İNSAN ve SADAKAT (... devam )
|
Bir topluluğun varolabilmesinin koşullarından biri de aşktır. Kişinin bir topluluğa aşkı Royce'a göre, topluluğunun üyelerinin birini ya da diğerini sevme içgüdüsünü aşan bir eğilimdir. Bireyler, topluluğu sevilebilir bulmadan önce, aşkın birliği topluluğa sinmiş olmalıdır. Aşk Royce'a göre Tanrıdan gelir. Özellikle bu insanlığın ideal topluluğuna ilişkin aşk için geçerlidir. Ben yalnızca evrene tam olarak gönül verdiğimde, topluluğu da sevebilirim.Ve bu aşk tecrübesinin kaynağına ilişkin herhangi bir empirik açıklama yapılamaz. Gürüleceği üzere Royce evrensel bağlılık davasının yerine zamanla "yorum topluluğu" teorisini geçirmiştir. Özetle Royce'a göre sadakat, insan ben'inin kendi bireysel ve sosyal fonksiyonunu gerçekleştirebildiği evrensel bir formdur. însan için en temel iyidir. Çok sayıda bireyin kendi özel ben'inden çok daha geniş, çok daha anlamlı ve değerli bir birlikte tek bir yaşamla birleşerek kendini gerçekleştirmesidir.
Diğer taraftan G. Marcel egzistansiyalist bir filozoftur. Diğer egzistansiyalistler gibi O'da varlık'ın soyut bir kavram olmayıp, bireysel ve yaşanmış tecrübeyle belirlenmesi gerektiğini belirtir. Marcel'e göre, "Varlık yaşanacak ve kendi içinde tecrübe edilecek bir "sır" ile ilgilidir."
Bu durumda öncelikle, Marcel'in kesin olarak aynmını yaptığı "problem" ve "sır" kavramlarının ne anlama geldiğini belirlememiz gerekir. O'na göre problem, "malik olmak"; sır ise "varlık olmak" ile ilgilidir. "Problem rastladığım, bütünüyle önümde bulduğum, fakat sınırlandırabildiğim ve indirgeyebildiğim bir şeydir" Problemi belirleyen şey onun objektif olması yani ben'in malik olduğu nesneleri konu almasıdır. Problem, bilimin işleyiş tarzıyla ilgilidir. Zira bilim dış dünyadaki nesneler üzerinde bir inceleme yapar ve çeşitli teknikler kullanmamıza imkân verir.
Nesneler dünyasına ait olan her problem, ona uygun teknikler kullanmak suretiyle çözülebilir. Çözüm için doğru yolu takip eden herkes sonuca ulaşabilir. O halde problem egzistansiyel olmayan, gayrî şahsi bir yapıya sahiptir.
Problemin olduğu yerde, önüme yerleştirilmiş, malik olduğum şeyler üzerinde çalışırken, dikkatim birden kendi varlığıma çevrildiğinde durum değişir. Zira ben'im varlığım herhangi bir nesne gibi sorgulanamaz. Kendi varlığım sözkonusu olduğunda objektif olanı aşan bir durumla karşı karşıya geliriz. Ve bu noktada "su" kavramı işin içerisine girer. Sır angaje olduğum, bende ve benim önümde ayrımının anlamını yitirdiği bir alandır. Sırrın ilk özelliği "problem-ötesi" olması yani objektif anlamda bir bilgiyi dışarıda bırakması ve "her türlü tekniği aşmasıdır." Şüphesiz sır değerinden düşürülmek suretiyle bir problem haline getirilebilir. Fakat bu son derece hatah ve kaynaklan zekânın bir tür bozulmasında aranabilecek bir davranış tarzıdır. Zira kendi varlığımla ilgili bireysel tecrübelerim (yaşamsal durumlarım, sevgim, nefretim vb.) soyutlanmadan ele alınması gereken birer sır durumudur. Ancak bu sırlar arasında biri vardır ki ona Marcel, Varlık sırrı adını verir.
Varlığı kavramanın yolu soyut bir biçimde varlık var mıdır yok mudur? gibi sorular sormak değil, kendi bireysel ve yaşantısal ben'imden hareket etmektir. Zira, ben egzistansiyel bir tecrübe ile Aşkın Varlık'a katılmakta ve ondan pay almaktayım.
O halde Marcel'e göre, Varlığın bir sır halinde kavranmasını sağlayacak olan sübjektif ve yaşantısal tecrübe nedir? Filozofa göre bu tecrübe bağlanma ve sadakattir. Sadakat bu sistemde ontolojik, hatta metafizik bir öneme sahiptir. Ve egzistans onda, özgürlük ve aslanlığının farkına varır.
Peki Marcel'e göre neye ya da kime bağlanıp sadık kalacağım?
Marcel ilk olarak bir kanaate ya da herhangi bir varlığa sadakati sorgular: O'na göre, bir kanaate ya da dıştaki herhangi bir varlığa sadakatten bahsetmek anlamsızdır. Çünkü bu tip bir sadakatin temelini teşkil eden insanın duygu ve fikirleri zamanla değişiklik gösterebilir. Bu ise bireyin tam olarak bağlanamadığı şeylere, sadakat göstermesi anlamına gelir ki, bu da kendi kendisine sadakatsizlikten başka bir şey değildir. Ve bizi saçma düşüncesiyle karşı karşıya getirir. Çünkü bir yandan bağlanma olmadan sadakatten bahsedilemez diğer yandan sadık kalındığı zannedilen şey, malik olunan alana ait bir şeydir.
Bu durumda Marcele göre sadakatin ilk adımı insanın kendi kendisine sadakatidir. Dolayısıyla bağlanma aktı kendi içerisinde saf ve şartsız* bir bağlanma biçiminde değerlendirilmelidir. Yani bağlanmaya bağlılığım bizzat kendime sadakatimdir. Beni ben yapan şey bağlanabilmemdir. Bağlanabilme somut ve bireysel bir tecrübe olup temel ontolojik bütünlüğüme ve devamlılığıma karşılık gelir. Ancak bu kesinlikle bir solipsizm içerisinde tıkanıp kalma değildir. Çünkü bağlanma ilke olarak başkasını amaçlayan bir akttır. "Ben, bir bağlanma sujesi olarak" kendini dıştaki bir varlığa doğru aşma zorunluluğu içerisinde bulur. Çünkü varolmak kendini aşarak kendini ortaya koymaktır. Ben, kendini başkalarında yaratacaktır. Başkası, yani "ben-olmayan" bir nesne olmayıp, bir birey, bir öznedir. Marcel'e göre başkası, benim için yalnızca III. tekil şahıs olan bir "O" değil, doğrudan doğruya bir ilişki kurduğum, muhatabım olan bir "Sen"dir. Bu bağlanma, ben açısından düşünüldüğünde, kendisi olmayana doğru açılmaya hazır olma, kendinden birşeyler veriş, iyilikseverlik, aşk gibi duygularla başkasına açılıştır. Ben'in varoluşu başkasına yönelen bir varoluştur. Ancak bu yöneliş ben'in ontolojik olarak varolabilmesi için tek imkandır. Sen açısından düşünüldüğünde ise özgür ve samimi olarak hazır bulunma ve bekleyiştir. Böylece "ben" ve "ben-olmayan" (sen-başkası) karşılıklı bir varoluş hali içerisinde mevcut olmakta ve onları birbirine bağlayan sadakat aktının temelini "kendim için" ve daha da önemlisi "senin için hazır bulunma" fikri meydana getirmektedir. Yani ben'in "sen"e açılmaya hazır olduğu kadar, sen'in de beni karşılamaya "hazır olması" gerekir.
Marcel'e göre, duygularının ve iç yapısının benim hakkımda hiç değişmediğine güven veren bir insana belli bir ölçü dahilinde inanırım. Ancak onun dostluğunun bana gerekli olduğu bir durumda o "hazır değilse" onun sadakatinden tereddüt ederim. İsteyerek veya bazı mecburiyetlere kendisini uydurmak endişesiyle sürekliliği koruyarak, bazı durumlarda, X bireyi, benim için, gerçekten sadık olmayıp sadıkmış gibi görünebilir. Bu ise sadakatin özüne aykırıdır. Gerçekte sadakat özü itibariyle özden, kendiliğinden bir nitelik gösterirse adandığı kişi tarafından da öyle değerlendirilebilir.
O halde sadakat ve sürekliliği birbirine karıştırmamak gerekir. Süreklilik sadakatin aklî bir temeli olarak gözükebilir. Ancak süreklilik belli bir niyette diretmek anlamına gelirken sadakatte yalnızca değişmezlik olarak kabul edilen süreklilik değil, daha da önemlisi "hazır bulunma" fikri de vardır. Süreklilik ve hazır bulunma arasında bir zıtlık yoktur. Ancak süreklilik daha biçimsel bir nitelik gösterir. (Sürekli olup sadakatten yoksun ben-sen ilişkileri mevcut olabilir, evlilikte* olduğu gibi)
Marcel felsefesinde sadakat bizi Varlık sırrına götürürken aşk ve ümit gibi aktlarla içiçedir. Zira insan bir ümit varlığıdır. Ümidin bu sistemde ontolojik bir değeri vardır.
Sadakat ümit üzerine kurulur. Çünkü insan geleceğe, yaşama, başkalarına karşı ümitle bir bekleyiş halindedir. Bu bekleyiş aynı zamanda onu Mutlak Gerçekliğe götürecek olan varlık şartıdır da.
Görüleceği üzere insan kendi gibi somut bir "birey" olan "sen"e tam olarak bağlanamaz şartsız olarak bağlanma isteği, onu bütün insansal vefasızlıkların ötesindeki Mutlak Sen'e (Aşkın bir Varlığa) doğru yöneltir. Zira insan için gerçek anlamda varolmak Tanrı ile beraber varolmaktan başka bir şey değildir. Ben'in Tanrı'ya kendini adadığı bu düzeyde bağlanma artık Mutlak bir bağlanmadır. "Burası en sıkı angajmanın ve en derin bekleyişin birleştiği yerdir." Bağlanmanın bu son merhalesinin adı imandır. Görüldüğü gibi Marcel'e göre, bir fikre veya bir ideale karşı değil, sadece bir bireye karşı sadakat vardır. Bu ise şartsız bir şekilde gerçekleşememektedir. Zira mutlak ve şartsız sadakat ancak Mutlak bir Varlığı gerektirmektedir. Bu da Tanrıdan başkası değildir.
Marcel'e göre Tanrı'ya sadakat (yani iman) ya da yaratıcı sadakat zamanın üstesinden gelebilmek için tek çaredir. Eğer söz vererek bağlanırsam orada zaman üstü bir sürekliliğin kesinliğini doğrularım. Zaman ve oluşa galip gelirim. Bağlanmada kendimi bütün değişmelere, gelecekteki olayların bilinmezliğine rağmen değişmeyecek bir varlık şeklinde bulurum. İşte sadakatin metafizik değeri de burada yatar.
Sonuç olarak bağlanma ve sadakat kavramlarına yüklenen anlam her ne olursa olsun, her iki sistemde de bu kavramların temel kavramlar olduğu ve sistemlerin bu kavramlar çerçevesinde şekillendiği açıkça görülmektedir.
Royce'e göre sadakat varlığın doğasında bulunur. Bağlanma ve sadakat bireyin kendini gerçekleştirebilmesinin ve anlamlı hale getirebilmesinin gerekli koşuludur.
Marcel'e göre ise sadakat bireyin ontolojik bütünlüğüne ve devamlılığına karşılık gelir.
Her iki sistemde de bağlandığınız şey her ne olursa olsun, önemli olan, bu aktın istekli ve bilinçli bir biçimde gerçekleştirilmesi ve gerçekleştirildikten sonra ise insanın tatmin duygusunu yaşamasıdır. Zaman zaman insan, tabii ki sürekli ve kararlı bir bağlanmaya değmeyecek seçimler yapabilir. Bu durumda sürekli bir biçimde bağlanılacak ve sadakat gösterilebilecek bağlanma nesneleri aranmalıdır.
Marcel'e göre, bağlanmanın en yüksek noktası olan, Mutlak bağlanma ancak Aşkın Varlığa dır. Burada artık şartsız bir bağlanma ve sadakat sözkonusudur.
Royce'a göre ise, bağlanmanın son noktası bir yorum topluluğu fikridir. O'na göre yalnızca evrene tam olarak gönül verenler, bu topluluğa aşkla bağlanabilirler.
KAYNAKÇA
FUSS P.; The Moral Philosophy ofJosiah Royce, Harvard University Press, Cambridge1965
GÜRSOY, K.; Ekzistans ve Felsefe Üzerine Görüşler, Akçağ Yayınlan, Ankara 1988
KORLAELÇİ, M.; "G. Marcel'e Göre Bağlılık ve Sadakat", Felsefe Dünyası, VI,Aralık, 1992.
MARCEL, G.; Royce's Metaphysics, (Tr. Virginia and Gordon Ringer), Greenwood Press, Publishers, Chicago, 1956
MUŞTA, C; Gabriel Marcel'in Varoluşçuluğu, K.T.B. Yayınlan, Ankara 1988
ROYCE, J.; The Philosophy of Loyalty, The Macmillan Company, New York 1909
Diğer taraftan G. Marcel egzistansiyalist bir filozoftur. Diğer egzistansiyalistler gibi O'da varlık'ın soyut bir kavram olmayıp, bireysel ve yaşanmış tecrübeyle belirlenmesi gerektiğini belirtir. Marcel'e göre, "Varlık yaşanacak ve kendi içinde tecrübe edilecek bir "sır" ile ilgilidir."
Bu durumda öncelikle, Marcel'in kesin olarak aynmını yaptığı "problem" ve "sır" kavramlarının ne anlama geldiğini belirlememiz gerekir. O'na göre problem, "malik olmak"; sır ise "varlık olmak" ile ilgilidir. "Problem rastladığım, bütünüyle önümde bulduğum, fakat sınırlandırabildiğim ve indirgeyebildiğim bir şeydir" Problemi belirleyen şey onun objektif olması yani ben'in malik olduğu nesneleri konu almasıdır. Problem, bilimin işleyiş tarzıyla ilgilidir. Zira bilim dış dünyadaki nesneler üzerinde bir inceleme yapar ve çeşitli teknikler kullanmamıza imkân verir.
Nesneler dünyasına ait olan her problem, ona uygun teknikler kullanmak suretiyle çözülebilir. Çözüm için doğru yolu takip eden herkes sonuca ulaşabilir. O halde problem egzistansiyel olmayan, gayrî şahsi bir yapıya sahiptir.
Problemin olduğu yerde, önüme yerleştirilmiş, malik olduğum şeyler üzerinde çalışırken, dikkatim birden kendi varlığıma çevrildiğinde durum değişir. Zira ben'im varlığım herhangi bir nesne gibi sorgulanamaz. Kendi varlığım sözkonusu olduğunda objektif olanı aşan bir durumla karşı karşıya geliriz. Ve bu noktada "su" kavramı işin içerisine girer. Sır angaje olduğum, bende ve benim önümde ayrımının anlamını yitirdiği bir alandır. Sırrın ilk özelliği "problem-ötesi" olması yani objektif anlamda bir bilgiyi dışarıda bırakması ve "her türlü tekniği aşmasıdır." Şüphesiz sır değerinden düşürülmek suretiyle bir problem haline getirilebilir. Fakat bu son derece hatah ve kaynaklan zekânın bir tür bozulmasında aranabilecek bir davranış tarzıdır. Zira kendi varlığımla ilgili bireysel tecrübelerim (yaşamsal durumlarım, sevgim, nefretim vb.) soyutlanmadan ele alınması gereken birer sır durumudur. Ancak bu sırlar arasında biri vardır ki ona Marcel, Varlık sırrı adını verir.
Varlığı kavramanın yolu soyut bir biçimde varlık var mıdır yok mudur? gibi sorular sormak değil, kendi bireysel ve yaşantısal ben'imden hareket etmektir. Zira, ben egzistansiyel bir tecrübe ile Aşkın Varlık'a katılmakta ve ondan pay almaktayım.
O halde Marcel'e göre, Varlığın bir sır halinde kavranmasını sağlayacak olan sübjektif ve yaşantısal tecrübe nedir? Filozofa göre bu tecrübe bağlanma ve sadakattir. Sadakat bu sistemde ontolojik, hatta metafizik bir öneme sahiptir. Ve egzistans onda, özgürlük ve aslanlığının farkına varır.
Peki Marcel'e göre neye ya da kime bağlanıp sadık kalacağım?
Marcel ilk olarak bir kanaate ya da herhangi bir varlığa sadakati sorgular: O'na göre, bir kanaate ya da dıştaki herhangi bir varlığa sadakatten bahsetmek anlamsızdır. Çünkü bu tip bir sadakatin temelini teşkil eden insanın duygu ve fikirleri zamanla değişiklik gösterebilir. Bu ise bireyin tam olarak bağlanamadığı şeylere, sadakat göstermesi anlamına gelir ki, bu da kendi kendisine sadakatsizlikten başka bir şey değildir. Ve bizi saçma düşüncesiyle karşı karşıya getirir. Çünkü bir yandan bağlanma olmadan sadakatten bahsedilemez diğer yandan sadık kalındığı zannedilen şey, malik olunan alana ait bir şeydir.
Bu durumda Marcele göre sadakatin ilk adımı insanın kendi kendisine sadakatidir. Dolayısıyla bağlanma aktı kendi içerisinde saf ve şartsız* bir bağlanma biçiminde değerlendirilmelidir. Yani bağlanmaya bağlılığım bizzat kendime sadakatimdir. Beni ben yapan şey bağlanabilmemdir. Bağlanabilme somut ve bireysel bir tecrübe olup temel ontolojik bütünlüğüme ve devamlılığıma karşılık gelir. Ancak bu kesinlikle bir solipsizm içerisinde tıkanıp kalma değildir. Çünkü bağlanma ilke olarak başkasını amaçlayan bir akttır. "Ben, bir bağlanma sujesi olarak" kendini dıştaki bir varlığa doğru aşma zorunluluğu içerisinde bulur. Çünkü varolmak kendini aşarak kendini ortaya koymaktır. Ben, kendini başkalarında yaratacaktır. Başkası, yani "ben-olmayan" bir nesne olmayıp, bir birey, bir öznedir. Marcel'e göre başkası, benim için yalnızca III. tekil şahıs olan bir "O" değil, doğrudan doğruya bir ilişki kurduğum, muhatabım olan bir "Sen"dir. Bu bağlanma, ben açısından düşünüldüğünde, kendisi olmayana doğru açılmaya hazır olma, kendinden birşeyler veriş, iyilikseverlik, aşk gibi duygularla başkasına açılıştır. Ben'in varoluşu başkasına yönelen bir varoluştur. Ancak bu yöneliş ben'in ontolojik olarak varolabilmesi için tek imkandır. Sen açısından düşünüldüğünde ise özgür ve samimi olarak hazır bulunma ve bekleyiştir. Böylece "ben" ve "ben-olmayan" (sen-başkası) karşılıklı bir varoluş hali içerisinde mevcut olmakta ve onları birbirine bağlayan sadakat aktının temelini "kendim için" ve daha da önemlisi "senin için hazır bulunma" fikri meydana getirmektedir. Yani ben'in "sen"e açılmaya hazır olduğu kadar, sen'in de beni karşılamaya "hazır olması" gerekir.
Marcel'e göre, duygularının ve iç yapısının benim hakkımda hiç değişmediğine güven veren bir insana belli bir ölçü dahilinde inanırım. Ancak onun dostluğunun bana gerekli olduğu bir durumda o "hazır değilse" onun sadakatinden tereddüt ederim. İsteyerek veya bazı mecburiyetlere kendisini uydurmak endişesiyle sürekliliği koruyarak, bazı durumlarda, X bireyi, benim için, gerçekten sadık olmayıp sadıkmış gibi görünebilir. Bu ise sadakatin özüne aykırıdır. Gerçekte sadakat özü itibariyle özden, kendiliğinden bir nitelik gösterirse adandığı kişi tarafından da öyle değerlendirilebilir.
O halde sadakat ve sürekliliği birbirine karıştırmamak gerekir. Süreklilik sadakatin aklî bir temeli olarak gözükebilir. Ancak süreklilik belli bir niyette diretmek anlamına gelirken sadakatte yalnızca değişmezlik olarak kabul edilen süreklilik değil, daha da önemlisi "hazır bulunma" fikri de vardır. Süreklilik ve hazır bulunma arasında bir zıtlık yoktur. Ancak süreklilik daha biçimsel bir nitelik gösterir. (Sürekli olup sadakatten yoksun ben-sen ilişkileri mevcut olabilir, evlilikte* olduğu gibi)
Marcel felsefesinde sadakat bizi Varlık sırrına götürürken aşk ve ümit gibi aktlarla içiçedir. Zira insan bir ümit varlığıdır. Ümidin bu sistemde ontolojik bir değeri vardır.
Sadakat ümit üzerine kurulur. Çünkü insan geleceğe, yaşama, başkalarına karşı ümitle bir bekleyiş halindedir. Bu bekleyiş aynı zamanda onu Mutlak Gerçekliğe götürecek olan varlık şartıdır da.
Görüleceği üzere insan kendi gibi somut bir "birey" olan "sen"e tam olarak bağlanamaz şartsız olarak bağlanma isteği, onu bütün insansal vefasızlıkların ötesindeki Mutlak Sen'e (Aşkın bir Varlığa) doğru yöneltir. Zira insan için gerçek anlamda varolmak Tanrı ile beraber varolmaktan başka bir şey değildir. Ben'in Tanrı'ya kendini adadığı bu düzeyde bağlanma artık Mutlak bir bağlanmadır. "Burası en sıkı angajmanın ve en derin bekleyişin birleştiği yerdir." Bağlanmanın bu son merhalesinin adı imandır. Görüldüğü gibi Marcel'e göre, bir fikre veya bir ideale karşı değil, sadece bir bireye karşı sadakat vardır. Bu ise şartsız bir şekilde gerçekleşememektedir. Zira mutlak ve şartsız sadakat ancak Mutlak bir Varlığı gerektirmektedir. Bu da Tanrıdan başkası değildir.
Marcel'e göre Tanrı'ya sadakat (yani iman) ya da yaratıcı sadakat zamanın üstesinden gelebilmek için tek çaredir. Eğer söz vererek bağlanırsam orada zaman üstü bir sürekliliğin kesinliğini doğrularım. Zaman ve oluşa galip gelirim. Bağlanmada kendimi bütün değişmelere, gelecekteki olayların bilinmezliğine rağmen değişmeyecek bir varlık şeklinde bulurum. İşte sadakatin metafizik değeri de burada yatar.
Sonuç olarak bağlanma ve sadakat kavramlarına yüklenen anlam her ne olursa olsun, her iki sistemde de bu kavramların temel kavramlar olduğu ve sistemlerin bu kavramlar çerçevesinde şekillendiği açıkça görülmektedir.
Royce'e göre sadakat varlığın doğasında bulunur. Bağlanma ve sadakat bireyin kendini gerçekleştirebilmesinin ve anlamlı hale getirebilmesinin gerekli koşuludur.
Marcel'e göre ise sadakat bireyin ontolojik bütünlüğüne ve devamlılığına karşılık gelir.
Her iki sistemde de bağlandığınız şey her ne olursa olsun, önemli olan, bu aktın istekli ve bilinçli bir biçimde gerçekleştirilmesi ve gerçekleştirildikten sonra ise insanın tatmin duygusunu yaşamasıdır. Zaman zaman insan, tabii ki sürekli ve kararlı bir bağlanmaya değmeyecek seçimler yapabilir. Bu durumda sürekli bir biçimde bağlanılacak ve sadakat gösterilebilecek bağlanma nesneleri aranmalıdır.
Marcel'e göre, bağlanmanın en yüksek noktası olan, Mutlak bağlanma ancak Aşkın Varlığa dır. Burada artık şartsız bir bağlanma ve sadakat sözkonusudur.
Royce'a göre ise, bağlanmanın son noktası bir yorum topluluğu fikridir. O'na göre yalnızca evrene tam olarak gönül verenler, bu topluluğa aşkla bağlanabilirler.
KAYNAKÇA
FUSS P.; The Moral Philosophy ofJosiah Royce, Harvard University Press, Cambridge1965
GÜRSOY, K.; Ekzistans ve Felsefe Üzerine Görüşler, Akçağ Yayınlan, Ankara 1988
KORLAELÇİ, M.; "G. Marcel'e Göre Bağlılık ve Sadakat", Felsefe Dünyası, VI,Aralık, 1992.
MARCEL, G.; Royce's Metaphysics, (Tr. Virginia and Gordon Ringer), Greenwood Press, Publishers, Chicago, 1956
MUŞTA, C; Gabriel Marcel'in Varoluşçuluğu, K.T.B. Yayınlan, Ankara 1988
ROYCE, J.; The Philosophy of Loyalty, The Macmillan Company, New York 1909