Heidegger'in Ontolojisinde Süje Kavramı (... devam )

Leibniz'in monad kavramı bağlamında, Heidegger'in "merkezleşme" olarak nitelediği ve "Yeniçağ metafiziğinin alanı"nı oluşturan bu türden bir bilinç, her şeyi kendisine bağlama ve bütün şeyleri "kendinde toplama" çabasıdır. Söz konusu çaba ise iradenin mahiyetinin dışa vurumudur . Bu iradenin "gerçekliği", bakış noktasına göre nesneleri süjeyle bağlantıya getiriş olarak "temellendirme isteği'dir. Böylece varlık problemi gerçeklik problemi durumuna gelir. Ancak bu istekten vazgeçildiğinde -Heidegger için "varlığı düşünüş" metafizik iradeciliğin dışında yer alır-, varlığı saklayan temelin aranmadığı bir alana ulaşılır. Leibniz; "nasıl oluyor da bir şey vardır ve hiçlik var değildir?" sorusunu sorduğunda, Heidegger'in "Metafizik Nedir?" adlı yazısında sorduğundan farklı olarak, varolan'ı en yüksek bir varolan'da temellendirmek istiyordu. Yeterli neden ilkesini öne sürmekle, Leibniz -Heidegger'in yorumuna göre- süjeyle bağlantılı oluş'un dışına çıkarak varlıkla olan temel bağlantıya geçemedi. Hegel'de -doğruluğun belirlenmesinde çoktan beri meydana gelmiş olan değişim açısından- söz konusu temellendirme isteği, Heidegger'e göre, şu en tutarlı şeklini -kendisinin mutlak olduğunu bilen ve mutlak olan'm kendini görünüşe çıkarması olarak düşünce tarihini kendi içine alan bilincin kendini temellendirmesi şeklini alır. Doğruluğun ölçüsünü son çözümde "kendisiyle karşılaştırma"da bulan bu türden bir düşünüşün mutlak etkinliği, Heidegger'e göre, aynı zamanda "varlığın olumsuzluğu"na, aslında "subjektiv" olan objektivliğiyle sadece varolan'a götürür. Objektiv olarak tasarlanabilen, kavranabilen hiç bir zaman varlığı "temel-dışı" olarak düşünemediğinden, daha doğrusu -düşünmenin her zaman kavramlara dayanması bakımından- varlığın "temel-dışı" olarak düşünülmesi mümkün olmadığından, "temellendirme" "temelsiz"liğe götürür. Bu yüzden Yeniçağ'm anladığı anlamda "akıl" ikinci dereceden olan özelliğiyle görülmelidir: "Yüzyıllardan beri yüceltilen aklın düşünmenin en çetin düşmanı olduğunu gördüğümüzde, ancak o zaman
düşünme başlar" .

Heidegger'in burada önerdiği biricik ve aynı zamanda gerçekleşmesi hemen hemen imkânsız olan tutum "tasarlayıcı temellendirme"den vazgeçiş, süje-obje şemasına göre düşünüşü bir yana bırakış, bunun yerine böyle bir ayrım içinde yer almayan "varlığa yakın oluş"un tutumudur: "... her temellendirme varlığı varolan bir şeye indirir" . Objektivliğin formları içinde düşünüldüğünde, varlık varolan .durumuna gelir. Bu yüzden Heidegger'e göre, bu türden bir "düşünüş" bütünüyle bir yana bırakılmalı; varlığa ilişkin deneyimin gerçekleşmesi isteniyorsa, örtük bir şekilde "güçlü olma isteği"nin tarihi olarak bütün Batı tarihinden vazgeçilmelidir. Ancak böyle bir uzaklaşmayla, varlığın unutmuşluğu farkedildiğinde, tarihin mahiyeti anlaşılır . Bu şekilde anlaşılan vazgeçiş nesnelleştirici düşünüsün yenilgisine ve yeni bir başlangıca yol açar. "Vazgeçiş almaz, Vazgeçiş verir" .

Kendini tasarlayış gücünün yetersizliğini gören süjenin varlık önünde geri çekilişi, varlığın görünüşe çıkmasına ulaştırır: "... öne çıkan, önce olan olarak kendinden olagelen kendi aydınlığına çıkar,ve bununla insana yönelir" . İradeciliğin belirlediği kendi -bilince- oluş anlamında olmayan bu arınmış bilinç varlığın barındığı yer"dir . İnsan Heidegger'e göre varlığın bu gelişine kendini hazırlayabilir, fakat bu gelişi kendi isteğiyle sağlayamaz. Varlıkla uygunluk içinde olmaya dayanan kendi özüne insan ulaşmak istediğinde, bir "sub-jectum" olarak kendisini bütünüyle geride bırakmalı, yeniden kesin doğruluğa ulaşmak için değil, "yakalanamaz" olan olarak "dolaylı olan'in her tür dolaysız yaklaşışım geri çeviren" varlığın sesine kendini açık -tutmak için, kendini bir yana bırakmalıdır. Hep şimdi ve burada olan, insan tasarlayışının "gerçeklik"ten hareket eden her tür açıklaması karşısında kendini geri çeker . Heidegger'in varlık tarihi çözümlemesinde Batı metafiziğinin temellerine yönelik eleştirinin amacı "kaynağın yakınma dönüş" olarak düşünmenin "eve dönüşü"dür. Bununla varlığın unutulmuşluğunu aşmak ve bilincin daha eleştirici bir tutuma ulaşması sağlanmak istenir.

Temellerini sarsmaya yöneldiği Batı düşüncesine özgü varlık anlayışının arka planında, Heidegger'e göre, nesneleştirici bilince dayanan ve teknoloji biçiminde dışa vuran iradecilik ve onun yol açtığı varlığı unutuş yer alır. Bilinç Heidegger için "varlığın doğrulukla yer değiştirmesi; diğer bir deyişle doğruluğu varolana bırakması ve varolan 'ı hakikatten yoksun bırakmasıdır" İradeciliğin belirlediği bilinç her şeyi kavramlaştırmaya, varlığı nesnellik kategorisiyle kavramaya çalışır: " 'Varolan sübjektivliktir'ile: 'Varolan objektivliktir'aynı anlama gelir" .

Yeniçağ teknolojisinin iradeciliğinden bu kararlı uzaklaşış Heidegger'in ontolojisi bağlamında yalnızca süje kavramının ve onunla birlikte transendental felsefe ile Descartes'çı dünya anlayışına özgü bütün ontoiojik yapının yıkılması anlamına gelmekle kalmaz, kendisinin meydana getirdiği teknolojik ürünler dünyasında insanın kendim anlamasına ilişkin yeni bir yönelişi de beraberinde getirir.

Batı metafiziğinin "aşılması" düşüncesinden hareketle, Heidegger insanı yalnızca bağlı olduğu "iç" psikolojik kanunlar -ontoiojik yapılar- açısından inceleyen ve varlık sorusuyla yüzyüze gelmekten kaçınan bir "insan teorisi"ne karşı çıkar. Bu türden bir antropolojide temelini bulan "hümanizm" Heidegger'e göre insanı insandan hareketle anlama istediği, fakat böyle bir anlamanın -insan ve onun denetimi dışında bulunan- temelleri dikkate alınmadığı için, salt ontik bağlantılar düzleminde kalır. Bu durumda insan ontoiojik problem bağlantısı içinde görülmek yerine yalıtılmış " bir süje olarak tasarlanır; insan üzerine her tür düşünüş, antropoloji olarak anlaşılır .

Süje merkezli felsefî bir görüş açısından Heidegger'in bu düşüncesi son derece "insanlık dışı", insanın özünü gözden kaçıran ve insanı bütünüyle yabancı bir şeye bağlayan bir düşünce olarak görülebilir. Böyle bir yaklaşım burada "insana ilişkin olan'ın insandan farklı olan'a" bağımlı kılındığım öne sürebilir ve - Jean Paul Sartre'da olduğu gibi- varoluşçuluğun iradecilik tarafından belirlenen süje kavramına dayandığı için, bu yaklaşım Heidegger'in düşüncesini "insancıllık" açısından bir tehlike olarak görür.

III

Böylece Heidegger'e göre hakikatin metafizikteki anlamı süjenin varolan üzerinde denetim kurmasıyla belirlenir. Bu türden bir metafizik bağlamında varlık; "şüphe götürmez tasarlanmışlık anlamında gerçeklik"tir . Bu ise hakikate ilişkin olarak süje-obje arasındaki uygunluk kavramının yön verdiği Yeniçağ "teknoloji"sinin ontoiojik çerçevesini oluşturur . Heidegger'in "dönüş"ten sonra değişik şekillerde vurguladığı bu düşünce, onun, "Varlık ve Zaman"daki insan varoluşunun "atılmışlığı" karşısında varoluş deneyiminin dolaysızlığına ilişkin çözümlemeleriyle çelişki içinde midir? Heidegger'in ilk döneminde sübjektivliğin ontolojik konumu varlık deneyimine ilişkin metodolojik bir işlev mi görmekte?- sonraki dönemde ise süje kavramı Yeniçağ insanının iradecilikte belirlenen gerçeklik anlayışına ilişkin bir öğe olarak mı ele alınmaktadır? Her iki dönemde de Heidegger'in asıl amacı varlık deneyimine ilişkin olarak gündelik anlayışı bu anlayışın temeline inerek "aşan" bir tasvirini yapmaktadır. Bu ontolojik yönelim "kendisi olmak" ile "herkes alam"na "düşmüş olmak" arasındaki gerilim içindeki insanın "dünyada-oluş"u üstüne Heidegger'in "Varlık ve Zaman"daki düşüncelerinin arka planını oluşturur. Onun "dönüş"ten sonra -varoluş ontolojisi bağlamında- üzerinde en çok durduğu konu olan Batı uygarlığına özgü anlayış tarzının köklü bir biçimde sorgulanışı ancak bu arka planla bağlantılı olarak anlaşılabilir. Batı insanının kendini anlayış tarzında yer alan sübjektivlik kavramını aşma kaygısı Heidegger için her iki dönemde de yön vericidir Heidegger sübjektivliğin töz durumuna getirilişi ile mutlaklaştınlmasının yol açtığı sonuçlara işaret eder ve evrensel teknolojik yapabilirlik inancına yönelik eleştiri sübjektivliğin eleştirisi şeklini alır. Varlık tarihine ilişkin çözümlemeleri hemen hemen bütünüyle sübjektivlik, nesneleştirme ve teknoloji konuları çevresinde toplanır.

Son çözümde Heidegger için söz konusu olan, iradeciliğin ötesinde insanın kendi kendine olmasıdır. Bu; gerek "Varlık ve Zaman"daki "asıl" varoluş idealinin tasviri, gerekse onun sonraki döneminde metafizik sonrası varlık düşüncesi bağlamında "kendini varlığa bırakış" idealinin tasviri için geçerlidir. Eğer ontoloji "ancak fenomenoloji olarak mümkünse" , bu durumda sübjektivlik her ne kadar baştan beri dışarıda bırakılamasa da, bu kavramın ancak fundamental ontolojinin olabilirlik koşulu olarak (ontolojik değil) transeııdental bir yeri olabilir. Sübjektivlik insanın doğa karşısındaki bağımsızlığım ve dünyanın efendisi olmasını sağlayan kendi başına,
ontolojik bir kategori değildir. Teknolojik uygarlığa özgü bir girişim Heidegger'e göre -teknolojinin mutlaklaştırılmış yapabilirlik tutkusuyla bağlantılı olarak- yıkıcı etkileri henüz görülmeye başlanan evrensel çapta "varlığı unutuş" pahasına mümkün olmaktadır.

Heidegger'in "dönüş"ten sonraki son dönem felsefesi bütünüyle "sübjektivliğin nesneleştirici metafiziği"ni "aşmak" amacına yöneliktir. Bu metafizik, ona göre, en belirgin ifadesini "teknoloji"de bulur. İnsanın kendini ortaya koyma isteğinin mütlaklaştırılması olarak "teknoloji"yi Heidegger "insanı harekete getiren ve insanın artık ona karşı bağımsız olamadığı" bir güç olarak görür.

Böylece o "Varlık ve Zaman"daki kendi iradeci yaklaşımını varlık tarihi bağlamında göreceli bir duruma getirir; -kendisine ilişkin yorumunda belirttiği gibi- daha önceki düşünüş tarzını aşar ve varoluş analizini varoluşçu-sübjektivist yorum dayanaklarından sıyırır. Bu bakımdan Heidegger, klişe biçimindeki basitleştirmelere kapılmaksızın bir ölçüde postmodern düşünüşün öncüsü sayılabilir. Varoluşun varlık tarzlarına ilişkin analiz Heidegger'i önce varoluş ontolojisine ilişkin bir kategori olarak zamansallık kavramına götürdü. Fakat süjenin "zamansallaştırılması"nı o, baştan beri varlık tarihi çerçevesinde gördüğünden, statik süje-obje karşıtlığını ve bununla bağlantılı olan iradeci- teknolojik dünya görüşünü aşmak durumundaydı. Bu bakitndan, -Batı "sübjektivizm"inin kapsamlı bir eleştirisi olarak- Heideggerin son dönemindeki düşünceleri, post-modernizmin iradeci öğelere yer veren süje eleştirisinden çok Zen Budizm'inin dünya görüşüyle ortak özellikler taşır. "Varlığı unutuş"un eleştirisiyle, Heidegger teknolojik-uygarlık insanının önüne ayna tutar ve mutlak gözüyle bakılan bir sübjektivliğin yapabilirlik tutkusu içinde kendinden kaçan insanlığın iradeci bir yanılgısı olduğunu gösterir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP