EDMUND HUSSERL'İN EVRENSEL BİLGİYE YENİ BİR YAKLAŞIM DENEMESİ - ( devam )

...gerekir. Bilincin çift göreliliğinin olduğunun ortaya çıkarılışı, keşfi bize iki tür indirgemenin pratiğini de telkin eder. Psikolojik indirgeme psişik olanın ötesine, canlılar gerçekliğine dek inmez; çünkü psikoloji gerçek varoluşa bağlıdır ve onun özsel (eidetik) yanı bile gerçek dünyaların olasılıklarıyla kendisini sınırlamıştır.Aşkın problem ise tersine, "şüphe" aracılığıyla bütünü sarsmak için, kendisiyle bağıntıları olan tüm dünyayı ve bütün bilimleri kapsamak zorunda kalacaktır. Dünyanın kökeni, kaynağı bizdedir; başka deyişle dünya, kökenine bizde sahiptir. Descartes'ın bilmemiz için bizi götürdüğü yer de işte burasıdır ve dünya yalnızca bizim içimizde bilinen etkisini bulur, alışılmış gücünü kazanır. Dünyanın genel anlatımının ve onun özel belirlenimlerinin kesin anlamı, bizim algılayıcı, tasarımlayan, düşünen yaşamımızda bilincine sahip olduğumuz değerleri ele geçirişimizde ortaya çıkan, yani "kuruluşu" öznel bir kaynağa dek uzanan bir şeydir. Başka deyişle dünya hakkında anlamlar oluşturmamız, süje'nin düşünme aktları sayesinde mümkün olmaktadır.

Dünya ve içine aldığı herşey, "kendinde ve kendi için" dünya, "Ben" ya da "Biz" onun bilincine sahip olalım ya da olmayalım, varolduğu gibi varolur. Fakat bu genel dünya bilinçde "görünüşe" çıkışını yalnızca dünya formu altında yaparken, hemen öznellik ile bağlantı kurar, ve varolma formu olarak varoluşu sürecinde "bütünüyle anlaşılamayan" ve "kuşkulu" bir biçime dönüşen yeni bir boyut kazanır.İşte burada aşkın problem yatmaktadır: Dünyayı "görünür kılma, görünüşe çıkarma", onu "bizim için varlık" olarak koyma aktı, yalnızca öznel olarak bir anlamı bulunan bu akt, bu edim nedir? Dünyayı niteliklerine göre "içerden" belirleyebiliriz; çünkü o bilinçle bağlantılıdır; fakat bu çok genel dünya ve onun içinde varolduğu bilinç kadar karanlık olan "içkin" varlığı, deneyimin bize kendinde varolan ve bağımsız olan bir dünyanın görünüşleri olduğunu teyid ettiği bu geniş alan nasıl özel görünüşlerin bir çeşitliliği içinde önümüze çıkmaktadır. Husserl'e göre bu problem, "ideal" her dünyayı, örneğin katışıksız sayılar dünyasını ve "kendinde hakikatler" dünyasını da içermektedir; ve hiçbir varoluş, ya da varlık (varolma) biçimi bütünüyle bizimki kadar az anlaşılabilir değildir.

Husserl'e göre bizler, bireyler olarak olsun, bir topluluğun üyeleri olarak olsun, dünyanın geçerliliğinin bilincine sahip kimseler yani insanlar olarak bu dünyaya aitiz. O halde dünyanın anlamını, bir dünya varlığını ele geçirmek için kendimizi kendimize mi bağlamamız gerekmektedir? Psikolojik anlamda insanlar diye adlandırılanlar mı olmalıyız, yani dünyayı "kuran" aşkın bir yaşama katılanlar olarak bütün dünyaya ve kendimize göre aşkın varlıklar ve psişik bir yaşamın süjeleri mi olmalıyız? Biz psişik sübjektivitenin, hergün geçen "Ben" ve "Biz"' psiko-fenomenolojik indirgemede kendiliğinden ortaya çıkacak biçimde deneyimini yapabiliriz ve buna özsel (eidetik) bir incelemeyi katarak fenomenolojik bir psikolojiyi temellendirebiliriz)

Fakat sözcük dağarcığının yeterli olmaması nedeniyle biz, "ben-kendim" ve "biz-kendimiz" deyimlerini yeniden kullanmaya zorlansak da, aşkın öznelliğin doğa bilimi ya da psikoloji bilimi açısın-dan aydınlatılamıyacağı söylenebilir; çünkü aşkın öznellik hiçbir bi-çimde nesnel dünyaya ait değildir; fakat aşkın öznellik, dünyanın ve "benim için", "bizim için" oluşturulan ve ortaya konan onun bütün içeriklerinin içinde yer aldığı bilincin öznel yaşamıdır. Gerçekten de biz insanlar, yani bedensel ve tinsel varlıklar olarak bu dünyada varolan bizler o halde kendimiz için de birer "göriinüşler"izdir, ve bizim kurmuş olduğumuz gerçekliğin bir kısmını oluştururuz, "bizim" koymuş olduğumuz anlama katılırız. Kavradığımız "ben" ve "biz", "burada" (hic) bulunanlara göre saklı, gizli olan "ben" ve "biz"i içerir.

Aşkın deneyim bize bu aşkın öznelliğe doğru dolayımsız bir yol açar. Psişik deneyimde olduğu gibi bir indirgeme ile aşkın deneyim katışıksız, ari' bir hale getirilir. Aşkın indirgemeyi (Transzendental Ruduktion), psikolojik araştırmanın daha öteye götürülmüş bir arındırılması (katarsis'i) gibi düşünebiliriz. O zaman evrensel olan daha üst bir düzeye yükselir. Bu yüzden "parantez içine alma" yalnız dünyayı değil, ama bu "ruhları" da kapsar, içine alır. Psikologlar için sıradan, olağan bir geçerliliği olan dünyanın, içinde yerleşmiş bu dünyaya ait olan ruhların katışıksız bir öznelliğine indirgendiği görülür. Aşkın fenomenolog'un kendisi de daha önce psikolojik bakımdan katışıksız hale getirilmiş veriyi aşkın öznelliğe indirger; yani dünyayı ve onun "ruhlarını" (süjeleri) en genel biçimde ortaya koyan ve bu "tez" içinde de onları teyid eden aşkın öznelliğe (Transzendentale Subjektivitât) indirger.

Husserl'e göre bu aşamada artık incelemeyi algısal ve düşlemsel (Imaginativ) deneyimlerime, psikolojik deneyimimi sağlayan psikolojik verilere bağlı tutmuyorum. Tek aşkın deneyimi incelemeyi öğreniyorum. Kendi varoluşumla artık ilgilenmiyorum; içinde gerçek psişik deneyimlerimin ortaya çıktığı, bana verildiği katışıksız yönelimsel yaşamla ilgileniyorum. Bu işlem aşkın problemini (Transzendenz) -bilincin niteliği olarak belirlenmiş olan aşkınlığı- kendi gerçek düzeyine yükseltir. "Bilince "bağlı", bilince "göre" bir varlığın bu özelliği bilmemiz gerekir ki dünyamızın gerçek bir niteliği değildir; fakat özsel (eidetik) zorunluluk bunun kavranabilir tüm dünyanın bir niteliği olması gereğini vurgular. Özgür fantazimiz, gerçek dünyamızı farklı biçimlere sokmamıza, hayalgücü ile onu başka bir yapı ve kuruluş (Konstruktion) ile değiştirmemize izin verir; fakat biz, dünyayı değiştirdiğimiz anda kendimizi de değiştirmek zorundayızdırye yalnızca öznelliğin yapısı, doğası tarafından bize önceden konulmuş olan sınırlar içinde kendi kendimizi değiştirebiliriz ancak. İstediğimiz gibi dünyayı dönüştürelim, her yeni dünya eskisinden daha küçük bir varlık olmayacaktır, öyle ki onun üzerinde eylemlerimizi (praxis) yaparak oturacağız ve kuramlarımızın (Theoria) tanıklığında onun varoluşunu kanıtlayarak bu yeni dünyadan deneyimin bir nesnesini yapacağız, bir objesini kuracağız. İmdi aşkın problemi özseldir. Psikolojik deneyimim, algılarım, düşlemim ve geri kalanı, içerikleri ve formları, ne idiyseler öyle kalırlar; fakat ben onları şu anda "yapılar" olarak görüyorum, çünkü en sonunda kendimi bilincin en üst yapısıyla yüz yüze buluyorum."

Filozofa göre, açıktır ki anlaşılabilir, kavranabilir olan başka her problem gibi, aşkınlık problemi de kendi araçlarını kendisi ortaya koyar; bunlar aracılığıyla önceden varsaydığı varoluşsal katmanın çözümüne ulaşır ve kendine özgü araştırmasının ötesine geçer. Bu alan genelde bilincin katışıksız öznelliğinden başka birşey değildir ve onun araştırma alanı varlığını sürdürdüğünde, ne fazla ne eksik bir biçimde kendi kökeni, kaynağı ve bütünselliği içinde düşünüldüğünde "nesnel" diye adlandırılabilen her alan bilinçli bir yaşamdır. Husserl'e göre bir "savı kanıtlama"(peûtio principii) olmaksızın, empirik ya da fenomenolojik - eidetik olan bir psikoloji aracılığıyla aşkınlık problemini hemen çözme teklif bile edilemez; çünkü psikolojinin "öznelliği" ve onun "bilinç" olarak adlandırdığı şey fenomenoloji felsefesinin ortaya çıkarmayı istediği bu öznellik ve bu bilinç ile hiçbir biçimde birbirine karıştırılamazlar. Aşkın indirgeme burada psikolojik indirgemenin yerini almıştır. Psikolojik "ben" (Mich) ve "biz" (Uns) yerine aşkın bilincin somut varoluşu içinde anlaşılan aşkın "ben" (leh) ve biz" (Wir) geçer. Aşkın "ben" (leh) psikolojik "ben" imle (Mich) özdeşleştirilmediğinden, o, ikinci bir "ben" (leh) olarak düşünülmemelidir, çünkü aşkın "ben" (leh) artık psikolojik "ben"imden (Mich) ayrı değildir; -yani "ayrılma" sözcüğünün alışılmış anlamında ona bağlı değildir- ama "bağlanma" ifadesinde geçen alışılmış anlam söz konusudur-.
Kendinin aşkın deneyimi her an, tutum ve gidişin yalın bir değişiminin etkisi sonucu, kendinin psikolojik deniyimine dörnüşebilir. Bir tutum ve gidişten ötekine geçiş gerçekleştiğinde, Ego'nun belli bir özdeşliği saklı tuttuğunu görürüz. "Benim" dışlaştırma (Objektivation) aktım olarak psikolojik refleksiyonda bana görünür olan, aşkın refleksiyonda, kendinin bir dışlaşması ya da nesnelleşmesi, başka deyişle, aşkın "ben" tarafından gerçekleştirilmiş olan bir "objektivasyon" biçiminde varlığını ortaya çıkarır, yani 'cendini var kılar. Yalnız şunu da bilmemiz gerekir ki deneyimin aşkın ve psikolojik sferlerinin paralelliğini sağlayıp sürdüren şey, mların anlatımları arasında varolan bir "özdeşlik", ve birini ötekinden ayıran şey de katışıksız bir tutum değişikliğidir. Buradan da anlıyoruz ki psikolojik fenomenoloji ile aşkın fenomenoloji eşit bir biçimde birbirlerine koşut olacaklardır.

Öte yandan "Epokhe"nin Latin sayılır kesinliği ve etkisiyle de psikolojik öznellik, aşkın öznelli; e dönüşür; psikolojik entersübjektivite de aşkm entersübjektiviteye dönüşür. İşte burada "dünya-içi" tüm gerçekliği kendinde taşıyarak varlığının ve oluşu-munun anlamını ortaya çıkaran ve bilinci aşaı her şeyde somut ve en son temele -temellendirmeye-ulaşmış oluyoruz. Çünkü her nesnel varlık ya da varoluş, özü gereği "bağıl"du, "göreli"dir ve yapısını da, aşkın yasaların işleviyle kurulmuş olan ve ona ilişkin inanç alışkanlıklarıyla inanışlarını doğuran bilincin yönelimsel birliğine borçludur)

Evrensel bir bilim olarak Fenomenoloji böylece, Husserl'e göre, ana hatlarıyla ortaya çıkmış olur. Fenomenolojinin gelişmesiyle a priori olarak kavranabilen bütün bilimlerin birleştirilmesi, Leİb-niz'in önceden sezinlemiş olduğu, evrensel bir ontolojinin olasılığını güçlendirmiş ve onu, fenomenolojik bir yöntemin dogmatik olmayan yeni temeli üzerinde gerçekleştirmiştir. Çünkü öznelliğe ve özneler arası ilişkiye (sübjektiviteye ve intersübjektiviteye) göre bütün somut fenomenlerin bilimi olarak fenomenoloji "kendiliğinden" (eo ipso), olası her varlığın ve bütün gerçek varlıkların bilimidir. Fenomenoloji kendi kavrayış gücü içinde evrenseldir; çünkü onda kendi yönelimsel kuruluşuna bağlı olmayan bir "a priori dişilik" sözkonusu değildir; ve öznel bir işlem ile temellendirilip herşeyi a priori olarak kurmak üzere bilincin içinde ne varsa tümünü kuşatan gücü yonelimsel kuruluş olmadan ortaya çıkaramaz. Bir kez fenomenoloji alanında somutluk kazanmış bütün a priori disiplinlerde -örneğin matematiklerde- "paradokslar" sağanağına uğramak ya da onların ilkelerine ilişkin çatışkılar aramak sözkonusu değildir. Fenomenoloji'den bağımsız biçimde a priori olmuş bulunan bu bilimler (matematikler), bu aynı fenomenoloji üzerinde kendilerini kurmadıkça, temellendirmedikçe yöntemlerini ve öncüllerini eleştiriden uzak tutmayı umamazlar. "Pozitif ve dogmatik bir bilgi olma istek ya da eğilimlerinde bile bu bilimler, fenomenolojiden başka birşey olmayan bu evrensel ve özsel (eidetik) ontoloji karşısındaki bağımlılıklarını açığa çıkarmaktan kaçınamazlar ve onun yalnızca basit alt dallarını meydana getirirler.

Husserl'e göre bütün nesnel gerçeklikleri aşkın "kaynaklarına" geri götürüp bağlayarak a priori'liğin evrenselliğini serimlemek görevi, sonu gelmeyen bu görev, kendi içinde pozitif bir gerçekliği saklayan her kısmının salt apriori üzerinde temelini bulacağı evrensel olgunun bir biliminin kurulması içinde yerini edinen bir görev olarak kabul edilebilir. Eidetik fenomenolojinin son bölümlenmesi kendi bütünlüğü içerisinde şöyle görünür: Bir ilk felsefe için, evrensel ontoloji ya da fenomenoloji; ve bir ikinci felsefe için de aşkın en-tersübjektivite'nin bilimi ya da olgunun bütünselliği (universum). İşte burada Husserl'e göre, evrensel bilim olarak felsefenin antik kavranış biçimi, yani bilginin bütün alanlarını kuşatacak olan Platon ya da Descartes tarzındaki felsefe anlayışı, bir kez daha, onarılmış olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün rasyonel problemler ve şu ya da bu nedenle onun içine giren bütün öteki problemler "felsefi" olarak kabul edilmek için fenomenoloji içinde yerlerini alırlar, ve kendi saltık formları ile çözüm yollarım, aşkın deneyimin ya da eidetik sezginin en son kaynağında bulurlar. Bu da insansal bakımdan aşkın bir "yaşam biçimi" olarak işlevini fenomenolojiye öğreten "kentli" ile bütünleşmiş bir bağlanma, bir ilişkidir. "Kendi" ile bütünsel ilişki, yaşamın saltık normlarını sezebilir, görüleyebilir ve ondan özgün olan ieleolojik yapıyı öğrenebilir. Husserl'e göre Fenomenoloji, evrensel akim hizmetindeki insanın insana karşı gösterdiği ilginin tümel ifadesini dile getirmek ister. Çünkü yaşamın normlarını açımlarken, gerçekten de, fenomenoloji bütünselliği içindeki insanlığın, gerçek insanlığın ve hakikatin sonsuz ide'sine doğru yönlendirilmiş yeni bir bilinç akımını açığa çıkarır.

Yine Husserl'e göre, metafizik, teleolojik, etik problemler, felsefe tarihi tarafından konmuş olan problemler, yargı problemi ve genel bir biçimde bütün temel problemler ve aynı şekilde onları birleştiren aşkın bağlar fenomenolojinin yargıda bulunma alanı içerisine girerler. Fenomenolojik felsefe sonuç olarak antik grek felsefesinin temelde esinlendirmiş olduğu şeyin geliştirilmesinden, Descartesçı öğretinin egemen temasının daha öteye götürülmesinden başka birşey değildir. Çünkü Husserl'e göre yukarıda sıralanan bu gelenekler henüz ölmediler. Onlar rasyonalizmin ve empirizmin karşıtlığının kaynağında bulunan problemlerdirler; ve yine aynı gelenekler Kant felsefesini ve Alman idealizmini kuşatırlar ye günümüzün karmaşık düşünce dünyasından bir çıkar yol bulurlar. Bunlar yeniden ele alınmalı, yöntemsel ve somut incelemelere tabi tutulmalıdırlar. Ancak bu gelenekler sınırları bulunmayan bir bilimi gerçekleştirmeyi başarabilirler. Husserl'e göre Fenomenoloji, ayrıca kesin, belirgin (strenge) bir felsefeye kendilerini götürmek zorunda olan kararlı bir çalışmaya ortak bir biçimde katılan, böyle bir çalışmaya kendilerini adayan, kapalı felsefe dizgelerine de karşı çıkan araştırıcıları gerekli görür. Bu bakımdan Fenomenoloji, XX.yy'da görülen "açık" bir felsefe dizgesi olarak da değerlendirilebilir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP