|
Soru 35 : Farabî'nin temel görüşleri nelerdir?
Hemen her konuda eser vermiş olan Farabî (872-950), varlık problemini, «zorunlu varlık» kavramı ile çözmeye çalışmıştır. Farabî'ye göre, en gerçek, en yüce varlık, varolmasını bir başka şeye borçlu olmayan, varlığını başkasından almayan tanrıdır. Onun özü ile varoluşu, bir ve aynı şeydir. Bu zorunlu varlığın dışındaki bütün öteki varlıklarda ise varoluş, öze sonradan eklenmiştir; bundan ötürü bu varlıklar kendi kendilerine ortaya çıkamayan, varoluşamayan; bir başkasına muhtaç olan, bir başkası tarafından varoluşturulan varlıklardır. Farabî'nin, evren ile tanrı arasında yaptığı bu ayrımlar, onun metafiziğinin önemli bir yanıdır ve daha sonraki felsefeyi etkilediği gibi özellikle ibni Sina üzerinde büyük etki yapmıştır («Histoire de la philosophie islamique», H. Corbin, s. 236).
Farabî'nin bir başka karakteristik görüşü de, «akıllar teorisi»dir. Varlığı, tanrıdan çıkarak, gökler âlemini, ve daha aşağılarda bulunan bizim dünyamızı ortaya koyacak şekilde bir kademeleşme gibi gören filozof, tanrıdan bir «ilk aklın» çıktığını; ondan da yeni bir aklın doğduğunu ve böylece her seferinde yeni bîr aklın, ruhun ve gök'ün oluştuğunu ileri sürer. Varlık kademelerinin birbirinden bu şekilde çıkışları, zorunluk içinde olur. Farabî, tabiat olaylarının açıklanmasında ise, Aristoteles'in madde ve form teorisini kabul etmiştir. Filozofun tanrıyı hem öz hem de varoluş olarak yani bu ikisinin birliği olarak kabul etmesi, yani madde ile tanrı ikiliğini kaldırması, onu heptanrıcılara yaklaştırmaktadır. Bundan ötürü, Farabî'nin felsefesinde, tasavvufa yaklaşan bir yan da vardır.
Hemen her konuda eser vermiş olan Farabî (872-950), varlık problemini, «zorunlu varlık» kavramı ile çözmeye çalışmıştır. Farabî'ye göre, en gerçek, en yüce varlık, varolmasını bir başka şeye borçlu olmayan, varlığını başkasından almayan tanrıdır. Onun özü ile varoluşu, bir ve aynı şeydir. Bu zorunlu varlığın dışındaki bütün öteki varlıklarda ise varoluş, öze sonradan eklenmiştir; bundan ötürü bu varlıklar kendi kendilerine ortaya çıkamayan, varoluşamayan; bir başkasına muhtaç olan, bir başkası tarafından varoluşturulan varlıklardır. Farabî'nin, evren ile tanrı arasında yaptığı bu ayrımlar, onun metafiziğinin önemli bir yanıdır ve daha sonraki felsefeyi etkilediği gibi özellikle ibni Sina üzerinde büyük etki yapmıştır («Histoire de la philosophie islamique», H. Corbin, s. 236).
Farabî'nin bir başka karakteristik görüşü de, «akıllar teorisi»dir. Varlığı, tanrıdan çıkarak, gökler âlemini, ve daha aşağılarda bulunan bizim dünyamızı ortaya koyacak şekilde bir kademeleşme gibi gören filozof, tanrıdan bir «ilk aklın» çıktığını; ondan da yeni bir aklın doğduğunu ve böylece her seferinde yeni bîr aklın, ruhun ve gök'ün oluştuğunu ileri sürer. Varlık kademelerinin birbirinden bu şekilde çıkışları, zorunluk içinde olur. Farabî, tabiat olaylarının açıklanmasında ise, Aristoteles'in madde ve form teorisini kabul etmiştir. Filozofun tanrıyı hem öz hem de varoluş olarak yani bu ikisinin birliği olarak kabul etmesi, yani madde ile tanrı ikiliğini kaldırması, onu heptanrıcılara yaklaştırmaktadır. Bundan ötürü, Farabî'nin felsefesinde, tasavvufa yaklaşan bir yan da vardır.