Soru 15: Elea Okulunun Herakleitos'a karşı savunduğu görüşler nelerdi?

Herakleitos_varlıgın_temelinin "degişme","oluş" ve "akış" oldugunu ileri sürmüştü.Bu filozofa göre "kendi kendisiyle aynı kalan" ve "degişmeyen" varlık kavramı,bir yanılgıdan ve kuruntudan başka bir şey degildi.Gerçek ve temel olan "degişmeydi";"degişmemek" ise sadece bir hayaldi; bizim sathi bilgi ve görüşlerimizden dogan bir sanıydı.

Elea Okulu, Herakleitos'un bu görüşlerinin tam tersini savunmuştur. Bu okulun görüşlerine temel teşkil edenilk fikirleri, Ksenoplbanes,in (i.Ö. 569-477) ileri sürdüğüsöylenir. Ege kıyısında Kolophon'da yetişen bu düşünür,daha sonra güney İtalya'da yaşamıştır. Elea okulunun asıl kurucusu olan Parmenides'e öğretmenlik yapmıştır. «Tüm varlık, bir'dir» ya da «bütün varliklar, bir tek'dir» şeklinde
dilimize aktarabileceğimiz sözü, ilk olarak Ksenophanes'in söylediği ileri sürülür. Filozof,daha çok yunan dinindekitanrı kavramını ele alarak eleştirmiştir.Homeros ve Hesiodos gibi_yunan şairlerinin, tanrıları insanlar şeklinde tasavvur ederek, insanlar gibi çeşitli kötülükler yaptıklarını şiirlerinde tasvir etmelerinin yanlış ve gülünç oldugunu ileri sürmüştür.

Ksenophanes'e göre tanrı, tepeden tırnağa görüş, duyuş, ve anlayıştır;hareket etmez ve bölünemez her şeyi sadece düşüncesiyle yönetir. Ne şekil ne_de anlayışgücü bakımından insana benzer. Aristotales Ksenophanes'in evreni bir bütün olarak ele aldıgını ve_evrende gördüğü birliği «tanrı» diye adlandırdığını söyler —Tanrı Bir'dir. Elealıların «Bir ve Tüm» kavramının köklerine, dinî bir anlayış içinde de olsa, Ksenophanes'te rastlanmakladır. Filozof, tanrı_hakkındaki bu düşünceleriyle, «tektanrıcılık» görüşünün ortaya çıkmasına önayak olmuştur. Nitekim daha sonraki filozoflar da, yunan dininin, tanrıları insanlara benzetmesine yani «antropomorfizm» adı verilen görûşe karşı çıkmışlardı.

Elea okulunun gerçek kurucusu olan Parmenides (İ.Ö. 540-480), görüşlerini, «Tabiat Üzerine» adlı şiirinde açıklamıştır. Parçaları günümüze kadar kalan bu felsefî ve öğretici şiir, iki bölüme ayrılmıştır. Filozof, birinci bölümde, varlık'ın ne olduğunu araştırır. Ksenophanes'in düşüncelerini geliştirip iyice soyutlayarak saf ve basit bir varlık kavramına ulaşır. Bu varlığın, duyularımızla tanıdığımız gerçeğin tam karşıtı olduğunu ileri sürer. Duyularımız, durmadan değişen ve içinde bir çok varlığın bulunduğu bir gerçeği tanıtmaktadır bize. Ama bu değişen ve çokluk gösteren gerçek, bir hayaldir; bir kuruntu ve aldanıştır. Bu gerçek, aslında mevcut bile değildir.

Asıl varlık ne ortaya çıkan ne kaybolan bir şeydir. Asıl varlık, kendi kendisinin aynıdır, tümdür; kendi kendisi içine kapalıdır; değişikliğe uğramaz, sınırı yoktur, bölünemez, zaman içinde olmadığı halde yine de vardır. Parmenides buna, «Bir» ya da «Bir-olan» der. «lBir»den başka şey mevcut değildir.

ikinci bölümde ise, duyuların tanıttığı değişme ve çokluk dünyasının nereden türemiş olduğunu açıklar. Duyuların tanıttığı gelip geçici olaylar dünyasının mevcut olmadığını ve aslında sadece değişmeyen ve tek bir varlığın bulunduğunu ileri sürmesine rağmen, Parmenides, bu açıklamayı yapmak zorunluğunu duymuştur. Bunu, insanların zihinlerindeki sanıları ve aldanışları açığa çıkarmak için yaptığını iddia eder. Parmenides'e göre, tabiattaki varlıklar ve olaylar, soğuk ile sıcak ya da ateş ile toprak gibi iki değişmez unsurun birbirine karışmasından ortaya çıkar. Aris¬toteles'in söylediğine göre, Parmenides, sıcağı varlık'la, soğuğu da varlık - olmayan'la ilintili olarak düşünmüştür. 'Bütün varlıklar, bu iki karşıtlıktan oluşmuştur; ateşin oranı fazlalaştıkça, varlık, hayat ve bilinç de artar; soğuk ve hareketsizliğin oranı arttıkça ölüm ağır basar.

Parmenides'in gerçek varlık ile duyuların tanıttığı gelip geçici ve aldatıcı dünya hakkında, ileri sürdüğü bu görüşler arasında bir çelişme ve tutarsızlık vardır. Eserinin birinci bölümünde, değişen ve çokluk gösteren duyusal dünyanın mevcut olmadığını söylediği halde, ikinci bölümünde, bu dünyanın hiç olmazsa insanların düşünüşlerinde mevcut olduğunu kabul etmekte ve açıklamaya çalışmaktadır. Parmenides'in felsefesinde, varlık ile varlıık-olmayan bir ile çok (çokluk), yan-yana bulunmakta ve bu çelişme açıklanmamaktadır. («A History of Philosophy,» A. Sdhvvegler, s. 34).

Bununla birlikte, Parmenides, duyularımızın bizi aldatabileceğine dikkati çekmiş bir düşünürdür. Duyular, değişen ve çokluk gösteren gerçeği tanıtmaktadırlar bize. Ve böylece, asıl varlığın bilgisini değil, varlık-olmayanın aldatıcı bilgisini ver-
mektedirler. Asıl varlığı kavramamızı sağlayan araç, duyular değil düşüncedir; ancak düşüncemize güvenebiliriz. Parmonides'in kendisi, duyulardan ve deneyden kaçınarak, hakikati sadece düşünceyle bulmağa çalıştığı için soyut ve bilimsel balkımdan verimli olmayan bir felsefe ortaya koymuştu. Ama duyuların verdiği bilginin değeri üzerinde ileri sürdüğü eleştirmeler, bilgi teorisi bakımından bazı problemlere dikkati çekmişti. Ayrıca, bilginin oluşmasında, dü¬şüncenin ve akılyürütmenin önemi üzerinde duran Parmenides, mantık araştırmalarının öncüsü olmuştu. Bertrand Russell, Parmenides'in felsefe tarihi bakımından taşıdığı önemi, «cevher» (töz) fikrini ilk olarak ortaya koymuş ol¬masında bulur. («A History of VVestern Philosophy», s. 71. London, 1948.)

Parmenides, tam anlamıyla tutarlı bir felsefe ortaya koyabilmek için, duyuların bize tanıttığı değişme ve çokluk dünyasını kökünden inkâr etmek zorundaydı, ama yukarda görüldüğü gibi bunu yapamamıştı. Parmenides'in yapama¬dığı bu iş, soyut düşünce ve mantık planında, öğrencisi Elealı Zenon tarafından gerçekleştirilmeye çalışıldı. Zenon'un (i.ö. 490-430) amacı, değişme, hareket ve çokluğun görüldüğü duyular dünyası hakkındaki düşüncelerimizin, mantık bakımından çözülemez çelişmelerle yüklü olduğunu göstermekti. Böylece, değişmenin, hareketin ve çokluğun düşünül'mesinin imkânsız olduğunu; bunların gerçekte varolmadıklarını ve asıl varlığın değişmeyen «Bir» olduğunu ispatlamak istiyordu. Varlığın çokluk halinde olmasının düşünülemeyeceğini ispatlamak için Zenon şöyle akıl yürütüyor: Varolanı meydana getiren parçalar ya bölünemezler (o zaman çokluk söz konusu değildir) ya da sonsuz olarak bölünürler ve büyüklükleri yoktur; yani sonsuz olarak küçüktürler. Sonsuz olarak küçükseler yani büyüklükleri yoksa, onların bir araya gelmesinden de bir büyüklük elde edilemez. Oysa varolan nesneler, uzayda yer kaplamaktadırlar, yani belirli bir büyüklükleri vardır. Parçaların herhangi bir büyüklüğü olduğunu kabul edersek,yani uzayda yer kapladıklarını söylersek; o zaman, bunların bir araya gel¬mesiyle sonsuz bir büyüklük (belirli bir büyüklük değil) ortaya çıkar.

Demek ki, bölünme ve bunun sonucu olan çokluk, bir hayalden başka şey değildir; mantıkî olarak kavranamaz. Zenon, varolan nesnelerin; sayı bakımından hem sonlu hem sonsuz olduğunu ileri sürer. Sayıca sonlu iseler, eksiksiz fazlasız ne kadarsalar o kadardırlar. Ama aynı zamanda sonsuzdurlar, çünkü iki parçanın olabilmesi için, bu iki parçanın arasında bir üçüncü parçanın bulunması, bu üç parçanın bulunması için de aralarında başka parçaların bulunması ve bunun sonsuza kadar sürmesi gerekir. Asıl varlığın kendi içine kapalı, dopdolu bir varlık olduğunu ispatlamak isteyen Zenon, boş uzayın varlığını da inkâr ediyor.

Filozofa göre, varlık bir uzay içindeyse; bu uzayın da başka bir uzayın içinde bulunması, onun da bir başka uzayın idinde bulunması ve bunun sonsuza kadar sürmesi gerekir. Çokluğun ve boş uzayın düşünülemeyeceğini ispatlamaya çalışan Zenon'un en ünlü kanıtı (delili), hareketin düşünülemeyeceğini ve mümkün olamayacağını göstermek için ileri sürdüğü Ashilleus ve kaplumbağa kanıtıdır. Ashilleus ile kaplumbağa yarışa girmişlerdir ama kaplumbağa yarışa Ashilleus'ten biraz daha ilerden başlamıştır. Zenon, çok süratli koşabilen Ashilleus'ün kaplumbağaya hiç bir zaman yetişemeyeceğini söyler. Çünkü kaplumbağaya yetişmesi için, önce kaplumbağanın yarışa başladığı yere ulaşması gereklidir. Ama bu yere vardığı sırada, kaplumbağa belli bir yol almış olacaktır. Ashilleus'ün bu farkı kapatması gerekecektir. Ama farkı kapatırken, kaplumbağa yeniden belli bir mesafeyi aşmış olacaktır ve bu sonsuza kadar devam edecektir. Zenon, hareketin imkânsızlığını ünlü «ok kanıtı»yla da göstermeye çalışmıştır: Atılan bir okun hareket ettiğini sanırız. Oysa, ok, hedefe varmak için, atıldığı yer ile hedef arasındaki mesafenin her noktasını bir bir geçmek, yani her noktada ayrı ayrı bulunmak zorundadır. Bulunmak, durmak demek olduğuna göre, ok, bütün uçuş süresince duruyor yani hareket etmiyor demektir.

Zenon'un doğru gibi görünen bu kanıtları, aslında, hareketin «süreksiz» bir gerçek olduğunun düşünülmesinden ileri gelmektedir. Başka bir deyişle, düşüncenin sonsuz olarak bölücü ve süreksizlik ortaya koyucu gücünün, sürekli bir gerçek, ya da bir ilişki olan harekete uygulanmasından doğmaktadır. Hareket, süreksizlik ve kesikliği değil ilişkiyi ve bağlantıyı içinde taşıyan bir gerçektir. Nitekim, bir dostluğun, dostluklardan değil de, dost olan kimselerden ortaya çıkması ya da bir soyağacının (şecerenin), soyağaçlarından değil de insanlardan ortaya çıkması gibi; hareket te, hareketlerden değil, hareketlerden ortaya çıkmaktadır. («A History of VVestery Philosoplhy», Bertrand Russell, s. 834, London, 1948). Demek ki, Zenon'un, uzay içindeki yer değiştirmeyi '(imkânsız olarak göstermek için ileri sürdüğü ve «antinomia» diye ün salan bu kanıtı ve buna benzer öteki kanıtları, filozofları tarih boyunca uğraştırmış olduğu halde, usta bir mantık oyunundan başka şey değildir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP