ETİK SORUNLAR AÇISINDAN EUTHANASIA

Hakan POYRAZ

Ahlakta felsefî araştırma / sorgulama anlamına gelebilecek olan etik, günümüzde, hayatî rol oynayan aktüel tartışma konularına ağırlıklı önem verme eğilimindedir. Bu gün artık bir çevre ahlakından (envirovmental ethics), ötanaziden (öldürme hakkı), politika ve ahlak ilişkisinden (politika ve kirli eller), kürtaj, doğum kontrol, seks ahlakı ilh. gibi konulardan söz edilmekte ve etik güncel sorunlar üzerine eğilmektedir.

Ötanazi ve diğer pratik konular, özellikle günümüz sorunları oluşuyla çağdaş ahlak filozoflarının ilgi konularını oluşturmakta, Aristotales'in "pratik bilgelik" adını verdiği etik, günümüzde pratik sorunlar üzerine eğilmektedir. Ahlak felsefesinin kısa tarihine baktığımızda, İlkçağ felsefesinde etiğin, ontolojik, kozmolojik bir karakter sergilediğini görürüz. Platon'un "iyi ideası" veya Stoalıların "doğaya uygun yaşama" kavramı, ahlakta böyle bir ontolojik kozmolojik temel olmakta idi. Orta çağda ise etik, teolojik bir mahiyet arzetmekteydi. Merkezî ilgisi "bilgi" problemi olan Yeni çağ felsefesinde etik, bilgi probleminin arkalığında (Etik bilgi ve olgu bilgisi arasındaki ayrım olarak) ele alınmakta; Yirminci yüzyıl felsefesinde özellikle Anglo-Sakson Çözümleyiciliğinde etik, dil ve anlam felsefesi içinde soruşturulmaktaydı. Günümüzdeki yönelim ise, hayatın her bir yanında ortaya çıkan davranış problemlerini çözme üzerinedir. Davranış problemlerinin her gün daha baskıcı ve yıkıcı bir hale geldiği dünyada, bu sorunların ortaya konulduğu ve cevaplandırıldığı kavramların anlaşılmasına büyük ihtiyaç bulunmaktadır. Bu nedenle ahlak problemleri uygulamaya yönelik problemlerdir. Ötanazi de böyle uygulama karmaşıklıklarına sahip bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Grekçe eu (iyi) thanatos (ölüm) kavramlarının bileşkesi olan Euthanasia (ötanazi), sözlük karşılığı olarak "iyi ölüm" demektir. Bu ifade, gerçekten ötanazi kelimesini karşılayabilir mi? Zira "iyi ölüm", "hayırlı ölüm", "güzel ölüm" gibi deyimler ötanaziden çok farklı bir kültürel muhteva taşırlar. Türkçede, belki de intihar ve cinayet arasında durum ifade eden bir kavram bulunmadığı için bu böyledir. Kültürün en azından legal olarak ötanaziye müsade etmemesi, böyle bir kavramsal yokluğun nedeni olabilir. Yine de soğuk hastane odalarında bir makinaya bağlı yaşayan ve acı çekerek ölümü bekleyen bir hastanın, evinde dostları arasında acılarına son vererek ölmek istemesi fikri insanî açıdan bize sıcak gelebilir. Bu açıdan ötanazi, kişinin hayatı söz konusu olduğu için, karar verilmesi güç, çetrefil bir problemdir.

Ötanazi, uygulamalı etiğin ve tıb etiğinin konusu olarak uygulama karmaşıklıklarına sahiptir. Çünkü konunun hukukî, ahlakî, toplumsal, psikolojik, dini ve hatta ekonomik olmak üzere bir çok boyutu bulunmaktadır. Bununla birlikte tıp etiği, konuyu meslek ahlakı içerisinde ele almaktadır.

Ötanazi, umutsuz bir hastalığa yakalanan ve bundan dolayı acı çeken birinin kendi hayatına son vermesi veya bir başkasından bu işlemi kendisi için yapmasını istemesidir. Ötenazi durumunda 'isteyen' ve bu 'isteme'yi kişi veya kişinin adına gerçekleştiren olmak üzere iki taraf bulunmaktadır. Bu isteği kişi adına gerçekleştiren taraf doktorlardır ve ötanazi doktor-hasta ilişkisinde önümüze gelen bir problemdir.

Doktorlar, hastaların çektiği acılan ve tedavi edilemeyen umutsuz durumları yakından müşahede eden ve tedaviye yetkili olan kişi olarak ötanazi konusunda söz söyleme hakkına sahip görünmekle birlikte, meselenin ahlakî yönü hakkında tek başlarına karar veremezler. Buna rağmen, uygulamanın nasıl yapılması (ya da yapılıp yapılmaması) gerektiği konusunda doktorların görüşü önemlidir. Doktorlar, en azından doktorluk yapıyor oldukları sırada, bu güne kadar karşılaşmış oldukları vakalardan hareket ederek ötanazi konusunda fikir beyan edebilirler.

Ötanazi bu nedenle, tedavisi mümkün olmayan hastalıklar için doktor kontrolünde, hastanın hayatına son verilmesi olarak tarjf edilir; A, B'nin hayatına B'nin iyiliği için son vermektedir. Ötanazi'nin bu şekilde anlaşılması, onun iki önemli özelliğini ortaya çıkartmaktadır; Birincisi, kişinin hayatının kasten sona erdirilmesi, ikincisi, bu işlemin tedavisi olmayan ve acı çektiren ölümcül bir hastalığa yakalanmış kişinin iyiliği için yapılıyor olmasıdır. Bu durum, ötanaziyi diğer hayata son verme olaylarından ayırmaktadır."

Günümüzde ötanazinin ilgi çekici bir konu haline gelişi, oldukça yeni sayılmakla ve son derece tartışmalı bir konu olarak dikkati çekmekle birlikte, uygulama bazı topluluklarda tarihin bilinen eski dönemlerine kadar uzanır. Bildiğimiz bütün toplumlarda, savaş ve idam gibi istisnaî durumlar dışında öldürmek yasaklanmıştır. Bununla birlikte, öldürmenin ne zaman yanlış olacağı konusunda önemli farklılıklar bulunmaktadır. Greklerde, Romalılarda ve bir çok ilkel toplumda ötanazi uygulanmasına rastlamak mümkündür. Bu toplumlarda yalnızca ötanazinin değil, çocuk öldürmenin (infanticide) ve intiharın da kabul edildiği bir çok durum bilinmektedir.(Yaşlılarını buzullarda ölüme terkeden Eskimoların; sıhhatsiz çocuklarını dağ başlarına bırakan
İspartalıların veya Japonların bir çeşit ötanazi uyguladıklarını söyleyebiliriz.) Bazı filozofların (Platon, More gibi) savunduğu bu uygulama, tek tanrıcı dinlerde ve büyük gelenek ahlaklarında (Budizm gibi) ahlaken tasvib edilemez.

Tektanncı dinlerde ötanazi, hayatı veren ve alan Tann'nın iradesine karşı çıkmak olduğu için, intihar ve cinayetle eşdeğer tutulmuştur. İntihar ya da masum bir insanın hayatına son verme, Tann'nın hayat verme ve alma hakkını inkar anlamına getir. Roman Katolik Kilesesi, yayınladığı deklerasyonla, "ölüme sebeb olan işlemi yapmak, ölümü önleyebilecek olan işlemi yapmamak" olarak tanımladığı ötanazi karşısında yeralmaktadır. Budizm ise, acının insan ruhunu olgunlaştırdığından hareketle ötanaziye karşıdır.

Ötanazi yalnız dini açıdan değil hukuki a,çıdan da, halen bitmemiş bir tartışmadır ve Hollanda dışındaki tüm ülkelerde (aktif ötanazi) suç olmaya devam etmektedir. Kendi icadı olan "ölüm makinası"nda yirmi kadar hastanın ölümünü sağlayan ötanazi uygulamasının popüler bir ismi Doktor Jack Kevorkian ve Janet Adkins gibi doktorların bu uygulamalarından dolayı yasal takibata uğradıklarını öğrenmekteyiz.

Felsefî açıdan ötanazi, daha çok ütopyacı toplum felsefelerinin bir müessesesi olarak karşımıza çıkar. Ötanazi üzerine görüş beyan eden filozoflar, meseleyi sağlıklı bir toplumun hem ruhsal hem de fiziksel yönden sağlıklı bireyleri gerektirdiği şeklinde ele alma eğilimindedirler.

Grek düşünürleri tıb ile etik arasında yakın bir alâka kurarak, etiği sanatı" ve "ruhun kurtuluşu" biçiminde tasvir etmekteydiler. Sokrates'in "sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" düsturu, etikteki tıbbî imajı zihinsel hijyen olarak ileri sürmekteydi.

Platon belki de bu sebebte sağlıklı ideal toplum için ötanaziyi salık vermekte bir beis görmemektedir. "Devlet" in üçüncü kitabında tedavisi olmayan öldürücü hastalıklar için doktorun yapacağı en iyi işin, ölümü geciktirmemek olduğunu söyler. Thomas More'un "ütopya"sında ötanazi, hem sağlıklı toplum açısından hem de kişinin iyiliği için tasvip edilir. Hastanın rızası alınarak rahiplerin hazırladığı İlaçla, acısız bir şekilde hayatına son veren hasta, ölümü kabul etmekle, More'a göre, aynı zamanda Tann'nın da iradesine uymaktadır. (İdeal bir toplum için gerekli görülen ötanazi, bazen bir diktatörün elinde soykırım aracına dönüşebilmektedir de. Nazi ötanazi uygulaması, buna bir örnektir.)

Bacon; Hume, Bentham ve Mil l (ve bu arada hastayı toplum için parazit olarak gören Nietzsche) ötanaziden yana görüş bildiren filozoflardır. Karşı taraf olarak görüş bildiren filozoflardan biri olan Kant, insanların hayatlarını sona erdirme yetkisine sahip olmadığını düşünmekte ve ötanaziyi tasvip etmemektedir. Günümüz felsefesinde ise ötanazinin bazı türleri için yaygın bir popüler destek bulunmaktadır ve ötanazinin ahlakî açıdan savunulabilir olduğuna inanılmaktadır. Hatta günümüz ahlak filozoflarının oldukça etkili isimlerinden birisi olan Hare, bir doktorun hastasının çekeceği acı ne kadar büyük olursa olsun, o hastanın hayatını mümkün olduğunca uzatmanın daha iyi olacağını düşünmesini üst düzey fanatiklik olarak görür. Bununla birlikte tıbbın amacı "yaşatmak"tır, hangi gerekçeyle olursa olsun "öldürmek" değil... Ötanazi karşıtlarına göre, tıbbın bu amacını ihlal etmek, "Hippokrat Yeminini ve dolayısıyla meslek ahlakını ihlal etmektir. Ötanazi savunuculanna göre ise, ötanazi tedavi yöntemlerinden biri olarak gösterilmektedir; hastanın çektiği acının sona erdirilmesi şeklinde düşünülen bu tedavi, öldürmek amaçlı değildir fakat sonunda hastanın öleceği öngörülmektedir. Bu manada ötanazi öldürme değildir; öldürmeden farklıdr, olsa olsa "ölüme yardımcı olmak"tır. Başka bir yazar, tecavüz ve seks arasında kurduğu bir analoji ile konuyu şöyle gündeme getirmektedir.
Tecavüz, zorla irade dışı gerçekleştirilen bir ırza geçme eylemidir. Oysa aşk, iki tarafın rızasıyla gerçekleşir. Ötanazi de öldürmeye nisbetle böyledir. Ötanazi'nin savunulabilir olmasına yol açan sebeblerden biri de, tedaviye devam etmenin ekonomik külfetidir. Çünkü ötanazinin tatbik edildiği durumlar arasında bitkisel hayata girmiş ve ancak günlük masrafı milyonları bulan aletlere bağlı kaldıkça yaşayabilecek hastalar da vardır. Bu tedavi günlerce, aylarca ve hatta yıllarca sürebilir ve tedavinin netice verme ihtimali de oldukça az bulunmaktadır. Burada hangi ekonomik değerin insan hayatı ile mukayese edilebileceği sorusu sorulabilir. Bu sorunun cevabı ekonomi ve ahlak ilişkisi içerisinde değerlendirilmelidir. Ötanazi, gerçekleştirme biçimlerine göre şöyle adlandırılır. Aktif ve pasif ötanazi; gönüllü, gönüllü olmayan ve gönülsüz ötanazi..

Aktif ötanazi; Kişi ölümcül bir hastalığa yakalanmış ve bu hastalık nedeniyle acı çekmektedir. Doktoruna kendisinden bir iğne yapmasını istemekte ve bu iğne çoğunlukla yüksek dozda morfin veya potasyum krorit olmaktadır. Doktorun bu isteği gerçekleştirdiği ötanazi, aktif ötanazidir.

Pasif ötanazi'de ise hasta çoğunlukla felç olmuş haldedir ve yaşaması için respiratöre bağlı kalmak zorundadır. Hastanın hayatını devam ettirecek tedavinin kesilmesi (respiratörün çekilmesi) şeklinde gerçekleştirilen ötanazi, pasif ötanazidir. Aktif ve pasif ötanazi ayrımı, gönüllü, gönüllü olmayan ve gönülsüz ötanazi uygulamaları için de geçerlidir.

Gönüllü (Voluntary) ötanazi; insanı tedricen zayıf düşüren bir hastalığa yakalanmış olan A, ölmek üzeredir. Bütünüyle felç olmuş halde ve canlı kalabilmesi için periyodik olarak respiratöre bağlanması gerekmektedir. Sürekli acı içindedir ve hayatı hakkında hiç bir umut olmadığını ve her şeyin daha kötüye gideceğini bilmektedir. Doktorundan kendisine öldürücü bir enjeksiyon yapmasını ister. Doktor, ailesine ve sağlık ekibine danıştıktan sonra istenen iğneyi yapar ve hasta ölür. Bu, aktif gönüllü ötanazidir.

Örnekte görüldüğü üzere, B, A'nın talebi üzerine A'nın iyiliği için A'nın hayatına son vermiştir. Şahıs hayatına son verilirken, ölüm ve hayat arasında tercihini belirtecek bilinçlilik durumunu kaybetmiş de olsa, ötanazi gönüllü olabilir. Bu durumda şahıs, bilinci yerindeyken sözkonusu isteğini doktora iletmiştir. Zamanı geldiğinde doktor bu isteği gerçekleştirecektir. Bu durumda, ötanazi, pasif gönüllü ötanazi olacaktır.

Gönüllü Olmayan (non-voluntary) ötanazi; Hayatı sona erdirilen kişi hayat ve ölüm arasında bir seçim yapamayacak durumda ise, bu gönüllü olmayan ötanazidir. Umutsuz bir hastanın bilincini kaybetme halinde, daha önce ötanazi isteğini bildirmemişse veya yeni doğan sakat bir bebek sözkonusu ise, ötanazi gönüllü olmayandır.

Gönülsüz (involuntary) ötanazi; Kişinin kendi ölümü ile ilgili rızası alınabilecek durumdayken kendisine sorulmamış olması veya sorulmuş olsa bile yaşamaya devam etmek istemiş olması halinde gerçekleştirilen ötanazi, gönüllü olmayan ötanazidir. Bu ender rastlanan bir durum olmakla birlikte, sonuçta hastanın Ölümüne yol açabilecek olan artan dozda ağrı kesici kullanımı veya kişinin rızası alınmadan tedaviyi kesme, gönülsüz ötanazi içerisinde tartışılmaktadır.

Bütün bu çeşitliliği içerisinde ötanaziye kim karar verecek? Hangi ötanazi türü ahlakî olarak tasvip edilebilir ve hangisi tasvip edilemez olarak kabul edilecek? Bu konuda otorite olarak neyi ve kimi alabileceğiz? Bilimsel otorite (doktor) mi, dini otorite mi yoksa gelenekler mi?

Doktor, meselenin ancak olgusal yanı olan, hastalığın tedavi açısından çaresiz olduğunu tesbitten başka bir şey yapamaz. Bir olgu durumundan yani artık hastanın ümitsiz bir hastalığa yakalanmış ve acı çekiyor oluşundan hastanın hayatına son verilmesi gerektiği sonucu çıkarılabilir mi? Bu bir olgu yargısından bir değer yargısının çıkarılıp çıkarılamayacağı sorununa denk düşmektedir!

Hume'dan beri gelen ve günümüz etiğinin de önemli bir tartışması olan olgu-değer ilişkisi içerisinde bu sorun eni-konu ele alınıp tartışılabilir. Dinlerin ötanazi konusundaki yaklaşımları da bellidir. Yaşayanlar arasında "ölüm" tecrübesini yaşamış birisi olmadığına göre, ölüm ve yaşam konularında kim otoritedir? Ölüm, henüz tatmadığımız, hayat ise daha tamamlamadığımız bir tecrübedir. Biri yaşanmamış ve biri de tamamlanmamış/eksik bir tecrübe ile "ölüm" ve "hayat" konularında kim, nasıl karar verebilir?

Ötanazi aktif de olsa, pasif de olsa sonuçta insanm hayatı bahis konusudur ve ötanazinin öldürme değil "acıyı sona erdiren bir tedavi olduğu" şeklindeki yaklaşım, hayatın sona erdirilmesi pahasına yapılmaktadır.

"Hayat", "ölüm", "ölme hakkı" gibi varoluşa ilişkin kavramların "hak" gibi eyleme ilişkin bir kavramla münasebetinin doğurduğu ahlakî problemler nasıl çözümlenebilecektir? Bu konuda bize olgular mı, oksa mantık mı yardım edecek? Bütün bunlar -olgular ve mantık- seçimimiz için bize yol gösterici, rehberlik edici olabilirler ama son çözümde "karar verici" olabilir mi?

"Ölüm nedir?", "hayat nedir?" gibi ölüm ve hayat hakkındaki soruları sormaya başladığımızda, olguya ilişkin sorunlarla dile ilişkin sorunların içice geçtiğini görürüz. Fakat "hayatın değeri nedir?" diye sorarsak, daha farklı bir soru sormakta olup, değer üzerine konuşmaktayız.

Hayatın değerli olduğu ifadesi, hayatın anlamına işaret etmektedir. Hayatta neyin değerli olup neyin olmadığı konusunda ortak bir anlaşma yolu bulamasak da en azından hayatın kendisinin, değerli denilen şeylerin tümünden daha değerli olduğunu söyleyebiliriz. Hayatın artık değerli bir şey olmaktan çıkması, onun anlamının kaybolması demektir. Gerçekten ölümcül bir hastalıkla karşı karşıya kalan birisi hayatın anlamını bütünüyle tüketmiş midir?

Hayat kutsaldır, bu bir hakikat. Ölüm de kendinden kaçamayacağımız başka bir hakikat. Hayat ve ölüm birbirine zıt kavramlar değil, birbirini takip eden durumlardır. Nasıl dünyaya gelişimizde kendi irademizin bir müdahalesi bulunmuyorsa, ölüme de müdahele edememekteyiz. Ama bu ikisi arasında irademizi gerçekleştirme özgürlüğüne sahibiz. Ölüme kendi irademizle mani olamamakla birlikte, irademizle ölümü gerçekleştirebiliriz. Yalnız bu ya intihardır (kişinin kendihayatına son vermesi) ya da cinayet (başka birinin hayatına kastetme). Ötanazi bu manada intihar ve cinayet arasında bir yerdedir. Zira ötanazinin uygulandığı hasta ölümle yaşama arasında bir yerdedir, özellikle beyin ölümü denilen ve komada bitkisel hayat yaşayan hasta açısından... O bir kadavra değildir, biyolojik açıdan yaşamaktadır ama "kişi" olarak burada bulunmamaktadır. Bununla birlikte bu hastaya karşı görevlerimizde onun biyolojik bir nesne olarak algılanması söz konusu olamaz. Hasta yaşamaya devam ettikçe (ister hasta yakını ister sağlık ekibi olarak) o kişilik olarak da yaşamaya devam edecektir. Ayrıca muhtelif tecrübelerle görülmüştür ki, arada kalmayıp koma durumundan çıkan bir çok insan yaşamaya devam ettikleri sürece değer ortaya koymaya devam etmişlerdir.

İntihar bir kişinin kendi hayatına son verme iradesi midir? Eğer öyleyse iradenin irade tarafından kaldırılışı sözkonusudur. Değer ortaya koymak, değer yaratmak özgür bir seçimdir. İntihar bu özgürlüğü sona erdirme olarak "özgürlüğün ilgası" anlamına gelir. Ötanazi de bir anlamda hayatın sona erdirilmesiyle "değer yaratmanın" sona erdirilmesi, ve "özgürlüğün sona erdirilmesi" demek olacaktır.

1 Yorum

4 Kasım 2019 03:23  

Güzelmiş ama çok bunaltıcı biraz rahat renklendirin sayfayı

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP