MU’TEZİLE MEZHEBİNDE İNSANIN FİİLLERİ PROBLEMİ (... devam )

Kadı Abdülcebbar’a göre insanın fiilleri Allah’ izafe edilemez. Kulların fiilleri Allah’ın mahluku değildir. Allah onları sonradan yaratmamıştır. Kişinin yaptığı kendi fiilidir ve hadistir. Bir fiilin iki failinin olması imkansızdır. Bir şeye güç getirmek ancak onu meydana getirmekle mümkün olur. Kulların fiillerinin Allah’ın mahluku olmadığına delil olarak şunu da söylemek mümkündür: Eğer Allah onların muhdisi ve mucidi ise, kulların o fiillerde bir gücünün olmaması gerekir, çünkü bu fiillerde kulun gücüne gerek kalmaz. Kadı Abdülcebbar yukarıdaki görüşlerinin yanı sıra insanın fiillerinin Allah tarafından yaratılmadığını ispatlamak için birçok akli delil getirmiştir. Bunlardan başlıcaları şunlardır:

a) Eğer kulun fiilleri Allah’ın fiilleri olsaydı, yapılmasında alete ihtiyaç olan şeylerin aletsiz de yapılabilmesi gerekirdi. Çünkü, mesela Allah Teala, insanda yukarıya çıkma fiilini yarattığında merdivene ihtiyaç olmazdı veya kuşun uçmasında kanada ihtiyaç olmazdı. Aynı şekilde kağıda yazı yazmada ele ve kaleme ihtiyaç olmazdı. İnsanın birçok fiilinde alete ihtiyaç duyulduğuna göre bu durum, insanın kendi fiillerini kendisinin meydana getirdiğini göstermektedir.

b) Eğer kulların fiilleri Allah tarafından yaratılmış olsaydı, kötülük yapan kişinin bu fiilinden dolayı Allah Teala’nın sorumlu tutulması gerekirdi. Çünkü o fiil Allah tarafından kulun iradesi dışında yaratılmıştır. Dolayısıyla sorumluluk Allah’a ait olmuş olacaktı ki Allah bundan münezzehtir.

c) Kulun yaptığı bazı şeyler kötü, bazıları da iyi görülüyorsa ve Allah da o fiillerin yaratıcısı ise o takdirde fiillerdeki kötülük ve iyilik Allah için de söz konusu olurdu. Allah’ın ilim sahibi olduğuna olan imanımız ile beraber, bu fiil Allah’tan iyi olmadı veya bu fiil Allah’tan kötü olmadı demek caiz değildir. Böyle bir şey bizi alemde meydana gelen olayları da böyle yorumlamaya götürür ki bu muhaldir.

d) Eğer Allah insanları fiillerinin yaratıcısı olsaydı insanlar o fiilleri yapmaya mecbur kalırlardı. O zaman kişinin kesbiyle ve mecburiyet aylında yaptığı fiiller arasında fark kalmazdı. Biz biliyoruz ki bu ikisi arasında fark vardır. Kişinin iradesi ve kesbiyle ve mecburiyet altında yaptığı fiiller arasında bir farkın olduğunu kabul etmeyenin diğer konularda söylediği bütün sözleri de batıldır.

Mu’tezile’nin nazarında insan hür iradesiyle faili muhtardır. Allah’ın kendisine bağışladığı bu kudretle istediği gibi tasarruf eder, istediği şekilde davranır. Mu’tezile insandaki bu kudretle onun halk ve icadı gerçekleştirdiğini savunmuştur. Mu’tezile’ye göre bir şeyi yapmaya kudret sahibi olan kişinin onun üzerinde bir tesir bırakması ve bu tesirin kesin olarak meydana çıkması gerekir. Çünkü fiilin hasıl olması ancak fiilin varlığıyla mümkün olur. Mu’tezile bu sonuca şu üç sebepten ulaşmıştır. Bunlar ; teklif, va’d ve vaid’dir.

a) Eğer Allah Teala kulların fiillerini yaratsaydı, insanlar o fiilleri yapmazlardı. Teklif,va’d ve vaid batıl olurdu. Çünkü teklif taleb etmektir.Taleb ise bir şeyin yapılmasını birisinden istemektir. Ahiretteki hesabın önemi buradan ortaya çıkar. Eğer kulların fiilleri Allah’ın yaratmasıyla olsaydı kıyamet gününde kulların hesaba çekilmeleri nasıl olacak? İnsanın iyiliklerinden dolayı mükafat, kötülüklerinden dolayı ceza görmesi, o fiillerin kendisi tarafından yapılmasını gerektirir.

b) Eğer Allah insanların fiillerinin yaratıcısı olsaydı, o zaman peygamberlerin insanlara gönderilmesinin yararı ne olurdu? İnsanın hür bir iradesi ve özgür bir seçim hakkı olmadığı durumda, peygamberlerin gönderilmesinin bir anlamı olmaz. Çünkü peygamberlerin insanları iyiye, güzele ve doğruya çağırmaları insanın hür bir iradeye sahip olduklarını gösterir. Eğer insanlar davranışlarında hür olmasaydı peygamberlerin insanları iyiye, doğruya davet etmelerinin bir anlamı olmazdı. Her şey Allah tarafından belirlenmişse peygamberlerin gönderilmesine gerek kalmazdı. O halde peygamberlerin insanları doğruya davet etmeleri, bu davete muhatap olan insanların hür bir iradeye ve seçim hakkına sahip olduklarının bir göstergesidir.

c) Mu’tezile’nin insanın fiillerinin kadiri olduğu tezine dayanak olarak aldığı diğer bir nokta Allah’tan zulmün nefyedilmesidir. Mu’tezile’ye göre insanın fiilleri arasında zulüm, yalan ve küfür mevcuttur. Eğer Allah insanların fiillerinin yaratıcısı olsaydı o zaman bu çirkin şeylerin de yaratıcısı olurdu. Çünkü kim bir şeyi yaparsa o şey ona izafe edilir. Allah’ın çirkin şeylerin yaratıcısı olması caiz değildir. Diğer bir şey; Allah Teala nasıl olur da kulların fiillerini takdir eder, onları yaratır, sonra da o fiillerden dolayı kullarını cezalandırır. Bu, bir kimsenin birisini bir işe mecbur tutup, sonra o işten dolayı cezalandırması gibi değil midir?

Mu’tezile, insanın fiillerinin tamamen insanın hür iradesinin ve ihtiyarının eseri olduğunu söyleyip Ehl-i Sünnetin kesb anlayışını reddetmenin yanı sıra Allah’ın fiilleri ile insanın fiillerinin birbirinden farklı olduğunu da belirtmiştir.

5-Allah’ın Fiileri İle Kulların Fiillerinin Farklı Olması

Mu’tezile’ye göre Allah’ın bütün fiilleri iyidir. Allah kötü ve çirkin şeyleri yaratmaz. Mu’tezile bu görüşünü bazı Kur’an ayetlerine dayandırarak dile getirmiştir. “Bu her şeyi sağlam tutan Allah’ın işidir.” Ayetindeki sağlam tutmak (itkan) ifadesini Mu’tezile hem muhkem hem de iyi ve güzel olarak yorumlamışlardır.

Mu’tezile’ye göre Allah’ın fiilleri her zaman iyidir. Ancak kötü fiillerde Allah’ın kudretinin hiçbir ilişkisi yok mudur? Kötü fiiller tamamen insana mı aittir? Gibi sorular sorulabilmektedir. Bu gibi sorulara cevap vermek üzere Mu’tezili imamlardan farklı görüşler ortaya konulmuştur. Ebu Huzeyl el-Allaf (v.226/840)’a göre; Allah zulme kadirdir ama hikmetinden dolayı bunu yapmaz. İbrahim en-Nazzam (v.220/838)’a göre; Allah zulme kadir olmadığı gibi iyi olan şeyi terk etmeye de kadir değildir. Çünkü zulüm ancak ya afete uğramışlardan veya cahillerden ortaya çıkar.  Kadı Abdülcebbar ise Allah’ın zulme kadir olduğunu ancak bunu yaratmadığını ifade eder.

İnsanın fiillerinin değerlendirilmesinde Mu’tezilenin göz önünde bulundurduğu esaslardan birisi “salah-aslah” konusudur. Mu’tezile’ye göre “salah” kelimesi fayda, menfaat gibi anlamlar ifade eder. “aslah” ise “salah” kelimesinin mübalağa ifade eden şeklidir. Allah’ın fiillerinde iyilik, güzellik, fayda gibi nitelikler bulunur. Bunlar kullara göredir. Kendisi için bunları düşünmek caiz değildir. Allah’ın yapacağı teklifler de salah-aslah vasfını taşımalıdır. Salah-aslah vasfını taşımayan fiiller Allah’a izafe edilemez.

Allah’ın fiilleri konusunda Mu’tezile’nin “salah-aslah” anlayışının temelinde Mu’tezile’nin “husün-kubuh” (iyi-kötü), anlayışı vardır. Mu’tezile’ye göre Allah’ın fiillerinde ve tekliflerinde salah-aslah esası vardır. Allah’ın bütün fiilleri bir hikmete dayanmaktadır, dolayısıyla Allah’ın bütün işleri iyidir. Ancak kulların fiilleri böyle değildir. Kulların fiillerinin bazıları iyidir, bazıları kötüdür. Bundan dolayı insanların fiillerinin Allah’a izafe edilmesi doğru değildir. Bazı insanların fiilleri sonucunda Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi oldukları görülmektedir. Bu fiillerde Allah’ın fiillerindeki itkan (sağlam tutma) vasfının bulunduğu söylenemez. Bu durumda kulların bu fiillerinin de Allah’a izafe edilmesi doğru değildir.

Mu’tezile’nin insan fiilleri anlayışında kulların fiillerini Allah’ın fiilleri olarak vasıflandırmak veya söz konusu fiiller için Allah tarafındandır şeklinde ifade etmek doğru değildir. Çünkü insanların fiilleri kendileri tarafından özgür iradeleriyle gerçekleştirilmişlerdir. Bundan dolayı insanları fiilleri övgü ve yermeye hak kazanmışlardır. İnsanların fiil ve eylemleri Allah tarafından yaratılmış olsalardı bu fiiller için mükafat ve ceza söz konusu olmazdı. Bu durumda insanların fiillerinin Allah’a izafe edilmesi ancak mecazi anlamda mümkündür ve bu da taatlerle sınırlıdır. Taatlerle ilgili fiillerimizi Allah’a izafe etmek ve bunların Allah tarafından meydana geldiğini söylemek, Allah’ın bu fiiller için bize yardım ettiği, bize lutfettiği, bizi muvaffak kıldığı ve aksini yapmaktan bizi koruduğu anlamına gelir.

Mu’tezile imamları kendileri için asıl olan akli delillerle beraber onları tamamlayıcı mahiyette bazı Kur’an ayetlerini de insanın fiilleri konusuna delil getirmişlerdir. Mu’tezile’nin konuyla ilgili müracaat ettiği ayetlerden bazıları şunlardır. “Size Rabbinizden hakkı ve batılı ayırmak için açık deliller geldi. Artık kim hakkı görür de ona iman ederse kendi lehinedir. Kim de hakkı görmeyip batılı seçerse kendi aleyhinedir. Ben üzerinize bir gözetleyici değilim.” Ayette, hakkı görüp doğruyu seçmenin insanın lehine, batılı seçtiğinde ise aleyhine olacağı, dolayısıyla insanın fiillerini hür bir iradeyle yaptığı ve ondan sorumlu olduğu belirtilmiştir. Başka bir ayette “Göğü, yeri ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bunun boşuna olduğu, inkarcıların zannından ibarettir.Vay ateşe uğrayacak inkarcıların haline” buyurulmaktadır. Burada Allah Teala boş olan “batıl” şeyi yaratmadığını bildirmektedir. Eğer şer olan kötü fiiller insanlar tarafından yaratılmış olsa, bütün bu kötü olan şeylerin Allah tarafından yaratılmış olması gerekirdi ki Allah Teala bunlardan münezzeh ve yücedir.

Mu’tezile’nin görüşünü desteklemek için başvurduğu diğer bir ayet şudur: “Sizi yaratan O’dur. Kiminiz inkarcı, kiminiz mü’mindir. Allah yaptıklarınızı görendir. Bu ayet insanları uyarmak içindir. Eğer iman ve küfür insanın iradesine bağlı değilse, bu uyarının doğru olduğunu söylemek mümkün değildir. İnsanın iradesiyle olmayan iman ve inkardan dolayı insanın uyarılması demek; insanın boyunun uzun veya kısa olmasından dolayı uyarılmasına benzer ki bunun bir anlamı yoktur. Buna benzer diğer bir ayette de Allah Teala: “De ki Hak Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkar etsin…” İman ve inkar insanın hür iradesiyle olmasaydı bu ayete de bir anlam vermek mümkün olmazdı. Öyle ki “dileyen kapkara olsun, dileyen bembeyaz” gibi bir sözden farklı bir anlam ortaya çıkmazdı. Bu söz saçmadır, çünkü kişinin cilt renginin siyahlığı veya beyazlığı bize bağlı olan bir şey değildir. İman ve küfür konusundaki durum da bunun gibidir.

6 – Tevlid ve Tevellüd

Tevlid; irade ile yapılan bir fiilden sonra ona bağlı olarak bir başka fiilin veya fiillerin meydana gelmesidir. Tevellüd kendiliğinden doğan anlamına gelmektedir. İnsanın eliyle anahtarı çevirmesi sonucunda kapının açılması, bir kişinin attığı bir taş veya okun meydana getirdiği yaralama veya ölüm olayı tevellüd için birer örnek olarak verilebilir. Taşın atılma olayında taşın atılması iradi fiil, buna bağlı olarak meydana gelen ölüm ise mütevelled (iradi fiilden doğan) fiildir. Birinci fiile doğrudan işlenen (mübaşir) fiil, ikinciye ise bu fiilin sebep olması sonucu meydana gelen (mütevelled) fiil denir. Mutezile’ye göre irade ilk fiil, murad edilen fiil ikinci fiil ve sonuç (mütevelled fiil) ise üçüncü fiil olmaktadır.

Tevlid ve tevellüd olarak adlandırılan fiiller, kelamcılar tarafından temel sebep , aracı sebep ilişkisi şeklinde değil, tevlid veya tevellüd, yani fiilin doğuşu şeklinde ortaya konulmuştur. Bu durumda akla şu sorular gelebilir. Hareket eden alette söz konusu olan ilahi bir sebeplilik midir? Tabii bir sebep, sebepsiz bir etki veya beşeri failin sebepliliği söz konusu olabilir mi? Bu şekilde meydana gelen fiilin menşei nedir? Mu’tezile Tevlid ve Tevellüd problemine bu açıdan bakmış ve görüşlerini bu yönde geliştirmiştir.

Mu’tezile’nin çoğunluğunun kabul ettiği görüş; gerek doğrudan gerekse dolaylı olarak yapılan her fiil insanın fiilidir. Mu’tezile’nin çoğunluğu tarafından kabul gören bu düşünceyi ilk olarak Bişr el-Mu’temir ortaya atmıştır Ebu’l-Huzeyl el-Allaf ‘a göre insanın fiilinden doğan her fiil insanın bilgisi dahilinde meydana gelmektedir. Meydana gelen fiil insanın bilgisi dahilinde ortaya çıktığına göre bu fiil insana aittir. Vurmadan dolayı meydana gelen acı, atılan taşın sebep olduğu yaralama veya ölüm fiili yapana aittir. Çünkü bu fiillerin sebebi insandır.

Ancak lezzet, renkler, tatlar, kokular, sıcaklık, soğukluk, rutubet, kuruluk, korkaklık, cesaret, açlık, tokluk gibi şeyler Allah’ın fiilleridir. Ebu’l –Huzeyl’e göre bu fiiller insanın fillerinden tevellüd etmez. Çünkü insan bu fiillerde bilgi sahibi değildir. İnsanın bilgi sahibi olmadığı bir fiil insana ait olamaz.

İbrahim en-Nazzam; hareket dışında insan için fiilin söz konusu olmadığını iddia etmiştir. Ona göre insan nefsinde hareket dışında bir fiil yapamaz. Namaz, oruç, istekler, hoş görülmeyen şeyler, ilim, cehalet, doğruluk, yalan, insanın konuşması ve susması ve sair fiilleri hareketten (halden) ibarettir. Böyle olduğu içindir ki insanın bir yerde durmasının anlamı onun iki vakitte bulunmasıdır.Yani o hareketin iki vakitte olmasıdır.

İbrahim en-Nazzam da latif cisimler olarak vasıfladığı renk, tat, koku, hareket, soğuk, sıcak, sesler, acı gibi şeylerin insanın fiilleri olmadığını söylemiştir. Mu’tezile imamlarından Muammer’e göre insan nefsinde hareket ve sükunu meydana getiremez. İnsanın kendisinde ancak irade, ilim, kerahet, nazar, temsil halleri meydana gelir. İnsan bundan başka bir şey yapamaz. Muammer, mütevelled fiillerin insana ait olmadığını, atılan taş ile ölen kişide meydana gelen öldürme fiilinin taşı atan insana değil taşa ait olduğunu ileri sürmüştür. Salih Kubbe ve taraftarlarına göre; atılan bir taş sonucunda ölen kişide meydana gelen öldürme olayının taşa değil Allah’a nispet edilmesi gerektiğini söylemişlerdir.

Kadı Abdülcebbar, mütevelled fiillerin Allah’a nispet edilmesini cebri savunanların görüşlerine paralel olarak yorumlamış ve söz konusu görüşü reddetmiştir. Kadı Abdülcebbar’a göre doğrudan işlenen fiil ile dolaylı fiil aynı konumdadır. Mütevelled fiilin sebebi olan irade insanın kendisine ait olduğu zaman bundan dolayı meydana gelen diğer fiil de insana ait olacaktır. Meydana gelen fiilde bir irade olmadığı zaman ise söz konusu fiil o insana ait değildir ve ondan sorumlu da olmaz.

Kadı Abdülcebbar organların fiillerinin gerçekleştikleri mahalde tabii olarak ya da yaratılışın bir gereği olarak meydana gelmesinin caiz olmadığını ve herhangi bir fiili tabiata doğrudan ya da dolaylı olarak izafe etmenin yanlış olduğunu söylemiştir. Ona göre kişinin irade ve isteğiyle meydana gelen bir fiilin bazı yönlerden mecburi olarak meydana geldiğini söylemek batıldır. Çünkü kişinin iradesiyle meydana gelen iş onun fiilidir. Onun fiili olunca o işin mahallinde kendiliğinden meydana geldiğini söylemek doğru olmaz. Eğer kendiliğinden olsaydı fiilin her mahalde olması gerekirdi. O zaman organların fiillerinin kasıt, istek, ilim, ve idrakten yoksun olarak meydana gelmesi gerekirdi. Böyle bir şey kabul edilirse kişi, ancak iradesiyle iş yapar sözü doğru olmazdı. Fiili yapan kişinin iradesiyle o işi yaptığı kabul edildiği taktirde, o kişinin organları tarafından meydana getirilen işlerinde o kişinin fiili olmak lazım gelir.

Kadı Abdülcebbar, mütevelled fiillerde mevcut olan kudretin de söz konusu fiillerin ilk fiili gerçekleştiren kişiye ait olduğunun bir kanıtı olduğunu söylemiştir. Kadı Abdülcebbar’a göre fail durumunda olan insanın hareketleri ve diğer şeyleri kudretinin mahalli (kendi bedeni) dışında dolaylı olarak (tevlid) yapabileceğini söylemiştir. Ona göre insanın kendi bedeninin dışında bir mahalde işlenen mütevellid fiillerden, örneğin yazmada, dokumada, bina etmede ve sairde olduğu üzere bir kudret vardır. Bu kudretin olması da o fiilin o kişiye ait olduğunu gerektirir. Kadı Abdülcebbar’a göre mütevelled fiil arzu ve istek yönünden doğrudan meydana gelen fiil gibidir. Böyle olduğu içindir ki mütevelled fiil o fiili yapan kişiye aittir. Çünkü bir fiilde iki failin olması doğru değildir. Dolayısıyla mütevelled fiilde ikinci bir fail aranmaması gerekir.

Kadı Abdülcebbar’a göre doğrudan meydana gelen fiiller ile dolaylı meydana gelen fiilleri birbirinden ayıran üç fark bulunmaktadır. Mütevelled fiil başka bir fiilden dolayı meydana gelmiştir. Burada insanın sorumluluğu niyet ve kastına bağlıdır. Eğer mütevelled fiil kastedilmişse sorumluluk gerekir, kastedilmemişse buna da mütevelled fiil denir ancak bu fiilden dolayı sorumluluk gerekmez. İlk fiilin etkisiyle meydana gelen mütevelled fiili, failin iradesi dışında bir fiil olarak nitelemek mümkündür. Fail bu fiili irade etmemiş olabilir. Mütevelled fiilin sebebi olan ilk fiil meydana geldiği zaman, artık mütevelled fiilin meydana gelmesine engel bir şeyin olması söz konusu olamaz. Halbuki ilk fiilde durum böyle değildir. Ancak Kadı Abdülcebbar bu görüşe karşı çıkarak müvellid ilk fiil ile mütevelled fiili aynı konumda görmüştür.

Sonuç

İnsanın fiilleri ya da başka bir ifadeyle insan hareket ve davranışları, insan iradesinin ürünleridir. İnsandan isteyerek ve bilerek sadır olan her türlü eylem insanın kendisine mal edilir ve ondan sorumlu tutulur. Mu’tezile imamları insan fiilleri konusunu yorumlarken insanın hür bir iradeye sahip olduğunu, bu hür iradesiyle yapmış olduğu fiillerinden sorumlu olduğu gerçeğinden hareket etmişlerdir.

Mu’tezile’ye göre madem ki insan yapıp ettiklerinden ahirette sorumlu tutulacaktır, o halde insanın bu fiillerini tamamen kendi bağımsız hür iradesiyle yapmış olması gerekir. Eğer insan herhangi bir zorlama altında olursa veya tamamen bağımsız bir iradeye sahip olmazsa o zaman insanların ahirette, dünyada yaptıklarından dolayı hesaba çekilmeleri caiz olmaz.

Mu’tezile bu görüşüyle ilgili olarak bazı Kur’an ayetlerini delil almıştır. Kur’an’da Mu’tezile’nin tezini doğrulayan ayetler bulunduğu gibi söz konusu görüşü nefyeden ayetler de bulunmaktadır. Ehl-i Sünnet alimleri “Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz.” “Allah dilemedikçe iman etmeyeceklerdi.” “Allah dileseydi onu yapmazlardı.” “Eğer biz dileseydik herkesi hidayete erdirirdik.” gibi zahiri anlamları cebr’e delalet eden ayetleri görüşlerine delil olarak alırken Mu’tezile bu ayetleri tevil etmiştir.

İnsanın hür bir iradeye sahip olduğunu bildiren Kur’an ayetleri insanın yapıp ettiklerinden sorumlu olduğunu ve ahirettte yaptıklarından sorumlu olacaklarını bildirmektedirler. Mu’tezile’in insan fiillerindeki temel çıkış noktası da ilahi adaletin gereği olarak insanların bu dünyada kendi istek ve iradeleriyle yapmış oldukları işlerden, fiil ve eylemlerinden sorumlu olmalarıdır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP