ERZURUM'LU İBRAHİM HAKKI'NIN İLİM ANLAYIŞI


Abdulkuddûs BİNGÖL


XVIII. Yüzyılda yaşamış olan Erzurum'lu İbrahim Hakkı(1703-1780)'nın ilim anlayışını ortaya koymaya çalışırken, genel olarak XVIII.yüzyıl Avrupasmda ve özel olarak da Osmanlı Türklerinde ilim anlayışını gözden uzak tutmamak gerekir.

Hemen belirtelim ki, bu yüz yılın başlarında Avrupa, sahasını ve üretim imkânlarını oldukça genişletmiş, kültür birliğinin şuuruna varmış, skolastik zihniyetin dar ve katı çemberini kırarak kendisi için yeni bir hayat tarzını, yeni bir hayat felsefesini ortaya koyabilmiştir. Buna karşılık, aynı dönemlerde Osmanlı Türk İmparatorluğunda, dışa karşı biri biri ardınca alınan yenilgiler, devam eden harpler ve iç isyanlarla üretim azalmış, iktisadî düzen alt-üst olmuş, ilim hayatı âdeta donmuş, yeni bir inkişaf bir yana, yakın geçmişindeki hayat tarzı dahi korunamamıştır. Denilebilir ki, bu dönem Osmanlı Türkü için zihnî çözülmenin başladığı, tefekkür hayatının durakladığı, yeni bir hayat felsefesi kurma gücünün yitirildiği, kültür yaratıcılığının gittikçe kaybedildiği bir dönemdir. Çözülemeyen sosyal problemlerin birikimi ise ilim ve tefekkür hayatındaki sıkıntıları iyice arttırmıştır.

Halbu ki, Avrupa'da yaşanan Rönesans sıralarında, özellikle İslâm Kültür Dünyası temel alınarak, Elen ve Elenistik dönem düşünce davranışına yeniden dönüldüğü Rönesansı izleyen Modern Çağda Galile ile birlikte bilimde Tecrübî Metod uygulanmağa başlandığı ve bu sayede bilimde büyük ilerlemelerin kaydedildiği ve bilimin her şubesinin bundan nasibini aldığı hepimizin malûmudur.

İşte bu gelişme içzerisinde XV. yüzyıldan başlayarak, daha sonraki yüzyıllarda yeni hamlelerle durmadan ilerleyen bilim, XVIII. yüzyıl Avrupasında, daha önce ortaya atılan bir çok sorunun cevabını bulmuştur. Bu dönemde Avrupa'da Tabiat bilimlerinde, özellikle de fizyoloji ve pataloji de önemli keşifler yapılmıştır. Bu keşifler deney ve araştırmaya duyulan ilgiyi daha da arttırmış, insan kâinatın bir parçası olarak kabul edilerek, insanı tanıma ve anlamağa büyük bir önem verilmiştir. Felsefî alanda oldukça önemli gelişmeler doğuracak olan bu anlayış dolayısıyla bu yüz yılda Avrupa'da önemli araştırmaların yapıldığı alanlardan biri de Anatomi olmuştur.Çok kısa olarak özetlemeğe çalıştığımız Avrupa'nın bu durumuna kıyasla, aynı dönemlerde Osmanlı-Türk Dünyasının bilim ve tefekkür hayatı açısından hiç de iç açıcı olmadığı yine hepimizin malûmudur.

Zira daha XVI. y.yılın son çeyreğinden itibaren Osmanlı-Türk Dünyasında bilim hayatı oldukça durgunlaşmış ve bu dönemden itibaren ilim öğretiminde ve ilmi eserlerin yazılmasında görülen gevşeklik, daha sonraki yüzyıllarda iyice su yüzüne çıkmıştır. Oysa Hristiyan Ortaçağının bilimi unutmuş olduğu bir sırada, İslâm Dünyası, ona yepyeni katkılarda bulunarak, bilimi diriltip genişletmiş, yeşertip yaşatmıştır. Daha X.yüzyüda İslâm Dünyasında oluşan bilim geleneği, Kâtip Çelebi'nin de çok acı bir lisanla belirttiği gibi,sonrakiler tarafından gevşetilmiştir. Önceleri, din ilimlerinin yanında müspet ilimlerin, Kelâm ve Felsefe'nin de öğrenim yeri olan medreselerde XVII. yüzyıldan itibaren aklî ve müspet ilimler itibardan düşmüş, öğretim daha ziyade din ilimleri alanı içine kapanmıştır. Ve bu dönemde Osmanlı bilim ve tefekkür hayatı, Avrupa'daki gelişmelerden çok uzaktır. Bunun içindir ki, 1731 yılında yazılıp 1. Mahmud'a sunulan Müteferrika Risalesi'nde Avrupa devletlerinin tâkibetmekte oldukları siyasî, askerî ve ilmî usûllerin alınması gerektiği savunulmaktadır. Böylece başlangıçta yalnız askerî sahada girişilen ıslahat hareketleri nedeniyle ilk olarak Modern Matematik Osmanlı bilim hayatına girmiştir.

Erzurum'Iu İbrahim Hakkı, işte böyle bir ortamda yetişmiş bir Osmanlı bilim adamı ve mutasavvıfıdır. Hemen belirtelim ki, O, yalnız Tasavvufta ve Din ilimlerinde kendisini yetiştiren bir âlim, çoğu kez fikirlerini manzum ifade ettiği ve bir Divan sahibi olduğu için sadece bir şair değil, aynı zamanda, dönemine göre Tıp, Astronomi Matematik, Fizik, Psikoloji... vb. müspet ilimlerde de geniş bilgi sahibidir. O, Derviş, Mürşid, Mütefekkir... gibi vasıfları yarımda, çok yönlü bir bilim adamı olarak sanırım Astronom, Psikolog, Sosyolog. .. diye nitelendirilmeğe de müstehaktır.

Kuşkusuz İbrahim Hakkı'ya bu çok yönlü bilim adamı vasfını kazandıran başlıca eserleri ve özellikle de Mârifetnâmesidir. Mârifetnâme, eski tarzda ansiklopedik bir eser, belki de bu tür eserlerin bir turfandası olarak hazırlanmıştır. Önsözünden, kitabını oğlu Ahmet Naimî'ye hitaben yazdığı anlaşılmaktadtr. O'nun çeşitli bilim alanlarıyla ilgili verdiği bilgiler, şüphesiz, çağındaki durumu yansıtması bakımından önemlidir. Günümüzdeki gelişmeler açısından bunların değerlendirilmesi ise her halde, kendi alanlarında uzmanlaşmış bilim adamlarına düşen bir görevdir. Bu bakımdan biz burada bir muhteva tahlili yapmaktan çok, ibrahim Hakkı'nın genel olarak bilim anlayışına kısaca değineceğiz.

İbrahim Hakkı, Mârifetnâme'sinde Din ilimleriyle müspet ilimleri en güzel şekilde te'life muvaffak olmuştur. O'na göre bunun böyle olması tabiîdir. Çünkü, insanın yaratılmasının amacı, Allah'ı bilmektir. Zira bir Hadîs'i Kutsî de, "Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim ve beni bilsinler diye halkı yarattım" buyrulmaktadır .. Öyleyse yaratılan İçin en yüce gaye ve arzu Mevlâ'yı bilmektir. Nevar ki, her şeyin üstünde olan Marifetullah (Allah'ı bilmek-Allah'ı Tanımak), insanın kendi nefsini (özünü-neliğini) bilmeğe bağlıdır. Çünkü,Herkim kendi nefsini bilirse, Rabbını da bilir" . İnsanın kendisini bilmesi, kendi varlığını tanıması, bedeni ve ruhu hakkında bilgi sahibi olmasına dayanır. Bu da âlemin bilinmesine, âlemin bilinmesi ise "Ulum-u Halakiyye" adını verdiği müspet ilimlere bağlıdır .

Öyle anlaşılıyor ki, İbrahim Hakkı'da, en yüksek gaye olan Allah'ı bilmeğe giden yol, müspet ilimden geçmektedir. Bunun için insan, O'na göre bir miktar ilm-i Hey'et (Astronomi), biraz ilm-i Hikmet (Felsefe), bir miktar ilm-i Teşrih-i Ebdan (Anatomi), bir o kadar ilm-i Enfüs (Psikoloji) öğrenmeli, biraz da ilm-i Kulûb ve ilm-i İrfan (Tasavvuf) bilmelidir . Ve yine O'na göre Matematik, ilm-i Hey'et'in mukaddimesi , Geometri ise iîm-i Hey'et'in başlangıcıdır. Dolayısıyla Allah'ı bilmeğe giden yolda bu iki ilime de ihtiyaç vardır.

İlimleri bir yönüyle "Kâinat ve Beden İlimleri ", diğer yönüyle "Beden ve Kalp İlimleri" diye iki kısımda mütalaa eden İbrahim Hakkı'ya göre, Kâinat İlmi Beden İlmine yardımcı olduğu gibi, Beden İlmi de Kalp ilmine yardımcı ve yol göstericidir. Böylece O'na göre, enson gayesi Marifetullah'a, en faydalı ilme ulaşmak olan insan için müspet ilimlerin öğrenilmesinin zaruri olduğu ve hem de bunun bir öncelik taşıdığı görülmektedir. Çünkü Marifetullah, ilmin semeresidir .

Öyleyse düşünen insan, herşeyden önce şuuru ile obje (konu) arasında doğru bir münasebet kurmalıdır. İlim adamı Öncelikle ön yargılardan uzak kalabilen ve kendi müşahedelerine dayanarak hür iradesiyle düşünebilen adam demektir. Böyle bir hürlüğün karşısında iki önemli güç vardır: Bunlardan birisi, büyük otorite olarak tanınmış kişilerin ortaya koydukları görüşleri; diğeri ise birçok bakımdan ilimlerin konularına da değinmiş olan dinî naslardır. Bu ikinci nokta en gelişmiş din olan İslâm'da özel bir önem taşımaktadır. Şimdi, dînî nas ile müspet bilimin sonuçlan uzlaşmaz halde görünürse, bilim adamı hangi yolu tutacaktır? İslâm Dünyasında bilim adamlarının bu konuda büyük güçlüklerle karşılaştıkları bilinmektedir. Oysa müspet bilimlerde yeni hakikatlere ulaşmanın yolu, her türlü peşin hükmün ötesine geçebilmektir.

İşte Erzurum'lu İbrahim Hakkı, özellikle bu bakımdan üzerinde durulması gereken bir kişidir. O, bu konuda Gazzâlî ile aynı fikirleri paylaşmakta ve özetle şu görüşlere yer vermektedir: "Aklın kesin olarak ispat ettiği şeyleri inkâr etmektense dînî hükümleri uygun bir şekilde te'vil etmek (yorumlamak) daha doğrudur" . Açıkça anlaşılıyor ki, İbrahim Hakkı, dînî naslann zevahiri (ilk bakıştaki anlamlan) ile kesin buluşlar çeliştiği durumlarda, dînî nasların aslına uygun şekilde yorumlanmasının gereğini savunmaktadır. Çünkü bu tür hakikatler, İslâm dininin "arayıp bulun" dediği şeylerdir . Aslında O'na göre Meselâ "Tabakat-ı Eflâk 13'müş, veya daha az imiş, ya da daha çok imiş" demekte bir beis yoktur. Esasen bu tür şeyler, dine bir zarar vermez.

Akla ve Aklın ispatlarına değer veren, onlan önemli gören İbrahim Hakkı, tabiî hâdiselerin her türlü peşin yargının dışında ele alınması gereğine de böylece işaret etmektedir. Zira O'na göre aklî ilimler, kesin kaidelere sahiptir .

İ.Hakkı, bilim adamı tavrını daha da belirginleştirerek, yine Gazzalî'den mülhem bir ifade ile, "O kimse ki, müspet ilmin bulgularını çürütmek için dînî naslan ileri sürer, dine hıyanet etmiş olur. Çünkü Hesap (Matematik),Hemdese (Geometri), Fizik ve Kimya kanunları ve tecrübeler bu hususların doğruluğunu gösterirken, bu, dînî naslara (seriate) aykırıdır, denirse, bilim adamları bu konularda şüphe etmeyip, aksine dînî naslar konusunda şüphe ederler" demekte ve "Akıllı düşman cahil dosttan hayırlıdır" sözünü eklemektedir.

İşte bize göre, ibrahim Hakkı'ya gerçek bilim adamı vasfını kazandıran, ne başlıbaşına bir ansiklopedi olan Mârifetnâmesi, ne bu eserinde yer alan Matematik, Trigonometri, Astronomi, Anotomi, Psikoloji.... vb. konular, ne de O'nun "İnsanın nereden geldiği?" sorusuna verdiği cevapta formüle ettiği tekamülcü anlayıştır; bilhassa taşıdığı ilmî zihniyet ve müspet ilimlere yaklaşımı O'na bu niteliği kazandırmaktadır.

İbrahim Hakkı'ya göre ilim, cehaletten kurtarmağa, iyi ahlâk sahibi olmağa,olgunluğa erişmeğe, doğru yola (hidâyete) ve gerçeğe ulaşmağa bir vasıtadır. İnsan gaflet ve cehaletle hayvana benzer. Onu gerçek insan seviyesine yükselten özellik ise ilim ve irfandır . Dolayısıyla İbrahim Hakla bir vesile ile ilim ve irfanı tavsiye etmiş ve bunu kendi nefsinde uygulayabilmiştir.

İbrahim Hakkı'da dikkatimizi çeken bir husus da, Onun Osmanlı-Türk bilim geleneği içinde yetişmesine ve Avrupa ile hemen hiç teması olmamasına rağmen, farklı amaçlarla da olsa, kendi dönemindeki Avrupa bilim ve tefekkürünün konularını yakalamış olmasıdır. Bu hususda en çarpıcı örnek Anotomi ilmi ve insan (insan felsefesi) konusundaki görüşleridir. O, Hz. Muhammed (S.A. V.)'nin ve büyük din âlimlerenin bedene ait ilimleri en önemli ve en gerekli bilimlerden saydıklarına işaret ettikten sonra, bu ilmin yararlarını sıralamakta ve özetle şöyle demektedir: "Demekki, Teşrih (Anotomi) ilmi aziz ve leziz bir ilimdir. Hakikate ermiş âlimlerin hikmetlerinin neticesi, mütehassıs doktorların sermayesi, yakîn sahiplerinin nefislerinin nimeti, dünya ve dinin vesilesi, Allah Taâlâ'yı tanıma vasıtasıdır. Çünkü Teşrih İlnıi'ni bilmeyen, Tıp ve Hikmetten ve kendini bilmekten gafil ve Hakk'ı tanıma» kavuşmaktan uzaktır. Halbuki insanların çoğu onu bilmekte aklanmıştır..."

İbharim Hakkı, insan konusunda oldukça orijinal fikirlere sahiptir. O'na göre varlıktan maksat insandır, insan varlığın özeti, âlemin küçük bir modelidir. Bir ağacın meyvesi gibi, bütün şartların hazır olmasından sonra varlığa gelmiştir. Her şey insan için, insan ise Allah'ı bilmek ve Allah'ı tanımak için yaratılmıştır, insan, yaratılışının gayesini bildiği ölçüde kemâle erecektir .

Daha öncede belirttiğimiz gibi, İbrahim Hakkı'ya göre ilmin son gayesi Hikmet'i elde etmektir. Çünkü Hikmet, "Yakın mükâşefesi ve gaybın müşahedesidir" . Dolayısıyla "Hikmet ölü kalpleri diriltir, dar göğüsleri açar" . Hikmet'ten maksat, Allah'ın ilmidir, Hak ilmidir, Hakikat ilmidir.Hâl ilmidir, Kalp ilmidir.

"ilim ile Hikmet biribirlerinden cisim ile can gibi ayrılmazlar" diyen İbrahim Hakkı, bunlar arasındaki farkları da oldukça geniş bir şekilde ortaya koyar. O'na göre ilim öğrenmekle olur, Hikmet ise Gayb'dan kalbe gelir; İlim dilin işlerindendir, dil ise mülk âleminin hazinesidir; halbu ki Hikmet, gönül hallerindendir, gönül ise melekût âleminin hazinesidir; ilim tefekkürle, Hikmet ise tezekkürle bilinir. Aklî ilimlerde inanan ile inanmayan ortaktır. Hikmet nurunu bulmak için ise "inanan" olmak lazımdır. Bu açıdan O, ilm'i Hikmet'ten daha genel, Hikmet'i ise daha özel, ama daha önemli kabul eder.Hikmet daha önemlidir, zira ilmin ışığı ancak kâinata ulaşırken, Hikmet'in nuru Allah'a erişir . İnsan için en büyük nimet Hikmet'ten lezzet almaktır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, çok yönlü bir bilim adamı olan İbrahim Hakkı'nın müspet ilimler konularında verdiği bilgiler, zaman zaman kendi düşüncelerini içerse de, çoğunlukla sağlam kaynaklara dayalı bir takım nakillerden öteye geçememektedir. Bununla beraber, çağındaki durumu yansıtması bakımından bunlar elbette önemlidir. Ancak bize göre bundan daha önemli olan O'nun müspet ilimler karşısındaki tavrıdır. Yetişme tarzı ve çevresindeki hâkim zihniyetin baskısı dikkate alınırsa, İbrahim Hakkı'nın bu konudaki düşünceleri hiç de küçümsenemez. O, Gazzalî'den de ilham alarak, esas gaye olan Hikmet'e (Marifetullah'a) ulaşmada müspet ilimlere öncelik tanımakta ve bu ilimlerin kesin sonuçlarıyla çelişki söz konusu olduğu yerde dînî nasların te'vilini uygun bulmaktadır.

Burada ister istemez, Türk-İslâm Kültür Dünyası'nda aklî ve müspet ilimlerin gelişememesini, peşin hükümlerle, kolay ve basit izahlarla dînî naslara ve Gazzalî'nin düşüncelerine balamanın dine ve Gazalî'ye haksızlık olduğunu düşünmekte ve bu konunun gerçek sebepleriyle ortaya koyulmasının gereğine işaret etmekte yarar görmekteyiz.

1 Yorum

Adsız
9 Mart 2009 00:44  

MÜSPET İLİMLERİN ŞERİAT DİYE TABİR EDİLEN YARATICIMIZIN BİLDİRDİĞİ İLİMLERDEN BİR ZITLIĞI YOKTURKİ BUNLARI BİRİBİRİNDEN AYRIYMIŞ GİBİ DÜŞÜNÜYORUZ BİRİ TÜMDEN GELİMDİR DİYORKİ BEN BUNU BUNU BÖYLE YAPTIM DİĞERİ TÜME VARIMDIR BU BU ŞÖYLE YAPILMIŞ ŞU ÖZELLİKLERDEKİ KİŞİ TARAFINDAN ANCAK YAPILABİLİR GİBİ.SONUÇ İSTER SANATKARDAN ESERE GİDELİM İSTER ESERDEN SANATKARA GİDELİM SONUÇ HEP ALLAH TIR.GERİSİ YANİ BUNLARI BİRİBRİNE ZIT GİBİ ANLAYIP ANLATMAK KENDİ SİLAHIMIZLA KENDİMİZİ VURMAKTIR Kİ BUNUDA ANCAK ŞEYTAN YAPAR ÇÜNKÜ ELİNDE BAŞKA SİLAH YOKTUR.MÜLK TÜMÜ İLE ALLAHINDIR.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP