KARL JASPERS'İN SİYASET ANLAYIŞINDA "POLİTİK SUÇ" KAVRAMI (... devam )
|
Jaspers'e göre Almanların politik suç işlemeleri iki şekilde gerçekleşti. Birincisi, halkın bütün zulümlere rağmen tepkide bulunmaması ve haksızlığa karşı sivil bir inisiyatif sergileyememesidir. Jaspers, bunu şu şekilde açıklar: "Biz, Yahudi vatandaşlarımız sürgün edildiğinde, hükümetin bu yanlış durumu bizi yok etmeye gelinceye kadar, sokağa çıkmadık, sesimizi çıkarmadık, bu bizim suçumuzdur."
Jaspers'in itirafından anlaşıldığı kadarıyla Almanya'da, o dönemde yapılan haksızlığa karşı etkili bir muhalefet olmamış, insanlar demokratik tepkilerini ortaya koyamamışlardır. Halbuki Jaspers, topluca haksızlığa karşı çıkmanın, sivil itaatsizlik sergilemenin politik bir görev olduğuna inanır. O, bunu başaramayanları da suçlu görür. Jaspers bu durumu, insanların pasifliğine, sorumluluklarını kavrayamamalarına, görevlerini yerine getirmemelerine bağlar ve bunun da politik suç olduğunu belirtir.
Görüldüğü gibi, Jaspers'e göre insanların yanlış karşısında sesini yükseltmemesi ve bir pasiflik içinde bulunması suçtur. Günümüzde Amerika'nın Irak'a askeri müdahalesi dolayısıyla dünya kamuoyunun savaşa karşı gösterdiği tepkiler ve bu tepkilerin yöneticiler üzerindeki etkileri göz önünde bulundurulduğunda Jaspers'in talep ve beklentilerinin önemi daha iyi anlaşılır. İkinci Dünya Savaşında Almanların savaşa tepkisiz kalmasî yerine, Amerika'nın Irak'a müdahalesi konusunda dünya kamuoyunun gösterdiği tepkiye benzer bir tepkisi olsaydı, belki de Jaspers, halkını bu konuda suçlamayacaktı. Günümüzde bu tepkiler liderlerin savaş kararlarını bazen etkilemese de, dünyanın savaşın yıkıcılığı ve yok ediciliği konusunda bilinçlenmesi, gelecek açısından bir umudu yeşerttiği gibi, savaş yanlısı liderleri en azından zor durumda bırakmaktadır. Liderlerin kendi kamuoylanndan savaş konusunda destek bulmamaları ve insanların her istenene boyun eğmemeleri Jaspers'in arzuladığı bir durumdu.
Jaspers'e göre, Almanların politik suça iştirak etmelerinin ikinci biçimi de devletin istediği her şeyin, vatandaşlar tarafından sorgusuz sualsiz yerine getirilmesidir. Jaspers'in bu konudaki itirafı da bir acının ifadesidir. Bu hususta şöyle der: "Biz, bizi kıyıma götüren bir devlette yaşadık. Gerçi biz kişisel olarak ahlâka ve yasaya aykm (kriminellen) suç işlemedik. Ama biz bu devlette onun vatandaşları olarak yaşadık; kendimizi ondan ayıramayız. Bu şu anlama gelir: Biz, harap eden bu yeni devletle birlikte, onun uğruna her şeyi yapmışız." Almanlar yanlış da olsa, ülkeleri adına her şeyi yapsa da; Jaspers, Nazi yönetiminin insanlık dışı taleplerini ret ederek, bu konudaki samimiyetini yaşantısına da yansıtır. O, yanlış talep kimden, hangi merciden gelirse gelsin, ret edilmesinden yanadır. Ona göre, Alman halkı "hayır" diyemediği ve devlet uğruna her şeyi sorgusuz yaptığı için suça ortak olmuş, karşılığında da ağır bir bedel ödemiştir.
Bir halkın politik bilinci, yöneticilerin de doğruyu bulmalarına katkı sağlayabilir, Jaspers'in anlattıklarından anlaşıldığı kadarıyla Alman halkı, Hitler döneminde nasyonal bir dalgaya kapılarak, politik sorumluluklarını yerine getirmeyerek, yöneticilerin suç ortaklığını üstlenmiştir. Çünkü toplum, yapılanlara seyirci kaldığı gibi, kendisinden istenenleri de sorgusuz sualsiz yerine getirmiştir. Bu yüzden Jaspers, "biz sonuçlarına katlanmak zorundayız, politik sorumluluk da bu anlama gelir" diyerek, Almanların ortak oldukları suçun cezasını çekmelerinin gerektiğini ifade etmek istemiştir.
İnsanların, meydana gelen korkunç gelişmelerden sorumlu olduklarını kavramaları ve tekrar bir politik suç işlememeleri için Jaspers, İkinci Dünya Savaşından sonra, insanlara bir iç muhasebesi tavsiye eder. Bu yüzden, "savaştan sonra insanları içsel dönüşüme ve değişime çağırır, çünkü bu dönüş aklın talebidir." Onun "Suç Sorunu"nu savaştan sonra işlemesi buna yönelik bir çabanın ürünüdür. Böylelikle halkına, hem suçunu göstermek, hem de yeniden, yeni bir "birlikte hayat'a başlamak için ne yapılması gerektiğini sürekli anlatır ve bunu aklın insandan talebi olarak göstermeye çalışır. Akla göre hareket eden toplumlar, politik bilinç edinip, yöneticilerin yanlışlarına ortak olmayıp, ortak bir özgürlük alanı oluştururlar. Bunun için gerekli olan, her alanda yeniden yapılanma ve değişimdir. Bu nedenle o, savaş sonrasında, sosyal ilişkilerde ve politika-da bir değişim olgusundan ve onun zorunluluğundan söz eder.
Ona göre, mevcut kurumlar ve insani ilişkiler değişmeden, dönüşmeden her şey eskisi gibi devam ederse, insan eski durumundan kurtulamaz. Bu yüzden Jaspers, "dönüşümsüz insanın yaşamı kaybolur' diyerek kaygısını belirtir.
"Eski"den kurtulmak mümkün mü? Ona göre "evet", ama bunun için yeni bir sosyal hayat, yeni bir bakış ve yeni bir anlayış geliştirmek gerekir. O, savaş üzerine bina edilen toplum/devlet ilişkilerinin trajik durumuna vurgu yapmak için savaştan önce de "modern insanın trajik durumu" na dikkat çeker. Çünkü insanlık aklını ve becerilerini silah yapımında ön plana çıkararak, barış umutlarını daha çok yok etmekte, savaşa ayarlı uluslar arası ilişkileri körüklemektedir. Jaspers, silah sanayiindeki bu gelişmeleri endişe ile takip edip, bunun sadece Avrupa ülkelerini değil bütün dünyayı bir savaşa sürükleyebileceğini ve bunun insanlık için dehşet verici bir hal alacağını, ikinci Dünya Savaşından çok önce dile getirir.
Jaspers için, İkinci Dünya Savaşı bir dönüm noktası ve/veya bir milattır. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı öncesini politik anlamda "eski"; sonrasını ise "yeni"olarak niteler ve eskiyi "eski politika, bütünüyle iktidar ve bütünüyle savaş getiriyordu; o barışta bile bütün alanlarda soğuk savaştı'^ cümleleriyle diie getirir. Böylece savaş öncesi durumun, savaş üzerine bina edilmiş karakterine dikkat çeker. İnsanlar birbirleriyle savaş beklentisinde olduklarından, bütün olanaklarını da savaşta kazanmak için, silah üretiminde harcamaktadırlar. Jaspers, bunun değişmesi için "eski" anlayışın terk edilmesini, insanlığın selameti için zorunlu görür. Bu beklentisini, "çağımız eski politika ve 'dönüş ' arasındaki bu yükselişi karara bağlayacak" ifadesi ile dile getirerek, bu kısır döngüden ve savaş kışkırtıcılığından kurtulmanın çaresinin, silah üretimi ve savaşa ayarlı uluslararası ilişkiler anlamına gelen "eski" anlayıştan vazgeçmek olduğunu ortaya koymak ister.
Jaspers, "eski'yi terk edip, "yeni"ye ulaşmayı halktan bekler. Çünkü çoğunluk, "gerçek dışı olan heyecan verici askeri nutuklara kanmayip, askeri azınlığın, savaş eğilimini zararsız hale getirebilir." Toplumun, devleti "savaş makinesi" olmaktan çıkarması için bu bilince ulaşması gerektiği konusunda Filozofun inancı tamdır. Ona göre günümüzde savaşlar sadece çıkarlar amacıyla yapılmaktadır. Devletler inanç için değil, çıkarlar için savaşırlar. Her ne kadar heyecanlı nutuklarla insanlar savaşa hazır hale getirilse de, basit çıkarlar için yanlışlıklar yapılıyor. Bu nedenle güya inanç için yapılan savaşlar bile bir grubun gelecekteki büyük menfaatleri için yapılmaktadır. Öyleyse insan, başkalarının çıkarları için, savaş gibi insanlık dışı bir suça iştirak etmemeli, barış için çaba sarf ederek, politik suç işlemekten kaçınmalıdır. Bu nedenle "eski" anlayışı terk ederek, dönüşüme katkıda bulunulması için filozof, şöyle haykırır: "insanın yaşamaya devam etme iradesi değişmek zorundadır."
Jaspers, bu "değişim" projesini İkinci Dünya Savaşından sonra konferans ve yazılarıyla anlatmaya çalışır. Onun beklentisi ve dileği, savaş sonrasında insanlık için yeni bir dönem başlaması ve bu dönemde insanların politik sorumluluklarına sahip çıkarak, politik suç istememeleridir. Bu suçu tekrar işlememeleri için insanların yapması gerekenleri ve dikkatli davranmamaları durumunda karşılaşacakları tehlikeleri Jaspers şöyle dile getirir: "Biz tekrar sorumluluklarımızı almaya cesaret etmeliyiz; bunu yapmazsak yani sorumluluklarımıza sahip çıkmazsak, sadece totaliter rejimler ortaya çıkmaz, bilakis insan(lığ)ı da kaybederiz." İnsana yakışan, değerlerini çiğnetmemek, insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak olduğuna göre, "özgür insanlar olarak hakikati aramayı denemeliyiz. Çünkü birbirimize güvenmeliyiz. Jaspers, bunun ne kadar zor olduğunun farkındadır ama her şeye rağmen yapılması gerektiğini, "fakat bunun Almanya 'da ne kadar zor olduğunu da biliyoruz; radikal münakaşalarda bile birbirimizle dayanışma içinde olmayı umut etmeliyiz; çünkü totaliter yöneticiler özgürlüğü zorla insanın elinden alırlar," cümleleriyle dile getirir. O halde insana düşen, birbirine destek çıkarak, dayanışma içinde kalarak, bu bilinçle bilenerek, inisiyatifi ele alarak hak ve özgürlüklerine sahip çıkmasıdır. Bunu başaramayan insan "varoluş "sal gerçekliğine aykırı hareket ederek, politik suç işler. Bu durum insanın kendini aldatmasıdır. Onun ifadesi ile "mutlak iktidarın ve yalanın olağanüstü kudretinin realitesinin farkına varmak istememek, kendi kendisini aldatan iradenin bir suçudur," İnsanın totaliter ve otoriter yönetimlere maruz kalması da, bu aldanma ve önlemsizliğinden kaynaklanır.
Jaspers'in "değişim" projesinin bir sacayağı da atom bombasının yok edilme talebidir. O, atom bombasından arınmamış bir dünyanın barışçıl olamayacağını ve yaşanılır kılınamayacağına inanır. İnsanlığı tehdit eden bu ve benzeri silahlarla insanın tahripkar tarafının ortaya çıktığım vurgulayan filozof, haklı olarak "dünyanın değişmesi, daha insani olması, atom bombasının ortadan kaldırılması ile mümkündü.' açıklamasında bulunur. Atom bombası ve benzeri kimyasal silahların insanlık için nasıl bir tehlike oluşturduğunu ifade etmek, insani bir değişim ve dönüşüm için önemini ortaya koymak; hak ve özgürlükleri teminat altına almış bir demokratik yapılanmanın dünyada yaygınlaşmasının gereğini ifade etmek ve barışın insanlık için değerini teslim etmek için kaleme aldığı eseri, Die Atombombe Und Zukunft Des Menschen (Atom Bombası Ve İnsanlığın Geleceği) ile bir çok yazısında atom bombası tehdidine dikkat çeker. Çünkü bu silah, insanın en temel ve en kutsal hakkı olan "yaşama hakkı"nı ihlal etmektedir. Bu nedenle Jaspers, yaşama hakkını tehdit eden, insan özgürlüklerini yok eden yönetim biçimlerine savaş açarak bunların insanın soyluluğuna karşı çıkış olduklarını, insanların bu anlayışlara karşı çıkarak, siyasi sorumluluklarını üstlenerek ile suç ortaklığına girişmemelerini ve atom bombasının ebediyen yok olması gerektiğini savunur.
Jaspers'e göre söz konusu bütün problemler insanî ve aynı zamanda politiktir. İnsanın politikayla ilgilenmemesi bir bakıma kendi sorunlarıyla ilgilenmemesi anlamına geleceğinden, bu ilgisizliğe kapılan insan görevini yerine getirmeyerek, suç işlemiş olur. Savaşta insanlar bu suçu işlediler, bu nedenle kaçınılmaz olarak insanlık bilinçlenmeli", ahlâkî ve politik bir dönüşüm yaşayarak, suça tekrar iştirak etmemelidir.
Yüzyılımızda silah endüstrisi alanında yapılan çalışmalara ve meydana gelen gelişmelere bakıldıkta, Jaspers'in endişelerinde ne kadar haklı olduğunun ortaya çıktığı görülür. Teknolojide ileri düzeydeki ülkeler, gelirlerinin büyük bir bölümünü silah ve mühimmata harcayarak, daha çok insanı ve en hızlı biçimde yok edecek teknolojik savaş aygıtları üretmektedirler. Dünyada insanlığın tıbbî, eğitsel, ekonomik ve sosyal sorunlarını gidermeye yönelik harcamalar, silah üretimi için yapılan harcamalardan çok daha azdır. Bu da elbette insanlığın sorunlarını azaltacağına, arttırmakta ve dünyada güvensizlik yaratmaktadır.
Jaspers, savaştan sonra barışın ebediyen egemen olmasını diliyordu, oysa insanlık, Jaspers'in yaşadığı ve gördüğü dehşet çağından daha tehlikeli bir zaman diliminde bulunmaktadır. Çünkü özellikle endüstrileşmiş bazı ülkeler çıkacak bir çatışmada, yeryüzünü cehenneme çevirecek kadar tehlikeli kimyasal silahlara sahiptir. Bu gibi ülkelerin, bunları üretirken ve denerken çevreye verdikleri zararlarla, doğada telafisi imkansız tahribatlara yol açmaları ve bundan da, sorunların birçoğunun kaynağını oluşturan endüstrileşmiş dünya ülkelerinin değil de, daha çok gelişmemiş ülkelerin zarar görmeleri, dünyayı kaosa sürüklemiş; dengeleri alt-üst etmiş ve
insanlığın "ebedi barış" umutlarım berhava etmiştir. Bütün bunlar Jaspers'in ve onun gibi banş yanlısı düşünürlerin atom bombasını yok etme isteğini ve barışı tesis etmeye yönelik çabalarını, daha anlamlı ve asil bir davranış haline getirmektedir.
Jaspers'in itirafından anlaşıldığı kadarıyla Almanya'da, o dönemde yapılan haksızlığa karşı etkili bir muhalefet olmamış, insanlar demokratik tepkilerini ortaya koyamamışlardır. Halbuki Jaspers, topluca haksızlığa karşı çıkmanın, sivil itaatsizlik sergilemenin politik bir görev olduğuna inanır. O, bunu başaramayanları da suçlu görür. Jaspers bu durumu, insanların pasifliğine, sorumluluklarını kavrayamamalarına, görevlerini yerine getirmemelerine bağlar ve bunun da politik suç olduğunu belirtir.
Görüldüğü gibi, Jaspers'e göre insanların yanlış karşısında sesini yükseltmemesi ve bir pasiflik içinde bulunması suçtur. Günümüzde Amerika'nın Irak'a askeri müdahalesi dolayısıyla dünya kamuoyunun savaşa karşı gösterdiği tepkiler ve bu tepkilerin yöneticiler üzerindeki etkileri göz önünde bulundurulduğunda Jaspers'in talep ve beklentilerinin önemi daha iyi anlaşılır. İkinci Dünya Savaşında Almanların savaşa tepkisiz kalmasî yerine, Amerika'nın Irak'a müdahalesi konusunda dünya kamuoyunun gösterdiği tepkiye benzer bir tepkisi olsaydı, belki de Jaspers, halkını bu konuda suçlamayacaktı. Günümüzde bu tepkiler liderlerin savaş kararlarını bazen etkilemese de, dünyanın savaşın yıkıcılığı ve yok ediciliği konusunda bilinçlenmesi, gelecek açısından bir umudu yeşerttiği gibi, savaş yanlısı liderleri en azından zor durumda bırakmaktadır. Liderlerin kendi kamuoylanndan savaş konusunda destek bulmamaları ve insanların her istenene boyun eğmemeleri Jaspers'in arzuladığı bir durumdu.
Jaspers'e göre, Almanların politik suça iştirak etmelerinin ikinci biçimi de devletin istediği her şeyin, vatandaşlar tarafından sorgusuz sualsiz yerine getirilmesidir. Jaspers'in bu konudaki itirafı da bir acının ifadesidir. Bu hususta şöyle der: "Biz, bizi kıyıma götüren bir devlette yaşadık. Gerçi biz kişisel olarak ahlâka ve yasaya aykm (kriminellen) suç işlemedik. Ama biz bu devlette onun vatandaşları olarak yaşadık; kendimizi ondan ayıramayız. Bu şu anlama gelir: Biz, harap eden bu yeni devletle birlikte, onun uğruna her şeyi yapmışız." Almanlar yanlış da olsa, ülkeleri adına her şeyi yapsa da; Jaspers, Nazi yönetiminin insanlık dışı taleplerini ret ederek, bu konudaki samimiyetini yaşantısına da yansıtır. O, yanlış talep kimden, hangi merciden gelirse gelsin, ret edilmesinden yanadır. Ona göre, Alman halkı "hayır" diyemediği ve devlet uğruna her şeyi sorgusuz yaptığı için suça ortak olmuş, karşılığında da ağır bir bedel ödemiştir.
Bir halkın politik bilinci, yöneticilerin de doğruyu bulmalarına katkı sağlayabilir, Jaspers'in anlattıklarından anlaşıldığı kadarıyla Alman halkı, Hitler döneminde nasyonal bir dalgaya kapılarak, politik sorumluluklarını yerine getirmeyerek, yöneticilerin suç ortaklığını üstlenmiştir. Çünkü toplum, yapılanlara seyirci kaldığı gibi, kendisinden istenenleri de sorgusuz sualsiz yerine getirmiştir. Bu yüzden Jaspers, "biz sonuçlarına katlanmak zorundayız, politik sorumluluk da bu anlama gelir" diyerek, Almanların ortak oldukları suçun cezasını çekmelerinin gerektiğini ifade etmek istemiştir.
İnsanların, meydana gelen korkunç gelişmelerden sorumlu olduklarını kavramaları ve tekrar bir politik suç işlememeleri için Jaspers, İkinci Dünya Savaşından sonra, insanlara bir iç muhasebesi tavsiye eder. Bu yüzden, "savaştan sonra insanları içsel dönüşüme ve değişime çağırır, çünkü bu dönüş aklın talebidir." Onun "Suç Sorunu"nu savaştan sonra işlemesi buna yönelik bir çabanın ürünüdür. Böylelikle halkına, hem suçunu göstermek, hem de yeniden, yeni bir "birlikte hayat'a başlamak için ne yapılması gerektiğini sürekli anlatır ve bunu aklın insandan talebi olarak göstermeye çalışır. Akla göre hareket eden toplumlar, politik bilinç edinip, yöneticilerin yanlışlarına ortak olmayıp, ortak bir özgürlük alanı oluştururlar. Bunun için gerekli olan, her alanda yeniden yapılanma ve değişimdir. Bu nedenle o, savaş sonrasında, sosyal ilişkilerde ve politika-da bir değişim olgusundan ve onun zorunluluğundan söz eder.
Ona göre, mevcut kurumlar ve insani ilişkiler değişmeden, dönüşmeden her şey eskisi gibi devam ederse, insan eski durumundan kurtulamaz. Bu yüzden Jaspers, "dönüşümsüz insanın yaşamı kaybolur' diyerek kaygısını belirtir.
"Eski"den kurtulmak mümkün mü? Ona göre "evet", ama bunun için yeni bir sosyal hayat, yeni bir bakış ve yeni bir anlayış geliştirmek gerekir. O, savaş üzerine bina edilen toplum/devlet ilişkilerinin trajik durumuna vurgu yapmak için savaştan önce de "modern insanın trajik durumu" na dikkat çeker. Çünkü insanlık aklını ve becerilerini silah yapımında ön plana çıkararak, barış umutlarını daha çok yok etmekte, savaşa ayarlı uluslar arası ilişkileri körüklemektedir. Jaspers, silah sanayiindeki bu gelişmeleri endişe ile takip edip, bunun sadece Avrupa ülkelerini değil bütün dünyayı bir savaşa sürükleyebileceğini ve bunun insanlık için dehşet verici bir hal alacağını, ikinci Dünya Savaşından çok önce dile getirir.
Jaspers için, İkinci Dünya Savaşı bir dönüm noktası ve/veya bir milattır. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı öncesini politik anlamda "eski"; sonrasını ise "yeni"olarak niteler ve eskiyi "eski politika, bütünüyle iktidar ve bütünüyle savaş getiriyordu; o barışta bile bütün alanlarda soğuk savaştı'^ cümleleriyle diie getirir. Böylece savaş öncesi durumun, savaş üzerine bina edilmiş karakterine dikkat çeker. İnsanlar birbirleriyle savaş beklentisinde olduklarından, bütün olanaklarını da savaşta kazanmak için, silah üretiminde harcamaktadırlar. Jaspers, bunun değişmesi için "eski" anlayışın terk edilmesini, insanlığın selameti için zorunlu görür. Bu beklentisini, "çağımız eski politika ve 'dönüş ' arasındaki bu yükselişi karara bağlayacak" ifadesi ile dile getirerek, bu kısır döngüden ve savaş kışkırtıcılığından kurtulmanın çaresinin, silah üretimi ve savaşa ayarlı uluslararası ilişkiler anlamına gelen "eski" anlayıştan vazgeçmek olduğunu ortaya koymak ister.
Jaspers, "eski'yi terk edip, "yeni"ye ulaşmayı halktan bekler. Çünkü çoğunluk, "gerçek dışı olan heyecan verici askeri nutuklara kanmayip, askeri azınlığın, savaş eğilimini zararsız hale getirebilir." Toplumun, devleti "savaş makinesi" olmaktan çıkarması için bu bilince ulaşması gerektiği konusunda Filozofun inancı tamdır. Ona göre günümüzde savaşlar sadece çıkarlar amacıyla yapılmaktadır. Devletler inanç için değil, çıkarlar için savaşırlar. Her ne kadar heyecanlı nutuklarla insanlar savaşa hazır hale getirilse de, basit çıkarlar için yanlışlıklar yapılıyor. Bu nedenle güya inanç için yapılan savaşlar bile bir grubun gelecekteki büyük menfaatleri için yapılmaktadır. Öyleyse insan, başkalarının çıkarları için, savaş gibi insanlık dışı bir suça iştirak etmemeli, barış için çaba sarf ederek, politik suç işlemekten kaçınmalıdır. Bu nedenle "eski" anlayışı terk ederek, dönüşüme katkıda bulunulması için filozof, şöyle haykırır: "insanın yaşamaya devam etme iradesi değişmek zorundadır."
Jaspers, bu "değişim" projesini İkinci Dünya Savaşından sonra konferans ve yazılarıyla anlatmaya çalışır. Onun beklentisi ve dileği, savaş sonrasında insanlık için yeni bir dönem başlaması ve bu dönemde insanların politik sorumluluklarına sahip çıkarak, politik suç istememeleridir. Bu suçu tekrar işlememeleri için insanların yapması gerekenleri ve dikkatli davranmamaları durumunda karşılaşacakları tehlikeleri Jaspers şöyle dile getirir: "Biz tekrar sorumluluklarımızı almaya cesaret etmeliyiz; bunu yapmazsak yani sorumluluklarımıza sahip çıkmazsak, sadece totaliter rejimler ortaya çıkmaz, bilakis insan(lığ)ı da kaybederiz." İnsana yakışan, değerlerini çiğnetmemek, insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak olduğuna göre, "özgür insanlar olarak hakikati aramayı denemeliyiz. Çünkü birbirimize güvenmeliyiz. Jaspers, bunun ne kadar zor olduğunun farkındadır ama her şeye rağmen yapılması gerektiğini, "fakat bunun Almanya 'da ne kadar zor olduğunu da biliyoruz; radikal münakaşalarda bile birbirimizle dayanışma içinde olmayı umut etmeliyiz; çünkü totaliter yöneticiler özgürlüğü zorla insanın elinden alırlar," cümleleriyle dile getirir. O halde insana düşen, birbirine destek çıkarak, dayanışma içinde kalarak, bu bilinçle bilenerek, inisiyatifi ele alarak hak ve özgürlüklerine sahip çıkmasıdır. Bunu başaramayan insan "varoluş "sal gerçekliğine aykırı hareket ederek, politik suç işler. Bu durum insanın kendini aldatmasıdır. Onun ifadesi ile "mutlak iktidarın ve yalanın olağanüstü kudretinin realitesinin farkına varmak istememek, kendi kendisini aldatan iradenin bir suçudur," İnsanın totaliter ve otoriter yönetimlere maruz kalması da, bu aldanma ve önlemsizliğinden kaynaklanır.
Jaspers'in "değişim" projesinin bir sacayağı da atom bombasının yok edilme talebidir. O, atom bombasından arınmamış bir dünyanın barışçıl olamayacağını ve yaşanılır kılınamayacağına inanır. İnsanlığı tehdit eden bu ve benzeri silahlarla insanın tahripkar tarafının ortaya çıktığım vurgulayan filozof, haklı olarak "dünyanın değişmesi, daha insani olması, atom bombasının ortadan kaldırılması ile mümkündü.' açıklamasında bulunur. Atom bombası ve benzeri kimyasal silahların insanlık için nasıl bir tehlike oluşturduğunu ifade etmek, insani bir değişim ve dönüşüm için önemini ortaya koymak; hak ve özgürlükleri teminat altına almış bir demokratik yapılanmanın dünyada yaygınlaşmasının gereğini ifade etmek ve barışın insanlık için değerini teslim etmek için kaleme aldığı eseri, Die Atombombe Und Zukunft Des Menschen (Atom Bombası Ve İnsanlığın Geleceği) ile bir çok yazısında atom bombası tehdidine dikkat çeker. Çünkü bu silah, insanın en temel ve en kutsal hakkı olan "yaşama hakkı"nı ihlal etmektedir. Bu nedenle Jaspers, yaşama hakkını tehdit eden, insan özgürlüklerini yok eden yönetim biçimlerine savaş açarak bunların insanın soyluluğuna karşı çıkış olduklarını, insanların bu anlayışlara karşı çıkarak, siyasi sorumluluklarını üstlenerek ile suç ortaklığına girişmemelerini ve atom bombasının ebediyen yok olması gerektiğini savunur.
Jaspers'e göre söz konusu bütün problemler insanî ve aynı zamanda politiktir. İnsanın politikayla ilgilenmemesi bir bakıma kendi sorunlarıyla ilgilenmemesi anlamına geleceğinden, bu ilgisizliğe kapılan insan görevini yerine getirmeyerek, suç işlemiş olur. Savaşta insanlar bu suçu işlediler, bu nedenle kaçınılmaz olarak insanlık bilinçlenmeli", ahlâkî ve politik bir dönüşüm yaşayarak, suça tekrar iştirak etmemelidir.
Yüzyılımızda silah endüstrisi alanında yapılan çalışmalara ve meydana gelen gelişmelere bakıldıkta, Jaspers'in endişelerinde ne kadar haklı olduğunun ortaya çıktığı görülür. Teknolojide ileri düzeydeki ülkeler, gelirlerinin büyük bir bölümünü silah ve mühimmata harcayarak, daha çok insanı ve en hızlı biçimde yok edecek teknolojik savaş aygıtları üretmektedirler. Dünyada insanlığın tıbbî, eğitsel, ekonomik ve sosyal sorunlarını gidermeye yönelik harcamalar, silah üretimi için yapılan harcamalardan çok daha azdır. Bu da elbette insanlığın sorunlarını azaltacağına, arttırmakta ve dünyada güvensizlik yaratmaktadır.
Jaspers, savaştan sonra barışın ebediyen egemen olmasını diliyordu, oysa insanlık, Jaspers'in yaşadığı ve gördüğü dehşet çağından daha tehlikeli bir zaman diliminde bulunmaktadır. Çünkü özellikle endüstrileşmiş bazı ülkeler çıkacak bir çatışmada, yeryüzünü cehenneme çevirecek kadar tehlikeli kimyasal silahlara sahiptir. Bu gibi ülkelerin, bunları üretirken ve denerken çevreye verdikleri zararlarla, doğada telafisi imkansız tahribatlara yol açmaları ve bundan da, sorunların birçoğunun kaynağını oluşturan endüstrileşmiş dünya ülkelerinin değil de, daha çok gelişmemiş ülkelerin zarar görmeleri, dünyayı kaosa sürüklemiş; dengeleri alt-üst etmiş ve
insanlığın "ebedi barış" umutlarım berhava etmiştir. Bütün bunlar Jaspers'in ve onun gibi banş yanlısı düşünürlerin atom bombasını yok etme isteğini ve barışı tesis etmeye yönelik çabalarını, daha anlamlı ve asil bir davranış haline getirmektedir.