P L A T O N - DEVLET ADAMI - 4

4.BÖLÜM


GENÇ SOKRATES - Olanaksız.

YABANCI - İster misin, öyleyse, senin yerine ben bir seçim yapayım?

GENÇ SOKRATES - Hay hay.

YABANCI - Kronos'un yetiştirmeleri, o sonsuz boş zamanlarını ve kendilerinde olan, yalnızca insanlarla değil, hayvanlarla da konuşmak yetisini, bütün o fırsatları, felsefeyi gözönünde tutarak kullansalardı ; hem birbirleriyle, hem hayvanlarla konuşarak, özel bir gücü olan her doğa parçasından bir şeyler öğrenselerdi, o insanların bugünkü insanlardan bin kere daha mutlu oldukları yargısına varmak zor olmazdı. Ya da, onlar sadece tıkabasa yiyip içselerdi, şimdi onların anlatmış olduğunu sandığımız masalları birbirlerine ve hayvanlara anlatarak vakit geçirselerdi, bence gene sorumuza yanıt vermek kolay olurdu. Ama o çağın bilgi ve tartışma sevgisini bize iyice anlatacak birini buluncaya kadar, bu konuyu bırakalım, daha iyi olur. Yalnızca bu mythosu neden eşip ortaya çıkardığımızı söyleyelim ki asıl konuşma konumuzu sürdürelim.

Evrenin günü dolunca, yani değişme zamanı gelince, bütün o topraktan doğan ırk öldükten, her bir ruh kendi doğum zincirini tamamlayıp belirli kez toprağa ekildikten sonra, evrenin yöneticisi dümeni bıraktı, olup bitenleri seyrettiği köşesine çekildi. Evrene gelince, kader ve oluştan beri var olan eğilim evrenin hareketini tersine çevirdi. En büyük erkin yönetiminde pay alan daha küçük tanrılar da, olup bitenlerden haberleri olduğu için, kendi yönetimlerindeki bölümleri salıverdiler. Evren birdenbire büyük bir sarsıntıyla geri dönüp, baştanbaşa ters yönde gitmeye zorlandığı için her çeşit hayvanı yok eden büyük bir yer sarsıntısı oldu. Yeterli bir zaman geçtikten sonra kargaşa, karışıklık, yer sarsıntısı sona erdi. Dinginliğe kavuşan evren yeniden duruldu; her zamanki, düzenli gidişine gene girdi. Hem kendisinin, hem de üstünde yaşayan bütün varlıkların yönetimi gene evrenin kendisinde idi ; yaratıcısı ve babası olan erkin uyarılarına, anımsadığı oranda, uygun olarak yönetiyordu. İlkin oldukça tam anımsıyordu, fakat zaman geçtikçe belleği zayıfladı. Bu zayıflamanın nedeni, evrenin yapısında maddenin bulunmasıydı. Bu, bugünkü düzene erişmeden önce, karmakarışık olan ilk doğada vardı. Evrende iyi olan her şey yaratıcı tanrıdan gelmiştir, ama daha önceki bir durumdan kötülükler, kusurlar kalmıştır ; bunlar ilkin evrene, ondan da hayvanlara geçti.

Hayvanların yetiştirilmesinde evren tanrıdan yardım gördüğü sürece, kötülük az, iyilikse çoktu. Tanrıdan ayrılıp evren kendi başına kalınca, ilkin her şey oldukça iyi gitti, ama zamanla unutkanlığı arttı, eski düzensizlik gene patlak verdi, bütün o ilk görkemiyle ortaya çıktı. Böylece iyilikler azaldı, evrene karışan kötülüklerse çoğaldı. Evrenin ve onda olan her şeyin baştan başa yok olması tehlikesi belirdi. Bunun üzerine, her şeye düzen veren tanrı, evrenin zor durumunu görerek, evreni altüst eden fırtınayla her şeyin çığrından çıkacağından, sonsuz karışıklıklarla yok olacağından korkarak yeniden dümenin başına geçti. Bu geçirilen dönemden ötürü zedelenen, yerinden çıkan parçaları bir araya topladı, onardı ; evreni ölmez, yok olmaz bir duruma getirdi. İşte öykünün hepsi bu; kralın ne olduğu konusunda bir örnek vermek için ilk kısmı yeter. Evren bugünkü kuşaklar zincirine döndüğü zaman insanların yaşı gene durdu, sonunda da daha öncekinin tersi bir değişme oldu. Hemen hemen ortadan kaybolmuş olan küçük yaratıklar büyüdü, yeryüzünde yeni doğan çocukların saçları ağardı; ölüp yeniden toprağa gömüldüler. Evrenin durumuna uygun olarak, ona öykünerek her şey değişti. Her şeyin belirmesi, çoğalması ve beslenmesi evrenin durumuna uymak zorundaydı, çünkü toprakta hiçbir hayvanın başka bir yaratıcı varlıktan doğmasına izin verilmiyordu. Evrenin gelişmesi nasıl gene kendi buyruğuna bırakıldıysa, benzer bir hareketin basıncıyla, parçalar da kendiliklerinden çoğalmak, büyümek, beslenmek zorunda kalmışlardı. Konuşmamızın gerçekten sonuna geldik. Daha aşağı sınıftan hayvanlar konusunda onların değişmeden önceki durumları ve değişmenin nedenleri konusunda söylenecek birçok şey olabilirse de insanlar konusunda söylenecek fazla bir şey yoktur; arta kalan o az kısım da bizim için daha ilgi çekicidir. İnsanlar, onlara bakan tanrının bakımından yoksun olunca, aciz ve savunmasız kaldılar. Doğuştan sert doğalı olan, gittikçe de yabanıllaşan hayvanlar onları parçaladı. İnsanlar bu ilkçağlarda beceriden, araç ve gereçten yoksundular. Bir zamanlar kendiliğinden yetişen yiyecek şeyler artık yetişmiyordu; insanlar da o zamana kadar zorda kalmadıkları için nasıl yetiştireceklerini bilmiyorlardı. Bütün bu nedenlerden dolayı büyük bir darlık içindeydiler. Derken tanrılar eski söylencede anlatılan armağanları, gerekli olan öğretim ve eğitimle birlikte, insanlara verdiler. Prometheus, ateşi; Hephaistos ile birlikte çalıştığı Athene, sanatları; öbürleri de tohumları ve bitkileri verdiler. İnsan hayatının gelişmesine yarayan her şey bunlardan çıktı. Dediğim gibi, tanrıların ilgisi ve yardımı insanlardan esirgenince, hayatlarının gidişini kendileri düzenlemek zorunda kaldılar ; tıpkı uydukları ve öykündükleri evrensel varlık gibi insanlar da kendi kendilerinin yöneticisi oldular ; o değiştiği gibi onlar da durmadan değiştiler ; bazen bir biçimde, bazen bir başka biçimde durmadan yaşadılar, büyüdüler. Öykünün bu kadarı yeter artık; deminki konuşmamızda kralı ve devlet adamını tanımlarken ne kadar yanıldığımızı göstermeye yeter.

GENÇ SOKRATES - Dediğin bu büyük yanlış da nedir?

YABANCI - İki yanlış vardı ; biri daha küçük, öbürüyse çok daha büyük bir yanlış.

GENÇ SOKRATES - Ne demek istedin?

YABANCI - Demek istiyorum ki bugünkü hayat zinciri ve bugünkü kuşaktan olan bir kralla devlet adamı nedir diye sorulurken, biz daha önceki hayat zinciri içinde bulunan bir insan sürüsünün çobanından söz ettik. Bir de onun bütün devletin yöneticisi olduğunu hiç açıklamadan ileri sürdük. Oysa gerçeğin hepsi bu kadar değildi, söylediklerimiz pek anlaşılır gibi de değildi; bununla birlikte söylediğimiz kadarı doğruydu ; bunun için ikinci yanlış birincisi kadar yanlış olmadı.

GENÇ SOKRATES - Çok doğru.

YABANCI - Yalnızca araştırmamızın hedefi olan gerçek çobana bütün ötekilerin rakip olduğunu göstermek için değil, fakat bu sanı almaya değer o kimseyi daha açıkça görebilmek için mythos'u işe karıştırdık. Çünkü, kullandığımız örneğe göre, insanlara bakmak görevi bütün çobanlar içinde yalnızca ondadır.

GENÇ SOKRATES - Çok doğru.

YABANCI - Tanrı-çobanın niteliği kralınkinden de yüksektir, diye düşünmekten kendime alamıyorum, Sokrates. Bugün yeryüzündeki devlet adamlarının kişiliği uyruklarınınkine pek benziyor, krallar da onlar gibi büyütülüp eğitiliyorlar.

GENÇ SOKRATES - Gerçekten öyle.

YABANCI - Ama gene de onları incelemek gerek. Görelim bakalım, tanrı-çoban gibi onlar da uyruklarının üstündeler mi, yoksa onlarla aynı düzeydeler mi?

GENÇ SOKRATES - Evet, bir bakalım.

YABANCI - Neyse, anımsar mısın?... Tek tek değil de, sürü halinde hayvanlara kendiliğinden-emretme sanatından sözetmiş ve ona sürü yetiştirme sanatı demiştik.

GENÇ SOKRATES - Evet, anımsıyorum.

YABANCI - İşte onlarda bir yanlış yaptık. Sınıflandırmamızın içine devlet adamını hiç koymadık, onun adını bile anmadık. Bizim sınıflarımızda onun bir yeri olmadığını fark bile etmedik.

GENÇ SOKRATES - Bu nasıl oldu?

YABANCI - Bütün öteki çobanlar sürülerini ''yetiştirirler''; oysa bu, devlet adamı için kullanılacak uygun terim değildir; hepsine uygun gelen bir ad bulmalıyız.

GENÇ SOKRATES - Eğer böyle bir kelime varsa... dediğin doğrudur.

YABANCI - Niye? Sürülere ''bakmak'' terimi hepsi için kullanılamaz mı? Çünkü bu terim beslemek ya da herhangi türden bir başka iş görmek anlamına gelmez. Sürülere bakmak, onları yönetmek ya da onları evirip çevirmek dersek, bir sözcükle hepsini kapsamış oluruz. O zaman devlet adamını, bu konunun gerektirdiği üzere, bütün ötekilerle bir arada sayabiliriz.

GENÇ SOKRATES - Çok haklısın, ama bölme işinde bundan sonraki adım hangisidir?

YABANCI - Önce sürüleri ''yetiştirmek'' sanatını, kara ya da su hayvanları sürüleri, kanatlı ya da kanatsız, karışık ya da saftürden, boynuzlu ya da boynuzsuz olmasına göre ayırdığımız gibi, sürülere bakmak sanatını da aynı ayrımlara göre sınıflandırırız, böylece tanımımızın içine bugünün krallıkları da Kronos'un yönetimi de girmiş olur.

GENÇ SOKRATES - Bunu anlıyorum, ama sonra ne olacak? Onu bilmek isterim.

YABANCI - Sözcük, sürülerin beslenmesi ya da yetiştirilmesi yerine, ''yönetimi'' olsaydı, hiç kimse devlet adamında insanlara bakmak işinin bulunmadığını ileri süremezdi. Bununla birlikte, insanları beslemek sanatı sözü edilmeye değer bir sanat olmadığı, olsa bile, birçok kişinin, herhangi bir kraldan önce ve daha büyük ölçekte bu sanata sahip çıkacağı iddiası, yerinde bir iddiadır.

GENÇ SOKRATES - Çok doğru.

YABANCI - Ama insan toplumuna bakmak ve genel olarak insanların üzerinde egemenlik kurmak konusunda krallık bilgisinin önüne hiçbir bilgi geçemez, daha büyük bir hak iddia edemez.

GENÇ SOKRATES - Gerçekten öyle.

YABANCI - İkincisi, incelememizin sonunda büyük bir yanlış yaptığımızı da kabul etmeliyiz, Sokrates.

GENÇ SOKRATES - O da nedir?

YABANCI - İki ayaklıları beslemek ya da yetiştirmek diye bir sanatın varlığından pek emin olsak bile, sanki artık bu hususta söylenecek daha fazla bir şey yokmuş gibi, buna krallık ya da siyaset sanatı demek için bir neden görmüyorum.

GENÇ SOKRATES - Böyle bir şey yok.

YABANCI - Demin de dediğimiz gibi, ilk görevimiz, ''beslemek''ten çok ''bakmak'' anlamını verecek bir biçimde adını değiştirmektir. Sonra da bölmeye başlamaktır; çünkü hâlâ yapılacak oldukça çok sayıda bölme bulunabilir.

GENÇ SOKRATES - Bunu nasıl yapacağız?

YABANCI - İlkin tanrı-çobanı, insan yönetici ya da bakıcıdan ayırırız.

GENÇ SOKRATES - Doğru.

YABANCI - İnsana verilen yönetme sanatı da yeniden kısımlara bölünmelidir.

GENÇ SOKRATES - Hangi ilkeye göre?

YABANCI - Gönüllü ve zorla olmak ilkesine göre.

GENÇ SOKRATES - Neden?

YABANCI - Çünkü, yanılmıyorsam burada bir yanlış yaptık. Saflıkta, kral ile tyrannos'u bir araya koyduk, oysa hükümet biçimleri gibi kendileri de birbirlerinden bütün bütüne ayrıdırlar.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP