DESCARTES VE ÖZNE OLARAK BENLİK ( ... devam )
|
Descartes'ın bu söylediklerinin ne derece tatminkar olduğu ve özellikle Meditasyonlar'in başında açık ve seçik olarak nitelediği matematiksel bilgi için izhar ettiği kuşku ile ne derece tutarlı olduğu ise tartışma konusudur. Öte yandan, Descartes'ın cogito'sunun bir tasım türü olduğuna ilişkin o dönemde bazı eleştiriler gelmesi üzerine, Descartes bunun bir tasım olmadığını zira bu bilginin başka herhangi bir bilgiden türetilmiş bir bilgi olmadığını belirtmiştir. Bu iddiaya göre 'Düşünüyorum, o halde varım' önermesi genel bir önerme olan 'Düşünen tüm varlıklar vardır' ve 'Ben düşünüyorum' önermelerinin mantıksal bir sonucu olduğundan bu argüman bir tür tasımdır. Ancak eğer bu argüman bir tasım ise o zaman bu tasımda yer alan gene! önermenin yani 'Düşünen tüm varlıklar vardır' önermesinin öncelikle ispatlanması gerekir ki, Descartes bu aşamada hala bir şey ispat etmiş değildir. Buna karşılık olarak, Descartes, 'Düşünüyorum o halde varım' bilgisinin 'Düşünen tüm varlıklar vardır' önermesinden çıkarılmış bir bilgi olmadığını bilakis doğruluğu sezgi ile bilinen açık ve seçik bir bilgi olduğunu iddia etmiştir. Yani Descartes'a göre cogito bir tasım değildir. Descartes'a yöneltilen bir başka eleştiri de cogito argümanından 'ben'in varolduğunun çıkarılamayacağıdır. Örneğin Russell , Descartes'ın 'düşünüyorum'dan 'ben varım' sonucunu çıkaramayacağım zira 'düşünüyorum'da 'ben'e gönderme yapan herhangi bir şey yoktur. 'Düşünüyorum' ifadesinden ancak 'düşünce vardır' sonucu çıkarılabilir, yoksa 'ben varım' sonucu çıkarılamaz. Ancak Descartes'a destek amacıyla şu söylenebilir ki, tecrübe esas itibariyle özneldir, yani bir özneyi gerektirir, öznesiz varolamaz. Düşünmek de bir tecrübe olduğuna göre bir özne olmadan gerçekleşemez. Dolayısıyla 'düşünüyorum' tecrübesi düşünen bir şeyin yani ben'in varolduğunu gösterir. Dolayısıyla, bu anlamda Russell ve benzerlerinin Descartes'a yönelttiği sözkonusu eleştirilerin sağlam dayanağını bulunmamaktadır. Ancak, aşağıda göreceğimiz gibi, eğer Descartes'a yöneltilen bu eleştiri, onun ben'in bir töz olduğu görüşüne yöneltilmiş olsaydı o zaman daha haklı olarak görülebilirdi, zira cogko'dsn ben'in bir özne olmasının dışında bir varlık olduğu yani onun bir töz olduğu bilgisi çıkarılamaz. Descartes, kendisinin varoluşundan kesin emin olduktan sonra kendisinin mahiyeti üzerine düşünür.
Kendisinin maddi bir şey olamayacağını çünkü henüz maddi bir şeyin varlığından emin olmadığını belirten Descartes'ın o noktada bildiği tek şeyin, kendisinin maddeden bağımsız salt düşünen bir töz ya da varlık olduğudur: "Dolayısıyla, bu 'ben' - yani beni ben yapan ruh - maddeden tamamen bağımsız olup ondan daha kolay bilinebilecek bir şeydir. Beden tamamen yok olsa büe bu ben varlığım koruyacaktır". Entellektüel yahut rasyonel bir sezgiyle doğrudan bildiğimiz benin mahiyetinin düşünmek olduğunu ileri süren Descartes'a göre ben (ruh), esas niteliği yer kaplamak olan maddeden tamamen farklı ve ondan bağımsız bir şekilde varolabilen düşünen bir varlık ya da tözdür. Tabii bu demek değildir ki, ruhun tek niteliği düşünmektir. Ruhun elbette başka nitelikleri de vardır, ancak Descartes'a göre örneğin hayal etmek, hissetmek, istemek, yargıda bulunmak, kuşku duymak gibi ruhun diğer nitelikleri esas itibariyle düşünmenin birer türevi hükmündedir.
Descartes, düşünme niteliğini çok geniş bir anlamda yani ruhun bütün niteliklerini kapsayacak bir biçimde kullanır. Descartes'a göre ben "kuşku duyan, idrak eden, red ya da kabul eden, isteyen, istemeyen ve aynı zamanda hayal eden ve duyulara sahip olan" bir varlıktır".
Görüldüğü gibi, Descartes, benin bir töz olduğunu salt düşünme fiilinden yola çıkarak iddia etmektedir. Töz kavramının genel oiarak Kartezyen felsefede ve özel olarak da Descartes'ın benlik anlayışında son derece önemii bir yeri vardır. Bu nedenle Descartes'ın tözden ne anladığına daha geniş bir şekilde bakmakta fayda vardır.
Kartezyen felsefede nesnelerin sahip olduğu asli ve arızi niteliklerin bir dayanağı vardır. Bu dayanak da tözdür. Descartes'a göre ne birincil nitelikle ne de ikincil nitelikler, kendi başlarına varolabilirler; bunlar ancak bir töz ile kaim olabilirler. Biri yaratılmamış (Tanrı) ve ikisi de yaratılmış (madde ve ruh) olmak üzere üç töz olduğunu iddia eden Descartes'ın töz tanımı, Aristoteles'in töz tanımından pek de farklı değildir. O da Aristoteles gibi tözü kendi başına varolan ve yalnızca kendi başına kavranabilen bir şey olarak tanımlar. Descartes, Felsefenin İlkeleri"nde tözü şu şekilde tanımlar: "Töz derken kastettiğimiz şey, varoluşu hususunda kendisinden başka hiçbir şeye dayanmayan şeydir". Bu tanıma göre ancak Tanrı töz olabilir, zira ancak O, başka herşeyden bağımsız bir şekilde varolabilir. Buna karşılık, ruh ve madde varoluşları itibariyle Tann'ya dayanmalarına karşın başka herhangi bir yaratılmış şeye dayanmazlar ve dolaysıyla da ikincil bir anlamda töz olarak kabul edilirler.
Descartes, Meditasyonlar'da töze başka bir tarif getirir, ama bu tarif, birincisini tamamlayan bir tariftir. Descartes burada tözü, 'algıladığımız herşeyin temelinde bir süje olarak yer alan bir şey' olarak tanımlar. Burada geçen 'algıladığımız herşey' de nitelik, sıfat, araz yahut özellik gibi şeylere tekabül eder. Descartes töz ile onun nitelikleri arasında bir ayırım yaparken bu ayırımın sadece mantıksal yahut düşünsel bir ayırım olduğunu belirtir, zira ona göre gerçekte bu ikisi birbirinden ayrılamaz. Yani ne töz niteliksiz ve ne de nitelikler tözsüz varolabilir. Ancak tüm niteliklerin temelinde yer alan iki asıl nitelik bulunmaktadır ki, Descartes'a göre, bu nitelikler olmadan bir tözü anlayabilmemiz mümkün değildir. Bunlar da ruh için düşünce ve madde için de mekan ya da yer kaplamadır. Diğer nitelikler, bu ana yahut asıl niteliklerin değişik modlarından ibarettir. Örneğin yuvarlaklık, yer kaplamanın bir modu iken hayal etmek, düşüncenin bir modudur.
Descartes, töz kavramının tanımı konusunda diğer onyedinci yüzyıl filozofları gibi Aristoteles'e benzer görüşler öne sürerken, ruh ile beden arasındaki ilişkide Aristoteles'ten tamamen farklı bir yol izler. Aristoteles'in aksine Descartes'ta ruh bedenin bir formu değil, bu ikisi birbirinden tamamen farklı iki ayrı tözdür. Kartezyen felsefede iki şey arasında gerçek bir ayırım (real distinction) olması demek, bu iki şeyin epistemolojik ve ontolojik olarak 'tam' olması yani birbirinden bağımsız olarak idrak edilebilmesi ve ontolojik olarak birbirinden bağımsız varolması demektir. Descartes'a göre ruhu beden olmadan ve bedeni de ruh olmadan tam olarak idrak edebildiğimize göre bu ikisi birbirinden gerçekten ayrıdır. Bu da demektir ki, ikisi de ayrı ayn tözlerdir. Descartes'ın "ben bedenimden gerçekten farklı bir şeyim ve ondan bağımsız bir şekilde varolabilirim" ifadesi, ruh ile beden arasındaki epistemolojik ve ontolojik ayırıma dikkat çekmektedir.
Ne var ki, Kartezyen felsefede ruh ile beden birbirinden tamamen farklı iki varlık olmalarına karşın bu ikisi arasında nedensel bir ilişki mevcuttur. Örneğin acı çektiğimizde yahut sevindiğimizde bedenimizde (daha özel olarak beynimizde) bir takım fizyolojik değişimler meydana gelir. Ancak fizyolojik değişimlerin ruh hallerine eşlik etmesi, ruh hallerinin bu fizyolojik hallerle özdeş olduğu anlamına gelmez. Yani ruh ve madde birbirinden esas itibariyle farklı birer töz olmalarına karşın birbirleriyle etkileşim içerisindedir.
Descartes'ın kendisinden sonraki felsefeye miras bıraktığı en önemli felsefî sorunlardan biri de ruh ile beden arasındaki bu ilişkinin mahiyeti sorunsalıdır. Descartes'a göre ruh ile beden, mahiyet itibariyle farklı tözler olmalarına karşın, insanda bir birlik halinde bulunurlar ve etkileşim içerisindedir. Ancak bu etkileşimin mahiyeti ve nasıl meydana geldiği konusunda Descartes'in verdiği yanıt hiç de bilimsel değildir. Descartes'ın Ruhun Tutkuları' nda belirttiğine göre ruh ile beden beyinde bulunan kozalak bezi vasıtasıyla ilişkiye geçerler. Ancak bu iddiaya karşın mekanda yer kaplamayan bir varlığın yani ruhun mekanda yer kaplayan bir bez vasıtasıyla maddeyle nasıl etkileşimde bulunduğu meselesi bir sır olarak kalmaya devam etmiştir. Descartes, bu bezin canlılar arasında sadece insanda olduğuna inanıyordu (zira ona göre hayvanlarda ruh yoktur, hayvanlar birer otomattan ibarettir), ama bu görüşünün yanlış olduğu daha sonra anlaşılmıştır. Zira bu bezin insanlar dışındaki canlılarda da bulunduğuna dair bilimsel veriler ortaya çıkmıştır. Ancak o dönemde bilimin gelişmişlik seviyesi gözönüne alındığında, Descartes belki bir dereye kadar mazur görülebilir.
Ruh-beden ilişkisi sorunsalı, Descartes'ın töz ontolojisi çerçevesinde çözülmesi zor bir sorun gibi görünmektedir. Zira birbiriyle hiçbir ortak özelliğe sahip olmayan yani iki tamamen farklı tözün etkileşimini ve insanda bir birlik ve bütünlük halinde bulunmalarını dualist bir çerçevede izah etmek o kadar kolay değildir. Descartes'tan sonra ruh-beden arasındaki ilişki (ya da ilişkisizlik) ile alakalı değişik öneriler ortaya atılmıştır. Bunlardan en önemlilerinden biri, Descartes'ın arkadaşı Malebranche'in okasyonalist görüşüdür. Bu görüşe göre ruh ile beden arasında nedensel bir ilişki yoktur. İlişki gibi görünen şey aslında Tanrı'ın ruh ile beden arasında yaratmış olduğu uyumdur. Başka bir deyimle, Malebranche'a göre maddi olaylar, ruhsal olayların ve ruhsal olaylar da maddi olayların meydana gelmesi için birer vesile hükmündedir.
Cogito argümanından yola çıkarak ruhun (ben'in) düşünen bir töz olduğunu ve maddeden yahut bedenden tamamen farklı bir varlık olduğunu iddia eden Descartes'a en sert eleştiri Kant'tan gelmiştir. Kant, Saf Akim Eleştirisi adlı eserinde Descartes'ın cogito argümanından ben'in düşünen ve yalın bir töz olduğu sonucunu çıkarmasını mantıksal bir safsata olarak nitelendirir. Kant'a göre 'Düşünüyorum, o halde varım' argümanı bize benliğin yalın ve tinsel bir töz olduğu sonucunu vermez, zira cogito, analitik bir argüman olmasına rağmen benliğin yalın ve tinsel bir töz olduğu iddiası sentetik yani yeni bilgi veren bir yargıdır. Cogito argümanının bize sadece özne olarak varolduğumuzu gösterdiğini ve onun dışında ben'in mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi vermediğini söyleyen Kant, iki hatta üç tür benlikten sözeder.
Kant, önce fiziksel dünya açısından yaptığı 'fenomen-numen' ayırımını benlik açısından da yapar. Bu ayırıma göre zamanda yer alan ve neden-etki mekanizmasına tabii olan ve dolayısıyla hakkında bilgi sahibi olabildiğimiz 'fenomenal' benliğin yanında bir de zamanda yer almayan ve dolayısıyla hakkında hiç bir şekilde bilgi sahibi olamayacağımız 'numenal' bir benlik vardır. Kant'ın numenal benliği, kendini daha çok ahlak ve özgürlük alanında gösterir. Kant'a göre biz ancak numenal bir varlık olarak özgür olabiliriz, zira fenomenal bir varlık olarak biz, neden-etki yasasının determinizmine tabiyiz. Ahlaki bir varlık olarak numenal ben, bilen bir özne yahut bilinen bir nesne değil,eylemde bulunan ve dolayısıyla özgür olan bir amildir.
Fakat Kant, üçüncü bir benlikten de sözeder. Düşünen bir varlık olan bu benlik hakkında ne a priori olarak ne de a posteriori olarak bilgi sahibi olamayız ancak, onun bir özne olarak a priori yahut transandantal bilincine sahip olabiliriz. Düşünen ben hakkındaki bu bilinç, görüden (Anschauung) yoksun olduğu için sadece bir düşünce olarak vardır. Descartes'ın cogito'suna benzeyen ama ondan mahiyetinin bilinmemesi ile ayrılan Kant'ın transandantal ben'i bilgi edinme sürecinde hayati bir rol oynar. Özne olarak transandantal ben hakkında edindiğimiz a priori bilinç, içsel nesneler dahil tüm nesnelerin bilgisinin transandantal koşuludur. Ancak hemen belirtelim ki, Kant'ın bu üçlü benlik anlayışı, üç ayrı varlık öngörmez, tam tersine bu üç benlik bilinci, tek bir varlığın yani ben'in değişik yönlerinin yahut değişik rollerinin bilincidir.
Sonuç
Descartes'ın benlik konusundaki görüşleri, ondan sonra da felsefe çevrelerinde benlik hususunda yapılan tartışmaların ana çerçevesini oluşturmuştur. Rasyonalist olsun, empirist olsun ya da başka bir görüşten olsun, Descartes'tan sonra benlik konusunda görüş öne süren hemen her filozof, Descartes'ın benlik anlayışıyla hesaplaşmak ihtiyacı duymuştur. Locke'tan Spinoza'ya, Leibniz'den Hume'a kadar farklı ve hatta zıt kutuplarda yer alan filozofların benlik anlayışlarına bakıldığında Descartes'ın etkisi hemen hissedilecektir. Bu da doğal olarak Descartes'ın benlik anlayışım daima önemli ve özel bir konumda tutmuş ve bu alanda bir Kartezyen geleneğin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu nedenle, Descartes'tan sonraki benlik anlayışını doğru anlamak için Descartes'ın benlik anlayışının doğru anlaşılması bir zarurettir. Öyle görülüyor ki, Descartes, benliğin nesne yanından ziyade onun özne yanına vurgu yapmaktadır. Ben'in kendisini bir özne olarak yani aktif bir amil olarak bilmesi demek, kendi aktivitelerinin sezgisel yahut a priori bilgisine ulaşması demektir. Böyle bir sezgisel bilgi de bedenin varlığını gerektirmeyeceği için Descartes'a göre ben, beden olmadan da varolabilirim.
Descartes'ın benlik hakkındaki görüşü, şöyle ya da böyle diğer rasyonalist filozoflar tarafından da paylaşılmıştır. Diğer iki büyük rasyonalist olan Spinoza ve Leibniz'e göre de benliğimizin varlığına ve mahiyetine ilişkin bilgimiz, rasyonel bir sezgiden başka bir şey değildir. Tabii bu üç filozofun benlik ya da ruhun mahiyetine ilişkin görüşleri arasında önemli farklılıklar da bulunmaktadır. Örneğin Descartes'ta ruh kendi başına varolabilen bir töz iken Spiniza'da ruh ya da ben, kendi başına varolan bir töz olmayıp tek töz olan Tanrı'nın asli niteliklerinden biri olan düşünmenin bir modundan ibarettir.
Spinoza'ya göre Tanrı'nın sonsuz nitelikleri vardır, ama biz ancak onlardan iki tanesini biliriz; bunlar da ruh ve madde, yahut düşünmek ve yer kaplamadır. Yine Spinoza'ya göre Tanrı'nın bir niteliği olan düşünmek sonsuz iken onun değişik modları olan tek tek ruhlar sınırlı olup zaman içerisinde yer alırlar. Leibniz ise benliğin mahiyeti konusunda o dönemde oldukça yeni sayılabilecek bir görüş ortaya atar. Leibniz'e göre evrenin yapısını monad adını verdiği tinsel varlıklar oluşturur. Ruh ya da ben de bu monadlardan müteşekkildir. Ancak Leibniz benlik bilgisinin esas itibariyle bir sezgi olduğunu öne sürerek diğer rasyonalist filozoflara bu konuda katılır.
Rasyonalistler ile empiristler arasında ben ve ben bilgisi konusundaki tartışmaların odağını ben'in entellektüel bir sezgi yoluyla mı yoksa empirik bir algı vasıtasıyla mı bilindiği sorunsalı oluşturmaktadır. Empiristler, benliğin pasif yönüne vurgu yapıp ben bilgisinin kesinlik ve eminlik açısından diğer nesnelerin bilgisinden farklı olmadığını iddia ederken, rasyonalistler benliğin özne yönüne vurgu yaparlar ve a priori bir sezgi ile elde edilen ben bilgisinin diğer bilgilere nazaran daha yüksek bir kesinlik taşıdığını öne sürerler. Hem rasyonalistlerin hem de empiristlerin görüşlerinde doğruluk payı vardır. Empirist ben bilgisini savunanlara destek olarak günlük tecrübelerimize ilişkin bir gerçeği gösterebiliriz. Herkes zaman zaman zihinsel yahut içsel halleri üzerinde düşünür; örneğin bir acı duyduğumda yahut başım ağrıdığında kendimi bir nesne olarak görürüm. Fakat kendimizi bir nesne olarak görmemizin psikolojik bir sakıncası da vardır. Kendimize ilişkin algımız, kendimizin içinde bulunduğu zihinsel hali değiştirebilme ve hatta onu bozabilme gücüne sahiptir. Bunun nedeni de içsel algıyı onun içeriğinden ayırmanın zorluğudur. Bu yüzden rasyonalistler içsel algının güvenilir bir ben bilgisi kaynağı olmadığım öne sürerler.
Öte yandan, Descartes, bir özne olarak ben'e ve onun doğrudan bilgisine vurgu yaparken ben'in sadece bir nesne olarak görülemeyeceğini zira ben'in bilgi edinmede bir özne olarak vazgeçilmez bir role sahip olduğunu söylerken haklı gibi görünmektedir. Ancak Descartes bununla yetinmez; cogito'dan benin mahiyetine ilişkin geçersiz çıkarımlarda da bulunur.
Descartes'ın ben'in yalın, ölümsüz ve düşünen bir töz olduğunu söylemesi, cogito'dan meşru olmayan çıkarımlar yapmasından kaynaklanmaktadır. Descartes, benliğin varlığına ilişkin bilgi ile benliğin mahiyetine ilişkin bilgiyi aynı derecede kesin kabul ederek cogito argümanından geçerliliği kuşkulu sonuçlar çıkarmaya çalışmıştır. Kant'ın daha sonra açıkça gösterdiği gibi, ruhun yahn bir töz olduğuna ilişkin bilgiyi cogito argümanından çıkarmak mümkün değildir, zira cogito sadece bir öznenin varolduğunu ispatlamaktadır, yoksa onun mahiyetinin ne olduğu konusunda herhangi bir iddiada bulunmamaktadır.
KAYNAKÇA
Augustine, St., The City of God Against t/ie Pagans, çev. R.W. Dyson, Cambridge Texts in
the History of Political Thought içinde (Cambridge: Cambridge University Press,1998).
Castaneda, H., "He: A Study in the Logic of Self-Consciousness," Ratio 8 (1966).
Descartes, R.. Philosophical Writings of Descartes (metinde PWD olarak kısaltılmıştır), çev.
J. Cottingham, R. Stoothoff, ve D. Murdoch, 3 cilt, (Cambridge: Cambridge UniversityPress, 1991).
Hintikka, I , "Cogito ergo sum: Inference or Performance?", Philosophical Review, 71 (1962), 3-32.
Kant, I., Critique of Pure Reason, çev. N. K. Smith (New York: St Martin's Press, 1965).
Russell, B., A History of Western Philosophy (New York: Simon and Schuster, 1945),
Ryle, G., The Concept of Mind (New York: Barnes and Noble, 1949).
Shoemaker, S., Self-Knowledge and Self-Identity (Ithaca, N.Y.: Cornell University Press,1963).
Williams, B., 'Rene Descartes', The Encyclopedia of Philosophy, P. Edwards (ed.), (NewYork: Routledge, 1962).
Kendisinin maddi bir şey olamayacağını çünkü henüz maddi bir şeyin varlığından emin olmadığını belirten Descartes'ın o noktada bildiği tek şeyin, kendisinin maddeden bağımsız salt düşünen bir töz ya da varlık olduğudur: "Dolayısıyla, bu 'ben' - yani beni ben yapan ruh - maddeden tamamen bağımsız olup ondan daha kolay bilinebilecek bir şeydir. Beden tamamen yok olsa büe bu ben varlığım koruyacaktır". Entellektüel yahut rasyonel bir sezgiyle doğrudan bildiğimiz benin mahiyetinin düşünmek olduğunu ileri süren Descartes'a göre ben (ruh), esas niteliği yer kaplamak olan maddeden tamamen farklı ve ondan bağımsız bir şekilde varolabilen düşünen bir varlık ya da tözdür. Tabii bu demek değildir ki, ruhun tek niteliği düşünmektir. Ruhun elbette başka nitelikleri de vardır, ancak Descartes'a göre örneğin hayal etmek, hissetmek, istemek, yargıda bulunmak, kuşku duymak gibi ruhun diğer nitelikleri esas itibariyle düşünmenin birer türevi hükmündedir.
Descartes, düşünme niteliğini çok geniş bir anlamda yani ruhun bütün niteliklerini kapsayacak bir biçimde kullanır. Descartes'a göre ben "kuşku duyan, idrak eden, red ya da kabul eden, isteyen, istemeyen ve aynı zamanda hayal eden ve duyulara sahip olan" bir varlıktır".
Görüldüğü gibi, Descartes, benin bir töz olduğunu salt düşünme fiilinden yola çıkarak iddia etmektedir. Töz kavramının genel oiarak Kartezyen felsefede ve özel olarak da Descartes'ın benlik anlayışında son derece önemii bir yeri vardır. Bu nedenle Descartes'ın tözden ne anladığına daha geniş bir şekilde bakmakta fayda vardır.
Kartezyen felsefede nesnelerin sahip olduğu asli ve arızi niteliklerin bir dayanağı vardır. Bu dayanak da tözdür. Descartes'a göre ne birincil nitelikle ne de ikincil nitelikler, kendi başlarına varolabilirler; bunlar ancak bir töz ile kaim olabilirler. Biri yaratılmamış (Tanrı) ve ikisi de yaratılmış (madde ve ruh) olmak üzere üç töz olduğunu iddia eden Descartes'ın töz tanımı, Aristoteles'in töz tanımından pek de farklı değildir. O da Aristoteles gibi tözü kendi başına varolan ve yalnızca kendi başına kavranabilen bir şey olarak tanımlar. Descartes, Felsefenin İlkeleri"nde tözü şu şekilde tanımlar: "Töz derken kastettiğimiz şey, varoluşu hususunda kendisinden başka hiçbir şeye dayanmayan şeydir". Bu tanıma göre ancak Tanrı töz olabilir, zira ancak O, başka herşeyden bağımsız bir şekilde varolabilir. Buna karşılık, ruh ve madde varoluşları itibariyle Tann'ya dayanmalarına karşın başka herhangi bir yaratılmış şeye dayanmazlar ve dolaysıyla da ikincil bir anlamda töz olarak kabul edilirler.
Descartes, Meditasyonlar'da töze başka bir tarif getirir, ama bu tarif, birincisini tamamlayan bir tariftir. Descartes burada tözü, 'algıladığımız herşeyin temelinde bir süje olarak yer alan bir şey' olarak tanımlar. Burada geçen 'algıladığımız herşey' de nitelik, sıfat, araz yahut özellik gibi şeylere tekabül eder. Descartes töz ile onun nitelikleri arasında bir ayırım yaparken bu ayırımın sadece mantıksal yahut düşünsel bir ayırım olduğunu belirtir, zira ona göre gerçekte bu ikisi birbirinden ayrılamaz. Yani ne töz niteliksiz ve ne de nitelikler tözsüz varolabilir. Ancak tüm niteliklerin temelinde yer alan iki asıl nitelik bulunmaktadır ki, Descartes'a göre, bu nitelikler olmadan bir tözü anlayabilmemiz mümkün değildir. Bunlar da ruh için düşünce ve madde için de mekan ya da yer kaplamadır. Diğer nitelikler, bu ana yahut asıl niteliklerin değişik modlarından ibarettir. Örneğin yuvarlaklık, yer kaplamanın bir modu iken hayal etmek, düşüncenin bir modudur.
Descartes, töz kavramının tanımı konusunda diğer onyedinci yüzyıl filozofları gibi Aristoteles'e benzer görüşler öne sürerken, ruh ile beden arasındaki ilişkide Aristoteles'ten tamamen farklı bir yol izler. Aristoteles'in aksine Descartes'ta ruh bedenin bir formu değil, bu ikisi birbirinden tamamen farklı iki ayrı tözdür. Kartezyen felsefede iki şey arasında gerçek bir ayırım (real distinction) olması demek, bu iki şeyin epistemolojik ve ontolojik olarak 'tam' olması yani birbirinden bağımsız olarak idrak edilebilmesi ve ontolojik olarak birbirinden bağımsız varolması demektir. Descartes'a göre ruhu beden olmadan ve bedeni de ruh olmadan tam olarak idrak edebildiğimize göre bu ikisi birbirinden gerçekten ayrıdır. Bu da demektir ki, ikisi de ayrı ayn tözlerdir. Descartes'ın "ben bedenimden gerçekten farklı bir şeyim ve ondan bağımsız bir şekilde varolabilirim" ifadesi, ruh ile beden arasındaki epistemolojik ve ontolojik ayırıma dikkat çekmektedir.
Ne var ki, Kartezyen felsefede ruh ile beden birbirinden tamamen farklı iki varlık olmalarına karşın bu ikisi arasında nedensel bir ilişki mevcuttur. Örneğin acı çektiğimizde yahut sevindiğimizde bedenimizde (daha özel olarak beynimizde) bir takım fizyolojik değişimler meydana gelir. Ancak fizyolojik değişimlerin ruh hallerine eşlik etmesi, ruh hallerinin bu fizyolojik hallerle özdeş olduğu anlamına gelmez. Yani ruh ve madde birbirinden esas itibariyle farklı birer töz olmalarına karşın birbirleriyle etkileşim içerisindedir.
Descartes'ın kendisinden sonraki felsefeye miras bıraktığı en önemli felsefî sorunlardan biri de ruh ile beden arasındaki bu ilişkinin mahiyeti sorunsalıdır. Descartes'a göre ruh ile beden, mahiyet itibariyle farklı tözler olmalarına karşın, insanda bir birlik halinde bulunurlar ve etkileşim içerisindedir. Ancak bu etkileşimin mahiyeti ve nasıl meydana geldiği konusunda Descartes'in verdiği yanıt hiç de bilimsel değildir. Descartes'ın Ruhun Tutkuları' nda belirttiğine göre ruh ile beden beyinde bulunan kozalak bezi vasıtasıyla ilişkiye geçerler. Ancak bu iddiaya karşın mekanda yer kaplamayan bir varlığın yani ruhun mekanda yer kaplayan bir bez vasıtasıyla maddeyle nasıl etkileşimde bulunduğu meselesi bir sır olarak kalmaya devam etmiştir. Descartes, bu bezin canlılar arasında sadece insanda olduğuna inanıyordu (zira ona göre hayvanlarda ruh yoktur, hayvanlar birer otomattan ibarettir), ama bu görüşünün yanlış olduğu daha sonra anlaşılmıştır. Zira bu bezin insanlar dışındaki canlılarda da bulunduğuna dair bilimsel veriler ortaya çıkmıştır. Ancak o dönemde bilimin gelişmişlik seviyesi gözönüne alındığında, Descartes belki bir dereye kadar mazur görülebilir.
Ruh-beden ilişkisi sorunsalı, Descartes'ın töz ontolojisi çerçevesinde çözülmesi zor bir sorun gibi görünmektedir. Zira birbiriyle hiçbir ortak özelliğe sahip olmayan yani iki tamamen farklı tözün etkileşimini ve insanda bir birlik ve bütünlük halinde bulunmalarını dualist bir çerçevede izah etmek o kadar kolay değildir. Descartes'tan sonra ruh-beden arasındaki ilişki (ya da ilişkisizlik) ile alakalı değişik öneriler ortaya atılmıştır. Bunlardan en önemlilerinden biri, Descartes'ın arkadaşı Malebranche'in okasyonalist görüşüdür. Bu görüşe göre ruh ile beden arasında nedensel bir ilişki yoktur. İlişki gibi görünen şey aslında Tanrı'ın ruh ile beden arasında yaratmış olduğu uyumdur. Başka bir deyimle, Malebranche'a göre maddi olaylar, ruhsal olayların ve ruhsal olaylar da maddi olayların meydana gelmesi için birer vesile hükmündedir.
Cogito argümanından yola çıkarak ruhun (ben'in) düşünen bir töz olduğunu ve maddeden yahut bedenden tamamen farklı bir varlık olduğunu iddia eden Descartes'a en sert eleştiri Kant'tan gelmiştir. Kant, Saf Akim Eleştirisi adlı eserinde Descartes'ın cogito argümanından ben'in düşünen ve yalın bir töz olduğu sonucunu çıkarmasını mantıksal bir safsata olarak nitelendirir. Kant'a göre 'Düşünüyorum, o halde varım' argümanı bize benliğin yalın ve tinsel bir töz olduğu sonucunu vermez, zira cogito, analitik bir argüman olmasına rağmen benliğin yalın ve tinsel bir töz olduğu iddiası sentetik yani yeni bilgi veren bir yargıdır. Cogito argümanının bize sadece özne olarak varolduğumuzu gösterdiğini ve onun dışında ben'in mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi vermediğini söyleyen Kant, iki hatta üç tür benlikten sözeder.
Kant, önce fiziksel dünya açısından yaptığı 'fenomen-numen' ayırımını benlik açısından da yapar. Bu ayırıma göre zamanda yer alan ve neden-etki mekanizmasına tabii olan ve dolayısıyla hakkında bilgi sahibi olabildiğimiz 'fenomenal' benliğin yanında bir de zamanda yer almayan ve dolayısıyla hakkında hiç bir şekilde bilgi sahibi olamayacağımız 'numenal' bir benlik vardır. Kant'ın numenal benliği, kendini daha çok ahlak ve özgürlük alanında gösterir. Kant'a göre biz ancak numenal bir varlık olarak özgür olabiliriz, zira fenomenal bir varlık olarak biz, neden-etki yasasının determinizmine tabiyiz. Ahlaki bir varlık olarak numenal ben, bilen bir özne yahut bilinen bir nesne değil,eylemde bulunan ve dolayısıyla özgür olan bir amildir.
Fakat Kant, üçüncü bir benlikten de sözeder. Düşünen bir varlık olan bu benlik hakkında ne a priori olarak ne de a posteriori olarak bilgi sahibi olamayız ancak, onun bir özne olarak a priori yahut transandantal bilincine sahip olabiliriz. Düşünen ben hakkındaki bu bilinç, görüden (Anschauung) yoksun olduğu için sadece bir düşünce olarak vardır. Descartes'ın cogito'suna benzeyen ama ondan mahiyetinin bilinmemesi ile ayrılan Kant'ın transandantal ben'i bilgi edinme sürecinde hayati bir rol oynar. Özne olarak transandantal ben hakkında edindiğimiz a priori bilinç, içsel nesneler dahil tüm nesnelerin bilgisinin transandantal koşuludur. Ancak hemen belirtelim ki, Kant'ın bu üçlü benlik anlayışı, üç ayrı varlık öngörmez, tam tersine bu üç benlik bilinci, tek bir varlığın yani ben'in değişik yönlerinin yahut değişik rollerinin bilincidir.
Sonuç
Descartes'ın benlik konusundaki görüşleri, ondan sonra da felsefe çevrelerinde benlik hususunda yapılan tartışmaların ana çerçevesini oluşturmuştur. Rasyonalist olsun, empirist olsun ya da başka bir görüşten olsun, Descartes'tan sonra benlik konusunda görüş öne süren hemen her filozof, Descartes'ın benlik anlayışıyla hesaplaşmak ihtiyacı duymuştur. Locke'tan Spinoza'ya, Leibniz'den Hume'a kadar farklı ve hatta zıt kutuplarda yer alan filozofların benlik anlayışlarına bakıldığında Descartes'ın etkisi hemen hissedilecektir. Bu da doğal olarak Descartes'ın benlik anlayışım daima önemli ve özel bir konumda tutmuş ve bu alanda bir Kartezyen geleneğin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu nedenle, Descartes'tan sonraki benlik anlayışını doğru anlamak için Descartes'ın benlik anlayışının doğru anlaşılması bir zarurettir. Öyle görülüyor ki, Descartes, benliğin nesne yanından ziyade onun özne yanına vurgu yapmaktadır. Ben'in kendisini bir özne olarak yani aktif bir amil olarak bilmesi demek, kendi aktivitelerinin sezgisel yahut a priori bilgisine ulaşması demektir. Böyle bir sezgisel bilgi de bedenin varlığını gerektirmeyeceği için Descartes'a göre ben, beden olmadan da varolabilirim.
Descartes'ın benlik hakkındaki görüşü, şöyle ya da böyle diğer rasyonalist filozoflar tarafından da paylaşılmıştır. Diğer iki büyük rasyonalist olan Spinoza ve Leibniz'e göre de benliğimizin varlığına ve mahiyetine ilişkin bilgimiz, rasyonel bir sezgiden başka bir şey değildir. Tabii bu üç filozofun benlik ya da ruhun mahiyetine ilişkin görüşleri arasında önemli farklılıklar da bulunmaktadır. Örneğin Descartes'ta ruh kendi başına varolabilen bir töz iken Spiniza'da ruh ya da ben, kendi başına varolan bir töz olmayıp tek töz olan Tanrı'nın asli niteliklerinden biri olan düşünmenin bir modundan ibarettir.
Spinoza'ya göre Tanrı'nın sonsuz nitelikleri vardır, ama biz ancak onlardan iki tanesini biliriz; bunlar da ruh ve madde, yahut düşünmek ve yer kaplamadır. Yine Spinoza'ya göre Tanrı'nın bir niteliği olan düşünmek sonsuz iken onun değişik modları olan tek tek ruhlar sınırlı olup zaman içerisinde yer alırlar. Leibniz ise benliğin mahiyeti konusunda o dönemde oldukça yeni sayılabilecek bir görüş ortaya atar. Leibniz'e göre evrenin yapısını monad adını verdiği tinsel varlıklar oluşturur. Ruh ya da ben de bu monadlardan müteşekkildir. Ancak Leibniz benlik bilgisinin esas itibariyle bir sezgi olduğunu öne sürerek diğer rasyonalist filozoflara bu konuda katılır.
Rasyonalistler ile empiristler arasında ben ve ben bilgisi konusundaki tartışmaların odağını ben'in entellektüel bir sezgi yoluyla mı yoksa empirik bir algı vasıtasıyla mı bilindiği sorunsalı oluşturmaktadır. Empiristler, benliğin pasif yönüne vurgu yapıp ben bilgisinin kesinlik ve eminlik açısından diğer nesnelerin bilgisinden farklı olmadığını iddia ederken, rasyonalistler benliğin özne yönüne vurgu yaparlar ve a priori bir sezgi ile elde edilen ben bilgisinin diğer bilgilere nazaran daha yüksek bir kesinlik taşıdığını öne sürerler. Hem rasyonalistlerin hem de empiristlerin görüşlerinde doğruluk payı vardır. Empirist ben bilgisini savunanlara destek olarak günlük tecrübelerimize ilişkin bir gerçeği gösterebiliriz. Herkes zaman zaman zihinsel yahut içsel halleri üzerinde düşünür; örneğin bir acı duyduğumda yahut başım ağrıdığında kendimi bir nesne olarak görürüm. Fakat kendimizi bir nesne olarak görmemizin psikolojik bir sakıncası da vardır. Kendimize ilişkin algımız, kendimizin içinde bulunduğu zihinsel hali değiştirebilme ve hatta onu bozabilme gücüne sahiptir. Bunun nedeni de içsel algıyı onun içeriğinden ayırmanın zorluğudur. Bu yüzden rasyonalistler içsel algının güvenilir bir ben bilgisi kaynağı olmadığım öne sürerler.
Öte yandan, Descartes, bir özne olarak ben'e ve onun doğrudan bilgisine vurgu yaparken ben'in sadece bir nesne olarak görülemeyeceğini zira ben'in bilgi edinmede bir özne olarak vazgeçilmez bir role sahip olduğunu söylerken haklı gibi görünmektedir. Ancak Descartes bununla yetinmez; cogito'dan benin mahiyetine ilişkin geçersiz çıkarımlarda da bulunur.
Descartes'ın ben'in yalın, ölümsüz ve düşünen bir töz olduğunu söylemesi, cogito'dan meşru olmayan çıkarımlar yapmasından kaynaklanmaktadır. Descartes, benliğin varlığına ilişkin bilgi ile benliğin mahiyetine ilişkin bilgiyi aynı derecede kesin kabul ederek cogito argümanından geçerliliği kuşkulu sonuçlar çıkarmaya çalışmıştır. Kant'ın daha sonra açıkça gösterdiği gibi, ruhun yahn bir töz olduğuna ilişkin bilgiyi cogito argümanından çıkarmak mümkün değildir, zira cogito sadece bir öznenin varolduğunu ispatlamaktadır, yoksa onun mahiyetinin ne olduğu konusunda herhangi bir iddiada bulunmamaktadır.
KAYNAKÇA
Augustine, St., The City of God Against t/ie Pagans, çev. R.W. Dyson, Cambridge Texts in
the History of Political Thought içinde (Cambridge: Cambridge University Press,1998).
Castaneda, H., "He: A Study in the Logic of Self-Consciousness," Ratio 8 (1966).
Descartes, R.. Philosophical Writings of Descartes (metinde PWD olarak kısaltılmıştır), çev.
J. Cottingham, R. Stoothoff, ve D. Murdoch, 3 cilt, (Cambridge: Cambridge UniversityPress, 1991).
Hintikka, I , "Cogito ergo sum: Inference or Performance?", Philosophical Review, 71 (1962), 3-32.
Kant, I., Critique of Pure Reason, çev. N. K. Smith (New York: St Martin's Press, 1965).
Russell, B., A History of Western Philosophy (New York: Simon and Schuster, 1945),
Ryle, G., The Concept of Mind (New York: Barnes and Noble, 1949).
Shoemaker, S., Self-Knowledge and Self-Identity (Ithaca, N.Y.: Cornell University Press,1963).
Williams, B., 'Rene Descartes', The Encyclopedia of Philosophy, P. Edwards (ed.), (NewYork: Routledge, 1962).