Soru 32 : Şeyh Bedreddin maddeci bir filozof mudur?
|
Soru 32 : Şeyh Bedreddin maddeci bir filozof mudur?
Hakikatin aranmasına ve gerçekleştirilmesine yönelmiş bir düşünce ve yaşama çabası olması bakımından, tasavvufun, islâm kültürü çerçevesi içinde, bir felsefî tutumu dile getirdiğini belirttik.Bu akımın, bir başka yanı da, kimi zaman batınîlikle (Bk. Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, A. Gölpınarlı, s. 12-29, Eti Yayınevi), içice geçerek çeşitli tarikatler ve inançlar halinde, yakın doğu islâm halklarının hayatında çok önemli bir rol oynamış olmasıdır.
Batınîlik ve tasavvuf, bir bakıma, halk kütlelerinin, hâkim sınıflara ve onların ideolojilerine karşı fikir, duygu ve inanç alanında giriştikleri bir protesto, bir karşı çıkma gibi görünmektedir; bu bakımdan fikir tarihi ve sosyolojisi açısından ayrı bir önom taşır. Kitabımızın sınırları içinde, problemi bu açıdan ele alarak derinleştiremeyeceğiz. Sadece, Anadolu türk toplumunun yetiştirdiği çok ünlü bir islâm düşünürü üzerinde duracağız. Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin (XIV-XV yy.) batınîli'kle ve tasavvufla ilintisi olan bir düşünürdür. Üstad Abdülbâki Gölpınarlı, Bedreddin'in, evren ile tanrıyı bir ve aynı şey saydığını; evrenin dışında bağımsız bir tanrı fikrini benimsememiş olduğunu; yani maddeci bir felsefeyi savunduğunu söylüyor (Tasavvuf, s. 51). Bu görüşün, islâm dininin temel inançlarıyla bağdaşmayacağını belirtiyor. Sayın Golpınarlı'ya göre, bazı istisnaların dışında, mutasavvıfların hemen hepsi, evrenin tanrıdan kaynak aldığını ama tanrının evrenden ayrı ve bağımsız olduğunu kabul ederler. Bundan ötürü, Bedreddin tasavvuf çerçevesi içinde yer almayan bir filozoftur. Hocamız H. Z. Ülken ise, Bedreddin'-maddeci bir düşünür olduğunu söylediği halde, felsefesini, tasavvuf çerçevesi içinde inceler («İslâm Düşüncesi»,* s. 187-197). İki bilgin, ünlü düşünür ibnî Arabî (X. yy.) konusunda da birbiriyle aynı açıdan çatışan yorumlar ileri sürerler. Bu filozofların, tasavvuf düşüncesi içinde ele alınıp alınamayacağını uzmanlara bırakarak, biz, hem Anadolu tarihinin önemli bir dinî ve siyasî ayaklanma hareketine ön-ayak olması, hem çağının en büyük bilgin ve düşünürlerinden biri olarak kabul edilmesi ve hem de genel islâmî düşüncenin dışına çıkarak felsefî bir çaba göstermesi açısından Şeyh Bedreddin'in fikirlerini kısaca gözden geçireceğiz. Bedreddin'in, sosyalist bir toplum felsefesi, ileri sürdüğü söylenir.
Önayak olduğu hareket, bu çeşit düşüncelerden beslenmiş gibi görünmektedir.Ayrıca, genel olarak batınîlikte ve tasavvufta, «eşitlik» fikrinin toplum gerçeklerine yöneltilmesi ve uygulanması konusunda bir eğilim ve devrimci bir tutum olduğunu da söylemeliyiz. Bununla birlikte, eski tarihçilerin Bedreddin'e atfettikleri bu toplumcu düşünceler, bugüne kadar bilinen kendi eserlerinde görülmemektedir. Ünlü eseri «Varidat», «mutlak varlık ve birlik, insan iradesinin hürlüğü, dünya ve ahiret, cesetlerin haşri, dünyadan eletek çekme ve çile, ibadet, tasavvuf, rüya, v.b.» gibi konular hakkındaki konuşmalarının ve açıklamalarının bir araya toplanmasından meydana gelmiştir. Düşünür, bu eserinde, ilk olarak, kutsal kitaplarda peygamberlerin söylediklerinin, birer sembol olduğunu açıklamakla işe başlıyor. Kutsal kitaplar, halkın anlayabilmesini sağlamak için, hakikatleri semboller ve mecazlarla dile getirirler. Bu sembol ve mecazların bir iç anlamı vardır ve gerçek anlamı, bu iç anlamdır. Cennet ve cehennem, bu hayatta var olan şeylerdir, iyi ve güzel olan her şey cennet, aşağı ve çirkin olan her şey cehennemdir. Hakikatin bilinmesinde üç kesinlik derecesi vardır. Bedreddin'in burada, mutasavvıflar tarafından genellikle kabul edilen dereceleri benimsediği görülüyor. Bu üç derece, 1. ilmelyakin, 2. Aynelyakin ve 3. Hakkelyakin'dir. Bir nesnenin nitelikleri hakkında duyarak bilgi edinirsek bu ilmelyakin'dir, yani bilme'dir. O nesnenin niteliklerini biz kendimiz görürsek; bu aynelyakin'dir, yani görme'dir. Aynı nitelikleri, kendimiz yaşayıp o nitelikleri edinir, o nitelikler haline dönüşürsek, bu, hakkelyakin'dir,yani olma'dır. İnsanın tanrıya yaklaşmasında ortaya çıkan kesinlik dereceleri (aşamaları) olarak,tasavvufun, «bilme»,«görme» ve «olma»yı genellikle kabul ettiği bilinmektedir.
Bedreddin, mutlak varlıktan (Hak'tan) başka şeyin varolmadığını söylüyor. Bütün farklar, karşıtlıklar ve çelişmeler, onun içinde eriyip kaybolur. Mutlak varlık etkileyiş olarak tanrı etkileniş olarak kul'dur. Tabiat ve tanrı arasında fark yoktur. Varlık, birlik acısından ele alındığı zaman tanrı; çokluk açısından ele alındığı zaman evren ya da tabiattır. Mutlak varlık, madde ve ruh biçimlerine bürünerek ortaya çıkar; bunlar aynı gerçeğinikiyüzüdürler.Bedreddin'in,maddeyi de ruh mertebesinde tuttuğu görülüyor. Başka bir deyişle, madde ile ruhun kökünün tek ve bir olduğunu söylüyor. Bu fikirler, onun maddeci yanı ağır basan bir heptanrıcı olduğunu gösterir. «Varlığın bütün mertebeleri, cisimler âleminin içinde ortaya çıkar; cisimler âleminin içindedir. Hatta cisimler âlemi topyekûn ortadan kalksa, ruhlar ve soyut gerçekler âlemi de ortadan kalkar» diyor Bedreddin. Demek ki, cisimlerin ve maddî gerçeğin dışında, ötesinde ve üstünde; bağımsız ruhların ya da manevî ve soyut varlıkların bulunduğunu kabul etmiyor. Bilindiği gibi, maddeci görüşün ana özelliği de budur. Bedreddin'in ahlâk görüşü de, varlık hakkındaki temel görüşüne yani metafiziğine bağlıdır. İnsanı, varlıkların en kusursuzu olarak gören filozof, en karşıt kuvvetlerin insanda bir araya gelmiş olduğunu; en büyük ve keskin çatışma alanının insan ruhu olduğunu ileri sürer. Şeytan ile meleğin, kötü ile iyinin çatışması ve mücadelesi, aslında insanın ruhunda (nefsinde) olup bitmektedir. Gerçek varlığa, mutlağa, hakikate ulaşmamızı sağlayan her şey melektir (iyiliktir); yanlışa, dışgörünüşe, aşağı dünyaya bağlanmamıza yol açan her şey de şeytandır (kötülüktür). İnsan nefsinin kötü yanı ile iyi yanının; tutkularla vicdanın çalışmasıdır bu. Olgun, ahlâklı ve bilge kişi, Öİı çatışmadan zafer kazanarak çıkan kimsedir.Tasavvuf ahlâkının felsefî yanı ve önemi Bedreddin'de açıkça görünür.
Hakikatin aranmasına ve gerçekleştirilmesine yönelmiş bir düşünce ve yaşama çabası olması bakımından, tasavvufun, islâm kültürü çerçevesi içinde, bir felsefî tutumu dile getirdiğini belirttik.Bu akımın, bir başka yanı da, kimi zaman batınîlikle (Bk. Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, A. Gölpınarlı, s. 12-29, Eti Yayınevi), içice geçerek çeşitli tarikatler ve inançlar halinde, yakın doğu islâm halklarının hayatında çok önemli bir rol oynamış olmasıdır.
Batınîlik ve tasavvuf, bir bakıma, halk kütlelerinin, hâkim sınıflara ve onların ideolojilerine karşı fikir, duygu ve inanç alanında giriştikleri bir protesto, bir karşı çıkma gibi görünmektedir; bu bakımdan fikir tarihi ve sosyolojisi açısından ayrı bir önom taşır. Kitabımızın sınırları içinde, problemi bu açıdan ele alarak derinleştiremeyeceğiz. Sadece, Anadolu türk toplumunun yetiştirdiği çok ünlü bir islâm düşünürü üzerinde duracağız. Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin (XIV-XV yy.) batınîli'kle ve tasavvufla ilintisi olan bir düşünürdür. Üstad Abdülbâki Gölpınarlı, Bedreddin'in, evren ile tanrıyı bir ve aynı şey saydığını; evrenin dışında bağımsız bir tanrı fikrini benimsememiş olduğunu; yani maddeci bir felsefeyi savunduğunu söylüyor (Tasavvuf, s. 51). Bu görüşün, islâm dininin temel inançlarıyla bağdaşmayacağını belirtiyor. Sayın Golpınarlı'ya göre, bazı istisnaların dışında, mutasavvıfların hemen hepsi, evrenin tanrıdan kaynak aldığını ama tanrının evrenden ayrı ve bağımsız olduğunu kabul ederler. Bundan ötürü, Bedreddin tasavvuf çerçevesi içinde yer almayan bir filozoftur. Hocamız H. Z. Ülken ise, Bedreddin'-maddeci bir düşünür olduğunu söylediği halde, felsefesini, tasavvuf çerçevesi içinde inceler («İslâm Düşüncesi»,* s. 187-197). İki bilgin, ünlü düşünür ibnî Arabî (X. yy.) konusunda da birbiriyle aynı açıdan çatışan yorumlar ileri sürerler. Bu filozofların, tasavvuf düşüncesi içinde ele alınıp alınamayacağını uzmanlara bırakarak, biz, hem Anadolu tarihinin önemli bir dinî ve siyasî ayaklanma hareketine ön-ayak olması, hem çağının en büyük bilgin ve düşünürlerinden biri olarak kabul edilmesi ve hem de genel islâmî düşüncenin dışına çıkarak felsefî bir çaba göstermesi açısından Şeyh Bedreddin'in fikirlerini kısaca gözden geçireceğiz. Bedreddin'in, sosyalist bir toplum felsefesi, ileri sürdüğü söylenir.
Önayak olduğu hareket, bu çeşit düşüncelerden beslenmiş gibi görünmektedir.Ayrıca, genel olarak batınîlikte ve tasavvufta, «eşitlik» fikrinin toplum gerçeklerine yöneltilmesi ve uygulanması konusunda bir eğilim ve devrimci bir tutum olduğunu da söylemeliyiz. Bununla birlikte, eski tarihçilerin Bedreddin'e atfettikleri bu toplumcu düşünceler, bugüne kadar bilinen kendi eserlerinde görülmemektedir. Ünlü eseri «Varidat», «mutlak varlık ve birlik, insan iradesinin hürlüğü, dünya ve ahiret, cesetlerin haşri, dünyadan eletek çekme ve çile, ibadet, tasavvuf, rüya, v.b.» gibi konular hakkındaki konuşmalarının ve açıklamalarının bir araya toplanmasından meydana gelmiştir. Düşünür, bu eserinde, ilk olarak, kutsal kitaplarda peygamberlerin söylediklerinin, birer sembol olduğunu açıklamakla işe başlıyor. Kutsal kitaplar, halkın anlayabilmesini sağlamak için, hakikatleri semboller ve mecazlarla dile getirirler. Bu sembol ve mecazların bir iç anlamı vardır ve gerçek anlamı, bu iç anlamdır. Cennet ve cehennem, bu hayatta var olan şeylerdir, iyi ve güzel olan her şey cennet, aşağı ve çirkin olan her şey cehennemdir. Hakikatin bilinmesinde üç kesinlik derecesi vardır. Bedreddin'in burada, mutasavvıflar tarafından genellikle kabul edilen dereceleri benimsediği görülüyor. Bu üç derece, 1. ilmelyakin, 2. Aynelyakin ve 3. Hakkelyakin'dir. Bir nesnenin nitelikleri hakkında duyarak bilgi edinirsek bu ilmelyakin'dir, yani bilme'dir. O nesnenin niteliklerini biz kendimiz görürsek; bu aynelyakin'dir, yani görme'dir. Aynı nitelikleri, kendimiz yaşayıp o nitelikleri edinir, o nitelikler haline dönüşürsek, bu, hakkelyakin'dir,yani olma'dır. İnsanın tanrıya yaklaşmasında ortaya çıkan kesinlik dereceleri (aşamaları) olarak,tasavvufun, «bilme»,«görme» ve «olma»yı genellikle kabul ettiği bilinmektedir.
Bedreddin, mutlak varlıktan (Hak'tan) başka şeyin varolmadığını söylüyor. Bütün farklar, karşıtlıklar ve çelişmeler, onun içinde eriyip kaybolur. Mutlak varlık etkileyiş olarak tanrı etkileniş olarak kul'dur. Tabiat ve tanrı arasında fark yoktur. Varlık, birlik acısından ele alındığı zaman tanrı; çokluk açısından ele alındığı zaman evren ya da tabiattır. Mutlak varlık, madde ve ruh biçimlerine bürünerek ortaya çıkar; bunlar aynı gerçeğinikiyüzüdürler.Bedreddin'in,maddeyi de ruh mertebesinde tuttuğu görülüyor. Başka bir deyişle, madde ile ruhun kökünün tek ve bir olduğunu söylüyor. Bu fikirler, onun maddeci yanı ağır basan bir heptanrıcı olduğunu gösterir. «Varlığın bütün mertebeleri, cisimler âleminin içinde ortaya çıkar; cisimler âleminin içindedir. Hatta cisimler âlemi topyekûn ortadan kalksa, ruhlar ve soyut gerçekler âlemi de ortadan kalkar» diyor Bedreddin. Demek ki, cisimlerin ve maddî gerçeğin dışında, ötesinde ve üstünde; bağımsız ruhların ya da manevî ve soyut varlıkların bulunduğunu kabul etmiyor. Bilindiği gibi, maddeci görüşün ana özelliği de budur. Bedreddin'in ahlâk görüşü de, varlık hakkındaki temel görüşüne yani metafiziğine bağlıdır. İnsanı, varlıkların en kusursuzu olarak gören filozof, en karşıt kuvvetlerin insanda bir araya gelmiş olduğunu; en büyük ve keskin çatışma alanının insan ruhu olduğunu ileri sürer. Şeytan ile meleğin, kötü ile iyinin çatışması ve mücadelesi, aslında insanın ruhunda (nefsinde) olup bitmektedir. Gerçek varlığa, mutlağa, hakikate ulaşmamızı sağlayan her şey melektir (iyiliktir); yanlışa, dışgörünüşe, aşağı dünyaya bağlanmamıza yol açan her şey de şeytandır (kötülüktür). İnsan nefsinin kötü yanı ile iyi yanının; tutkularla vicdanın çalışmasıdır bu. Olgun, ahlâklı ve bilge kişi, Öİı çatışmadan zafer kazanarak çıkan kimsedir.Tasavvuf ahlâkının felsefî yanı ve önemi Bedreddin'de açıkça görünür.