GERÇEKÇİLİK ÎLE KARŞI-GERÇEKÇİLÎĞÎN ANLAMBİLÎMSEL TANIMI
|
Hasan ASLAN
Gerçekçilik (realism) ile idealizm arasındaki çekişme felsefe tarihi boyunca değişik adlar, değişik biçimlerle süregelmiştir. Ancak, temel savlan bakımından aynı kalmasına karşın, bu iki öğreti özellikle de idealizm günümüzde önemli değişikliğe uğramıştır. "îdealizm" sözcüğü nitelenmediğinde geleneksel anlamda bilinen öğretiyi çağrıştırır, dolayısıyla da bu öğretinin felsefe sorunlarını ele alış yöntemini, uslamlama biçimini. Bununla birlikte "idealizm" sözcüğünü bu yazıda kullanmak istediğim anlamını taşmaması için sınırlayacağım, istenilen sınırlı anlamı karşılayacak bir sözcük çağdaş felsefenin kolayında var: karşı-gerçekçilik (anti-realizm). Bu sözcükle "idealizmi" aşağıda değinilecek olan çözümleyici (analitik) felsefenin kullandığı anlama sınırlayacağım. Değinilmedikçe bu kullanım çiğnenmeyecektir.
Günümüzde özellikle de çözümleyici felsefe içerisinde etkin bir biçimde sürmekte olan gerçekçilik mi, karşı-gerçekçilik mi tartışmasının özünde, onyedinci yy.lın başlarında deneyciler (empirisistler) ile usçulann (rasyonalistlerin) bilgibilimsel (epistemolojik) bir kaygıyla öne çıkardıkları dış dünyanın bilgisi sorunu yatar .
Çözümleyici felsefelerin önemli bir bölümü gerçekliğin (realitenin) anlığa (zihne) bağlı olup olmadığı geleneksel sorununu, bu bakımdan varlıkbilimsel bir sorun değil, bilgibilimsel bir sorun olarak görürler. Bu bilgibilimsel kaygı günümüz çözümleyici felsefesinde bir korkuya dönüşmüştür: Gerçekliğe ilişkin imgemiz bütünüyle yanlış olabilir. Köktenci kuşkuculuk diyebileceğimiz bu korkudan ötürü bazı çözümleyici felsefeciler özellikle de soruna bilgibilimsel yaklaşanlar, bu kuşkuculuğu savabilecek bilgi kuramları, dil anlayışları, oldukça da etkili görünen 'aşkın' (transendantal) çıkarımlar üretmekteler . Söz konusu kuşkuculuğu önlemek amacıyla çözümleyici felsefecilerin diğer bir bölümü de değinilen soruna bilgibilimsel değil, varhkbilimsel bir sorun olarak yaklaşıp "gerçekliği" daha güvenli gördükleri bilim bölgesinde kurmaya çalışmaktalar. Bilimsel gerçekçilik olarak adlandırılan bu görüşün temel savı şudur Gerçeklik, bilimin var dediği şeylerden başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle, bilimsel nesnelere indirgenebilen herşey vardır.
Bilimsel gerçekçiliğin oldukça değişik biçimleri olsa da, genel paydaları değinilen savdır. Bu yazıda ele alacağımız gerçekçilik anlayışı özellikle bu olacaktır. Öte yandan, karşı-gerçekçilik böyle bir gerçeklik anlayışına karşı, gözlenemeyen "kuramsal şeylerin" gerçek olmadığını ileri sürüp bilimsel kuramların birtakım olayları açıklamak, kestirmek için tasarlanmış araçlar olduğunu, bundan ötürü de bu kuramların varsaydığı 'şeylerin' gerçek olmasını bekleyemeyeceğimizi ileri sürer.
Bu yaklaşımın kuşkuculuğa ödün verdiğini, dahası geleneksel anlamda idealizme kapı araladığını söyleyen gerçekçilere, karşı-gerçekçilerin yanıtı oldukça açıktır; gerçekçilerin ileri sürdüğü gerçeklik kavramı, insan yetilerinin sınırını aşan, bu bakımdan da ilkece bilinmesi olanaksız bir gerçekliği betimler. Bu da bildiğimiz gibi geleneksel olarak gerçekçiliğe yöneltilen kuşkuculuk eleştirisinden başka bir şey değildir.
Günümüz gerçekçileri ile karşı-gerçekçileri arasında süren tartışmanın genel çizgisi budur. Bu bakımdan gerçekçilik ile karşı-gerçekçiliği ayırd eden bir sınır belirleyebiliriz, ancak bu sınır hiç bir zaman tanımlayıcı bir düzeye erişemez. Bunun açık bir nedeni var. 'Literatür'de ne genel bir gerçekçilik ne de genel bir karşı-gerçekçilik tanımı bulunur . Çoğunlukla, gerçekçilik ya da karşı gerçekçilik birden çok savların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir görüştür, dolayısıyla, gerçekçilik ya da karşi-gerçekçilikten anlaşılan da belirli bir gerçeklikçilik ya da karşı-gerçekçiliktir.
Bu yazıdaki amacım sürmekte olan bu tartışmada doğru bir tanımdan yoksun olan 'gerçekçilik' ile 'karşı-gerçekçilik' kavramları için bir tanım önerisinde bulunmaktır. Bunun için de bir varsayımdan yola çıktığımı belirtmeliyim. Her ne kadar bilgibilimsel bir kaygı taşısa da bu çekişme varhkbilimsel inançlarımızın dile getirildiği önermelerin nasıl doğrulanacağı çekişmesidir. Bu temel varsayım, yaklaşımımın biçimini de göstermektedir; tanımlara anlambilimsel (semantik) açıdan yaklaşacağız. Ancak, değindiğimiz çizgi bu tanımlamaya yardımcı olamaz mı? Yukarıda belirttiğim genel çizgi gerçekçilik ile kanş gerçekçilik arasındaki tartışmanın hem varhkbilimsel hem de bilgibilimsel alanlara ilişkin olduğu izlenimini veriyor. Bu açıdan yapılacak bir tanım ya varlıkbilimsel ya da bilgibilimsel olacaktır ki, bu tam da karşı çıkılması gereken noktadır. Gerçekçilik ile karşı-gerçekçiliğin varlıkbilimsel ya da bilgibilimsel savlar olarak ele alınmaları önemli ölçüde bir karıştırmadan kaynaklanıyor: anlambilimsel olanla varlıkbilimsel ya da bilgibilimsel olanın biribirine karıştırılmasından. Gerçekçilik ile karşıt-gerçekçilik arasındaki ayrımı bu alanlara dayalı olarak yapan yaklaşımlardan, bu ayrımın yapılamayacağını savunarak, kendi yaklaşımımı ayırmak istiyorum. Bu yazının sınırlarında ancak gerçekçiliğin varlıkbilimsel bir sav olduğunu ileri süren görüşü ele alıp eleştireceğim. Yapacağım tanımlar önemli ölçüde sözkonusu yaklaşımın eleştirisine dayanıyor.
Gerçekçiliği varlıkbilimsel bir sav olarak ele alan görüşün günümüzdeki en etkili savunucusu Avusturalya'lı Michael Devitt'tir . Devitt'e göre, aynı zamanda pek çok gerçekçiye göre de gerçekçiliğin tanımı şudur: Hem bilimsel hem de sıradan şeylerin çoğu, anlıktan bağımsız bir biçimde nesnel olarak vardır . Bu tanım bizi yeterince aydınlatmaktan uzak. Devitt'te bu tanımda iki deyimin belirginleştirilmesi gerektiğini biliyor. Birisi 'anlıktan bağımsız varolma', diğeri ise 'nesnellik'.
Bunları gerçekçiliğin iki ölçütü olarak görüp birincisini şu,biçimde belirginleştirir: (1) Dünya anlıksal nesneleri içermez, (2) Dünya anlıklardan oluşmaz. Devitt'în ikinci ölçütü ise şunu dile getirir: Bir nesnenin nesnel olması için varolması aynı zamanda da ona ilişkin inançlarımızdan ya da bulgularımızdan ayn bir doğası olması yani anlığın bilişsel (kagnitif) kapsamından bağımsız olması gerekir . Devitt'in yaklaşımından onun gerçekçiliği iki öğe ile kurduğunu görüyoruz. Biri, evreni belirli nesnelerin varlığının doldurduğu diğeri ise, bu nesnelerin belirli bir "türde" varolmaları ya da belirli bir "doğaya" sahip olmalarıdır, ilk öğe, varlığına inandığımız sıradan nesnelerin, gerçekte varolduğunu ileri sürer. Bu bütünüyle varlıkbilimsel bir konum görünümündedir. Bu konumu "varlıkbilimsel nesnellik" olarak adlandırabiliriz.
Varlıkbilimsel nesnellik, genelleştirecek olursak, hem 'kuramsal nesnelerin", hem de 'sıradan nesnelerin' pek çoğunun 'gerçekte' varolduğu inancıdır. Bu genelleştirmede kuramsal nesnelere yer vermemin önemli bir nedeni bu genelleştirmeyi bir tanım olarak kullanma isteğimdir. Başka bir nedeni ise sıradan nesnelerin varlığına inanan herkesi varlıkbilimsel nesnelci olarak görmemek gerektiğidir. Önündeki bardağın, tuzluğun gerçekten varolduğunu söylemek, bir gerçekçilik savı değil, bir karşı-gerçekçinin de kolayca söyleyebileceği, varlıkbilimsel bir savdır. Kuramsal nesnelerin varlığını yadsımayı karşı-gerçekçilik olarak değerlendirmemek gerek. Katı bir gerçekçi de kolayca bu nesnelerin varlığını kabul etmeyen varlıkbilimsel önermeler dile getirebilir.
ikinci öğe ise, varolduğu ileri sürülen nesnelerin hem anlıktan bağımsız hem de nesnel olarak varlıklarına ilişkindir. Bir nesnenin "anlıktan bağımsız olarak var olduğunu" söylemek, Devitt'e göre, evrensel anlıksalcıhğm kısa yoldan çürütülmesidir. Ancak böyle bir yaklaşım yalnızca bütün nesnelerin anlıksal olduğunu ileri süren Berkeleyci yaklaşım için eleştireldir. Her ne kadar evrensel anlıksalcılığı çürütmek Devitt'in gerçekçilik anlayışı için gerekli olsa da, yeterli
olmadığı açık. Bundan ötürü, "anlıktan bağımsız olma" özelliğinin yanına bir de "nesnellik" özelliğini koyar. Bu nesnellik özelliğinin anlaşılması gizil olarak insan katkısını gerektirir ki, Devitt'in yaklaşımında bunu gözleyebiliriz: Gerçekçi biri insanın bilinçsel eyleminden bağımsız, yani inandıklarımızdan, düşündüklerimizden, bulguladıklanmızdan bağımsız bir dünyanın nesnelliğine inanmak zorundadır.
Nesnelliği böyle bir anlamla ele alırsak şu durum ortaya çıkar. Su katılmamış bir idealist olan Berkeley, Devitt'in nesnellik tanımının gereğini yerine getirir! Berkeley için nesnel olarak var olan insanının bilinçsel eyleminden bağımsızdır; nesnel gerçeklik inandığımız düşündüğümüz ya da bulguladığımız değil, Tanrının inandığı, düşündüğüdür.
Dünyanın insan eyleminden bağımsız olarak var olması ya da insan eyleminin sonucu olması ile ne denmek isteniyor? Katı bir anlamda yorumlayacak olursak insan eyleminden bağımsız olmak ya da onun sonucu olmak varlıkbilimsel bir niteliktir. Gerçekliği Tann'nın anlayışının ürünü olarak gören görüş varlıkbilimsel açıdan aynı ulamdadır (kategoridedir). Bu görüşe göre insan anlıksal etkinliği ile gerçekliği yaratır. Açıktır ki, böyle bir görüşü savunmak kolay bir iş değil. Bu görüşün çok bilinen biçimi varlıkbilimsel tek benciliktir: Gerçeklik benim ussal edimimin ürünüdür, yalnızca bene ilişkindir. Böyle kısır bir varlıkbilimsel insan bağımlılık anlayışını elbette Devitt'e yükleyenleyiz. Hiç kuşkusuz hangi türden olursa olsun gerçekçi biri böyle bir yaklaşıma karşı çıkacaktır. Ne var ki böyle bir yaklaşıma karşı-gerçekçilerin önemli bir çoğunluğu da karşı çıkar. Öyle görünüyor ki bu yol gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik ayrımım yapmaya uygun değil. Karşı-gerçekçiliğin, insanın gerçekliği yoktan var ettiğini söylemek yanlış olur. Karşı-gerçekçilik genelde dünyanın algılanmasında duyumsal, anlıksal yetilerin önemli katkısının olduğunu ileri sürer.
Kant bu görüşün sorumlusu olarak bilinir. Kant kendisinden önceki felsefecilerin 'bilgiyi nesnelere uydurma' amacım olanaksız görür, onu olanaklı amaç doğrultusunda değiştirir: 'nesneleri bilgiye uydurma'. Bu hem duyu nesnelerinin kavrayış yetisinin yasalarına uymasını hem de bu nesnelerin onların düşünülmesini sağlayan kavramlara uymasını gerektirir. Benim duyusal, bilişsel yetilerimin dışında olan, Kant'ın deyişi ile 'deneyimin olanağı dışında olan' hiç bir şey benim için bir nesne olamaz . Burada bizi ilgilendiren Kant'ı nasıl yorumlamak gerektiği değil, Kant'ın anlağın sentez gücünü, düşüncenin nesneleri yakalamasında kavramların önemini vurgulamasıdır. Putnam, Goodman gibi birçok günümüz karşı-gerekçisi Kant'ın bu temel yaklaşımını ufak tefek değişikliklerle savunurlar . Günümüz karşı-gerçekçileri arasında 'kavramsal çerçeve' düşüncesi de Kant'ın sözünü ettiğimiz yaklaşımının bir türevi olarak işlenmiştir. Her ne kadar karşı-gerçekçi düşünce eğilimi ile işlense de kavramsal çerçeve kavramı, gerçekçi yaklaşıma uydurulabilir.
Gerçekçilerin bu düşünceye öfkeyle saldırmalarının nedeni varlıkbilimsel gibi görünsede ya da öyle gösterilse de gerçekte bilgibilimseldir. Bu kavramı kuşkuculuğun girdiği ana kapılardan biri olarak görürler . Kuşkuculuk sorunu gerçekçilik mi karşı-gerçekçilik mi tartışmasının sıcak cephelerinden biri olmasına karşın buradaki tartışmamızı dallandırıp budaklandırmamak için değinmiyoruz.
Kavramsal çerçeve kavramının karşı-gerçekçi yorumunda bu kavramın 'kültür', kuram' , 'paradigma', "belirli bilimsel inançlar öbeği', 'çağın bakışaçısı' gibi kavramlarla benzer anlamda olarak kullanıldığını görüyoruz. Ne kadar değişik adlar altında kullanılsa da bu kavramın günümüzdeki en önemli özelliği anlığın yerine geçerek, gerçekliğin yaratılmasında etken bir rol oynamasıdır. Gerçekliğin yaratılması derken hiçbir gerçekçi ile karşı-gerçekçinin kabul etmeyeceği 'yoktan var etme' anlaşılmamalı. Denilmek istenen gerçekliğin 'kavramsal çerçeve' yoluyla ulamlara bölündüğü, öbeklendiği, insanın kavrayabileceği biçime sokulduğudur. Buna karşılık gerçekçi, gerçekliğin belirli ulamlara bölünmüş, öbeklenmiş olarak herhangi bir
kavramsal çerçeve'den bağımsız olarak var olduklarını söyler. Gerçekçi ile karşı-gerçekçi arasındaki anlaşmazlık gerçekliğin insanın ona yüklediği yapıdan bağımsız bir yapısı olup olmadığıdır. Gözden kaçmlmaması gereken şey gerçekliğin bağımsız bir yapısı olduğunu söylemek, kavramsal çerçeve düşüncesini çürütmez. Hem kavramsal çerçeve hem de gerçekçi bir anlamda gerçek kavramlarının uyumlu olarak savunulduğu bir gerçekçi görüş kolaylıkla düşünülebilir . Varlık bilimsel sav olarak ele alındıklarında gerçekçilik de karşı-gerçekçilik de tanımlanabilir olmaktan uzaktırlar. Bu uzaklık önemli ölçüde varlık bilimsel sav olmamalarından kaynaklanır.
Neden gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik arasındaki anlaşmazlık varlıkbilimsel olarak ele alınıyor? Buna şu iki içice nedeni gösterebiliriz. Birincisi gerçekçi savını doğrulamakla aynı zamanda bu savın arkasında yatan gerçeklik anlayışını da doğrulayacağını düşünüyor. İkincisi, sanıyorum bir karıştırmadan ileri geliyor. Ne gerçekçinin ne de karşı gerçekçinin varlıkbilimsel önermeleri ulamsal olarak biribirinden ayrı değildir. Ayrı olan bu önermelerin hangi koşullar altında doğruluk kazanacağıdır. Diğer bir deyişle varlıkbilimsel inançları dile getiren önermeler ile bu önermelerin doğruluk kazanabileceği koşullar ayrıdırlar. Bu ayrım söz konusu tartışmanın varlıkbilimsel kılıkta bir anlambilimsel tartışma olduğunu gösterir.
Gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik anlam bilimsel açıdan ele alındığında ancak o zaman karşımıza iki ayn temel sav olarak çıkarlar . Her biri belirli bir anlam kuramına dolayısıyla doğruluk kuramına bağlıdırlar. Bu anlambilimsel açıdan baktığımızda insana bağımlı mı yoksa insandan bağımsız mı? deyiminin daha sağlam bir açıklamasını yapabiliriz. Gerçekçilerin nesnelere yükledikleri nesnellik özelliği de böylece varlıkbilimsel olmaktan çıkıp bu nesnelere ilişkin önermelere yüklenen anlambilimsel bir özellik olur. Karşı-gerçekçi kavramsal çerçeve anlayışını, yine bu anlambilimsel yönden yaklaştığımızda kolaylıkla ayırt edebiliriz. Bir kavramsal çerçevenin karşı-gerçekçi olması, bu çerçevenin kapsamındaki önermelerin doğruluğunun koşullarını insan yetisine bağlanmasından başka bir anlam taşımaz.
Buraya kadar iki şeyi açıklamaya çalıştık. Birincisi, anlambilimsel savların varlıkbilimsel inançlardan ayırt edilmesi gerektiğini, ikincisi; gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik tartışmasının varhkbilimsel olarak değil anlambilimsel olarak ele alınması gerektiğidir. Günümüzde söz konusu tartışmanın önemli bir bölümünü, değindiğimiz iki önerinin yerine getirilmemesinden kaynaklanan karışıklık doldurur.
Sanıyorum tartışmamızın buraya kadarki bölümünden tanımlar için gerekli önemli noktaları belirttik. Bu noktalara dayanarak gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik tanımlarını şöyle deneyebiliriz:
Gerçekçilik: Varhkbilimsel inançlarımızı dile getiren önermelerin doğruluğunu ya da yanlışlığını belirleyen koşullar gizil olarak insan yetisinin dışındadır.
Karşı-gerçekçilik: Varlıkbilimsel inançlarımızı dile getiren önermelerin doğruluğunu ya da yanlışlığım ya da belirsizliğini belirleyen koşullar ilkece insan yetisinin sınırlarındadır.
Gerçekçilik ile karşı-gerçekçiliği anlambilimsel biçimde tanımlamanın değindiğimiz nedenlerinin yanısıra ne gibi özellikleri olduklarını da belirtmek gerek. Görüldüğü gibi gerçekçilik ya da karşı-gerçekçiliğin doğru olması için varlıkbilimsel inançlarımızı dile getiren önermelerin gerçekçi ya da karşı-gerçekçi olarak yorumlanması gerekir; yoksa, bu önermelerin bu yorumlarda doğru olması değil. Bu tanımlar uygulanacakları alan bakımından tamamen yansızdırlar. Örneğin, isterseniz toplumsal, isterseniz bilimsel, isterseniz dilsel, alanlara dilediğiniz tanımı uygulayabilirsiniz; seçiminiz varhkbilimsel değil, anlambilimsel olacaktır. Eğer isterseniz belli bir konuda gerçekçi başka bir konuda karşı-gerçekçi bir tutum takınabilirsiniz. Bazı karşı gerçekçiler karşı-gerçekçiliği "doğrulanabilirlik anlam kuramıyla" özdeşleştirmişlerdir. Yaptığımız tanımda anlam kuramı bakımından bir sınıflama yoktur; değişik karşı-gerçekçi anlam kuramları isteğe bağlı olarak kullanılabilir. Bilimin belirli bir durumunun (örneğin 'kuramsal nesneler'e ilişkin durum) anlambilimsel gerçekçilik yorumuna uygun olması, bilimin bütününe ilişkin tutumuzun da aynı olmasını gerektirmez. Bu iki yaklaşımın değerlendirilmesini başka bir yazının konusuna bırakıp son olarak şunu söylemekle yetinelim. Genelleştirildiğinde her iki yaklaşım da yanlış olur.
Gerçekçilik (realism) ile idealizm arasındaki çekişme felsefe tarihi boyunca değişik adlar, değişik biçimlerle süregelmiştir. Ancak, temel savlan bakımından aynı kalmasına karşın, bu iki öğreti özellikle de idealizm günümüzde önemli değişikliğe uğramıştır. "îdealizm" sözcüğü nitelenmediğinde geleneksel anlamda bilinen öğretiyi çağrıştırır, dolayısıyla da bu öğretinin felsefe sorunlarını ele alış yöntemini, uslamlama biçimini. Bununla birlikte "idealizm" sözcüğünü bu yazıda kullanmak istediğim anlamını taşmaması için sınırlayacağım, istenilen sınırlı anlamı karşılayacak bir sözcük çağdaş felsefenin kolayında var: karşı-gerçekçilik (anti-realizm). Bu sözcükle "idealizmi" aşağıda değinilecek olan çözümleyici (analitik) felsefenin kullandığı anlama sınırlayacağım. Değinilmedikçe bu kullanım çiğnenmeyecektir.
Günümüzde özellikle de çözümleyici felsefe içerisinde etkin bir biçimde sürmekte olan gerçekçilik mi, karşı-gerçekçilik mi tartışmasının özünde, onyedinci yy.lın başlarında deneyciler (empirisistler) ile usçulann (rasyonalistlerin) bilgibilimsel (epistemolojik) bir kaygıyla öne çıkardıkları dış dünyanın bilgisi sorunu yatar .
Çözümleyici felsefelerin önemli bir bölümü gerçekliğin (realitenin) anlığa (zihne) bağlı olup olmadığı geleneksel sorununu, bu bakımdan varlıkbilimsel bir sorun değil, bilgibilimsel bir sorun olarak görürler. Bu bilgibilimsel kaygı günümüz çözümleyici felsefesinde bir korkuya dönüşmüştür: Gerçekliğe ilişkin imgemiz bütünüyle yanlış olabilir. Köktenci kuşkuculuk diyebileceğimiz bu korkudan ötürü bazı çözümleyici felsefeciler özellikle de soruna bilgibilimsel yaklaşanlar, bu kuşkuculuğu savabilecek bilgi kuramları, dil anlayışları, oldukça da etkili görünen 'aşkın' (transendantal) çıkarımlar üretmekteler . Söz konusu kuşkuculuğu önlemek amacıyla çözümleyici felsefecilerin diğer bir bölümü de değinilen soruna bilgibilimsel değil, varhkbilimsel bir sorun olarak yaklaşıp "gerçekliği" daha güvenli gördükleri bilim bölgesinde kurmaya çalışmaktalar. Bilimsel gerçekçilik olarak adlandırılan bu görüşün temel savı şudur Gerçeklik, bilimin var dediği şeylerden başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle, bilimsel nesnelere indirgenebilen herşey vardır.
Bilimsel gerçekçiliğin oldukça değişik biçimleri olsa da, genel paydaları değinilen savdır. Bu yazıda ele alacağımız gerçekçilik anlayışı özellikle bu olacaktır. Öte yandan, karşı-gerçekçilik böyle bir gerçeklik anlayışına karşı, gözlenemeyen "kuramsal şeylerin" gerçek olmadığını ileri sürüp bilimsel kuramların birtakım olayları açıklamak, kestirmek için tasarlanmış araçlar olduğunu, bundan ötürü de bu kuramların varsaydığı 'şeylerin' gerçek olmasını bekleyemeyeceğimizi ileri sürer.
Bu yaklaşımın kuşkuculuğa ödün verdiğini, dahası geleneksel anlamda idealizme kapı araladığını söyleyen gerçekçilere, karşı-gerçekçilerin yanıtı oldukça açıktır; gerçekçilerin ileri sürdüğü gerçeklik kavramı, insan yetilerinin sınırını aşan, bu bakımdan da ilkece bilinmesi olanaksız bir gerçekliği betimler. Bu da bildiğimiz gibi geleneksel olarak gerçekçiliğe yöneltilen kuşkuculuk eleştirisinden başka bir şey değildir.
Günümüz gerçekçileri ile karşı-gerçekçileri arasında süren tartışmanın genel çizgisi budur. Bu bakımdan gerçekçilik ile karşı-gerçekçiliği ayırd eden bir sınır belirleyebiliriz, ancak bu sınır hiç bir zaman tanımlayıcı bir düzeye erişemez. Bunun açık bir nedeni var. 'Literatür'de ne genel bir gerçekçilik ne de genel bir karşı-gerçekçilik tanımı bulunur . Çoğunlukla, gerçekçilik ya da karşı gerçekçilik birden çok savların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir görüştür, dolayısıyla, gerçekçilik ya da karşi-gerçekçilikten anlaşılan da belirli bir gerçeklikçilik ya da karşı-gerçekçiliktir.
Bu yazıdaki amacım sürmekte olan bu tartışmada doğru bir tanımdan yoksun olan 'gerçekçilik' ile 'karşı-gerçekçilik' kavramları için bir tanım önerisinde bulunmaktır. Bunun için de bir varsayımdan yola çıktığımı belirtmeliyim. Her ne kadar bilgibilimsel bir kaygı taşısa da bu çekişme varhkbilimsel inançlarımızın dile getirildiği önermelerin nasıl doğrulanacağı çekişmesidir. Bu temel varsayım, yaklaşımımın biçimini de göstermektedir; tanımlara anlambilimsel (semantik) açıdan yaklaşacağız. Ancak, değindiğimiz çizgi bu tanımlamaya yardımcı olamaz mı? Yukarıda belirttiğim genel çizgi gerçekçilik ile kanş gerçekçilik arasındaki tartışmanın hem varhkbilimsel hem de bilgibilimsel alanlara ilişkin olduğu izlenimini veriyor. Bu açıdan yapılacak bir tanım ya varlıkbilimsel ya da bilgibilimsel olacaktır ki, bu tam da karşı çıkılması gereken noktadır. Gerçekçilik ile karşı-gerçekçiliğin varlıkbilimsel ya da bilgibilimsel savlar olarak ele alınmaları önemli ölçüde bir karıştırmadan kaynaklanıyor: anlambilimsel olanla varlıkbilimsel ya da bilgibilimsel olanın biribirine karıştırılmasından. Gerçekçilik ile karşıt-gerçekçilik arasındaki ayrımı bu alanlara dayalı olarak yapan yaklaşımlardan, bu ayrımın yapılamayacağını savunarak, kendi yaklaşımımı ayırmak istiyorum. Bu yazının sınırlarında ancak gerçekçiliğin varlıkbilimsel bir sav olduğunu ileri süren görüşü ele alıp eleştireceğim. Yapacağım tanımlar önemli ölçüde sözkonusu yaklaşımın eleştirisine dayanıyor.
Gerçekçiliği varlıkbilimsel bir sav olarak ele alan görüşün günümüzdeki en etkili savunucusu Avusturalya'lı Michael Devitt'tir . Devitt'e göre, aynı zamanda pek çok gerçekçiye göre de gerçekçiliğin tanımı şudur: Hem bilimsel hem de sıradan şeylerin çoğu, anlıktan bağımsız bir biçimde nesnel olarak vardır . Bu tanım bizi yeterince aydınlatmaktan uzak. Devitt'te bu tanımda iki deyimin belirginleştirilmesi gerektiğini biliyor. Birisi 'anlıktan bağımsız varolma', diğeri ise 'nesnellik'.
Bunları gerçekçiliğin iki ölçütü olarak görüp birincisini şu,biçimde belirginleştirir: (1) Dünya anlıksal nesneleri içermez, (2) Dünya anlıklardan oluşmaz. Devitt'în ikinci ölçütü ise şunu dile getirir: Bir nesnenin nesnel olması için varolması aynı zamanda da ona ilişkin inançlarımızdan ya da bulgularımızdan ayn bir doğası olması yani anlığın bilişsel (kagnitif) kapsamından bağımsız olması gerekir . Devitt'in yaklaşımından onun gerçekçiliği iki öğe ile kurduğunu görüyoruz. Biri, evreni belirli nesnelerin varlığının doldurduğu diğeri ise, bu nesnelerin belirli bir "türde" varolmaları ya da belirli bir "doğaya" sahip olmalarıdır, ilk öğe, varlığına inandığımız sıradan nesnelerin, gerçekte varolduğunu ileri sürer. Bu bütünüyle varlıkbilimsel bir konum görünümündedir. Bu konumu "varlıkbilimsel nesnellik" olarak adlandırabiliriz.
Varlıkbilimsel nesnellik, genelleştirecek olursak, hem 'kuramsal nesnelerin", hem de 'sıradan nesnelerin' pek çoğunun 'gerçekte' varolduğu inancıdır. Bu genelleştirmede kuramsal nesnelere yer vermemin önemli bir nedeni bu genelleştirmeyi bir tanım olarak kullanma isteğimdir. Başka bir nedeni ise sıradan nesnelerin varlığına inanan herkesi varlıkbilimsel nesnelci olarak görmemek gerektiğidir. Önündeki bardağın, tuzluğun gerçekten varolduğunu söylemek, bir gerçekçilik savı değil, bir karşı-gerçekçinin de kolayca söyleyebileceği, varlıkbilimsel bir savdır. Kuramsal nesnelerin varlığını yadsımayı karşı-gerçekçilik olarak değerlendirmemek gerek. Katı bir gerçekçi de kolayca bu nesnelerin varlığını kabul etmeyen varlıkbilimsel önermeler dile getirebilir.
ikinci öğe ise, varolduğu ileri sürülen nesnelerin hem anlıktan bağımsız hem de nesnel olarak varlıklarına ilişkindir. Bir nesnenin "anlıktan bağımsız olarak var olduğunu" söylemek, Devitt'e göre, evrensel anlıksalcıhğm kısa yoldan çürütülmesidir. Ancak böyle bir yaklaşım yalnızca bütün nesnelerin anlıksal olduğunu ileri süren Berkeleyci yaklaşım için eleştireldir. Her ne kadar evrensel anlıksalcılığı çürütmek Devitt'in gerçekçilik anlayışı için gerekli olsa da, yeterli
olmadığı açık. Bundan ötürü, "anlıktan bağımsız olma" özelliğinin yanına bir de "nesnellik" özelliğini koyar. Bu nesnellik özelliğinin anlaşılması gizil olarak insan katkısını gerektirir ki, Devitt'in yaklaşımında bunu gözleyebiliriz: Gerçekçi biri insanın bilinçsel eyleminden bağımsız, yani inandıklarımızdan, düşündüklerimizden, bulguladıklanmızdan bağımsız bir dünyanın nesnelliğine inanmak zorundadır.
Nesnelliği böyle bir anlamla ele alırsak şu durum ortaya çıkar. Su katılmamış bir idealist olan Berkeley, Devitt'in nesnellik tanımının gereğini yerine getirir! Berkeley için nesnel olarak var olan insanının bilinçsel eyleminden bağımsızdır; nesnel gerçeklik inandığımız düşündüğümüz ya da bulguladığımız değil, Tanrının inandığı, düşündüğüdür.
Dünyanın insan eyleminden bağımsız olarak var olması ya da insan eyleminin sonucu olması ile ne denmek isteniyor? Katı bir anlamda yorumlayacak olursak insan eyleminden bağımsız olmak ya da onun sonucu olmak varlıkbilimsel bir niteliktir. Gerçekliği Tann'nın anlayışının ürünü olarak gören görüş varlıkbilimsel açıdan aynı ulamdadır (kategoridedir). Bu görüşe göre insan anlıksal etkinliği ile gerçekliği yaratır. Açıktır ki, böyle bir görüşü savunmak kolay bir iş değil. Bu görüşün çok bilinen biçimi varlıkbilimsel tek benciliktir: Gerçeklik benim ussal edimimin ürünüdür, yalnızca bene ilişkindir. Böyle kısır bir varlıkbilimsel insan bağımlılık anlayışını elbette Devitt'e yükleyenleyiz. Hiç kuşkusuz hangi türden olursa olsun gerçekçi biri böyle bir yaklaşıma karşı çıkacaktır. Ne var ki böyle bir yaklaşıma karşı-gerçekçilerin önemli bir çoğunluğu da karşı çıkar. Öyle görünüyor ki bu yol gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik ayrımım yapmaya uygun değil. Karşı-gerçekçiliğin, insanın gerçekliği yoktan var ettiğini söylemek yanlış olur. Karşı-gerçekçilik genelde dünyanın algılanmasında duyumsal, anlıksal yetilerin önemli katkısının olduğunu ileri sürer.
Kant bu görüşün sorumlusu olarak bilinir. Kant kendisinden önceki felsefecilerin 'bilgiyi nesnelere uydurma' amacım olanaksız görür, onu olanaklı amaç doğrultusunda değiştirir: 'nesneleri bilgiye uydurma'. Bu hem duyu nesnelerinin kavrayış yetisinin yasalarına uymasını hem de bu nesnelerin onların düşünülmesini sağlayan kavramlara uymasını gerektirir. Benim duyusal, bilişsel yetilerimin dışında olan, Kant'ın deyişi ile 'deneyimin olanağı dışında olan' hiç bir şey benim için bir nesne olamaz . Burada bizi ilgilendiren Kant'ı nasıl yorumlamak gerektiği değil, Kant'ın anlağın sentez gücünü, düşüncenin nesneleri yakalamasında kavramların önemini vurgulamasıdır. Putnam, Goodman gibi birçok günümüz karşı-gerekçisi Kant'ın bu temel yaklaşımını ufak tefek değişikliklerle savunurlar . Günümüz karşı-gerçekçileri arasında 'kavramsal çerçeve' düşüncesi de Kant'ın sözünü ettiğimiz yaklaşımının bir türevi olarak işlenmiştir. Her ne kadar karşı-gerçekçi düşünce eğilimi ile işlense de kavramsal çerçeve kavramı, gerçekçi yaklaşıma uydurulabilir.
Gerçekçilerin bu düşünceye öfkeyle saldırmalarının nedeni varlıkbilimsel gibi görünsede ya da öyle gösterilse de gerçekte bilgibilimseldir. Bu kavramı kuşkuculuğun girdiği ana kapılardan biri olarak görürler . Kuşkuculuk sorunu gerçekçilik mi karşı-gerçekçilik mi tartışmasının sıcak cephelerinden biri olmasına karşın buradaki tartışmamızı dallandırıp budaklandırmamak için değinmiyoruz.
Kavramsal çerçeve kavramının karşı-gerçekçi yorumunda bu kavramın 'kültür', kuram' , 'paradigma', "belirli bilimsel inançlar öbeği', 'çağın bakışaçısı' gibi kavramlarla benzer anlamda olarak kullanıldığını görüyoruz. Ne kadar değişik adlar altında kullanılsa da bu kavramın günümüzdeki en önemli özelliği anlığın yerine geçerek, gerçekliğin yaratılmasında etken bir rol oynamasıdır. Gerçekliğin yaratılması derken hiçbir gerçekçi ile karşı-gerçekçinin kabul etmeyeceği 'yoktan var etme' anlaşılmamalı. Denilmek istenen gerçekliğin 'kavramsal çerçeve' yoluyla ulamlara bölündüğü, öbeklendiği, insanın kavrayabileceği biçime sokulduğudur. Buna karşılık gerçekçi, gerçekliğin belirli ulamlara bölünmüş, öbeklenmiş olarak herhangi bir
kavramsal çerçeve'den bağımsız olarak var olduklarını söyler. Gerçekçi ile karşı-gerçekçi arasındaki anlaşmazlık gerçekliğin insanın ona yüklediği yapıdan bağımsız bir yapısı olup olmadığıdır. Gözden kaçmlmaması gereken şey gerçekliğin bağımsız bir yapısı olduğunu söylemek, kavramsal çerçeve düşüncesini çürütmez. Hem kavramsal çerçeve hem de gerçekçi bir anlamda gerçek kavramlarının uyumlu olarak savunulduğu bir gerçekçi görüş kolaylıkla düşünülebilir . Varlık bilimsel sav olarak ele alındıklarında gerçekçilik de karşı-gerçekçilik de tanımlanabilir olmaktan uzaktırlar. Bu uzaklık önemli ölçüde varlık bilimsel sav olmamalarından kaynaklanır.
Neden gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik arasındaki anlaşmazlık varlıkbilimsel olarak ele alınıyor? Buna şu iki içice nedeni gösterebiliriz. Birincisi gerçekçi savını doğrulamakla aynı zamanda bu savın arkasında yatan gerçeklik anlayışını da doğrulayacağını düşünüyor. İkincisi, sanıyorum bir karıştırmadan ileri geliyor. Ne gerçekçinin ne de karşı gerçekçinin varlıkbilimsel önermeleri ulamsal olarak biribirinden ayrı değildir. Ayrı olan bu önermelerin hangi koşullar altında doğruluk kazanacağıdır. Diğer bir deyişle varlıkbilimsel inançları dile getiren önermeler ile bu önermelerin doğruluk kazanabileceği koşullar ayrıdırlar. Bu ayrım söz konusu tartışmanın varlıkbilimsel kılıkta bir anlambilimsel tartışma olduğunu gösterir.
Gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik anlam bilimsel açıdan ele alındığında ancak o zaman karşımıza iki ayn temel sav olarak çıkarlar . Her biri belirli bir anlam kuramına dolayısıyla doğruluk kuramına bağlıdırlar. Bu anlambilimsel açıdan baktığımızda insana bağımlı mı yoksa insandan bağımsız mı? deyiminin daha sağlam bir açıklamasını yapabiliriz. Gerçekçilerin nesnelere yükledikleri nesnellik özelliği de böylece varlıkbilimsel olmaktan çıkıp bu nesnelere ilişkin önermelere yüklenen anlambilimsel bir özellik olur. Karşı-gerçekçi kavramsal çerçeve anlayışını, yine bu anlambilimsel yönden yaklaştığımızda kolaylıkla ayırt edebiliriz. Bir kavramsal çerçevenin karşı-gerçekçi olması, bu çerçevenin kapsamındaki önermelerin doğruluğunun koşullarını insan yetisine bağlanmasından başka bir anlam taşımaz.
Buraya kadar iki şeyi açıklamaya çalıştık. Birincisi, anlambilimsel savların varlıkbilimsel inançlardan ayırt edilmesi gerektiğini, ikincisi; gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik tartışmasının varhkbilimsel olarak değil anlambilimsel olarak ele alınması gerektiğidir. Günümüzde söz konusu tartışmanın önemli bir bölümünü, değindiğimiz iki önerinin yerine getirilmemesinden kaynaklanan karışıklık doldurur.
Sanıyorum tartışmamızın buraya kadarki bölümünden tanımlar için gerekli önemli noktaları belirttik. Bu noktalara dayanarak gerçekçilik ile karşı-gerçekçilik tanımlarını şöyle deneyebiliriz:
Gerçekçilik: Varhkbilimsel inançlarımızı dile getiren önermelerin doğruluğunu ya da yanlışlığını belirleyen koşullar gizil olarak insan yetisinin dışındadır.
Karşı-gerçekçilik: Varlıkbilimsel inançlarımızı dile getiren önermelerin doğruluğunu ya da yanlışlığım ya da belirsizliğini belirleyen koşullar ilkece insan yetisinin sınırlarındadır.
Gerçekçilik ile karşı-gerçekçiliği anlambilimsel biçimde tanımlamanın değindiğimiz nedenlerinin yanısıra ne gibi özellikleri olduklarını da belirtmek gerek. Görüldüğü gibi gerçekçilik ya da karşı-gerçekçiliğin doğru olması için varlıkbilimsel inançlarımızı dile getiren önermelerin gerçekçi ya da karşı-gerçekçi olarak yorumlanması gerekir; yoksa, bu önermelerin bu yorumlarda doğru olması değil. Bu tanımlar uygulanacakları alan bakımından tamamen yansızdırlar. Örneğin, isterseniz toplumsal, isterseniz bilimsel, isterseniz dilsel, alanlara dilediğiniz tanımı uygulayabilirsiniz; seçiminiz varhkbilimsel değil, anlambilimsel olacaktır. Eğer isterseniz belli bir konuda gerçekçi başka bir konuda karşı-gerçekçi bir tutum takınabilirsiniz. Bazı karşı gerçekçiler karşı-gerçekçiliği "doğrulanabilirlik anlam kuramıyla" özdeşleştirmişlerdir. Yaptığımız tanımda anlam kuramı bakımından bir sınıflama yoktur; değişik karşı-gerçekçi anlam kuramları isteğe bağlı olarak kullanılabilir. Bilimin belirli bir durumunun (örneğin 'kuramsal nesneler'e ilişkin durum) anlambilimsel gerçekçilik yorumuna uygun olması, bilimin bütününe ilişkin tutumuzun da aynı olmasını gerektirmez. Bu iki yaklaşımın değerlendirilmesini başka bir yazının konusuna bırakıp son olarak şunu söylemekle yetinelim. Genelleştirildiğinde her iki yaklaşım da yanlış olur.