GABRÎEL MARCEL'E GÖRE BAĞLILIK VE SADÂKAT

Murtaza KORLAELÇÎ

Gabriel Marcel (1889-1973) egzistansiyalist (varoluşçu) bir filozoftur. Bu bakımdan Marcel'in bağlılık (engament) ve sadâkat (fid61it6) görüşlerine geçmeden önce egzistansiyalizm (varoluşçuluk) hakkında biraz bilgi vermenin konumuza bütünlük getireceği kanısındayız.

Egzistansiyalizm (varoluşçuluk) en geniş manada, başka bir şeye indirgenemez karakterleri ile, bireysel egzistansın (varloşun) sahib olduğu felsefî önemin ortaya çıkartılmasıdır . Genel olarak "varoluşçuluğun "varoluştan" anladığı şey, insanın bireysel varoluşudur. Varoluş yalnız insanlarla ilgilidir, nesnelerle değil. Marcel her yaşayanı bile "var" kabul etmemektedir. Tercihini varolmaktan yana yaparken şöyle diyor: "Bir dükkanın önünde yatan köpeği gördüğüm zaman (comme) bir cümle dudaklarımdan döküldü: Yaşamak diye isimlendirilen bir şey var, varolmak diye isimlendirilen başka bir şey de var: Ben varolmayı seçiyorum" .

Varoluşçulara göre insan, kendi varoluşunu kendisi meydana getirir. "Öz" ve "varlık"ın önceliği hususunda egzistansiyalist filozoflar "teist" ve "ateist" diye ikiye ayrılırlar. Bu durumu tarihî süreç içinde belirtmek yerinde olacaktır: Roger Verneaux'ya göre, "modern egzistansiyalizmin babası Kierkegaard (Copenhague, 1813-1855)'dır. gPedegogu ise Edmund Husserl (1859-1938) 'dir . Bu akım sağ ve sol diye ikiye ayrılır. Sola ait olana "existantiale" (egzistansiyal) felsefe, sağa ait olana ise "existentielle" (egzistansiyel) felsefe denilmektedir. Heiddegger (1889-1976)'den kaynaklanan, kelimeyle ilgili böyle bir ayırım Fransız lisanında güçülükle kabul edilse de, Roger Vernemax'ya göre benimsenebilir. Birbirinden farklı olan bu iki eğilim birçok noktada birbirine muhaliftirler. En önemli ayırıcı yanlan ise, Tanrı'yı kabul edip etmeyişleridir. Egzistansiyalist felsefe ate (athee)dir.

Egzistansiyel felsefe ise dindardır . "Sol igzistansiyalizm şef olarak Almanya'da Martin Heidegger, Fransa'da Jean Paul Sartre (Paris, 1905-1980)'a sahiptir. Sağ egzistansiyalizm ise Almanya'da Karl Jaspers (1883-1969), Fransa'da Gabriel Marcel tarafından temsil edilir" . Dolayısıyla Fransa'da Sartre'in egzistansiyalizmi "ate" iken, G. Marcel'in egzistansiyalizmi dindardır .

Dindar bir felsefe geliştirien Marcel, rakibi Sartre'dan fikrî bakımdan ibr öncelik arzeder. "Marcel daima örnek kabul edilir ve Sartre daima başarısını, kendisinden daha yaşlı olan Marcel'in çalışmasıyla karşılaştırarak ölçmeye çalışır. (...) 1935 yılında Marcel'in "Varolmak ve Malikolmak" (Etr et Avoir) adlı kitabı yayınlanır; sekiz yıl sonra Sartre'in "Varlık ve Hiçlik" (V etre et le n6ant) adlı ana kitabı yayınlanır. Fakat daha bu kitapların başlıklarını gösterir" .

Bu özet tarihi bilgiden sonra, bağlanma (engagement) ve satâkat (fidelite) kelimelerinin anlamlarım şöyle belirtebiliriz: Angagman (engagement) kelime anlamı ile, bir bağlılık veya taahhüt ifâde eden söz veya ahittir. Angajman yapmak veya angajmana girmek, bir iş hususunda karşılıklı bağlanmak, taahhüt altına girmek demektir.l Aynı kökten gelen "angaje" (engage) kelimesi ise, bir ideolojiye bağlanarak siyâsette bulunan, kendini bir taahhüt altına sokan anlamlarına gelir.

Günlük dilde çok kullanılan bu terimler son zamanlarda felsefe de çok kullanılmaktadır. Bağlanma (engagement) kelimesi 1932 yılında kurulan Fransa'daki Esprit Dergisi grubu tarafından özel anlamda kullanılmıştır. Bağımlı düşünce, bir taraftan ihtiva ettiği ahlâkî ve sosyal sonuçlan (consequences) ciddiye alan; diğer taraftan, ilkesini önceden kabul ettiği (genellikle kollektif) bir projeye sadık olmanın mecburiyetini bilen düşüncedir . Sadâkat (fidelite) kelimesi, his ve duygulanmalarda sağlamlık, ihanet etmeme, hakikate uygunluk vs. anlamlarına gelmektedir .

Bu açıklayıca bilgilerden sonra G. Marcel'in bağlanma hakkındaki görüşlerini şöyle belirtebiliriz: Filozofa göre "varlık-ben"in sırrını hiç bir bilgi çözemez. Sadece aracısız bir tecrübe bizi ona yaklaştırır. Bu tecrübe deontolojik düzeyde bir bağlanma (engagement) ve sadâkat (fidelite)'tır. (...) Bağlanma olmaksazın hiç bir kimse yaşayamaz. Düşünüre göre kesin bir baklanma aktı, belli, ontolojik bir daimînin; psikolojik hayatın değişen olayları ile veya sözle değil, fiilen gerçekten ve yaşayarak tanınmasıdır. Marcel'e göre bağlanma ancak aşkın bir varlık için olur .

Bağlanılan varlık durgun bir şey, şuurun cereyanı altında duran hareketsiz bir cevher değildir. Öte yandan bu, devamlı formel, soyut ve boş olduğu için bir kanun da değildir. Bu daimî bir varlık, bir tarih ihtiva eden veya isteyen bir daimîdir .

Marcel'e göre yanlış kadercilik anlayışı bağlanmayı da engeller. Ona göre insanlar bu kaderciliği (her şeyin önceden olmuş bitmiş şeklinde düşünülen kaderciliği) inkar etmek şartıyla ancak vardır. Eğer geleceğimiz önceden belirlenmiş olsaydı hiçbir duygu insanın bağlanmasını sağlayamazdı.

İnsan tarihinin tümü ancak ve ancak şimdiki zaman içinde oluşur. Bu da insanın hür oluşundan başka bir anlama gelmez, insan hürriyetini de bağlanma aktı ile bilir. Çünkü bu bağlanma aktı esas itibariyle hür olarak yapılmış olan ve her an ihanet edilebilen (bozulabilen) bir sözleşmeye aittir. Hürriyetin sırrı, varlığın sırrının özdeşidir. Hürriyet, yaratılışımıza ilâve edilen bir yetenek, bir özellik değildir.

"O bizim kendimiz, suje olarak bizzat kendimizdir".

Hürriyet, "ben" için bir tehlikeyi, bir ontolojik tehlikeyi, iç inkârın imkânını ihtiva eder. "Olduğum gibi olmamak, açıkçası kendime ihanet edebilmek benim özümdendir. Fakat ben (moi) olarak kendimi oluşturabilmem, şahıs olarak kendimi ortaya koyabilmem de bu öz iledir. (...)

Marcel'e göre Hürriyet, Gide'in iddia ettiği gibi nedensiz (gratuits) aktlann bir
çeşit gerçekleşmesi değildir, nedensiz aktlar da bir hususta kendimi sorumlu olarak
görmüyorsam, bu artık benim aküm değildir. Bir akt, akt oludğu müddetçe, kendimi tam olarak inkar etmeksizin, onu terketme imkânım son derece azdır." Akt şahsın bizzat kendi kendine bağlandığı" vasıtadır . (...)

Filozofa göre varoluşta, yalnızca birbirinden ayrılmaz iki realite ve bu iki realitenin sadece aynı andaki keşfi değil, en azından ben (moi) den daha önce bir Sen, Mutlak bir Sen, ALLAH, vardır, insan iman bağı ile O'na bağlanarak varoluyor. (...) Bir bağlanmada esas olan bir başkasına bağlanmaktır. Bir nesne bağlanmaya layık olmadığı gibi, söz vermeyi de istemez. Eşya için bunu yapmak saf bir saçmalık olarak hissedilecektir. Bir nesneye bağlanılmaz ama, bir ideale, bir ilkeye veya bir "sebebe" bağlanılmaz mı ? (...)

Bu bağlanmanın, başkasını amaçlayan bir akt oludğunu ilke olarak ortaya koyuyoruz. Fakat bu ne demektir? Bağlanmanın konusu olan başkası, bir şahıs, bir süje, bir diğer "ben'"dir. Fakat bu basit "başkası olma" onu belirlemeye yetmiyor. Çünkü her obje başkasıdır. bağlanmanın hedef aldığı başkası obje değildir . Marcel'e göre bağlanmanın konusu olan başkası, Tanrı'dır.

Görüldüğü gibi Marcel'e göre gerçek olarak bağlanılacak biricik varlık Tanrı'dır. O'nun dışında bağlanılacak bir varlık tanımıyor Marcel. Bu varlığa bağlanma sadakatsiz da olamaz. "Sadakatsiz iman olmaz" diyen Marcel'in, sadâkat anlayışını da şöyle belirtebiliriz: Yukarda kelime anlamını verdiğimiz Sadakat ikiye ayrılabilir: Kendime sadâkat, başkasına sadâkat. Söz verdiğim şeyi yerine getirmem, kendime ait olduğu için bağlanmaya saygı göstermem bizzat kendime sadâkattir. Bağlanılmış olan şahsa saygı göstermek, başkasına sadâkattir.

Sadâkatin mahiyeti ise, bir mutlaka başvuruyu ihtiva etmesidir. Mutlak varlığa başvuruyu ihtiva etmeyen sadâkat, hakikati da ihtiva etmez. Kendime sadâkatin ne olduğunu biraz incelersek şöyle düşünebiliriz: Bağlanıyorum, bu meşru mudur? Sözüme sadık kalabilir miyim? Eğer şuur hallerimle özdeşleşiksem. Gide ve Proust'un düşündüğü gibi sadece "anda" yaşarsam, sorulara vereceğim cevap şüphesiz "Hayır" olacaktır. Bu halde, gerçekten, bugün bana ait olan durumumun, yarın da bana ait olacağını hiç bir şey garanti edemez. Dolayısıyla söze sadık kalınamaz.

Aksine, eğer söz vererek gerçekten bağlanırsam, orada zaman üstü (supra-temporelle) bir devamlılığın (permanence) kesinliğini doğrularım. Zaman ve oluşa galip gelirim. Kendi özümü oluşturan varlığa kaynaşırım, saf bir akıntı (geoulement) olarak kabul edilen hayatımla özdeşleşmeyi bırakırım. Sadakat bir daimînin ontolojik olarak tanınmasıdır. Bu devamlılık kendiliğinden var olanın devamlılığıdır.

Marcel'e göre yaşanmış sadâkat, filozofun düşünce yoluyla varmak mecburiyetinde olduğu gerçek bir metafizik doğrulamayı oluşturur. Sadâkat herşeyden önce yaşanmış olmak mecburiyetindedir. Sadâkat, hürriyete açılan imkân gibi görünür. însan mutlak bir varlığa bağlanarak kendini oluşturur. Sadâkat uyuşuk bir boyun eğme değildir .

Filozofa göre birine sâdık olunduğu zaman; verilen sözleri yerine getirmek, son derece güç de olsa, zarurîdir. "Eğer başkasına sadâkatim tamsa; eğer sadâkat, ayrılık ve ölümün ötesinde takibediliyorsa; sevilen varlığın cismânî hayatla tamamiyle karıştırılmadığı ve tanımlanamaz bir şekilde, yaşamayı devam ettirmek gerektiği zımnî olarak doğrulama haline geliyor demektir ".

Marcel ölülerle diriler arasındaki ilişkiler hakkında görüşlerini şöyle sergiliyor: "Sevilen bir ölü (Le mort) hakkındaki faal, bir bakıma militan sadâkat, hayat kanunları ile nasıl bağdaşıyor?... Ölülerle yaşayanlar arasında sağlam ve gerçek ilişki nasıl kurulabiliyor? Bu husustaki düşüncelerimi açıklıyorum: Karışık ve mübhem bir terim olarak isimlendirdiğimiz, ölümden sonra yaşama hakkında sahip olduğumuz görüşü, tanıdığımız ve sevdiğimiz ölünün bizim için kesin bir varlık olarak kaldığı görüşü, bizdeki basit bir "fikir"e indirgenemez. (...) Bu ortak yaşamayı (sybiose) açık olarak belirtmek bizim için imkansız olmasına rağmen, psikoloji ve metafiziğimizde hayatını devam ettiriyor ".

Düşünüre göre, sadâkat ölüm olayıyla sona ermez. Asıl sadâkat sevilen varlığın gözden kaybolmasıyla ortaya çıkar. Hür olarak seçim yapıp bağlandıktan sonra, bağlanılan varlığın yokluğu halinde sadâkat devam ediyorsa, ancak sadâkat doğrulanmış olur. Ölümle herşeyin sona erdiğini söylemek, insanın bizzat kendi kendisini inkar etmesidir.

Sadâkat mutlak varlıktan kaynaklanmaya mecburdur, sadâkatta sadece kendimize karşı değil, aktif ve üstün bir ilkeye karşı sorumluyuz. Bize emânet edilen şeyi teslim etmek mecburiyetindeyiz . Hakikatin aşkı veya saygısı insanı sadâkate götürür , diyen Marcel'e göre, gerçek sadâkatin olduğu yerde gurur bulunamaz. Sadâkata eşlik eden değerler sabır ve tevâzudur. Fakat bugünkü teknik gelişim, bu değerleri karanlığa itmiştir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP