Bilim-Bilim Tarihi, Felsefe-Felsefe Tarihi İlişkisi



Prof. Dr. Esin Kahya


Genel olarak bakıldığında, hemen bütün insanların aklına bilim dendiğinde belli düşüncelerin geldiği bilinen bir gerçektir. Çünkü hepimiz, matematik, fizik, kimya gibi dersleri okul sıralarında iken görmüş ve bilimsel bilginin ne olduğu konusunda bir fikir edinmişizdir. Bilim bu bağlamda hemen hepimiz için sistematik bir bilgi bütünü olarak görülmektedir.

Ancak şu kadarı bir gerçektir ki, bilimi oluşturan bilimsel bilgi, belli bir zaman süreci içinde oluşmuştur. Aslında bilimin gelişim süreci bir çiçeğe benzetilebilir. Bir çiçeğin büyümesi, gelişmesi belli bir zaman ve emek isteyen bir süreçtir. Aslında bilim için de durum hiç de farklı olmamıştır. Bilim ya da bilimler de, doğmuşlar, büyümüşler ve büyümeye devam etmişlerdir. Ancak, şurası bir gerçektir ki, nasıl ki çiçek ya da bitkinin toprağı gelişmeye uygun değilse, yeterince nemli değilse ve de Güneş ışığından ihtiyacı kadarını alamıyorsa ve dolayısıyla gelişemezse, bilim de, eğer, ortam müsait değilse, devlet destek vermiyorsa, halk bilime karşı tutum içinde ise, desteklemiyorsa, o ortamda bilimsel faaliyetin gelişmesi söz konusu olamaz. Ancak bilimsel faaliyetin tamamen durması söz konusu olamaz; bilimsel faaliyet yoğun olmasa da, zaman zaman mevcudun tekrarı şeklinde de olsa devam eder.

Bunun en güzel örneklerinden birini Eski Hint Uygarlığında görmekteyiz. MÖ. 5000’lerle başlayan bilimsel faaliyetin giderek yoğunlaşarak fevkalade verimli ürünler otaya koyduğu görülmektedir. MS. V ve VI. Yüzyıllara bakıldığında Hindistan’da matematik, astronomi ve tıp adına önemli ürünler verildiği gözlenmektedir. Bunlar arasında matematik-astronomi adına Aryabhata’yı ve Brahmagupta’yı verebiliriz. İlki pi sayısının hesaplanmasını yaparak günümüzde kullanılan 3.1416 değerinin nasıl hesaplandığını verirken ve de Dünyanın yuvarlak olduğunu ve kendi etrafında döndüğünü söylerken ve bunu delillerle gösterirken, Brahmagupta, günümüz trigonometrisinin temellerini atmış ve sinüs, kosinüs gibi münasebetleri belirlemiştir. Daha önce Eski Yunanda bu değerler kiriş hesapları şeklinde belirlenmekteydi. Nitekim İslam Dünyasında ilk çeviri eserler arasında bu iki bilim adamının eserlerini görmekteyiz. Böylece onların çalışmaları İslam Dünyasını ve daha sonra da İslam Dünyası vasıtasıyla, Avrupa’yı etkileyerek, günümüz biliminin temellerini şekillendirmiştir.

Ayrıca, bir toplumda varlığı yeterince iyi sürdüremeyen bilim, bir başka toplumda, daha elverişli şartların oluşmuş olduğu ve ona önem veren bir toplum ve siyasi yapının içinde yaşamını sürdürür. Mevcut bilimsel çalışmalar, bu yeni yerdeki bilim adamları tarafından öğrenilir ve yepyeni bir temel üzerine değil, deyim yerinde ise, adeta bir devamlılık içinde bilim yoluna devam eder.

Örneğin, İslam Dünyasında bilimsel faaliyetin başlangıç yıllarını ele aldığımız zaman görülür ki, gerek, Müslümanların kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim gerekse bizzat Hz. Peygamberin hareketleri ve sözleri bilimsel faaliyeti desteklemektedir. Kur’an’daki birçok ayet ikra, yani oku sözcüğü ile başlamaktadır. Bilimin yazılı olması gerektiği ise bi’l-kalemi ifadesiyle verilmiştir. Burada sadece okuyup, öğrenmenin yeterli olmadığı alemin gizlerine ulaşıldığında bunların yazılı olarak da tespitinin gerekliliği vurgulanmaktadır.

Aynı şekilde, hadislerde de ‘bilim Çin’de de olsa arayınız’, ya da ‘beşikten mezara kadar bilimi talep ediniz’ hadisleri bize, İslam Dünyasında dinin bilimi desteklediğini gösterir. Dini esaslara göre şekillenmiş olan İslam Dünyasında da gerek resmi otoriteler- örneğin Memun ve Harun Reşid gibi halifeler ki, bu halifeler gözlemevleri açarak, çeviri faaliyetini destekleyerek ve de hastaneler kurarak bilim ve bilim adamının arkasında olduklarını göstermişlerdir- bilimi desteklemişler; bilim adamını maddi ve manevi olarak onların yanında olduklarını göstermişlerdir.

Yine aynı davranışları XVII. yüzyıldan sonra, Avrupalı devlet adamları ve toplumda görmekteyiz. Daha önce, çeşitli bilim adamları fikirleri dolayısıyla suçlanırken, örneğin küçük kan dolaşımını bulduğu kabul edilen Michael Servetus, kitaplarıyla birlikte Basel’de yakılırken ya da Galen, dünyanın döndüğünü söylediği için engizisyonda yargılanırken, on sekizinci yüzyıldan itibaren tersine bir tutum gözlenmektedir. Örneğin, Dalton, atom teorisi üzerindeki çalışmaları dolayısıyla devlet tarafından ödüllendirilmiştir. Aynı şekilde, Faraday’ın elektromanyetik konusundaki çalışmalarından dolayı ve daha sonraki yüzyılda Claude Bernard’ın karaciğer ve şeker metabolizması konusundaki çalışmalarından dolayı, ve Abel’in beşinci dereceden denklemlerin çözümsüzlüğü konusundaki çalışmalarıyla, aynı şekilde ödüllendirilmiş olduğunu gözlemekteyiz. Bu örnekleri on dokuz ve yirminci yüzyıllarda artırmak mümkündür. Örneğin Nobel ve Madam Curie’nin kimyadaki çalışmalarından dolayı ödüllendirilmesi gibi.

Burada devlet otoritelerinin yanı sıra, halkın da bilim adamlarına bakış açısının değiştiğini gözlemekteyiz. Daha önceki yüzyıllarda Avrupa’da halkın pek de bilim ve bilimsel çalışmalarla ilgilenmemesine karşın, on dokuzuncu yüzyılda, bilimsel bilginin ve bilim adamının önem kazandığı gözlenmektedir. Bilim adamı yaptığı çalışmalar dolayısıyla ödüllendirilmiş; ayrıcalıklı olarak kabul edilmiştir.

Yukarıda verilen bilgiden de anlaşılacağı gibi, aslında bilim toplumdan bağımsız değildir. Toplum değerleri bilimin gelişmesinde birinci derecede etkin rol oynar. Bunlar arasında yukarıda zikrettiğimiz gibi, siyasi desteğin yanı sıra, toplumun bilimi desteklemesi; bilim adamına saygı duymasının yanı sıra, dini bakış açısının da bilimi destekler nitelik taşıması gerekir.

Şüphesiz, bilimsel bilginin serüvenini bize veren bilim tarihi, aynı zamanda, bilimin hangi şartlarda gelişip serpildiğini ve hangi şartlarda gerilediğini bize gösterir; bilimi toplumla, siyasi yapı ile ve de dinle olan münasebetlerini de belirler. Böylece hangi şartlarda bilimsel ilginin üretilebileceğini de bir ölçüde belirlemiş olur.

Ancak, bilimsel bilginin gelişmesi ve de onun gelecek kuşaklara aktarılabilmesinde eğitimin ayrıcalıklı bir yeri vardır. Bilimsel bilginin sistemli bir şekilde yeni nesillere aktarılması ve de ve daha da önemlisi, onların bilimsel çalışmalara özendirilmesi son derecede büyük önem taşır. Nitekim bilimin tarihsel süreç içindeki gelişimine baktığımızda, bilimsel faaliyetin şekillenmeğe başladığı yerlerde ilkin ele alınan konulardan birisi, eğitim meselesi olmuştur. Örneğin Avrupa’da on ikinci yüzyılda bilimse faaliyetin temelleri atılırken, ilk şekillenen kurumlar cami okullarını örnek alan kilise okulları ki -bunlar temel eğitim vermek üzere kurulmuştur- diğeri ise üniversitelerdir. Üniversiteler İslam Dünyasındaki medreseleri örnek almıştır. Onlarda ilk kuruluşlarında ve ondan sonraki uzun yıllar, ve hatta bugün bile dini boyut taşırlar. İlk kurulan üniversiteler arasında, İtalya’da Bologna Üniversitesi ve de İngiltere’deki Oxford ve Cambridge Üniversitelerini verebiliriz.

Buraya kadar daha çok bilimin ne olduğu üzerinde durduk. Buradan itibaren kısaca bilim tarihinin nasıl bir disiplin olduğunu kısaca açıklayalım. Bilim tarihi, adından da anlaşılabileceği gibi, iki disiplinle yakın ilişkisi olan bir disiplindir. Bunlardan biri tarih, diğeri de bilimdir. Bilim tarihçisi, araştırmalarını yapabilmek için bilimin yapısını, belli düzeyde de olsa bilimsel bilgi ve de, bilimin toplumla olan ilişkisini ve hemen bütün bilim adamlarının felsefi bir boyutu olduğu göz önünde tutulursa, bilimin felsefi boyutunu göz önünde tutmak zorundadır.

Genellikle, eğitim sistemleri göz önünde bulundurulursa, hemen her eğitimli kişi belli düzeyde bilimsel bilgiye sahiptir. Matematik başta olmak üzere, fizik, kimya ve biyoloji bilir. Burada özellikle yurdumuzda ihmal edilmiş olan bir noktaya dikkati çekmek isterim. Astronomi, eğitim sistemimiz içinde yer almamaktadır, halbuki, çağımız uzay çağıdır, diyoruz. Bu noktanın da dikkate alınması gerekir.

Bilim tarihi konuları üç şekilde ele alıp inceler:

1.Genel olarak belli bir zaman kesitinde bilim adına yapılan faaliyetler ve onların tarihi açıdan değerlendirilmesi. Bu çalışmalarda örneğin Ortaçağ bilimsel çalışmaları ele alınıp, incelenir ya da Modern Çağ bilimi değerlendirilir.

2.Belli bir bölgedeki bilimsel çalışmalar değerlendirilir. Örneğin Hint bilimi ya da İslam Dünyasındaki bilimsel çalışmalar gibi.

3.Müstakil olarak bir bilim adamı ele alınır ya da belli bir konu ele alınıp dikey yönde ayrıntılı olarak değerlendirilir. Örneğin Malpighi’nin çalışmaları ya da Einstein’in çalışmaları veya son dönem biyoloji çalışmaları gibi.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP