Felsefe Üzerine (... devam )
|
Felsefeyi, ciddi olmayan, boş uğraş, kavramlarla ya da gelişi güzel herşeyle oynama olarak görenler, filozofların sosyal yaşam, kavramlar ve bilimsel bulgular üzerine düşünme yaratılarıyla tanıştıklarında, felsefi etkinliğin ne denli akılcı, önemli ve yaşam etkinliğini yönlendirici olduğunu anlayabilirler. Felsefe yaşam içinde karşılaşılan karmaşık, teorik ve pratik soru ve sorunların çözümlenmesi çabasındadır. Bu nedenle de denebilir ki, gerçek felsefeci ya da filozof, problemlerde bulmacalar kurarak çözümsüzlükler yaratan değil, bir problem ya da bilmeceden çözüm çıkarabilendir. Felsefe, bilimlere yaptığı katkının yanısıra, toplumsal yaşamda karşılaşılan ve insan için çok önemli kavramlardan; değer, özgürlük, eşitlik, gerçeklik, hakikat, birey, toplum, politika vb. gibi yaşamı anlamlandıran konular üzerinde açıklamalar yapmaya girişerek, bu kavram ve olguların toplumsal yaşamdaki etkilerini belirlemeye, aydınlatmaya yönelir.
Düşünmenin nesnel dünya üzerinde temellendirilmesi onun doğası gereğidir. Duyum ve algılarla harekete geçen düşünme, varlığın toplumsal niteliklerine yabancılaşmasına yol veren spekülatif usavurma ve sorulara, içinde bulunduğu somut koşullardan hareketle yanıtlar bulabilir. Felsefe, nesnel olguların açıklanmasını, toplumsal ilişki ve çelişkilerin pratik anlamda aydınlatılarak çözümlenmesini ve insanın öngürü ufkunun genişletilmesini hareket noktası olarak aldığında, insan başarılarının etkin yönlendiricisi olabilir.
Deney, tecrübe ve somuta dayanarak düşünme, felsefenin hareket noktalarıdır. ”Nihil est in intellectu quod non prius fuerit in sensu” (önce duyumlarda bulunmayan hiçbir şey anlıkta yoktur). Bu ünlü deyiş, felsefi bilgiyi öyle temellere yerleştirir ki, nesnel yaşamı ve onun felsefesini pratik olarak olgusal duyumlara (duyumculuğa) dayandırır. Hatta biraz daha ileri giderek, başlangıca akıl ve bilinç gibi öğeleri yerleştiren felsefi görüşlerin bile vargılarına ulaşabilmek için duyumlara başvurarak, buradan akıl ve bilince ulaşmış oldukları söylenebilir. Herşey (düşünme ve akıl da) nesnel gerçekliğin insan zihnince özümsenmesi üzerinde şekillenmektedir; o halde düşünmenin dayanağı da nesnel evrendir. Felsefe, kendi doğuşu ve gelişmesi açısından da insanın nesnel varlık evreninden kaynaklanan bir etkinliktir. Bu etkinliğin yönelimi de kendisi ve kendi evrenidir.
Her dönemde felsefe, diğer bütün yaşam etkinlikleri gibi, içinde bulunduğu sürecin ve toplumun, sosyal, kültürel, teknik, bilimsel, politik ve ekonomik gelişmeleri üzerinde yükselmiştir. O halde güncel ve evrensel bilgi, içinde yaşanılan -yaşanmış ve yaşanacak-sürecin çözümlenmesinden, insan ilişkilerinin hangi koşullarda biçimlendiğinin özümsenerek anlamlandrılmasından ibarettir. En suya sabuna dokunmaz soyut felsefi düşüncelerin bile nesnel dünyanın algılanmasının, en azından düş(ün)sel insan gereksinmesinin ürünü olarak yansıtıldığı görülebilir. Felsefenin itici gücü, onu geliştiren şey, herşeyde olduğu gibi, karşıtlıklardır. Kendinden önceki düşünceleri irdeleyip, çözümlemek ve eleştirel olarak incelemek, düşünsel gelişmenin temelini oluşturur. Felsefenin kökü, kaos’un kosmos’a dönüşmesine ve kosmos’un süreklilik, bütünlük oluşturmasına, evrenin ve yaşamın temellerinin açıklanmasına uzanır. Evrenin anlaşılmaya çalışılmasında karşılaşılan güçlükler olan çeşitlilik, karmaşıklık yanında, insanı çözümlemelere zorlayan en önemli noktalardan biri de, kendi aklı ile doğa ve insan ilişkilerinde kurduğu kurumlar ve kavramlardır.
Sistemli bir felsefi düşünmenin görülebildiği Antik Yunan Uygarlığını felsefi düşünmelere güdüleyen, ekonomik gönenç ve boş zamandır. Ekonomik gönenç köle emeği üzerinde yükseliyordu. Köle emeği, İyonyalıların -ve Yunanlıların- kol emeğini zorunlu olmaktan çıkarmıştı. Eşdeyişle; köle çalışması, İyonyalıların -ve Yunanlıların- yaşamak için çalışmalarını gereksiz hale getiriyordu. Köle emeğinin üretkenliği bir yandan ekonomik gereksinimleri karşılar ve bir gönenç yaratırken, İyonyalılar boş zaman elde etmiş oluyorlardı. İşte bu ekonomik gönenç ile boş zamanın birleşmesiyle, doğaya daha önceden beri yönelmekte olan antroposentrik sorular yalın bir merakla işlenmeye başlamış oluyordu. Felsefi düşünüşün başlangıcında varolan şaşma (hayret) Heidegger’in “hayret felsefenin arkhe’sidir” (1990; s.39) demesinde olduğu gibi-, tüm zamanlardaki felsefi etkinliklerde görülebilir. Evren, sınırsız zaman ve genişliği ile insanı her zaman şaşırtmayı sürdürecek gibi görünmektedir.
Felsefe salt düşünsel etkinlik olarak görülmemelidir. Yukarıda Aristoteles’in dile getirdiği gibi, felsefi etkinlik düşünsel olduğu denli kılgısal bir etkinliktir de. Yaşama, bedensel etkinliğe yöneliktir. Dış dünyayı değerlendirmede, değiştirmede olduğu gibi, insanın iç evrenini de değiştirmeye, iç dünyanın dış dünya ile uyumlu bir bütün oluşturmasına da etki eder. Böylece, felsefede de beden ile düşüncenin birliği söz konusudur. O halde, felsefede de bilinç ile bedenin ayrılığını (ayrı varlık alanları olarak) ileri sürmek gerçeği yansıtmamaktadır. Felsefenin salt düşünsel, kavramsal ya da yazınsal olduğu ileri sürülüyorsa, bu deyişe uygun eylenmelidir. Ancak, “salt aklın bilgisi” nasıl olanaksız ise; felsefeci de düşünsel etkinliğini nesnel gerçeklik alanında, yaşam içindeki etkileşimlerde bulmak/ kullanmak zorundadır. Eğer, ‘ruhun ya da bilincin bedenden ayrı bir varlık alanı oluşturduğu’ iddia edilir, ve bunun bilgisi olarak “salt akıl bilgisi”nin varlığı ileri sürülürse, bu savlara uygun edimselliklere girilmelidir. Fakat bu savların arkasındakilerin dikkat etmeleri gereken en önemli şey; savlarını edimselleştirirken, fiziksel olan bedenli şeyleri bir araç olarak kullanma haklarının olmadığıdır. Tersi durum, savlarının her zaman nesnel dış dünyaya gereksinim duyduğu ve dış dünya olmadan varolamayacağı anlamına gelir ki, böylece yadsınmış olurlar. Insan, ortaya koyacağı bütün etkinliklerde geçmiş birikimini de aktaracağından etkinliği dışsal evrene açacak, böylece arı düşünsel etkinlik tecrübe vbg. dış etkiler yoluyla bozulmuş olacaktır. Bir anlamda felsefeci istese de istemese de -fiziksel varlığından dolayı-, kendini objeler evreninde bulur.
Felsefenin, bir insan etkinliği olarak hem yaşamın içinde olduğu, hem de hiçbir dolaysız/dolaylı etkide bulunmadan yaşamın dışında kalmadığı görülmektedir. Felsefe bir yanıyla, düşünsel, yazınsal etkinlikleriyle yaşamı insanal olmaya yönlendirmeyi hedeflemeli, öte yandan olan-bitene etkide bulunmaya çabalamalıdır. Tarih içinde etkinlikleriyle birlikte filozofları gözümüzün önüne getirdiğimizde, hemen hiç birinin toplumsal, insansal sorunlardan uzak durmadığını hatta politik iktidarlarla yakın ilişki ve karşıtlıklar içinde olduklarını belirleyebiliriz. Felsefe ile dünyanın değiştirilmesi doğrudan hedeflenmemiş olsa da felsefe, içinde yaşadığımız evrenin ve toplumsal ilişkilerin değişti-rilmesinin temellerin yaratmaktan kendini alamayacak bir etkinliktir. Bu da gösteriyor ki insan bedeni ve bilinci ile bir bütündür.
Felsefe, insanın iç ve dış dünyasını akılcı bir biçemle değiştirmenin temel araçlarından biridir. İnsan şimdide, geçmiş ve gelecek zamanla bağlantılı olarak düşünür ve eyler. Felsefe, geçmiş-şimdi ve gelecek ile oluş-bozuluş, olan-bozulan hakkında, çok önemli iki değişik bakış açısına olanak tanır. Birincisi; “Miner va’nın baykuş’u alacak aranlıkta kanatlarını açar” kavrayışının altını çizdiği Hegel’e ait olan bakış. Bu sözle anlatılmak istenen şudur: tarih içerisinde yaşananlarınn, güncelde olup-bitenlerin değerlendirilebilmesi ancak olayların akışının tamamlanmasından sonra olanaklıdır. Hegel sistemini de bu anlayış üzerine temellendirmiş, gelişmeleri bütünsellik içerisinde ele almıştı. Ikincisi; “Filozoflar dünyayı yalnızca farklı (biçimlerde) yorumladılar, artık onu değiştirmek gerekir” (Marx 1958; s.7) anlayışıdır ve Marx’a aittir. Burada vurgulanmak istenen şudur: insan olarak filozof’un da dışında kalamadığı yaşam’a, etkide bulunması ama dünyayı değiştirici etkilerde bulunması gerektiğidir. Birbirlerini tamamen dışlar, karşıtlıklar oluşturur gibi görünen bu iki özlü Felsefi bakış aslında birbirini tamamlamaktadır. Hegel ve Marx’ın savlarına, ya o - ya o, ya da ne o - ne o şeklinde bakarak, değişik bakış açılarının olmadığı sonucuna varılmamalıdır. Üçüncü bir olanak vardır ve bu; hem o - hem o’ dur. Çünkü hem tarihteki gelişmenin olup bitmiş olması, insanın olup biten hakkında yargıya varmasında önemli bir yer tutar; hem de insanın etkin bir varlık olarak kendisini belirlemesi, dünyayı yorumlamakla yetinmeyip onu değiştirmeye girişmesine de bağlıdır. İşte bu iki karşıtmış gibi görünen düşüncenin, ya da Hegel’in tarihsel ve bütünsel kavrayışı ile Marx’ın kılgısal kavrayışı arasında çelişki değil, tam bir upuygun (adequat) ilişki söz konusudur. Kısaca; felsefe, önemli iki değişik bakış açısıyla sorunlara yönelir. Birincisi; olaylar olup bittikten sonra, olan biten hakkında çözümlemelere girişmek, ikincisi; oluş-bozuluş sürecinde olan bitene doğrudan etkide bulunma tavrıdır. Felsefe kılgısal/düşünsel bir etkinliktir. Kılgısal/düşünsel felsefi etkinlik bu iki bakış açısını birarada ele alarak düşünce ve evreni irdelemeye yönelir. Başka deyişle, yukardakilerle anlatılmak istenen şu şekilde açık seçik açımlanabilir: felsefe bir insan etkinliği olarak hem yaşamın içinde hem de hiçbir dolaysız/dolaylı etkide bulunmadan yaşamın dışında kalamaz.
Felsefe bir yanıyla, düşünsel, yazınsal etkinlikleriyle yaşamı insanal olmaya yönlendirmeyi hedeflemeli, öte yandan olan-bitene etkide bulunmaya çabalamalıdır. Kaldı ki tarih, filozofların benzer etkinlikleriyle doludur. Örneği: Herakleitos’un, Efes tiran’ını tiranlığı bırakmaya ikna etmeye çalışması; Sokrates’in, bildiği gerçeklerden geri durmayarak kent yurttaşlarını aydınlatmaya çabalaması ve sonunda baldıran zehiri içmeye mahkum edilmesi; Platon’un, Siraküz’e giderek Atinada gerçekleştiremediği yönetim biçimini kurmaya kalkışması, Zenon’un, kenti yöneten tiranı yönetimden uzaklaştırmaya çabalaması ve yakalanarak yaptığının bir suç olduğunu kabul etmeye zorlanması, bunu söylemesi istendiğinde, kendi dilini ısırmak suretiyle kopartıp tiran’ın yüzüne tükürmesi, daha sonra da tiranın emriyle bir fıçı altında ezilmek suretiyle öldürülerek cezalandırılmış olması, filozofların toplumsal yaşama düşünsel/kılgısal bakışlarının nasıl olduğu konusunda önemli bilgilerdir. Örnekler daha da çoğaltılarak, ayrıntılı olarak üzerinde durulup konu işlenmeye çabalanabilir. Felsefi etkinliği ne şekilde sürdürürseniz sürdürün, eğer çabalarınız eleştirel bir bilinç içeriyorsa, doğrudan olmasa da yaşamın akışını belirleme, ona etkide bulunma istenci taşıyacaktır. “Felsefeci politikacı değil ki, eylemliliklere, örgütlülüklere katılsın” şeklindeki bir düşünüş ve bu düşünüşün yaşayışa, etkinliklere yansıtılmış olması, bilinç yanılsamasından, eleştirel bilincin bulanıklaşmış olmasından kaynaklanır. Siz, yaşama doğrudan, etkili, yönlendirici bir biçimde katılmazsanız, sizi zaten içinde taşıyan yaşam, edilgin bir özne olarak bile varsaymadan, akışının içerisinde herhangi bir obje olarak, kendi gereksinmesine uygun biçimde kullanacak, daha sonra sizi hiç yokmuş ve bir “iş” görmemiş varlık gibi bir kenara atacaktır.
Bir uyarı: Insan olarak, hiç bir felsefeci, politik açıdan bir ceset değildir. Bu açıklamalardan, “düşünsel, yazınsal felsefi etkinlik hiçbir şey, politik eylem her şey” sonucuna da varılmamalıdır. Çıkarılması gereken sonuç; etkin bir özne olmanın, yaşamın kendiliğinden akışının etkisinden ya da başkalarının belirlediği kurallarla yaşamaktan uzaklaşmakla gerçekleşeceğidir. Toplumsal yaşamın kendiliğindenci akışına kapılmak, başkalarının istençlerine boyun eğmek, gönüllü bir biçimde özbilincini köleliğe itmekten başka anlama da gelmez. Her ne kadar Hegel, genel istencin ortaya koyduğu yasalar karşısında bireysel özgürlükten vazgeçilmesi yolunda düşünce bildiriyorsa da, egemen istencin genel istenç ile örtüşmediği, özde değil, görünüşte bir genel istencin egemenliğinde, birey özgürlüklerinden vazgeçilmesi yerine, tam karşıtı bir tutum takınarak, birey özgürlük ve istençlerinin öne çıkartılarak toplumsal bilinç oluşumu hedeflenmelidir. Böylesi bir çaba, formel açıdan bireysel yaklaşım olarak, öz açısından ise genel bilincin bir parçası olan bireyi öne çıkarma anlamında, toplum bilincinin işlenmesini sağlayabilecek temelleri belirginleştirecektir.
Felsefe ancak, görünüşü delip geçen, özü yakalayabilen bir etkinlik olduğunda felsefedir. Felsefe tarihi bu yönüyle de bizlere ders verici, yol göstericidir. Olan biten her şeyde; biçim değil içerik, görünüş değil öz yakalanmadığı sürece; ilişkilerin, etkinliklerin kaynaklarına, ayrıntılarına inilmediği sürece, ele geçirilecek olan felsefe değil başka birşeydir. Çünkü, her dönemde felsefe olarak kabul edilen, felsefi gelişme ya da felsefede ilerleme; yeni birşey, bakış, yöntem, sonuç olarak görülen; kuşatıcı, yorumlayıcı hesaplaşıcı, çözümleyici ve olanın üzerine yeni bir şey koymuş olandır. Doğa bilimlerinde yapılanlara bakıldığında durum hiç de farklı değildir. Bilim kişisi: alanında taşı taş üstüne koyan, ama aynı taşları değil, yeni bir taşı bulup duvarın dizilişini/geometrisini/ölçüsünü bozmadan koyan değil midir? Tıpkı doğa bilimcisi gibi, felsefeci de alanında yeni bir taşı taş üstüne koyandır.
Insanlık tarihinde, tarihsel toplumsal gelişmenin Tin’i olarak ortaya çıkan felsefeler, kendilerinden önce ortaya çıkmış felsefelerin olumlu insanal yanlarını alarak biraraya getiren ve bu bilgileri ileriye doğru bir bakış açısı sunarak çağdaş olarak kendini -dolayısıyla öncekileri de- aşan felsefelerdir. Böylece her yeni felsefenin en önemli yanı, kendinden önceki felsefi kavrayışlarla hesaplaşmış, onlara eleştirel olarak yaklaşabilmiş ve yeni bir kavrayışla onları kuşatmış olmasıdır.
Felsefeyi felsefi kılan nitelik ya da yönelim: felsefi çalışmanın şunu veya bunu, şu ya da bu biçimde ele alması değil, ele alınan şeyin ve ele almanın, insana insanın insan açısından neler kattığıdır (insanal olandan neler koparıldığı değil). Her felsefi etkinlik temelini insanda bulur, kaynağı da zaten insandır. Kimi felsefi kavrayışlar etkilerini (önce toplumun temel ögeleri bireyleri, daha uzun sürede de toplumu zaman içerisinde etkileyerek) çok yavaş ve süreç içerisinde gösterirlerken, kimi felsefi kavrayışlar da etkilerini doğrudan toplumun hemen bütün kesimleriyle çok kısa zamanda kucaklaşarak gösterirler. Genel olarak felsefenin yöneliminden şöyle bir sonuç çıkarılabilir: yapılan araştırmaların ne denli, nesnel-toplumsal gerçeklik ile örtüşüp örtüşmediğinin, örtüşmeyen sonuçlar ve savlar var ise, bu sonuç ve savların dayanaklarının gösterilerek olumsuzlanması etkinliği felsefi çabanın kendisidir.
Felsefe çalışmaları aracılığıyla varılmak istenen yer, edimselleştirilmek istenen düşün, yapılmak istenen etkinlik, yönelmek istenen hedef her zaman insanlık olmuştur. Insan, felsefi etkinliği aracılığıyla içinde yaşadığı evreni, kuşatıldığı çevreyi, etkileştiği birey ve toplumu kendi “ilkeleri”, “iyi” ve “doğru”su yönünde dönüştürmeye çabalar. Bu çabası süresince kendi dışındaki toplum ve bireylerle “ilke”,”iyi” ve “doğru”larını karşılaştırır. Yapılan her felsefi çalışma, insanın tarihsel gelişmesine dolaylı ya da dolaysız etkide bulunur. Yapılan felsefi çalışmanın etkisi; tarihe ve yaşama katılma, tarihi ve yaşamı yönlendirebilmeyle ölçülür.
KAYNAKÇA
Adorno, T.W., (1997). Minima Moralia, Gesammelte Schriften, Band 4, (Hrsg. von Rolf Tiedemann), Darmstadt:WBG.
Arıstoteles, (1993). Metafizik, (Çev: Ahmet Arslan), Izmir: Ege Üni. Yayınları.
Arıstoteles, (1997). Nikomakhos’a Etik, (Çev. Saffet Babür), Ankara: Ayraç Yayınları.
Camus, A., (1995). Başkaldıran İnsan, (Çev. Tahsin Yücel), İstanbul: Can Yayınları
Feuerbach, Ludwig., (1991). Geleceğin Felsefesin in Ilkeleri, (Çev.Oğuz Özügül), Istanbul : Ara
Yayınları.
Gasset O., (1995). İnsan ve “Herkes”, (Çev. Neyire Gül Işık), İstanbul: Metis Yayınları
Gutrie W.K.C. , (1994). Ilkçağ Felsefesi Tarihi. Sy. 155 (Çev. Ahmet Cevizci), Ank ara: Gündoğan
Yayınları.
Hegel, G.W.F., (1976). Bütün Yapıtları Seçmeler 1 , (Çev. Hüseyin Demirhan), Ankara:Onur
Yayınları.
Hegel, G.W.F., (1937). Phaenomenologie des Geistes, (Hrsg. von Johannes Hoffmeister) Leibzig:
Felix Meiner Verlag
Hegel, G.W.F.,(1991). Mantık Bilimi , (Çev. Aziz Yardımlı), İstanbul: İdea Yayınları
Heidegger, Martin.,( 1990).Nedir Bu Felsefe?, (Çev. Dürrin Tunç), İstanbul:Logos Yayınları.
Horkheimer, Max., (1985). Vortraege und Aufzeichnungen 1949 -1973, Gesammelte Schriften,
Band 7, (Hrsg. Gunzelin Schmid Noerr / Alfred Schmidt), Frankfurt a.M.: S. Fischer Verlag.
Horkheimer, Max., (1991). Zur Kritik der Insrumentellen Vernunft, Frankfurt a.M.:Fischer
Taschenbuch Verlag.
Lenin, V.I, (1976). Felsefe Defterleri, (Çev: Atilla Tokatlı), Istanbul: Sosyal yay.
Locke, J., (1996). İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, (Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu), İstanbul:
Kabalcı Yayınevi.
Marx, K. / Engels, F., (1958). Werke, Band 3, (Hrsg. Institut für Marxismus und Leninismus beim ZK der SED), Berlin:Dietz Verlag.
Marx, K./ Engels, F., (1976). Alman İdeolojisi, (Çev. Sevim Belli), Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K., (1976a). !844 Politik Ekonomi Elyazmaları, (Çev. Kenan Somer), Ankara: Sol Yayınları.
Düşünmenin nesnel dünya üzerinde temellendirilmesi onun doğası gereğidir. Duyum ve algılarla harekete geçen düşünme, varlığın toplumsal niteliklerine yabancılaşmasına yol veren spekülatif usavurma ve sorulara, içinde bulunduğu somut koşullardan hareketle yanıtlar bulabilir. Felsefe, nesnel olguların açıklanmasını, toplumsal ilişki ve çelişkilerin pratik anlamda aydınlatılarak çözümlenmesini ve insanın öngürü ufkunun genişletilmesini hareket noktası olarak aldığında, insan başarılarının etkin yönlendiricisi olabilir.
Deney, tecrübe ve somuta dayanarak düşünme, felsefenin hareket noktalarıdır. ”Nihil est in intellectu quod non prius fuerit in sensu” (önce duyumlarda bulunmayan hiçbir şey anlıkta yoktur). Bu ünlü deyiş, felsefi bilgiyi öyle temellere yerleştirir ki, nesnel yaşamı ve onun felsefesini pratik olarak olgusal duyumlara (duyumculuğa) dayandırır. Hatta biraz daha ileri giderek, başlangıca akıl ve bilinç gibi öğeleri yerleştiren felsefi görüşlerin bile vargılarına ulaşabilmek için duyumlara başvurarak, buradan akıl ve bilince ulaşmış oldukları söylenebilir. Herşey (düşünme ve akıl da) nesnel gerçekliğin insan zihnince özümsenmesi üzerinde şekillenmektedir; o halde düşünmenin dayanağı da nesnel evrendir. Felsefe, kendi doğuşu ve gelişmesi açısından da insanın nesnel varlık evreninden kaynaklanan bir etkinliktir. Bu etkinliğin yönelimi de kendisi ve kendi evrenidir.
Her dönemde felsefe, diğer bütün yaşam etkinlikleri gibi, içinde bulunduğu sürecin ve toplumun, sosyal, kültürel, teknik, bilimsel, politik ve ekonomik gelişmeleri üzerinde yükselmiştir. O halde güncel ve evrensel bilgi, içinde yaşanılan -yaşanmış ve yaşanacak-sürecin çözümlenmesinden, insan ilişkilerinin hangi koşullarda biçimlendiğinin özümsenerek anlamlandrılmasından ibarettir. En suya sabuna dokunmaz soyut felsefi düşüncelerin bile nesnel dünyanın algılanmasının, en azından düş(ün)sel insan gereksinmesinin ürünü olarak yansıtıldığı görülebilir. Felsefenin itici gücü, onu geliştiren şey, herşeyde olduğu gibi, karşıtlıklardır. Kendinden önceki düşünceleri irdeleyip, çözümlemek ve eleştirel olarak incelemek, düşünsel gelişmenin temelini oluşturur. Felsefenin kökü, kaos’un kosmos’a dönüşmesine ve kosmos’un süreklilik, bütünlük oluşturmasına, evrenin ve yaşamın temellerinin açıklanmasına uzanır. Evrenin anlaşılmaya çalışılmasında karşılaşılan güçlükler olan çeşitlilik, karmaşıklık yanında, insanı çözümlemelere zorlayan en önemli noktalardan biri de, kendi aklı ile doğa ve insan ilişkilerinde kurduğu kurumlar ve kavramlardır.
Sistemli bir felsefi düşünmenin görülebildiği Antik Yunan Uygarlığını felsefi düşünmelere güdüleyen, ekonomik gönenç ve boş zamandır. Ekonomik gönenç köle emeği üzerinde yükseliyordu. Köle emeği, İyonyalıların -ve Yunanlıların- kol emeğini zorunlu olmaktan çıkarmıştı. Eşdeyişle; köle çalışması, İyonyalıların -ve Yunanlıların- yaşamak için çalışmalarını gereksiz hale getiriyordu. Köle emeğinin üretkenliği bir yandan ekonomik gereksinimleri karşılar ve bir gönenç yaratırken, İyonyalılar boş zaman elde etmiş oluyorlardı. İşte bu ekonomik gönenç ile boş zamanın birleşmesiyle, doğaya daha önceden beri yönelmekte olan antroposentrik sorular yalın bir merakla işlenmeye başlamış oluyordu. Felsefi düşünüşün başlangıcında varolan şaşma (hayret) Heidegger’in “hayret felsefenin arkhe’sidir” (1990; s.39) demesinde olduğu gibi-, tüm zamanlardaki felsefi etkinliklerde görülebilir. Evren, sınırsız zaman ve genişliği ile insanı her zaman şaşırtmayı sürdürecek gibi görünmektedir.
Felsefe salt düşünsel etkinlik olarak görülmemelidir. Yukarıda Aristoteles’in dile getirdiği gibi, felsefi etkinlik düşünsel olduğu denli kılgısal bir etkinliktir de. Yaşama, bedensel etkinliğe yöneliktir. Dış dünyayı değerlendirmede, değiştirmede olduğu gibi, insanın iç evrenini de değiştirmeye, iç dünyanın dış dünya ile uyumlu bir bütün oluşturmasına da etki eder. Böylece, felsefede de beden ile düşüncenin birliği söz konusudur. O halde, felsefede de bilinç ile bedenin ayrılığını (ayrı varlık alanları olarak) ileri sürmek gerçeği yansıtmamaktadır. Felsefenin salt düşünsel, kavramsal ya da yazınsal olduğu ileri sürülüyorsa, bu deyişe uygun eylenmelidir. Ancak, “salt aklın bilgisi” nasıl olanaksız ise; felsefeci de düşünsel etkinliğini nesnel gerçeklik alanında, yaşam içindeki etkileşimlerde bulmak/ kullanmak zorundadır. Eğer, ‘ruhun ya da bilincin bedenden ayrı bir varlık alanı oluşturduğu’ iddia edilir, ve bunun bilgisi olarak “salt akıl bilgisi”nin varlığı ileri sürülürse, bu savlara uygun edimselliklere girilmelidir. Fakat bu savların arkasındakilerin dikkat etmeleri gereken en önemli şey; savlarını edimselleştirirken, fiziksel olan bedenli şeyleri bir araç olarak kullanma haklarının olmadığıdır. Tersi durum, savlarının her zaman nesnel dış dünyaya gereksinim duyduğu ve dış dünya olmadan varolamayacağı anlamına gelir ki, böylece yadsınmış olurlar. Insan, ortaya koyacağı bütün etkinliklerde geçmiş birikimini de aktaracağından etkinliği dışsal evrene açacak, böylece arı düşünsel etkinlik tecrübe vbg. dış etkiler yoluyla bozulmuş olacaktır. Bir anlamda felsefeci istese de istemese de -fiziksel varlığından dolayı-, kendini objeler evreninde bulur.
II.
Felsefenin, bir insan etkinliği olarak hem yaşamın içinde olduğu, hem de hiçbir dolaysız/dolaylı etkide bulunmadan yaşamın dışında kalmadığı görülmektedir. Felsefe bir yanıyla, düşünsel, yazınsal etkinlikleriyle yaşamı insanal olmaya yönlendirmeyi hedeflemeli, öte yandan olan-bitene etkide bulunmaya çabalamalıdır. Tarih içinde etkinlikleriyle birlikte filozofları gözümüzün önüne getirdiğimizde, hemen hiç birinin toplumsal, insansal sorunlardan uzak durmadığını hatta politik iktidarlarla yakın ilişki ve karşıtlıklar içinde olduklarını belirleyebiliriz. Felsefe ile dünyanın değiştirilmesi doğrudan hedeflenmemiş olsa da felsefe, içinde yaşadığımız evrenin ve toplumsal ilişkilerin değişti-rilmesinin temellerin yaratmaktan kendini alamayacak bir etkinliktir. Bu da gösteriyor ki insan bedeni ve bilinci ile bir bütündür.
Felsefe, insanın iç ve dış dünyasını akılcı bir biçemle değiştirmenin temel araçlarından biridir. İnsan şimdide, geçmiş ve gelecek zamanla bağlantılı olarak düşünür ve eyler. Felsefe, geçmiş-şimdi ve gelecek ile oluş-bozuluş, olan-bozulan hakkında, çok önemli iki değişik bakış açısına olanak tanır. Birincisi; “Miner va’nın baykuş’u alacak aranlıkta kanatlarını açar” kavrayışının altını çizdiği Hegel’e ait olan bakış. Bu sözle anlatılmak istenen şudur: tarih içerisinde yaşananlarınn, güncelde olup-bitenlerin değerlendirilebilmesi ancak olayların akışının tamamlanmasından sonra olanaklıdır. Hegel sistemini de bu anlayış üzerine temellendirmiş, gelişmeleri bütünsellik içerisinde ele almıştı. Ikincisi; “Filozoflar dünyayı yalnızca farklı (biçimlerde) yorumladılar, artık onu değiştirmek gerekir” (Marx 1958; s.7) anlayışıdır ve Marx’a aittir. Burada vurgulanmak istenen şudur: insan olarak filozof’un da dışında kalamadığı yaşam’a, etkide bulunması ama dünyayı değiştirici etkilerde bulunması gerektiğidir. Birbirlerini tamamen dışlar, karşıtlıklar oluşturur gibi görünen bu iki özlü Felsefi bakış aslında birbirini tamamlamaktadır. Hegel ve Marx’ın savlarına, ya o - ya o, ya da ne o - ne o şeklinde bakarak, değişik bakış açılarının olmadığı sonucuna varılmamalıdır. Üçüncü bir olanak vardır ve bu; hem o - hem o’ dur. Çünkü hem tarihteki gelişmenin olup bitmiş olması, insanın olup biten hakkında yargıya varmasında önemli bir yer tutar; hem de insanın etkin bir varlık olarak kendisini belirlemesi, dünyayı yorumlamakla yetinmeyip onu değiştirmeye girişmesine de bağlıdır. İşte bu iki karşıtmış gibi görünen düşüncenin, ya da Hegel’in tarihsel ve bütünsel kavrayışı ile Marx’ın kılgısal kavrayışı arasında çelişki değil, tam bir upuygun (adequat) ilişki söz konusudur. Kısaca; felsefe, önemli iki değişik bakış açısıyla sorunlara yönelir. Birincisi; olaylar olup bittikten sonra, olan biten hakkında çözümlemelere girişmek, ikincisi; oluş-bozuluş sürecinde olan bitene doğrudan etkide bulunma tavrıdır. Felsefe kılgısal/düşünsel bir etkinliktir. Kılgısal/düşünsel felsefi etkinlik bu iki bakış açısını birarada ele alarak düşünce ve evreni irdelemeye yönelir. Başka deyişle, yukardakilerle anlatılmak istenen şu şekilde açık seçik açımlanabilir: felsefe bir insan etkinliği olarak hem yaşamın içinde hem de hiçbir dolaysız/dolaylı etkide bulunmadan yaşamın dışında kalamaz.
Felsefe bir yanıyla, düşünsel, yazınsal etkinlikleriyle yaşamı insanal olmaya yönlendirmeyi hedeflemeli, öte yandan olan-bitene etkide bulunmaya çabalamalıdır. Kaldı ki tarih, filozofların benzer etkinlikleriyle doludur. Örneği: Herakleitos’un, Efes tiran’ını tiranlığı bırakmaya ikna etmeye çalışması; Sokrates’in, bildiği gerçeklerden geri durmayarak kent yurttaşlarını aydınlatmaya çabalaması ve sonunda baldıran zehiri içmeye mahkum edilmesi; Platon’un, Siraküz’e giderek Atinada gerçekleştiremediği yönetim biçimini kurmaya kalkışması, Zenon’un, kenti yöneten tiranı yönetimden uzaklaştırmaya çabalaması ve yakalanarak yaptığının bir suç olduğunu kabul etmeye zorlanması, bunu söylemesi istendiğinde, kendi dilini ısırmak suretiyle kopartıp tiran’ın yüzüne tükürmesi, daha sonra da tiranın emriyle bir fıçı altında ezilmek suretiyle öldürülerek cezalandırılmış olması, filozofların toplumsal yaşama düşünsel/kılgısal bakışlarının nasıl olduğu konusunda önemli bilgilerdir. Örnekler daha da çoğaltılarak, ayrıntılı olarak üzerinde durulup konu işlenmeye çabalanabilir. Felsefi etkinliği ne şekilde sürdürürseniz sürdürün, eğer çabalarınız eleştirel bir bilinç içeriyorsa, doğrudan olmasa da yaşamın akışını belirleme, ona etkide bulunma istenci taşıyacaktır. “Felsefeci politikacı değil ki, eylemliliklere, örgütlülüklere katılsın” şeklindeki bir düşünüş ve bu düşünüşün yaşayışa, etkinliklere yansıtılmış olması, bilinç yanılsamasından, eleştirel bilincin bulanıklaşmış olmasından kaynaklanır. Siz, yaşama doğrudan, etkili, yönlendirici bir biçimde katılmazsanız, sizi zaten içinde taşıyan yaşam, edilgin bir özne olarak bile varsaymadan, akışının içerisinde herhangi bir obje olarak, kendi gereksinmesine uygun biçimde kullanacak, daha sonra sizi hiç yokmuş ve bir “iş” görmemiş varlık gibi bir kenara atacaktır.
Bir uyarı: Insan olarak, hiç bir felsefeci, politik açıdan bir ceset değildir. Bu açıklamalardan, “düşünsel, yazınsal felsefi etkinlik hiçbir şey, politik eylem her şey” sonucuna da varılmamalıdır. Çıkarılması gereken sonuç; etkin bir özne olmanın, yaşamın kendiliğinden akışının etkisinden ya da başkalarının belirlediği kurallarla yaşamaktan uzaklaşmakla gerçekleşeceğidir. Toplumsal yaşamın kendiliğindenci akışına kapılmak, başkalarının istençlerine boyun eğmek, gönüllü bir biçimde özbilincini köleliğe itmekten başka anlama da gelmez. Her ne kadar Hegel, genel istencin ortaya koyduğu yasalar karşısında bireysel özgürlükten vazgeçilmesi yolunda düşünce bildiriyorsa da, egemen istencin genel istenç ile örtüşmediği, özde değil, görünüşte bir genel istencin egemenliğinde, birey özgürlüklerinden vazgeçilmesi yerine, tam karşıtı bir tutum takınarak, birey özgürlük ve istençlerinin öne çıkartılarak toplumsal bilinç oluşumu hedeflenmelidir. Böylesi bir çaba, formel açıdan bireysel yaklaşım olarak, öz açısından ise genel bilincin bir parçası olan bireyi öne çıkarma anlamında, toplum bilincinin işlenmesini sağlayabilecek temelleri belirginleştirecektir.
Felsefe ancak, görünüşü delip geçen, özü yakalayabilen bir etkinlik olduğunda felsefedir. Felsefe tarihi bu yönüyle de bizlere ders verici, yol göstericidir. Olan biten her şeyde; biçim değil içerik, görünüş değil öz yakalanmadığı sürece; ilişkilerin, etkinliklerin kaynaklarına, ayrıntılarına inilmediği sürece, ele geçirilecek olan felsefe değil başka birşeydir. Çünkü, her dönemde felsefe olarak kabul edilen, felsefi gelişme ya da felsefede ilerleme; yeni birşey, bakış, yöntem, sonuç olarak görülen; kuşatıcı, yorumlayıcı hesaplaşıcı, çözümleyici ve olanın üzerine yeni bir şey koymuş olandır. Doğa bilimlerinde yapılanlara bakıldığında durum hiç de farklı değildir. Bilim kişisi: alanında taşı taş üstüne koyan, ama aynı taşları değil, yeni bir taşı bulup duvarın dizilişini/geometrisini/ölçüsünü bozmadan koyan değil midir? Tıpkı doğa bilimcisi gibi, felsefeci de alanında yeni bir taşı taş üstüne koyandır.
Insanlık tarihinde, tarihsel toplumsal gelişmenin Tin’i olarak ortaya çıkan felsefeler, kendilerinden önce ortaya çıkmış felsefelerin olumlu insanal yanlarını alarak biraraya getiren ve bu bilgileri ileriye doğru bir bakış açısı sunarak çağdaş olarak kendini -dolayısıyla öncekileri de- aşan felsefelerdir. Böylece her yeni felsefenin en önemli yanı, kendinden önceki felsefi kavrayışlarla hesaplaşmış, onlara eleştirel olarak yaklaşabilmiş ve yeni bir kavrayışla onları kuşatmış olmasıdır.
Felsefeyi felsefi kılan nitelik ya da yönelim: felsefi çalışmanın şunu veya bunu, şu ya da bu biçimde ele alması değil, ele alınan şeyin ve ele almanın, insana insanın insan açısından neler kattığıdır (insanal olandan neler koparıldığı değil). Her felsefi etkinlik temelini insanda bulur, kaynağı da zaten insandır. Kimi felsefi kavrayışlar etkilerini (önce toplumun temel ögeleri bireyleri, daha uzun sürede de toplumu zaman içerisinde etkileyerek) çok yavaş ve süreç içerisinde gösterirlerken, kimi felsefi kavrayışlar da etkilerini doğrudan toplumun hemen bütün kesimleriyle çok kısa zamanda kucaklaşarak gösterirler. Genel olarak felsefenin yöneliminden şöyle bir sonuç çıkarılabilir: yapılan araştırmaların ne denli, nesnel-toplumsal gerçeklik ile örtüşüp örtüşmediğinin, örtüşmeyen sonuçlar ve savlar var ise, bu sonuç ve savların dayanaklarının gösterilerek olumsuzlanması etkinliği felsefi çabanın kendisidir.
Felsefe çalışmaları aracılığıyla varılmak istenen yer, edimselleştirilmek istenen düşün, yapılmak istenen etkinlik, yönelmek istenen hedef her zaman insanlık olmuştur. Insan, felsefi etkinliği aracılığıyla içinde yaşadığı evreni, kuşatıldığı çevreyi, etkileştiği birey ve toplumu kendi “ilkeleri”, “iyi” ve “doğru”su yönünde dönüştürmeye çabalar. Bu çabası süresince kendi dışındaki toplum ve bireylerle “ilke”,”iyi” ve “doğru”larını karşılaştırır. Yapılan her felsefi çalışma, insanın tarihsel gelişmesine dolaylı ya da dolaysız etkide bulunur. Yapılan felsefi çalışmanın etkisi; tarihe ve yaşama katılma, tarihi ve yaşamı yönlendirebilmeyle ölçülür.
KAYNAKÇA
Adorno, T.W., (1997). Minima Moralia, Gesammelte Schriften, Band 4, (Hrsg. von Rolf Tiedemann), Darmstadt:WBG.
Arıstoteles, (1993). Metafizik, (Çev: Ahmet Arslan), Izmir: Ege Üni. Yayınları.
Arıstoteles, (1997). Nikomakhos’a Etik, (Çev. Saffet Babür), Ankara: Ayraç Yayınları.
Camus, A., (1995). Başkaldıran İnsan, (Çev. Tahsin Yücel), İstanbul: Can Yayınları
Feuerbach, Ludwig., (1991). Geleceğin Felsefesin in Ilkeleri, (Çev.Oğuz Özügül), Istanbul : Ara
Yayınları.
Gasset O., (1995). İnsan ve “Herkes”, (Çev. Neyire Gül Işık), İstanbul: Metis Yayınları
Gutrie W.K.C. , (1994). Ilkçağ Felsefesi Tarihi. Sy. 155 (Çev. Ahmet Cevizci), Ank ara: Gündoğan
Yayınları.
Hegel, G.W.F., (1976). Bütün Yapıtları Seçmeler 1 , (Çev. Hüseyin Demirhan), Ankara:Onur
Yayınları.
Hegel, G.W.F., (1937). Phaenomenologie des Geistes, (Hrsg. von Johannes Hoffmeister) Leibzig:
Felix Meiner Verlag
Hegel, G.W.F.,(1991). Mantık Bilimi , (Çev. Aziz Yardımlı), İstanbul: İdea Yayınları
Heidegger, Martin.,( 1990).Nedir Bu Felsefe?, (Çev. Dürrin Tunç), İstanbul:Logos Yayınları.
Horkheimer, Max., (1985). Vortraege und Aufzeichnungen 1949 -1973, Gesammelte Schriften,
Band 7, (Hrsg. Gunzelin Schmid Noerr / Alfred Schmidt), Frankfurt a.M.: S. Fischer Verlag.
Horkheimer, Max., (1991). Zur Kritik der Insrumentellen Vernunft, Frankfurt a.M.:Fischer
Taschenbuch Verlag.
Lenin, V.I, (1976). Felsefe Defterleri, (Çev: Atilla Tokatlı), Istanbul: Sosyal yay.
Locke, J., (1996). İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, (Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu), İstanbul:
Kabalcı Yayınevi.
Marx, K. / Engels, F., (1958). Werke, Band 3, (Hrsg. Institut für Marxismus und Leninismus beim ZK der SED), Berlin:Dietz Verlag.
Marx, K./ Engels, F., (1976). Alman İdeolojisi, (Çev. Sevim Belli), Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K., (1976a). !844 Politik Ekonomi Elyazmaları, (Çev. Kenan Somer), Ankara: Sol Yayınları.