Eğitim, Dil ve Felsefe: Eğitimde Diyalog Modelleri
|
Umut Karagöz
Eğitim, dil ve felsefe ilişkisi üzerinde dururken öncelikle dil felsefesini açıklamak ve çağdaş dil felsefesi kuramlarının sundukları “anlam” görüngüsünü göz önünde bulundurmak, özellikle Wittgenstein ikinci dönem dil oyunları temelli dil felsefesi, eğitimde farklı diyalog modellerini oluşturmak açısından faydalı olacaktır. Daha sonra Nermi Uygur'un ifadesiyle “Dildeki Felsefe”nin ne menem bir şey olduğu üzerinde durarak, rasyonel otorite (Erich Fromm), Sokratik diyalog temelli eğitim modelleri ve bu modellere alternatif olabilecek usta-çırak ilişkisi temelli egitim diyalog modeli üzerinde duracagim.
Dilin doğasını, yapısını, kökenini inceleyen, anlamlı ifade ile anlamsız ifadeyi ayıranın ne(ler) olduğunu ortaya koyan, anlamların dilde nasıl dolaştığını, nasıl iletildiklerini betimleyen, sözcükler nesneler, cümleler ile olgu ya da olgu bağlamları arasındaki ilişkiye odaklanarak dil ile gerçeklik arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu açıklayan ve dilin pragmatik, göstergebilim, retorik gibi boyutlarını araştıran, dilin insan yaşamındaki yerini ve önemini bütün yönleriyle ele alan dil felsefesidir. Dil felsefesinin ilk temelleri, ayrı bir felsefi çalışma alanı olarak, XIX.yy'ın ilk yarısında Homann, Herder ve Humboldt tarafından atılmıştır. Wittgenstein'ın dilsel dönemeç (linguistic turn) olarak nitelendirilen dil felsefesi - özellikle ikinci dönemi “dil oyunları”- ile felsefede, “dil felsefesi” olarak özerk bir alan oluşmuştur.
Çağdaş dil felsefesi “anlam” görüngüsünü bütün yönleriyle açıklayacak genel bir kuram oluşturma çabasındadır. Bu manada üç ana düşünceden söz edilebilir:
i.Göndergeci Yaklaşim: Dildeki tek tek anlam birimlerinin dünyadaki şeylere karşilik geldigini belirten görüştür. ‘Söz-Şey' ve ‘Cümle-Olgu' baglamina gönderme yapilir. Russell, Carnap, Quine, D.Davidson ve Wittgenstein'in Tractatus döneminde ortaya koydugu “resim kurami” bu yaklaşimi savunur. “Anlam sorunu dogruluk sorunudur” ifadesi bu yaklaşimin ana temasidir.
ii.Tasarımcı-Zihinselci Yaklaşım: Anlamların insanların zihinlerindeki tasarımlardan, imgelerden ya da bir takım başka ruhbilimsel görüngülerden oluştuğunu öne süren yaklaşımdır. Bu manada, Locke ve diğer Deneyciler, anlam açıklamasını deneyim olgusunun doğasını kavrama amacıyla temellendirmektedir.
iii. Kullanımcı -“Dil Oyunları”- Yaklaşım: “Anlam kullanımdır” düşüncesi doğrultusunda şekillenen bu görüş J.L. Austin, P.F. Strawson, J. Searle, G. Ryle ve Wittgenstein tarafından ortaya konmuştur. Özellikle Wittgenstein tarafından ifade edilen “dil oyunları” bu yaklaşımın ana temasını belirtmektedir. Bu görüşe göre, anlam belli bir dil topluluğu içinde, belli bir yaşam biçimi çerçevesinde, toplumsal uzlaşı yoluyla belirlenmiş bir takım kurallar uyarınca oynanan bir dil oyunu olarak temellendirilmektedir.
Wittgenstein'ın anlam sorununu kullanım içinde çözüştürmesi dil felsefesinde önemli bir kırılmadır. Bir manada yeni bir soruşturma ufkudur. Anlam sorunu yerine, dilsel kullanım sorunları ele alınır. Bu çerçeve Wittgenstein sonrası, “dilsel dönemeç” olarak adlandırılır. Bu kırılmanın en önemli nedeni, Heidegger'in Da Sein'a yani insanın yeryüzünde olmaktalığına verdiği çözümlemeler olarak gösterilebilir. En önemlisi “Dil varlığın evidir” ifadesidir. Dil ve varlık arasında iç içe olan bir yapını kurgusal metafizik çabasından uzaklaşarak bir soruşturma yapmayı doğurur. Böylece Heidegger'in ifadesiyle önemli olan “insan olarak dünyadaki deneyimlerimizin dilsel betimleme yöntemiyle kavramasına yönelik kesintisiz bir dil soruşturmaları sürecini başlatmaktır.”. Bu manada anlaşilacak biricik varlik dildir, Gadamer'in ifadesiyle; ancak bu ifade Wittgenstein'in “Dilimin sinirlari dünyamin sinirlaridir” sözünden çikarilabilmektedir.
Dil Oyunu , son dönem Wittgenstein felsefesinin “anahtar” kavramıdır. Şöyle ki, Wittgenstein, dil kullanma ile oyun oynama arasında eğitici bir benzerlik olduğunu söylemektedir. Bu benzerliği doğal dillerin nasıl birbirlerine benzemediklerini ve doğal dili yöneten kuralların kesin ve katı dizgeler olmadığını göstermek için kullanır. Bir “dil oyunu” dilin basit bir biçimidir. Örneğin, inşaatçılar kendi aralarında “kalıp”, “sütun”, “levha” ve “kiriş”e dayanan basit bir dil geliştirmişlerdir ( Felsefi Soruşturmalar ,2.paragraf). Wittgenstein bu örnekleri dilimizdeki farklılıklara dikkat çekmek için kullanır. Çünkü, dil uygulamaları sonsuz değişik biçimde gelişirler. Başka bir değişle, “ Bir sözcüğün anlamı, o sözcüğün hangi koşullar altında kullanılacağının bilinmesidir.” ( Felsefi Soruşturmalar , 43.paragraf). “Yaşam Biçimleri” (forms of life) , Wittgenstein'in diğer önemli kavramıdır. Wittgenstein, her biri ayrı “yaşam biçimleri”ne karşılık gelen koşulları “dil oyunları” olarak adlandırmaktadır. O'nun için “bir dili imgelemek, bir yaşam biçimini imgelemektir” ( Felsefi Soruşturmalar , 19.paragraf). Her dil oyununun kendi iç kuralları vardır. Bu kurallar çerçevesinde anlam kurulmaktadır. Ayrıca, bir şey ancak ait olduğu dil oyunu bağlamında yargılanmalı ve anlamlandırılmalıdır. Wittgenstein'a göre felsefe tarihindeki bir çok sorun bir dil oyununa ait dile getirmenin başka dil oyunu kurallarına bağlı kalınarak yargılanmasından kaynaklanmaktadır.Wittgenstein, günlük dili kullanarak, onu felsefe sorunlarının kaynağını anlamada bir rehber olarak kullanmıştır.
Nermi Uygur “Dildeki Felsefe”den söz ederken, buradaki felsefe ifadesinin ‘dünya görüşü' olarak düşünülmemesi gerektigini söyleyerek, felsefenin yerinin, çok kez dünya görüşlerinin ötesinde oldugunu ifade eder. Dünya görüşü, tek insanin ya da insan öbeklerinin, evreni, tümüyle dünyayi “algilayişlarina” verilen addir. Felsefenin sinirlanmasidir. Uygur, dilin dünyayi bir kavrayiş biçimi oldugu konusu üzerinde durur. Örnegin, Almanca'da sözü edilen her hayvan günlük dilde, evcil (Haustier), yirtici(Tier), kuş (Vogel) , balik (Fisch) ve kurt (Wurm) (sürüngen) kategorisine sokulur. Görüldügü üzere, Almanca'da evcil ve yirtici hayvan arasinda bir ayrim vardir. Ancak Türkçe'de hayvan, böcek, kuş, balik gibi bir siniflandirma durumu söz konusudur. Her iki dildeki bu kavrayiş farki, dilde bir varlik-bilimi olmasindan kaynaklanir. Bu manada dil farkli “dil oyunlari”nin karişimidir.
Öte yandan, Türkçe'deki “Güneşin dogmasi” ifadesi bize dilin arkaik temelleri hakkinda bilgi vermektedir. Çünkü, eskiden Türklerin evrende her şeyi canli olarak gören bir varlik anlayişina sahip olmasinin izleridir bu tip ifadeler ve dilin varlik-bilimi olmasinin bir nevi göstergesidir ayni zamanda. Işte, Nermi Uygur'un “Dildeki Felsefe” derken kastettigi düşünce buradan kaynaklanmaktadir. Bir başka deyişle, “ Her dildeki ‘dünya' hep ayni dünya degildir. Bir dilde, türlü türlü içeriklerin kurdugu birçok 'dünya' vardir.”
Dil felsefesinden, özellikle Wittgenstein ve Nermi Uygur'un bakışından hareketle eğitimde yer alan diyalog modelleri üzerinde duracağım.
Bütün uygulamalarımız bir “dil ağımızın” olmasına dayanır. Böylece, öğrenim süreçleri, bizim yorumladığımız göstergeler dairesinden kurtarılamaz. Öğretmenin dile getirme süreci de farklı teknikler vasıtasıyla, öğrenci-öğretmen arasında bir iletişim mekanizması oluşturur. Önemli olan, “çok yönlü iletişim”in kurulabilmesidir. Bu durum, farklı diyalog modellerinde, farklı şekillerde görülür. Rasyonel otorite (Erich Fromm)'nin yer aldığı diyalog modeli öğretmen merkezlidir ve bilgi aktarımı bir anlamda öğretileni tekrar etmek şeklinde olan bir öğretim sürecinde gerçekleşir. Ancak belli yaklaşımlardan hareketle teknikler kullanılır; örneğin düz anlatım gibi. İrrasyonel otoritenin hakim olduğu diyalog modeli ise bir manada ”çocuğun kafasına vurarak öğretme” şeklini alır. Sokratik diyalog modeli ise bir anlamda ‘itiraf ettirme'( fikir doğurtma metodu, Theaetetus) metodu olarak nitelendirilebilir. Öğrencinin bilgiye sahip olduğu düşünülerek, ona sorular vasıtasıyla bu bilgi tekrar hatırlatılmaya çalışılır; ancak, öğretmen yine aktif, öğrenci ise edilgendir.
Peki eğitimdeki bu diyalog modellerine alternatif olarak bir model sunulabilir mi?
Usta-çırak ilişkisi temelli bir diyalog modeli, sağlıklı bir eğitim sürecinin gerçekleşmesini sağlayabilir. Bu ilişkide de bıkkınlık, yılgı ve korku söz konusudur. Ancak, Çırak tarafı kişiye güç vermektedir. Böylece, insancıl bir ilişkiyle, kişi kendi içinde güç kazanabilmekte ve çoğalabilmektedir. Öğrenci merkezlidir. Aslında, öğrenci bu modelde, talep eden-talebe dir, öğren-i-ci'den ziyade. Böylece, öğreticilere varlık nedeni sorgulatılabilir. Bu ontolojik bir sorundur. Bu şekilde bütün diyalog modellerinin arkasında yer alan toplumsal gramerin nüvesi değişiklik gösterir. Sağlıklı bir yapı halini alır. Usta-çırak ilişkisi temelli model, içinde geleneksel unsurlar da taşıyarak, insancıl bir diyalog süreciyle çok yönlü iletişimin gerçekleşmesini saglayabilmektedir. Ögren-ögrenim-ögrenişim, etki-etkilenme ve etkileşim halini alarak işteş (reciprocal) bir şekilde her iki tarafin da birbirinden bir şeyler kattigi bir egitim diyalog modeli oluşmaktadir. Bu modelde ontolojik olarak iki farkli, otonom bir yapi yoktur (ögretmen-ögrenci). Çünkü her ikisi de talep eder. Bu şekilde Erich Fromm'un rasyonel otoritesi kendini eritecektir ve aktif metot gerçekleşebilecektir; örnegin küme çalışması gibi.
Sonuçta, farkın özgür bırakılmasıyla gerçekleşebilecek bir eğitim diyalog modeli, öğretmenin, öğretme sürecinde kullanacağı dil bağlamında insancıl ilişki temelli bir eğitimin oluşmasını sağlayacaktır. “Farklı görünenlerle/ö teki ile konuşmak gerekir” ifadesi, araştirma toplumu oluşturmanin en önemli unsurlarindandir. Öğretmenin farkı gözetmesi (kız-erkek öğrenciler gibi.), onların farklı duyuşsal ve bilişsel yapılarının olduğunu görmesi, çok yönlü iletişimin gerçekleşmesini sağlayacaktır.
Kaynaklar:
1. Haynes, Felicity: Eğitimde Etik , çev: Semra Kunt Akbaş, Ayrıntı Yayınları, 2002.
2. Ulaş, Sarp Erk: Felsefe Sözlüğü , Bilim-Sanat Yayınları, 2002.
3. Uygur, Nermi: “Dildeki Felsefe”, Dilin Gücü , YKY, 1997.
4. Wittgenstein, Ludwig : Philosophical Investigations , Trans: by Anscombe G.E.M, New York, Macmillian Publishing Co. Inc.,1968.
Eğitim, dil ve felsefe ilişkisi üzerinde dururken öncelikle dil felsefesini açıklamak ve çağdaş dil felsefesi kuramlarının sundukları “anlam” görüngüsünü göz önünde bulundurmak, özellikle Wittgenstein ikinci dönem dil oyunları temelli dil felsefesi, eğitimde farklı diyalog modellerini oluşturmak açısından faydalı olacaktır. Daha sonra Nermi Uygur'un ifadesiyle “Dildeki Felsefe”nin ne menem bir şey olduğu üzerinde durarak, rasyonel otorite (Erich Fromm), Sokratik diyalog temelli eğitim modelleri ve bu modellere alternatif olabilecek usta-çırak ilişkisi temelli egitim diyalog modeli üzerinde duracagim.
Dilin doğasını, yapısını, kökenini inceleyen, anlamlı ifade ile anlamsız ifadeyi ayıranın ne(ler) olduğunu ortaya koyan, anlamların dilde nasıl dolaştığını, nasıl iletildiklerini betimleyen, sözcükler nesneler, cümleler ile olgu ya da olgu bağlamları arasındaki ilişkiye odaklanarak dil ile gerçeklik arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu açıklayan ve dilin pragmatik, göstergebilim, retorik gibi boyutlarını araştıran, dilin insan yaşamındaki yerini ve önemini bütün yönleriyle ele alan dil felsefesidir. Dil felsefesinin ilk temelleri, ayrı bir felsefi çalışma alanı olarak, XIX.yy'ın ilk yarısında Homann, Herder ve Humboldt tarafından atılmıştır. Wittgenstein'ın dilsel dönemeç (linguistic turn) olarak nitelendirilen dil felsefesi - özellikle ikinci dönemi “dil oyunları”- ile felsefede, “dil felsefesi” olarak özerk bir alan oluşmuştur.
Çağdaş dil felsefesi “anlam” görüngüsünü bütün yönleriyle açıklayacak genel bir kuram oluşturma çabasındadır. Bu manada üç ana düşünceden söz edilebilir:
i.Göndergeci Yaklaşim: Dildeki tek tek anlam birimlerinin dünyadaki şeylere karşilik geldigini belirten görüştür. ‘Söz-Şey' ve ‘Cümle-Olgu' baglamina gönderme yapilir. Russell, Carnap, Quine, D.Davidson ve Wittgenstein'in Tractatus döneminde ortaya koydugu “resim kurami” bu yaklaşimi savunur. “Anlam sorunu dogruluk sorunudur” ifadesi bu yaklaşimin ana temasidir.
ii.Tasarımcı-Zihinselci Yaklaşım: Anlamların insanların zihinlerindeki tasarımlardan, imgelerden ya da bir takım başka ruhbilimsel görüngülerden oluştuğunu öne süren yaklaşımdır. Bu manada, Locke ve diğer Deneyciler, anlam açıklamasını deneyim olgusunun doğasını kavrama amacıyla temellendirmektedir.
iii. Kullanımcı -“Dil Oyunları”- Yaklaşım: “Anlam kullanımdır” düşüncesi doğrultusunda şekillenen bu görüş J.L. Austin, P.F. Strawson, J. Searle, G. Ryle ve Wittgenstein tarafından ortaya konmuştur. Özellikle Wittgenstein tarafından ifade edilen “dil oyunları” bu yaklaşımın ana temasını belirtmektedir. Bu görüşe göre, anlam belli bir dil topluluğu içinde, belli bir yaşam biçimi çerçevesinde, toplumsal uzlaşı yoluyla belirlenmiş bir takım kurallar uyarınca oynanan bir dil oyunu olarak temellendirilmektedir.
Wittgenstein'ın anlam sorununu kullanım içinde çözüştürmesi dil felsefesinde önemli bir kırılmadır. Bir manada yeni bir soruşturma ufkudur. Anlam sorunu yerine, dilsel kullanım sorunları ele alınır. Bu çerçeve Wittgenstein sonrası, “dilsel dönemeç” olarak adlandırılır. Bu kırılmanın en önemli nedeni, Heidegger'in Da Sein'a yani insanın yeryüzünde olmaktalığına verdiği çözümlemeler olarak gösterilebilir. En önemlisi “Dil varlığın evidir” ifadesidir. Dil ve varlık arasında iç içe olan bir yapını kurgusal metafizik çabasından uzaklaşarak bir soruşturma yapmayı doğurur. Böylece Heidegger'in ifadesiyle önemli olan “insan olarak dünyadaki deneyimlerimizin dilsel betimleme yöntemiyle kavramasına yönelik kesintisiz bir dil soruşturmaları sürecini başlatmaktır.”. Bu manada anlaşilacak biricik varlik dildir, Gadamer'in ifadesiyle; ancak bu ifade Wittgenstein'in “Dilimin sinirlari dünyamin sinirlaridir” sözünden çikarilabilmektedir.
Dil Oyunu , son dönem Wittgenstein felsefesinin “anahtar” kavramıdır. Şöyle ki, Wittgenstein, dil kullanma ile oyun oynama arasında eğitici bir benzerlik olduğunu söylemektedir. Bu benzerliği doğal dillerin nasıl birbirlerine benzemediklerini ve doğal dili yöneten kuralların kesin ve katı dizgeler olmadığını göstermek için kullanır. Bir “dil oyunu” dilin basit bir biçimidir. Örneğin, inşaatçılar kendi aralarında “kalıp”, “sütun”, “levha” ve “kiriş”e dayanan basit bir dil geliştirmişlerdir ( Felsefi Soruşturmalar ,2.paragraf). Wittgenstein bu örnekleri dilimizdeki farklılıklara dikkat çekmek için kullanır. Çünkü, dil uygulamaları sonsuz değişik biçimde gelişirler. Başka bir değişle, “ Bir sözcüğün anlamı, o sözcüğün hangi koşullar altında kullanılacağının bilinmesidir.” ( Felsefi Soruşturmalar , 43.paragraf). “Yaşam Biçimleri” (forms of life) , Wittgenstein'in diğer önemli kavramıdır. Wittgenstein, her biri ayrı “yaşam biçimleri”ne karşılık gelen koşulları “dil oyunları” olarak adlandırmaktadır. O'nun için “bir dili imgelemek, bir yaşam biçimini imgelemektir” ( Felsefi Soruşturmalar , 19.paragraf). Her dil oyununun kendi iç kuralları vardır. Bu kurallar çerçevesinde anlam kurulmaktadır. Ayrıca, bir şey ancak ait olduğu dil oyunu bağlamında yargılanmalı ve anlamlandırılmalıdır. Wittgenstein'a göre felsefe tarihindeki bir çok sorun bir dil oyununa ait dile getirmenin başka dil oyunu kurallarına bağlı kalınarak yargılanmasından kaynaklanmaktadır.Wittgenstein, günlük dili kullanarak, onu felsefe sorunlarının kaynağını anlamada bir rehber olarak kullanmıştır.
Nermi Uygur “Dildeki Felsefe”den söz ederken, buradaki felsefe ifadesinin ‘dünya görüşü' olarak düşünülmemesi gerektigini söyleyerek, felsefenin yerinin, çok kez dünya görüşlerinin ötesinde oldugunu ifade eder. Dünya görüşü, tek insanin ya da insan öbeklerinin, evreni, tümüyle dünyayi “algilayişlarina” verilen addir. Felsefenin sinirlanmasidir. Uygur, dilin dünyayi bir kavrayiş biçimi oldugu konusu üzerinde durur. Örnegin, Almanca'da sözü edilen her hayvan günlük dilde, evcil (Haustier), yirtici(Tier), kuş (Vogel) , balik (Fisch) ve kurt (Wurm) (sürüngen) kategorisine sokulur. Görüldügü üzere, Almanca'da evcil ve yirtici hayvan arasinda bir ayrim vardir. Ancak Türkçe'de hayvan, böcek, kuş, balik gibi bir siniflandirma durumu söz konusudur. Her iki dildeki bu kavrayiş farki, dilde bir varlik-bilimi olmasindan kaynaklanir. Bu manada dil farkli “dil oyunlari”nin karişimidir.
Öte yandan, Türkçe'deki “Güneşin dogmasi” ifadesi bize dilin arkaik temelleri hakkinda bilgi vermektedir. Çünkü, eskiden Türklerin evrende her şeyi canli olarak gören bir varlik anlayişina sahip olmasinin izleridir bu tip ifadeler ve dilin varlik-bilimi olmasinin bir nevi göstergesidir ayni zamanda. Işte, Nermi Uygur'un “Dildeki Felsefe” derken kastettigi düşünce buradan kaynaklanmaktadir. Bir başka deyişle, “ Her dildeki ‘dünya' hep ayni dünya degildir. Bir dilde, türlü türlü içeriklerin kurdugu birçok 'dünya' vardir.”
Dil felsefesinden, özellikle Wittgenstein ve Nermi Uygur'un bakışından hareketle eğitimde yer alan diyalog modelleri üzerinde duracağım.
Bütün uygulamalarımız bir “dil ağımızın” olmasına dayanır. Böylece, öğrenim süreçleri, bizim yorumladığımız göstergeler dairesinden kurtarılamaz. Öğretmenin dile getirme süreci de farklı teknikler vasıtasıyla, öğrenci-öğretmen arasında bir iletişim mekanizması oluşturur. Önemli olan, “çok yönlü iletişim”in kurulabilmesidir. Bu durum, farklı diyalog modellerinde, farklı şekillerde görülür. Rasyonel otorite (Erich Fromm)'nin yer aldığı diyalog modeli öğretmen merkezlidir ve bilgi aktarımı bir anlamda öğretileni tekrar etmek şeklinde olan bir öğretim sürecinde gerçekleşir. Ancak belli yaklaşımlardan hareketle teknikler kullanılır; örneğin düz anlatım gibi. İrrasyonel otoritenin hakim olduğu diyalog modeli ise bir manada ”çocuğun kafasına vurarak öğretme” şeklini alır. Sokratik diyalog modeli ise bir anlamda ‘itiraf ettirme'( fikir doğurtma metodu, Theaetetus) metodu olarak nitelendirilebilir. Öğrencinin bilgiye sahip olduğu düşünülerek, ona sorular vasıtasıyla bu bilgi tekrar hatırlatılmaya çalışılır; ancak, öğretmen yine aktif, öğrenci ise edilgendir.
Peki eğitimdeki bu diyalog modellerine alternatif olarak bir model sunulabilir mi?
Usta-çırak ilişkisi temelli bir diyalog modeli, sağlıklı bir eğitim sürecinin gerçekleşmesini sağlayabilir. Bu ilişkide de bıkkınlık, yılgı ve korku söz konusudur. Ancak, Çırak tarafı kişiye güç vermektedir. Böylece, insancıl bir ilişkiyle, kişi kendi içinde güç kazanabilmekte ve çoğalabilmektedir. Öğrenci merkezlidir. Aslında, öğrenci bu modelde, talep eden-talebe dir, öğren-i-ci'den ziyade. Böylece, öğreticilere varlık nedeni sorgulatılabilir. Bu ontolojik bir sorundur. Bu şekilde bütün diyalog modellerinin arkasında yer alan toplumsal gramerin nüvesi değişiklik gösterir. Sağlıklı bir yapı halini alır. Usta-çırak ilişkisi temelli model, içinde geleneksel unsurlar da taşıyarak, insancıl bir diyalog süreciyle çok yönlü iletişimin gerçekleşmesini saglayabilmektedir. Ögren-ögrenim-ögrenişim, etki-etkilenme ve etkileşim halini alarak işteş (reciprocal) bir şekilde her iki tarafin da birbirinden bir şeyler kattigi bir egitim diyalog modeli oluşmaktadir. Bu modelde ontolojik olarak iki farkli, otonom bir yapi yoktur (ögretmen-ögrenci). Çünkü her ikisi de talep eder. Bu şekilde Erich Fromm'un rasyonel otoritesi kendini eritecektir ve aktif metot gerçekleşebilecektir; örnegin küme çalışması gibi.
Sonuçta, farkın özgür bırakılmasıyla gerçekleşebilecek bir eğitim diyalog modeli, öğretmenin, öğretme sürecinde kullanacağı dil bağlamında insancıl ilişki temelli bir eğitimin oluşmasını sağlayacaktır. “Farklı görünenlerle/ö teki ile konuşmak gerekir” ifadesi, araştirma toplumu oluşturmanin en önemli unsurlarindandir. Öğretmenin farkı gözetmesi (kız-erkek öğrenciler gibi.), onların farklı duyuşsal ve bilişsel yapılarının olduğunu görmesi, çok yönlü iletişimin gerçekleşmesini sağlayacaktır.
Kaynaklar:
1. Haynes, Felicity: Eğitimde Etik , çev: Semra Kunt Akbaş, Ayrıntı Yayınları, 2002.
2. Ulaş, Sarp Erk: Felsefe Sözlüğü , Bilim-Sanat Yayınları, 2002.
3. Uygur, Nermi: “Dildeki Felsefe”, Dilin Gücü , YKY, 1997.
4. Wittgenstein, Ludwig : Philosophical Investigations , Trans: by Anscombe G.E.M, New York, Macmillian Publishing Co. Inc.,1968.