Yaptırım Fikrinin Eleştirisi
|
— JEAN-MARIE GUYAU
saygınlığın klasik kuramında, öncelikle sadece istencin özdeğerini ifade eden "kusur işledim" şu anlamı almaktadır: "Bir cezayı hakettim" ve böylece içerinin dışarıyla olan ilişkisini ifade etmektedir. Ahlaksaldan duyarlılığa ve varlığımızın derin kısımlarından yüzeysel kısımlarına bu ani geçiş bize doğrulanamaz görünmektedir. Bu, diğerlerine göre irade varsayımında daha çok olmaktadır. Aslında bu varsayıma göre, insanın çeşitli yetileri birbirlerine gerçekten bağlanmamışlardır ve birbirleri tarafindan belirlenmemişlerdir: istenç, duyarlılıktan kendiliğinden çıkan, zekanın saf bir ürünü değildir; o halde duyarlılık varlığın gerçek merkezi değildir ve istenç için nasıl yanıt verdiğini anlamak zor hale gelmektedir.
Eğer istenç kötülüğü özgürce istemişse bu, neden rolü yerine sadece dürtü rolünü oynamış olan duyarlılığın hatası değildir. Günah ödeme bahanesiyle, hatanın ahlaksal kötülüğüne cezanın duyarlı kötülüğünü ekleyiniz, hiçbir şeyi onarmadan kötülüklerin toplamını ikiye katlamış olursunuz.... Eğer sosyal fayda hesaba katılmazsa katil tarafından işlenen cinayetle cellat tarafından gerçekleştirilen adam öldürme arasında ne fark olacaktır? Celladın suçunun hafifletici neden olarak kişisel yarar veya intikam nedeni bile yoktur; yasal cinayet, yasadışı cinayetten daha saçmadır....
V. Cousin ve P. Janet ile birlikte, "isyancı bir istencin" bozduğu ve yalnızca acının düzene sokabileceği düzenin bu tuhaf ilkesini mi ileri süreceğiz? Burada toplumsal sorun ile ahlaksal sorunu birbirinden ayırdetmek unutulmaktadır.
Aslında toplumsal düzen, cezanın tarihsel kökenidir ve ceza başta yalnızca, kurban veya yakınları tarafından zorunlu tutulan bir ödünlemeden, maddi bir tazminattan ibaretti. Ama toplumsal görüş açısının dışına çıkılırsa, ceza hiçbir şey ödünleyemeyecek midir? Bir suçun verilen ceza tarafından onanlması ve kötü bir eylemin bedelinin belirli dozdaki bir fiziksel acıyla ödenmesi çok uygun olurdu.... Hayır, yapılmış olan yapılmıştır, ona eklenebilecek tüm fiziksel acıya rağmen kötülük yerli yerinde durmaktadır. Deterministlerle birlikte suçlunun iyileştirilmesiyle uğraşmak ne kadar akılcı ise, suçun cezalandınlmasına veya ödünlenmesine çalışmak o kadar akıldışıdır. Bu fikir, bir tür matematiğin ve çocuksu dengenin sonucudur. "Göze göz, dişe diş". İrade varsayımını kabul eden herkes için, terazinin kefelerinden biri ahlaksal dünyada, diğeri duyarlı dünyadadır; birincisinde özgür istenç, ikincisinde tamamen belirli bir duyarlık; aralarında dengeyi nasıl kurabiliriz?
saygınlığın klasik kuramında, öncelikle sadece istencin özdeğerini ifade eden "kusur işledim" şu anlamı almaktadır: "Bir cezayı hakettim" ve böylece içerinin dışarıyla olan ilişkisini ifade etmektedir. Ahlaksaldan duyarlılığa ve varlığımızın derin kısımlarından yüzeysel kısımlarına bu ani geçiş bize doğrulanamaz görünmektedir. Bu, diğerlerine göre irade varsayımında daha çok olmaktadır. Aslında bu varsayıma göre, insanın çeşitli yetileri birbirlerine gerçekten bağlanmamışlardır ve birbirleri tarafindan belirlenmemişlerdir: istenç, duyarlılıktan kendiliğinden çıkan, zekanın saf bir ürünü değildir; o halde duyarlılık varlığın gerçek merkezi değildir ve istenç için nasıl yanıt verdiğini anlamak zor hale gelmektedir.
Eğer istenç kötülüğü özgürce istemişse bu, neden rolü yerine sadece dürtü rolünü oynamış olan duyarlılığın hatası değildir. Günah ödeme bahanesiyle, hatanın ahlaksal kötülüğüne cezanın duyarlı kötülüğünü ekleyiniz, hiçbir şeyi onarmadan kötülüklerin toplamını ikiye katlamış olursunuz.... Eğer sosyal fayda hesaba katılmazsa katil tarafından işlenen cinayetle cellat tarafından gerçekleştirilen adam öldürme arasında ne fark olacaktır? Celladın suçunun hafifletici neden olarak kişisel yarar veya intikam nedeni bile yoktur; yasal cinayet, yasadışı cinayetten daha saçmadır....
V. Cousin ve P. Janet ile birlikte, "isyancı bir istencin" bozduğu ve yalnızca acının düzene sokabileceği düzenin bu tuhaf ilkesini mi ileri süreceğiz? Burada toplumsal sorun ile ahlaksal sorunu birbirinden ayırdetmek unutulmaktadır.
Aslında toplumsal düzen, cezanın tarihsel kökenidir ve ceza başta yalnızca, kurban veya yakınları tarafından zorunlu tutulan bir ödünlemeden, maddi bir tazminattan ibaretti. Ama toplumsal görüş açısının dışına çıkılırsa, ceza hiçbir şey ödünleyemeyecek midir? Bir suçun verilen ceza tarafından onanlması ve kötü bir eylemin bedelinin belirli dozdaki bir fiziksel acıyla ödenmesi çok uygun olurdu.... Hayır, yapılmış olan yapılmıştır, ona eklenebilecek tüm fiziksel acıya rağmen kötülük yerli yerinde durmaktadır. Deterministlerle birlikte suçlunun iyileştirilmesiyle uğraşmak ne kadar akılcı ise, suçun cezalandınlmasına veya ödünlenmesine çalışmak o kadar akıldışıdır. Bu fikir, bir tür matematiğin ve çocuksu dengenin sonucudur. "Göze göz, dişe diş". İrade varsayımını kabul eden herkes için, terazinin kefelerinden biri ahlaksal dünyada, diğeri duyarlı dünyadadır; birincisinde özgür istenç, ikincisinde tamamen belirli bir duyarlık; aralarında dengeyi nasıl kurabiliriz?
2 Yorumlar
çok sağlıklı tesbitler var makalede fakat çözüm sunmamış yada çözüm sunmuş makale bu kısma kadar alınmış..
nasıl denge kurabiliriz diyor... ceza ödünle denge sağlamaya çalışıyor. istenç ve duyarlığı hoşgörü ortamında birbirine sevdirmeyi başaracak bir bilinç: ahlaksal kötülüğü ve cezanın duyarlı kötülüğünü ortadan kaldırabilir.