SCHELLINĞ'DE BİLGELİĞİ İSTEME OLARAK FELSEFE

Ömer Naci SOYKAN

"Felsefe" sözü, kendisinin ne olduğunu söyler: Bilgeliği sevme, isteme ve ona çaba gösterme. O halde, bilgeliğe yönelen bir isteme olarak felsefe, felsefe olarak felsefe demektir. 'Niçin felsefe yapmak' sorusu, başlangıçtan günümüze dek felsefenin gündeminde olan, hem temellendirici hem de savunucu bir tutumu içerir. Felsefenin temellendirilmesi, bir anlamda, onun haklı çıkarılması demektir. Daima kendisini temellendirme ihtiyacı duyan, felsefe dışında hiçbir bilim yoktur. Bu durum, Platon'un vaktiyle söylediği gibi, felsefenin "özgür bilim" ("elevtheron epistemen") olmasından ileri gelir. Schelling de aynı kanıdadır:

"Felsefe [...] tamamen koşulsuzdur, kendi dışında ereği olmaksızın." Fakat "şunun için felsefe yapıyoruz" yanıtı, felsefenin yarar sağladığım var sayar. Bu duruma o, özgürlüğün bir bilimi olarak, kendi kendisiyle çelişkiye düşer. Schelling, "felsefenin yararından söz etmeyi, bu bilimin aşağılanması olarak görüyorum" diyor. [...] "O, yararlılık bağlamından kendi kendisi sayesinde kurtulmuştur. O, yalnızca kendi kendisini istemedir; başka bir şeyi isteme olması için, doğrudan doğruya kendi varlığı kendisini ortadan kaldırırdı ." Ereğini kendisinde taşıyan felsefe, artık başka hiçbir temeli gereksemiyen kendi temeline de kendi kendisinde sahiptir. Bu temel Schelling için istemedir: "İsteme asli-varlıktır ve temelsizlik, ebedilik, zamandan bağımsızlık, kendini-onaylama'dan ibaret olan onun tüm yüklemleri yalnız ona kulak verirler. Bütün felsefe, yalnızca, bu en yüksek deyimi bulmaya çaba gösterir ."

İsteme, kendisini isteme yoluyla dışlaştıran bir Ben'in istemesi demektir. Kendi kendisini Ben olarak onaylayan insan, kendine özgü dünyasını, hakikatin bütün alanını oluşturur, ancak onun sayesinde ve onun için hakikat olan hakikatin . "Her şey yalnızca Bende ve Ben içindir. Bende felsefe, kendi 'en khai pan'ını ('bir ve herşey'ini) bulmuştur ." "Benin özü özgürlüktür ."

En yüksek ilke olarak Ben'i kabul eden Schelling felsefesinin hareket noktası şöyle dile gelir: "Ben'im !" İnsanın özünü onun kendi eyleminde bulmakla ve felsefe, bütününde etnik bir çizgiye sahip olur. Schelling'e göre felsefe yapma, bu eylemde arkası kesilmeyen bir kendini-görmedir . Böyle bir kendini görme, yani felsefe yapma ihtiyacı, şart koşar. Böylece felsefe giden ilk adım atılmış olur. Felsefe yapan insan, bu çelişkiyi sürekli yaşar . Bu, onu dış dünya karşısında özgür kılar. Ölü cisim, canlı bitki ve hayvan hareket eder; ama yalnızca inşa eyler. Bir hareket ahlâk kanununa uymasıyla eylem adını alır. Sonlu Ben için geçerli olan ahlâk kanunu, kendisi hiç bir ahlâk kanunu tanımayan yüksek bir merciye dayanmalıdır. Bu merciyi Schelling "sonsuz Ben" , Kant "duyulur üstü olan" diye adlandırır. Duyulur üstü olanın sesine uyan, bu sesi kendisinde işiten insan, eyleyen varlık olarak kendini aşmıştır ve böylece o özgürlüğe erişir. Kendisini koşulsuz olarak ahlâk kanununun emrine veren insan, ahlâki anlamda Tanrı'dadır. "Tanrı-da-Olma", Schelling için "Tanrı'nın ya da ahlâki dünya-düzeninin tamamlayıcı bir parçası " olmak demektir. "Yalnızca insan Tann'dadır ve o işte bu Tann-da-Olma yoluyla özgürlüğe yetilidir ." Felsefeyi ya da bilgelik çabasını, istemini ya da özgürlüğün bir bilimini, ancak, kendisini aşan, kendisi özgür olan böyle bir insan başarabilir; çünkü "o [felsefe], tamamen özgürlüğün bir eseridir ."

insan biçiminin kendi kendinde evrenin bir resmi olduğu görüşünde olan Schelling, dikey biçimin anlamını Ovidius'un Metamorphoses'inde bulur:

Os homini sublime dedit caelumque tuen
Jussit, et erectos ad sidera tollere voltus .

("O, (Tanrı, Yaratıcı) insana yukarıya çevrilmiş bir yüz verdi ve dik durup bakışını göğe kaldırımını buyurdu." )

Yüzü yukanya çevrili, ayaklan üzerinde dikey duran insan, Tanrı'nın buyruğunu ya da aynı şey demek olan kendi vicdanının sesini işitir. "Vicdanın sesi nereden gelir?" sorusunun bir yanıtı, adı ne olursa olsun herhangi bir yüksek merci olmalıdır. Ama Schelling'e rağmen biz, dünyanın öteki bölümleri arasında, hayvanlar, bitkiler, taşlar vb. arasında dünyanın bir bölümü olan insan vücudunun hiçbir öncelikli yeri olmadığını Wittgenstein ile birlikte söyliyebiliriz. Her şey aynı basamakta bulunur. Gerçi biz, Schelling gibi, insan biçiminin sirngeles bir anlamı olduğunu söyleyecek durumda değiliz; ama insanın kendisine bir değer, bir anlam vermekle bulunduğu basamaktan yukarı çıktığı kanısındayız. Kendi kendisine bir değer bahşeden insan, kendi değerine inanmak için yüksek bir merciye ihtiyaç duyar, ister Tanrı, isten sonsuz Ben ya da duyulur üstü veya vicdan diye gösterilsin, bu yüksek merci sayesinde insanın değeri teminat altına alınır. Bedenleri bakımından olduğu gibi, hayvan ile insan arasında hiçbir değer ayırımı olmasaydı, o zaman buradan çok tehlikeli sonuçlar çıkardı: Hayvanın kesilebilmesi veya herhangi bir nesnenin parçalanabilmesi gibi insanın öldürülmesine izinli olunurdu. Hiçbir değer yoksa, herşeye izin vardır. O halde insanın değerinin bir vehim olduğunu söylememeliyiz. Tersine! Belki söyliyebiliriz; ama şunu da ekleyerek: Bu 'vehim' yaşamımızın bir koşulu olmalıdır.

Eğer sözü edilen ayrım cisimsel varlıkta değilse, o zaman o nereden geliyor? Schelling'in bir yanıtı şudur: Ayrım, yalnızca isteme tarzından ibarettir. [...] Ölü cisim kendisine yeterlidir ve yalnızca kendisini ister. Hayvan, kendilerine her halde bir ışık-açlığı yüklenen bitkiler, kendi dışında bir şeyi ister; insan kendi üstünde bir şeyi ister. Hayvan, kendi istemesi yoluyla kendi dışından çekilmiştir; insan, gerçekten insansal istemede kendi kendisinin üstüne yükselmiştir .

Bakışını yukarıya çeviren, kendi üstünde bir şeyi isteyen bilgelik sevgisi sayesinde kendi üstüne yükselen insan, Schelling'e göre Tanrı'dadır. Schelling'in açtığı yolda, kendi tarzında ilerleyen Nietzsche, aynı insanı "üstün insan" diye adlandırır. "Bilgeliği isteme", Nietzsche için "güç isteme"dir. O, "üstün-insan"ın yeryüzünün anlamı olduğuna inanır. Yeryüzünün anlamı ama yeryüzünde olabilir mi? O zaman dünyanın anlamı, dünyadaki herhangi bir nesne olurdu. Nietzsche'nin "üstün-insan"ı kuşkusuz Tanrı'da olamaz; fakat o, -Nietzsche, "üstün-insan"a yer açmak için Tanrı'yı "öldürdü".

Schelling'e göre inasn, kendisini bir yaşam akımı içine atılmış bulur: ki bu akımın hareketi insandan bağımsızdır. "Buna karşın" der Schelling, "O, bu akım tarafından bir ölü nesne gibi alıp götürülecek veya sürüklenecek biçimde belirlenmemiştir; [...] " "Anlamı anlamak" sözünü "anlam vermek" olarak anlamak istiyoruz.

Schelling'i izlemeyi sürdürelim: "O halde insanın, kendi yaşamını bilgece, yani bilgelikle düzenlemesi gerekirse, onun bu hareketin kendisinde de bilgelik olduğunu varsayması gerekir. Çünkü ancak o zaman insan özgür öz-isteme ile, yani bir bilge olarak kendini harekete verebilir ve ona tabi olabilir ." Bu inancı paylaşmak belki güçtür. Dünyanın kendisinde bilgelik olmaksızın, insanın kendi yaşamını "bilgece" düzenliyebilmesi söylenebilir. Dahası bilgelik, insanın dünyaya kattığı bir şeydir. Ama burada da yukarıdaki gibi yüksek bir merciye başvurulabilir ve bilgelik dünya sayesinde teminat altına alınabilir; tıpkı Schelling'in yaptığı gibi.

Schelling felsefesinin ethik karakteri, onun sanat felsefesinde estetik bir karakterle taçlanır. Bu taçlanmayı açıklamak için genellikle Schelling felsefesine çok kısa bir bakış atmak istiyoruz. O, felsefenin ödevini bir ikilem olarak ortaya koyar: "Ya nesnel olan, ilk olan yapılır ve onunla uzlaşacak bir Öznel olanın ona nasıl varacağı sorulur ." Bu soru, deneyin olanağını araştıran doğa felsefesinin ödevidir. Böyle bir felsefe teorik felsefe diye adlandırılır. İkinci durum şudur: "Veya öznel olan ilk olan yapılır ve ödev şudur: onunla uzlaşacak bir öznel olanın nasıl kâfi geleceği ." Bu ödevi üstlenen felsefe, özgür eylemin olanağını araştıran transzendental felsefedir. Ama hem doğa felsefesi hem de tranzsendental felsefe bilginin bir öğesini alıp diğerini gözardı ettiği için, onlar özne-nesne uygunluğunu, yani hakiki bilgiyi tek başlarına açıklayamazlar. Teorik ile pratik felsefenin, özne ile nesnenin birleştiği, sözü edilen ikilemin çözüldüğü yer, Schelling felsefesinin en yüksek noktasını gösterir. Bu da Schelling'in sözleriyle "felsefenin bütün kubbesinin kilit taşı olan "sanat felsefesidir. Bu sanat felsefesi onun varlık kavrayışına dayanır. Bu bağıntıyı göstermek için şu sözler, sanırım iyi bir örnektir: "Sanatın biçimleri, mutlak olanda veya kendilerinde nasıl iseler öyle olan şeylerin biçimleri olmalıdırlar ."

Schelling güzellik için de yüksek bir merciye ihtiyaç duyar, tıpkı bilgelik için oludğu gibi. Bu da aynı mercidir: Tanrı. O, şöyle der: "Bütün sanatın doğrudan doğruya asıl-kökü Tanrı'dır. [...] Tanrı idelerin kaynağıdır. [...] İmdi ama sanat ilk-örneklerin tasviridir, o halde Tann'nın kendisi bütün sanatların doğrudan doğruya asli-kökü, son olanağıdır; O'nun kendisi bütün güzelliğin kaynağıdur ." Felsefeyi "idelerin veya şeylerin ebedi asli-köklerinin bilimi " olarak gören Schelling, üç idenin-doğruluk, iyilik ve güzlellik- birliğini arar; tıpkı Yunan filozofları gibi ve bütün zamanların filozofları gibi.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP