Onun için, “Her açıklamaya karşıt eşit bir açıklama vardır” derken, dolaylı olarak şunu söylüyorum: “İncelemiş olduğum ve dogmatik yolla bir şeyi kuran her açıklamaya karşı, buna karşıt ve ikna edicilik ve bundan yoksunluk bağlamında buna eşit, dogmatik yolla bir şey kurmaya çalışan başka bir açıklamanın olduğu görünüyor.” Dolayısıyla bu noktayı seslendirmek dogmatik bir şey değil, onu hissedene görünen insan duygusunun aktarımıdır.

28-Skeptik ifadeler için kurallar
Skeptik ifadelerin tamamı için şunun anlaşılması gerekmektedir: Biz onların doğru olduğunu iddia etmiyoruz… biz bize görüneni söylüyor ve dış şeylerin doğası hakkında kesin bir biçimde iddiada bulunmuyoruz.


Kitap 2

3- Ölçüt
Öncelikle şuna değinmek gerekiyor: Ölçüt, onunla gerçeğin, varlığın ve gerçek dışılığın, yokluğun yargılandığı şey de olabilir ve ona göre yaşamımızı yaşadığımız şey de olabilir. Bizim şimdiki amacımız doğruluk ölçütüyle ilgili söylenen şeyleri tartışmaktır. (Skeptisizmin ne olduğuyla ilgili açıklamamızda, diğer anlamdaki ölçütü ele almıştık).

Biz özellikle mantıksal ölçütü, dialektikle ilgili ölçütü ele almayı öneriyoruz. Ancak mantıksal ölçüt üç anlamda kullanılıyor: “kim tarafından”, “ne vasıtasıyla” ve “neye göre”. “Kim tarafından” burada insan oluyor. “Ne vasıtasıyla” algılar ya da akıl oluyor. “Neye göre”, insanın algılar ya da akıl yoluyla bir karara varmaya çalışmasına göre, görünüşün uygulaması, etkisi oluyor.
…Bundan sonra, doğruluk ölçütünü kavradıklarını aceleyle ve düşüncesizce söyleyenlere karşı geliştirdiğimiz akıl yürütmeye geçelim.
Tartışmaya başlıyoruz.

4- Doğruluk ölçütü var mıdır?
Şimdi, bununla ilgili tartışmanın ya karara bağlanabileceğini ya da bağlanamayacağını söyleyecekler. Eğer karara bağlanamıyorsa, yargının askıya alınması gerektiğini hemen kabul edecekler. Karara bağlanabiliyorsa, üzerinde anlaşma sağladığımız bir ölçüte sahip olmadan ve böyle bir şey bilmeden ve hala konuyu araştırırken, bunun neye göre yargılanacağını açıklasınlar.

Ölçütle ilgili anlaşmazlığın karara bağlanabilmesi için, üzerinde anlaşma sağladığımız ve sayesinde onu yargılayabileceğimiz bir ölçüte sahip olmamız gerekir. Böyle bir ölçüte sahip olabilmemiz için, ölçütle ilgili anlaşmazlığın önceden karara bağlanmış olması gerekir. Dolayısıyla bu tartışma bir döngüselliğe düşer ve ölçütün bulunması önünde bir engel teşkil eder. Çünkü onların bir ölçütü hipotetik olarak, bir hipotez olarak varsaymalarına izin vermeyiz. Bir ölçütü başka bir ölçütle yargılamak isterlerse de onları sonsuz gerilemeye zorlamış oluruz.
Ve yine, bir kanıt, kanıtlanmış bir ölçüte gereksinim duyduğu için ve bir ölçüt yargılanmış bir kanıta gereksinim duyduğu için, döngüselliğe düşmüş olurlar.

5- “Kim tarafından ölçütü”

İnsanlar, Dogmatikçilerin söyledikleriyle yola çıkarsak, sadece kavranamaz değil, düşünülemezdirler de.
Ancak tartışma uğruna bir taviz vererek insanın düşünülebileceğini kabul etsek de, onun kavranamaz olduğunu anlarız. Çünkü insan ruh ve bedenden oluşur, ancak belki de, ne beden ne de ruh kavranamazdır. Dolayısıyla insan da kavranamazdır.

Dogmatikçiler bu tartışmanın karara bağlanamayacağını söylerlerse, ruhun kavranamazlığını hemen kabul edeceklerdir. Karara bağlanabileceğini söylerlerse, neye göre karar vereceklerini açıklamalıdırlar. Algıyla karar veremezler, çünkü ruhun düşüncenin nesnesi olduğu söyleniyor. Akıl ile karar vereceklerini söylerlerse, biz de şunu söyleriz ki, akıl ruhun en belirsiz parçası olduğundan, (bu bazı insanların ruhun gerçekliği konusunda anlaşıp, akıl konusunda anlaşmazlığa düşmelerinden bellidir), ruhu akıl yoluyla kavramak ve tartışmayı böyle karara bağlamak istiyorlarsa, daha az sorgulanan bir şeyi daha çok sorgulanan bir şeyle karara bağlamak ve teyid etmek istiyorlar demektir, ki bu da saçmadır. Dolayısıyla, ruh ile ilgili tartışma akıl ile karara bağlanamaz. Dolayısıyla hiçbir şeyle karara bağlanamaz. Ancak durum böyleyse, ruh kavranamaz olur. Dolayısıyla insan da kavranamaz olur.

İnsanların kavranabilir olduğunu kabul etsek de, şeylerin insanlar tarafından yargılanması gerektiğini göstermek mümkün olmaz. Çünkü şeylerin insanlar tarafından yargılanması gerektiğini söyleyenler, bunu ya kanıtsız ya da kanıtla söyleyeceklerdir. Kanıtla olmaz çünkü kanıtın doğru olması ve yargılanmış olması gerekir, bir şeye dayanarak yargılanmış olması gerekir. Şimdi, anlaşmaya dayalı olarak kanıtın kendisinin neye göre yargılanabileceğini söyleyemeyeceğimize göre, (çünkü ölçütün kime göre olduğunu hala araştırıyoruz), kanıtı karara bağlayamayız. Bu nedenle ölçütü şu andaki açıklamamızla ilgili bir şeyle kanıtlayamayız. Şeyleri insanların yargılaması gerektiğini kanıt olmadan söylersek de, bu ikna edici olmayacaktır. Dolayısıyla, kime göre ölçütünün insanlar olduğunu söyleyemeyiz.

Ayrıca kime göre ölçütünün insanlar olduğu kime göre yargılanacak? Bunu bir yargıda bulunmadan ortaya atacaklarsa ikna edici olmazlar. Eğer bunun insanlar tarafından yargılanacağını söylerlerse, sorgulanan şeyin kendisini varsaymış olacaklar. Başka bir hayvan tarafından yargılanacaksa, bu hayvanın, ölçütün insanlar olduğunu yargılayabileceğini nasıl belirleyeceğiz? Eğer bu yargısız olacaksa… ikna edici bulunmayacaktır. Eğer bir yargıyla olacaksa, bir şey vasıtasıyla yargılanmak durumunda olacaktır. Eğer kendisi tarafından yargılanacaksa, aynı saçmalık devam edecektir, (sorgulanan şey sorgulanan şey tarafından yargılanacaktır). Eğer insanlar tarafından yargılanacaksa, döngüsel duruma girilmiş olunacak. Bunlardan farklı bir şey tarafından yargılanacaksa, kim tarafından ölçütünü yine sormalıyız ve bu da böyle sonsuza dek gider. Bu nedenle de, şeylerin insanlar tarafından yargılanması gerektiğini söyleyemeyiz.

Ancak şunu varsayalım ki ve bu konuda ikna olunduğunu düşünelim ki, şeyler insanlar tarafından yargılanmalıdır. Şimdi insanlar arasında bir çok farklılık olduğuna göre, Dogmatikçilerin önce, bu insana katılmamız konusunda kendi aralarında anlaşmaya varmalarını beklemeliyiz ve sadece o zaman bize, ona katılmamızı söylemelerine izin vermeliyiz. Ancak bu konuda, deyimde olduğu gibi, “Su aktığı sürece ve ağaçlar büyüdüğü sürece”, tartışmaya devam edeceklerse, herhangi birisine aceleyle katılmamızı nasıl beklerler?

Eğer bilge olanı ikna edici bulmamız gerektiğini söylerlerse, onlara “hangi bilge?” diye sormalıyız. Epikuros’a göre bilge olan mı, Stoacılara göre bilge olan mı, Kirene bilgesi mi, yoksa Kinik mi? Bunun yanıtı konusunda anlaşamazlar. Ve birisi, bilge olanı aramayı bırakıp sadece şu anda en zeki olanı en ikna edici bulmamız gerektiğini söylerse, o zaman, ilk olarak, kimin diğerinden daha zeki olduğunu tartışmaya başlayacaklardır. İkinci olarak, günümüzde ve geçmişte, kimin en zeki olduğu konusunda anlaştıklarını kabul etsek de, yine ikna edici olmayacaktır. Çünkü çok sayıda, nitekim oldukça sonsuz derecede çok sayıda zekilik dereceleri ve aşamaları olduğuna göre, biz de, günümüzde ve geçmişte olanlardan daha zeki birisinin doğabileceğini söyleriz... Ve bu kişi doğduğunda, ondan daha zeki başka birisinin de doğmasını beklemeliyiz ve ondan da zekisinin doğmasını ve sonsuza dek bu böyle gider… Onun için, geçmişte ve günümüzdekilerin içinde birisinin en zekisi olduğuna izin verilecek olsa bile, ondan daha zekisinin olamayacağını olumlayarak iddia edemeyeceğimize göre, (çünkü bu belirsizdir), daha sonra var olacak daha zeki insanın yargısını her zaman beklemek zorunda kalırız ve şu anda daha üstün olana hiçbir zaman katılamayız.

Taviz vererek, bu hipotetik zeki insandan daha zekisinin şu anda ve geçmişte olmadığını ve bundan sonra da olmayacağını kabul etsek bile, yine de bu kişiyi ikna edici bulmak yerinde olmaz. Çünkü zeki insanlar, bir şeyi oluşturmaya çalışırken, akla yatkın olmayan bir şeyi akla yatkınmış ve doğruymuş gibi göstermekte ustadırlar. Onun için, bizim uyanık insanımız bir şey söylediğinde, nesneyi doğasında olduğu gibi mi, yoksa yanlış olduğu halde doğruymuş gibi mi betimlediğini bilemeyiz; yanlış bir şeyin doğru olduğuna bizi ikna etmeye çalışıp çalışmadığını bilemeyiz. Çünkü o herkesin en zekisidir. Onun için bizim tarafımızdan çürütülemez. Dolayısıyla ona bile şeyleri doğru yargıladığına dair onay vermemeliyiz, çünkü onun doğruyu söylediğini düşünürken, aşırı uyanıklığından dolayı, yanlış şeyleri doğru gibi ortaya koymak tutkusundan dolayı bunları söylediğini düşünürüz. Bu nedenlerle şeyleri yargılarken, herkesten daha uyanık olanı da ikna edici bulmamalıyız.

Eğer birisi, çoğunluğun anlaştığı şeye katılmamız gerektiğini söylerse, bunun da yararsız olduğunu söylemeliyiz. Çünkü, öncelikle “doğru olan” şüphesiz ki nadir olandır ve bu nedenle bir kişinin çoğunluktan daha akıllı olması mümkündür.

Bunun da ötesinde, skeptisizmin ikinci tartışma noktasında da söylediğimiz gibi, yargılar arasındaki sayısal farklar kavranamazdır. Çünkü sonsuz sayıda bireyler, insanlar vardır ve onların bütün yargılarını gözden geçiremeyiz. Çoğunluğun neyi iddia ettiğini, azınlığın neyi iddia ettiğini kestiremeyiz.

6- “Hangisi vasıtasıyla” ölçütü
Dogmatikçilerin arasında bu konudaki tartışma oldukça büyük ve sonsuzdur...
Onların düşüncesine göre, şeyleri yargılayanlar insanlar olduğuna göre ve onların da katıldığı gibi, insanların algılar ve akıl dışında, yargılamalarını sağlayacak bir yetileri olmadığına göre, o zaman, eğer, sadece algılarla veya sadece akılla veya ikisiyle de yargıda bulunamayacaklarını gösterirsek, bütün düşüncelerine, eksiksiz ve tam bir biçimde karşı çıkmış olacağız. Çünkü hepsinin bu üç pozisyona indirgenebileceği görülüyor.

Algılarla başlayalım. Bazıları, algıların boş olduğunu, algıların kavradığı şeylerin hiçbirisinin var olmadığını, başkaları da, algıların etkilediğini düşündükleri her şeyin var olduğunu, daha başkaları da, bu şeylerden bazılarının var olduğunu bazılarının ise var olmadığını söyledikleri için, hangisine katılacağımızı bilemeyiz. Bu tartışmayı algılarla karara bağlayamayız, çünkü onların boş mu olduğunu yoksa şeyleri gerçekten kavradıklarını mı halen araştırmaktayız. Bu tartışmayı başka bir şeyle de karara bağlayamayız, çünkü önümüzdeki hipoteze göre, yargılayabileceğimiz başka bir ölçüt yoktur...

Ancak, tartışma uğruna, algıların şeyleri kavrama yeteneğine sahip olduğunu varsaysak bile, dış nesnelerin yargılanması konusunda yine ikna edici olmayacaklardır. Sonuçta algılar, dış nesneler tarafından karşıt biçimlerde etkilenirler. Örneğin aynı balın tadı, aynı zamanda ekşi de olabilir tatlı da veya aynı renk aynı zamanda kan kırmızısı da olabilir, beyaz da. Koku da kendisiyle anlaşamaz. Baş ağrısı olanlar reçinenin rahatsız edici olduğunu, bu durumda olmayanlar onun hoş olduğunu söylerler. Çıldırmış insanlar başkalarının onlarla konuştuklarını düşünürler, biz ise hiçbir şey duymayız. Aynı su, sıcaklığından ötürü, ateşi olanlara rahatsız edici gelir, başkalarına ise ılık gelir. Şimdi, bütün görünüşlerin doğru olduğunu veya bazılarının doğru bazılarının yanlış olduğunu veya hepsinin yanlış olduğunu söylemek olanaksızdır. Çünkü, neyi tercih edeceğimizi sağlayacak, üzerinde anlaşma sağlanmış bir ölçütümüz yoktur. Aynı şekilde, hem yargılanmış hem de doğru olan bir kanıtımız da yoktur, çünkü doğru kanıtların karara bağlanmasını sağlayacak doğruluk ölçütünü hala sorgulamakta ve araştırmaktayız.

Bu nedenlerle birisi bizim, doğal olmayan koşullardakileri değil, doğal durumlarda olan kişileri ikna edici bulmamızı isterse, saçma bir şey söylemiş olur. Bunu bir kanıt olmadan söylerse ikna edici olmaz ve daha önceden söylenen nedenden ötürü doğru ve yargılanmış bir kanıta sahip olamaz. Ancak, doğal koşullar altında olanların görünüşlerinin ikna edici, doğal olmayan koşullarda olanlarınkinin ikna edici olmadığını kabul edecek olsak bile, dış nesneleri sadece algılarla yargılamamız olanaksız olacaktır. Sonuçta görme yetisi, doğal durumunda da, aynı kuleyi aynı zamanda hem yuvarlak hem kare olarak görebilir; tat yetisi aynı yemeği, tok olunduğunda rahatsız edici, aç olunduğunda hoşnut edici biçimde algılar; duyma yetisi, aynı sesi geceleri yüksek, gündüzleri alçak duyar… Bu nedenlerle, algılar doğal koşullarda olduklarında da birbirleriyle çeliştikleri için ve bu tartışma, bunu yargılayacak ve üzerinde anlaşma sağlanmış bir ölçüt bulunmadığı için, karara bağlanamamakta ve aynı çıkmaz sürmektedir.

Şimdi akıl ile ilgili açıklamamıza dönelim. Bizim, nesneleri yargılamamız için sadece akla yönelmemizi isteyenler, öncelikle aklın varlığının kavranabilir olduğunu gösteremeyeceklerdir. Gorgias, hiçbir şeyin var olmadığını söylerken, aklın da olmadığını söylerken, başkaları aklın gerçek olduğunu söylemektedirler. Bu durumda bu tartışmayı nasıl karara bağlayacaklardır? Akıl yoluyla olamayacaktır, çünkü bu durumda sorgulanan şeyi varsaymış olurlar. Başka bir şeyle de olmayacaktır, çünkü şunu söylemektedirler ki, önümüzdeki hipoteze göre, nesneleri yargılayacak başka bir şey yoktur.

Ancak bir hipotez olarak, aklın kavranabildiğini ve var olduğunu varsayalım: Bu durumda da aklın nesneleri ve olayları yargılayamayacağını söylüyorum. Çünkü kendisini bile tam olarak göremezken, kendi tözünü, nasıl meydana geldiğini, nasıl var olduğunu, nerede var olduğunu tartışırken, başka şeyleri tam olarak nasıl kavrayacak?

Aklın nesneleri yargılayabileceğini varsaysak da, neye göre yargılayacağını bulamayız. Çünkü akıllar arasında birçok farklılık vardır. Hiçbir şeyin var olmadığını söyleyen Gorgias’ın aklı bir tarafta, her şeyin var olduğunu söyleyen Herakleitos’un aklı öteki tarafta ve bazı şeylerin var olduğunu bazılarının var olmadığını söyleyenler başka bir tarafta. Bu konudaki farklılıkları nasıl karara bağlayacağımızı bilemiyoruz. Birinin aklı değil de ötekinin aklını takip etmemizin yerinde olduğunu da söyleyemiyoruz. Çünkü belli bir akıl ile yargılamaya giriştiğimiz zaman, tartışmanın bir tarafında yer alarak, sorgulanan şeyi varsaymış oluyoruz...

Nesneleri hem algılarla hem de akılla yargılamamız gerektiği seçeneği kalıyor, ancak bu da olanaksız. Çünkü algılar aklı kavramaya yöneltemeyeceği gibi, aslında ona karşıttırlar. Sonuçta, bal bazı insanlara hem acı hem tatlı görününce, Demokritos tatlı da acı da olmadığını söyledi, Herakleitos ise, ikisi de olduğunu söyledi. Aynı tartışma diğer algılar ve nesneleri için de geçerli. Bu şekilde, eğer akıl başlangıç noktasını algılardan alırsa, farklı ve çelişkili iddialar ortaya atacaktır. Bu da kavramanın ölçütüne yabancı bir şeydir.

7- “Hangisine göre” ölçütü
Görünüşlerin kavranabileceğini kabul etsek bile, nesneler ve olaylar görünüşlere göre yargılanamazlar. Çünkü, Dogmatikçilerin söylediğine göre, akıl, dış nesnelerle doğrudan temasa geçip görünüşleri onlardan almaz, bunu algılar yoluyla yapar ve algılar dış nesneleri kavramaz, bir şeyi kavrayabilse, sadece kendi duygularını kavrar. O zaman görünüş aslında, algının duygusu olur, ki bu da dış nesnenin kendisinden farklıdır. Çünkü bal, benim tatlıca etkilenmemle aynı şey değildir, pelin bitkisi, benim ekşice etkilenmemle aynı şey değildir, bunlar farklıdırlar. Bu duygu dış nesneden farklı bir şey ise, görünüş de dış nesnenin görünüşü değil, ondan farklı bir şeyin görünüşü olur. Öyleyse, akıl görünüşlere göre yargıda bulunuyorsa, bu kötü bir yargı olur ve var olan nesnelerle ilgili olmaz.

Ruhun, dış nesneleri, algıların duygularının dış nesnelerle benzerlik taşıdığını öne sürerek, duyu algılarıyla kavradığını da söyleyemeyiz. Akıl, (yargının askıya alınmasıyla ilgili tartışma noktalarında çıkarımsadığımız gibi), kendisi dış nesnelerle temas kurmuyorsa ve algılar da bu nesnelerin doğasını değil, sadece kendi duygularını açıklığa kavuşturuyorsa, aynı akıl, algıların duygularının, algılanan nesneler gibi olduğunu nasıl bilecek? Nasıl ki Sokrates’i tanımayan birisi onun resmini görünce, resmin Sokrates gibi olup olmadığını bilmeyecek, akıl da, algıların duygularını incelerken, ancak dış nesneleri gözlemlemezken, algıların duygularının dış nesneler gibi olup olmadığını bilemez. Bu nedenle, nesneleri yargılarken, bu benzerlik meselesine güvenemeyiz.

Ancak, tartışma uğruna, görünüşlerin sadece düşünülebileceğini ve kavranabileceğini değil, nesnelerin onlara göre yargılanabileceğini de kabul edelim… Bu durumda ya her görünüşü ikna edici bulacağız ve ona göre karar vereceğiz ya da sadece bazılarını ikna edici bulacağız. Her görünüşü ikna edici bulursak, o zaman Xeniades’in, hiçbir görünüşün ikna edici olmadığına dair görünüşünü de ikna edici bulacağız ki, bu tartışmayı tersine çevirip her görünüşün ikna edici olmadığı görüşüne götürür… Eğer bazıları ise, şu görünüşlerin ikna edici olduğunu diğerlerinin öyle olmadığını nasıl yargılayacağız? Buna görünüşe dayanmadan karar vereceksek, o zaman görünüşlerin yargılamak için yetersiz olduğunu kabul edecekler... Görünüşlerle yargılayacaksak, başka görünüşleri yargılamalarını sağlayacak görünüşü nasıl bulacaklar? Bu ikinci görünüşü de yargılamak için başka bir görünüşe gereksinim duyacaklar ve bu böyle sonsuza dek gidecek. Oysa sonsuz sayıda karar vermek olanaksızdır. Bu nedenle hangi görünüşün ölçüt olup hangisinin olmayacağını bulmak olanaksızdır...

Şunu görmelisiniz ki, doğruluk ölçütlerinin gerçek dışı olduğunu iddia etmiyoruz, çünkü bu da dogmatik olurdu. Daha ziyade, Dogmatikçilerin bir doğruluk ölçütünü akla yatkın bir biçimde buldukları görüldüğü için, biz de onlara karşı akla yatkın görünen tartışmalar oluşturduk. Bunların ne doğru ne de karşıtlarından daha akla yatkın olduğunu iddia etmedik. Görünüş itibarıyla bu tartışmaların ve Dogmatikçi ürettiği tartışmaların eşit akla yatkınlığı nedeniyle, yargının askıya alınması sonucuna vardık.

14- Tümdengelimler
Şimdi bu önerme, “Her insan hayvandır” önermesi, tikellerden tümevarımsal bir biçimde teyid ediliyor. İnsan olan Sokrates’in hayvan da olmasından, benzer bir biçimde Platon’un ve Dio’nun ve her tikelin aynı olmasından, her insanın hayvan olduğunu tesbit etmek olası görünüyor. Sadece bir tikel diğerleriyle çelişirse, tümel önerme akla yatkın olmaz. Örneğin çoğu hayvan alt çenelerini hareket ettiriyorsa ancak sadece timsah üst çenesini hareket ettiriyorsa, “Her hayvan alt çenesini hareket ettirir” önermesi doğru olmaz. Onun için biz de, “Her insan bir hayvandır. Sokrates insandır. Öyleyse Sokrates bir hayvandır” deriz ve “Her insan bir hayvandır” tümel önermesinden “Öyleyse Sokrates bir hayvandır” tikel önermesini çıkartırız; burada da aslında tümel önerme tümevarımla teyid edilir, böylece de bir döngüselliğe düşerler. Tümel önermeyi tümevarım yoluyla tikelle teyid eder, tikelleri de tümdengelimle tümelden çıkartırlar.

15- Tümevarım
Bence, tümevarım yöntemini reddetmek kolaydır. Çünkü onunla, tümelleri tikellere dayanarak ikna edici hale getirmek istedikleri için, bunu ya bütün tikelleri gözlemleyerek ya da bazılarını gözlemleyerek yapacaklar. Bazılarını gözlemleyerek yapacaklarsa, tümevarım sağlam olmaz, çünkü tümevarımda atlanan bazı tikeller tümel ile çelişebilir, tümeli çürütebilir. Hepsini gözlemleyerek yapacaklarsa, olanaksız bir işe girişmiş olurlar, çünkü tikeller sonsuz ve sınırsızdır. Dolayısıyla her durumda, bence, tümevarım sallantılı hale düşer.

16-Tanımlar
Dogmatikçiler, felsefenin mantık bölümünde sıraladıkları tanım teknikleriyle de çok gurur duyarlar..

… onlar tanımları her zaman, bir şeyi kavramak ve bir şeyi öğretmek için vazgeçilmez olarak gösterirler.

Konuya hemen girecek olursak, tanımın nesnesini bilmeyen birisi, bilmediği şeyi tanımlayamazsa ve diğer taraftan da bunu bilen birisi bunu tanımlamaya başlarsa, ancak bunu tanımına dayanarak kavramazsa, sadece önceden kavranmış bir nesneye bir tanım oluşturursa, o zaman tanımların şeylerin kavranması için gerekli olduğunu söyleyemeyiz. Eğer mutlak bir biçimde her şeyi tanımlamak istersek, sonsuz gerileme nedeniyle, hiçbir şeyi tanımlayamayız. Öte yandan, eğer bazı şeylerin tanımsız da kavranabileceğini kabul edersek, o zaman tanımların kavramak için gerekli olmadığını söylemiş oluruz. Çünkü tanımlanmadığı halde kavranan birçok şeyde olduğu gibi, tanımlanmamış diğer şeyleri de kavrayabiliriz. Dolayısıyla sonsuz gerileme nedeniyle ya hiçbir şeyi tanımlayamayız ya da tanımların gereksiz olduğunu söylemeliyiz.

Yine, tanımları tanımlanan şeyle kararlaştırıyorlar ve tanımlanan şeyin hepsine ya da bir kısmına ait olmayan bir şeyi içeren tanımların hatalı olduğunu söylüyorlar. Bu nedenle, birisi, “İnsan ölümsüz rasyonel bir hayvandır” veya “İnsan okur yazar ölümlü rasyonel bir hayvandır” dediği zaman, (birinde insanların hiçbirisi ölümsüz olmadığı için, diğerinde bazıları okur yazar olmadığı için), bu tanımın hatalı olduğunu söylüyorlar. Ancak belki de tanımlar aslında, onların tanımlanmasını sağlayan tikellerin sonsuz sayıda olmasından dolayı karara bağlanamıyordur...

Tanımların, kavramak, öğretmek veya genel anlamda aydınlatmak için yararlı olduğunu söylemek, tanımlar bizi böyle belirsizlik içine sokarken, şüphesiz ki gülünç bir şeydir. Örneğin, ufak bir gülünçlüğe daha girecek olursak: Birisinin size, ata binen ve bir köpeğe öncülük eden bir insanı görüp görmediğinizi sorduğunu ve soruyu, “Düşünce ve bilgi sahibi ölümlü rasyonel hayvan! Gülme yetisi olan ve siyasal bilgi sahibi, geniş tırnaklı, kalçalarını kişneyen ölümlü bir hayvanın üzerine sermiş ve dört ayaklı havlayan bir hayvana öncülük eden bir hayvan gördünüz mü?” biçiminde sorduğunu varsayalım. Böyle aşikar ve malum bir konuyu, tanımlar nedeniyle, böyle belirsiz bir hale soktuğu için, bu kişi gülünç duruma düşmez mi?

Bunları dikkate aldığımızda, o zaman, tanımların yararsız olduğunu söylemeliyiz. İster bir hatırlatma mahiyetinde olsun, ister bizi nesnelerin kavramına götürdüğü söylensin… ister bir şeyi bir şey yapanın, özün ne olduğunu açıkladığı söylensin…

18- Bir sözcüğün anlamlara bölünmesi
Örneğin, anlaşılır bir biçimde, bilimlerin doğası gereği, doğaya göre olanla ilgilendiği, geleneğe göre biçimlenenle ilgilenmediğini söylüyorlar. Çünkü bilim sağlam ve değişmez olmalı, oysa geleneğe göre olan, bize bağlı olarak geleneklerin farklılaşmasıyla, kolay ve hazır bir biçim de değişime açıktır. Dolayısıyla, sözcükler doğaya göre, doğası gereği değil, geleneğe göre anlam kazandığı için, (aksi halde, Yunanlılar ve yabancılar fark etmeksizin herkes bizim ifadelerimizle aynı şeyi anlardı, kaldı ki anlatılan şeyi hangi sözcükle… anlatacağımız ve nasıl göstereceğimiz ve anlamlandıracağımız bize bağlıdır), adların anlamlara bölünmesiyle ilgili nasıl bir bilim olabilir? Ya da bazılarının sandığı gibi diyalektik, mantık, nasıl anlamın, anlatılanın bilimi olabilir?

2 Yorumlar

Adsız
31 Ocak 2009 02:12  

tarih eğer septisizmin yolunda gitseydi nerede olurduk bilemezdik.şüphe bilimde çok iyi bir yöntemdir.descartesinde felsefesinde yöntem olarak esas aldığı şüpheydi.fakat bu uçuruma sürükleyen septisizm herşeyi bir paradoxa çeviriyor.asla saçma değil bana göre fakat şöyle bir durum var;10 metre yürü. neye göre? işte bu soru bir referans noktası isteyen bir soru.bilgiyi elde etmek istediğimizde onun gerçek bilgisini bilmeyebiliriz fakat günlük yaşamımızı kolaylaştırmak için referanslara ihtiyacımız vardır.hava çok soğuk dediğimde hava bana göre 10 derece olabilir sibiryalıya da göre -10 derece.burda kimse mutlak soğuktan bahsetmediğimizi anlar.sorun onun gerçek bilgisini öğrenmek olduğunda bu felsefe çok sağlam dayanaklara sahiptir gerçekten de.zaten yazarımız da başında belirtmiş bunu.teşekkür ederim çok beğendim bu makaleyi.

Adsız
2 Mart 2015 16:02  

septisizm ölçüt ve kanıt arasındaki donguselliğe dayalı olduğu için kendi içinde de çok kolay çelişebilir bu yuzden dusunce yollarına saygı duymakla birlikte şupheci felsefenin golgesinde kalmış bir dusunus şekli olduğunu dusunuyorum

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP