FELSEFE NEDİR?

Muharrem YILDIRIM

Felsefe, cemredir. Önce havaya düşer ve ona “ütopya” deriz. Ütopik olanla platonik olan arasında ise sıkı bir bağ vardır.

Dilime alışık olanlar, bir yalnız bozkır ağacının denize platonik sevdasını bilir. Bu sevda ütopiktir, ancak kendilerini rüzgâra verip denizin hırçın dalgalarına ulaşan yaprakların varlığını kavradığımızda, gerçekleşmesi mümkün olan ütopyaların varlığını da kavramış oluruz. Felsefenin ikinci aşamasıdır, suya ulaşmıştır. Kaygandır, kaypaktır, ıslaktır, hırçındır, durgundur, tuzludur, soğuktur, sıcaktır. Vurgun yeridir, karaya vurur. Vurduğu yerde toprak doğrulur dağlara doğru. Son cemredir. Üçü bir arada yaşam alanı…

Bir tarafta yaşam var, diğer tarafta dilimiz, tanımlarımız, kavramlarımız...

Bir tarafta ekonomi var, diğer tarafta spekülasyon, manipülasyon…

Bir tarafta iktidar var, diğer tarafta kullar...

Bir tarafta elma var, diğer tarafta halüsinasyon...

”Elma ısırıldığında elmalıktan çıkmış mıdır, çıkmamış mıdır?” sorusuna o artık ısırılmış bir elmadır demek yerine, hık mık, gak guk, hebele hübele mantığının adını ne koyarsak koyalım ısırılmış elma gerçeğini değiştiremeyiz...

Dilin girdiği yerde kişinin kendini kendisine iknası da önem kazanmış durumda. Bu faaliyette oyun merakımızın da etkisi net olarak görülmekte. Dil ile birlikte daha derli toplu ve estetik anlatım her zaman ciddi bir kaygı olmuş. Düşünsel üretim ile yaşam belirlemenin önemi kavrandığı andan itibaren de, söz, oyun, düşünsel faaliyet dizininde başarılı olmak, yaşamda başarıyı da anlatır duruma gelmiş. Oysa yaşam alanında “başarı” duyarlılıktır. Ölüm, duyuların bitişini anlatır ve her duyarsızlığımız biraz daha öldüğümüzü. Duyarsızlık düşüncede başlar. Duyarsızlık, kendimizi uyuşturmamızın en kolay olanıdır. Düşünce üretiminde uyuşturmaya yönelik olanlara karşı ilk müdahaleyi yapanın da yine kendimiz olduğunu anlatır bu. Yaşamı seçmek, ölümden uzak olmayı anlatmıyor. Çünkü her adımımız zaten ölüme. Yaşamı seçmek, yaşamın anlamını ölümle/öldürmek ile eşitleyenlere karşı inadına yaşamayı seçmek. İnadına yaşamak, öldüren her türlü düşünceye karşı direnmeyi seçmek. Direniş olmadan yaşamak? Nasıl? Direnmek ve duyarlılıktır, felsefe…

Sapsarı buğday başaklarının ırgalanan uçsuz bucaksızlığında, bir çocuğun bayrak kırmızısı uçurtmasının dalgalandığı masmavi gökyüzü suya yansırken, suya rengi kendisinin verdiğini bilmez. Suyun dalgalanışındaki halkalanmalarda açan nilüferlerin rengi değildir balıkçının ilgilendiği, o dipten gelecek sinyalin, oltasındaki gerginliğe yansıyışına odaklanmıştır. Avcının köpeği ise, ördekleri keyifle tutup getirmekle ilgili iken, ezdiği çiçeklerle asla ilgilenmez.

Arı için bal özü,

uğur böceği için mesire yeri,

insanlar için ise fal aracıdır,

papatya yaprakları...

Bilgidir, felsefe. Yaşam bulduramadığımız bilgi, sadece bir nottur. Anlayabilmek için bilginin de yaşıyor olması gerekir. Bilginin kendi içimizde yaşıyor olması çok fazla anlam içermez. Anlayışın başladığı nokta, bilginin paylaşıma açıldığı noktadır. Paylaşımda olmayan bilginin, bilgi olma özelliği tamamlanamamıştır. Anlamak, iletişim başlangıcıdır ve iletişim, kendimizden başlar. Her şeyden önce benim, kendimle iletişimimdir anlamak. Sizi anlayabildiğimi söyleyebilmem için aynı şeyleri yaşamamız zorunluluğu vardır. Birisine âşık olduğunuzu söylerseniz bana, sizin sadece birisine âşık olduğunuzu anlarım. Nasıl bir aşk hali içinde olduğunuzu anlamak ihtimalim sıfırdır. Siz de anlatamazsınız zaten. Bir insanın kendine özgü yaşadıklarını bir başkasının anlama şansı yoktur... ve anlamak, yaşanılanı bütün boyutları ile bir tamlık içinde algılanabilmesi zorunluluğunu içerir...

Bilginin yaşıyor olabilmesi için, tek kişilik olmaktan çıkarılması zorunludur. Bilgi içerdiğini varsaydığımız sözü paylaşıma açmak, yaşanılır kılmak değildir. Felsefe, söz olarak paylaşıma açılır, ancak ikinci kişisini bulduğu anda yaşar hale gelir ve anlamını bulur. Bu nedenle bilginin bir kişide yaşaması, diğerlerinde de yaşayabileceğinin ispatı değildir ve o bilgi bir anlam içermez. Çünkü onun bir bilgi olduğunu söyleyen, sadece o kişidir.

Yaşayan bilgi, yaşamdan alınan notları yeniden yaşama, yaşam adına sunma eylemidir. Eylemeyen bilgi, bilgi değildir. Bir başkasının yaşadığını paylaşıma açması bu not almalarımızı sağlayabilir. Ne zaman ki kendimiz içre kılıp yeniden paylaşıma açarız, işte o zaman o not, bilgi olarak yaşamaya başlamıştır. Somutlayan farkındalık, bilmek demek. Bu nedenle, öğrenmek kavramının içeriğini yaşam ile doldurmak gerekiyor. Öğrenmek istediğimizi yaşamak zorunluluğumuz var. Yaşayamayan, öğrenemez. Somutlayan farkındalıktır, bilgiyle yaşamaktır, felsefe…

Yaşamak için kendimizde içerili olan her bilgi, anlayış, deneyim, birikimin paylaşımda yaşam bulması zorunluluğu var. Anlayış, çok farklı acıları doğuruyor. Bütün deneyimlerimizi, birikimlerimizi salt kendimize saklamamız mümkün değil. Yaşayamayız. Beni var kılan, senin de varlığın. Senin çektiğin acı, aynı zamanda benimdir de. Eğer bu temel düşünceden hareket edemez isek, ne sevgi potansiyelimiz kalır, ne de paylaşan yanımız. Yalnızlık, budur. Acı, anlayış doğurur. Anlayış da yeni bir acı. Kaçamayız bundan. Öyle ise, elbette gönüllü olmadan, acının öğreticiliğini benimsemek zorunluluğumuz var, yaşamak için...

Bireysel olarak gerçeklenebilecek teori yoktur. Yokluk, anlamsızlıktır. Varlıktır, felsefe…

Dönüştürmek, dönüştürmek istediğimizin varlığının kabulünü gerektirir. Kendimizi sürekli dönüştürmek istemesek bile sürekli dönüşüyoruz. Çünkü sürekli hareket halindeyiz. Bu biçimi ile hepimiz de varız. Özcesi yaşamak da bir eylem biçimi. Ancak düşünsel üretimin girmediği yerde yaşamak, doğal döngüsü içindeki dönüşümün dışına çıkamıyor. Kendimizi insan olarak var kılmak gibi bir derdimiz olması gerektiğini düşünüyorum. Neyi nasıl yaşadığımıza ve söz üretimlerimizin yaşamlarımızı nasıl yönlendirdiğine odaklanmak zorunluluğumuz var.

Hareketsiz söz, tabanını yaşamdan değil, kendisinden alan sözdür. Kurgu dünyası yarattırır ve üreteni o dünyada yaşar kılar. Yaşamı değil, sürekli sözü dönüştürür. Üreticisi de hep aynı kurgu dünyası içinde dönüşeceğinden, söz tabanlı söz insanı, eyleyemecek söz kurgulayan insandır demek çok zor olmasa gerek...

harflere asmadım ben hiç yağmuru

ve satır aralarında yaslanmadım dağlara

bundandır duyman

sözlerimdeki kekik kokusunu

ve bundandır

şarabın ilk yudumunda

rüzgar rüzgar uçup gidişin

kendi nefesinde sessiz

parantezsiz bağlara

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP