KÜLTÜR

NECATİ ONER

Felsefe Dünyası'mn birinci sayısında yayınlanan "İnsanın özü ve Varoluşu" adlı yazımın sonunda, insanın varoluşunun oluşması ve onu hissetmesi kültür sayesindedir, demiştim. Şimdi kültür'den ne anladığımı açıklayacağım.

İnsan zihin faaliyetleri ile diğer canlılardan ayrılır. Zihin faaliyetini en geniş anlamda alıyorum. İnsanın bilgi sahibi olması, elde ettiği bilgilerle yenilerini elde etmesi,bunlara dayalı olarak duygu ve düşüncelerini çeşitli vasıtalarla dışarıya aktarması bu cümledendir. İnsan edindiği bilgilerle tutumlar kazanır, faaliyetlerini kazandığı tutumlar içerisinde yapar. Ortaya koyduğu bir eser olabilir, bir davranış şekli olabilir. İnsanın bu yoldaki faaliyetleri kültür faaliyetleridir.

Kültür terimini çeşitli yerlerde kullanırız:

1 — Ahmet beyin genel kültürü geniştir.
2 — Mehmet beyin müzik kültürü yetersizdir.
3 — Bu seneki kültür faaiyetleri arasında sergiler, konferanslar var.
4 — Güney Amerikalı yerlilerin kültürü oldukça incelenmiştir.
5 — Böyle bir hareket ancak kültürsüz bir insandan beklenir.

Kültür terimini kullandığımız her hali bu beş kalıp içine sokabiliriz. Bunların hepsi de bilgiye dayalıdır. Bu durumda kültürün tanımını şöyle yapabiliriz:

İnsanın varolanlar hakkında, hangi yolla olursa olsun edindiği bilgiler ve bu bilgilere dayanılarak ortaya koyduğu eser ve davranışlar kültür denen şeyi oluşturur.

Kültürde esas olan elde edilen bilgilerdir; eser ve davranışlar bu bilgilerin tezahürleridir. Biz bir kültürün varlığını, ortaya konan eser ve davranışlardan anlarız. O halde eser ve davranışlar kültür değildir, kültürün tezahürüdür. Meselâ bir sapan, bir işlemeli heybe, bir mimari eser, bir makine, bir kitap birer kültür eserleridir. Bunları yapan, onlarla kendisinin, içinde bulunduğu toplumun kültürünü aks ettirir.

Kültürde bilgi esas olduğundan, bilgi çeşitleri aynı zamanda kültür unsurlarını teşkil eder. İnsanlar varolanların bilgisini onlara farklı açılardan bakarak, farklı metotlar kullanarak elde eder, böylece bilgi türleri doğar.

Bilgi türleri, başka ifade ile kültür unsurları şunlardır :

I - DÎN
II - FELSEFE
III - BİLİM

A — Temel Bilimler

1 — Matematik, mantık
2 — Astronomi, fizik, kimya, biyoloji
3 — Sosyoloji, psikoloji, tarih.

B — Uygulamalı Bilimler

1 — İstatistik
2 — Mühendislik, tıp, veterinerlik, tarım ve eczacılıkla ilgili bilimler
3 — Hukuk, politika, ekonomi, eğitim (spor ve askerlik dahil)ile ilgili bilimler.

IV - SANAT

1 - Müzik
2 — Resim (minyatür, tezhip, ebru dahil)
3 — Heykeltıraşlık
4 — Mimarlık
5 — Edebiyat
6 — Elişleri
7 — Oyun (Tiyatro, gölge oyunları, kukla, dans)

V - DÜZENSİZ BİLGİ

Bu bilgiler olguya dayalı (pozitif) oiup, teorik temeli ve düzenli metodu bulunmayan bilgilerdir. Düzensiz bilgilerde ferdî deney önemlidir. Demircilik, marangozluk vs, gibi zanaatlar; sağlık ve beslenme ile ilgili, günlük hayatın çeşitli safhalarında kişisel deneyime bağlı olarak elde edilen veya aynı nitelikte olup gelenekten gelen bilgiler.

VI - OKKÜLT BİLGİLER

Bunların pozitif niteliği bulunmayıp büyüsel zihniyetin ortaya koyduğu bilgilerdir. Büyücülük, falcılık, bâtıl inançlar bu kategoriye girer.

Bütün bu bilgi çeşitleri varolanlar hakkında bilgi verirler. Herbirinin tarama ve tanıtma yolları farkiıdır; metot farkı vardır, ifade farkı vardır, fonksiyon farkı vardır. Hiç birisi diğerini yok edememiştir. İçlerinde en etkili olanı bilim ve dindir.

İnsan bahis konusu bu altı bilgi türünün hiç birinden vaz geçememiştir. Aralarındaki kavgaya rağmen varlıklarım sürdürüp gitmektedirler. İnsan bunlardan birisinin etkisi ile diğerleri ile olan ilişkisini ayarlar. Herhangi birisinin etkisi diğerleri ile olan ilgisini olumlu veya olumsuz olarak yönlendirir. İnsan yer ve ihtiyaca göre birini veya diğerini kullanır. Akla en uzak olanı okkult bilgilerdir. Fakat insan bunlardan tamamen sıyrılıp kurtulamamıştır. Toplumlar ilerledikçe okkült bilgilerin değeri düşer, kullanma alanı daralır. Fakat ileri bir toplumda pozitif zihniyete sıkıdan sıkıya bağlı bir kişinin bile okkült bilgiye başvurduğu anlar olur. Bugün bâtıl inançlardan sıyrılmış bir kişi bulamazsınız. Her insanın büyüsel zihniyete büründüğü anlar olur.

Altı bilgi çeşidinin bütünü kültür denen şeyi meydana getirir. Bilgi çeşitleri kültür unsurları kendi içlerinde ve kendi aralannda farklı sınıflamalara tâbi tutulur. Şimdi bu altı kültür unsuru hakkında ayn ayn belirleyici bilgi verdikten sonra kültürü aidiyyet yönünden bir sınıflamaya tâbi tutarak o sınıfların özelliğini ve toplum hayatındaki önemini belirteceğim.

ÖZGÜ KÜLTÜR - ORTAK KÜLTÜR

Aidiyyet bakımından kültürün bir kısmı bir millete özgüdür, o milletin damgasını taşır. Milletlerin ayırımı kültürün bu yanı iledir. Kültürün bir kısmı da bütün insanüğa hastır, herhangi bir milletin damgasını taşımaz, milletlerin ortak malı gibidir. Birincisi bölgesel, ikincisi yaygındır. Birincisi sosyo-sübjektif, ikincisi objektiftir. Kültüre ait bu iki kavram, çok defa, birisi millî kültür, diğeri üniversel kültür diye adlandırılır. Ben daha önce bu iki terimi kullanmıştım ; fakat bu terimler yanlış çağrışım yaptırdıkları için onlan bırakıp, bahis konusu kavramları başka terimlerle karşılamak istedim. Bu sebeple birincisine özgü kültür ikincisine ortak kültür demeyi uygun buldum.

Millî kültür ve üniversel kültür terimlerinin yukarıda belirttiğim kavramları neden tam ifade etmediklerini açıklamak istiyorum: Üniversel kültürden sayılan bilimsel faaliyetler aynı zamanda bir milletin milH kültürü içinde bulunur. Meselâ Fransız millî kültüründen bahsederken Descartes'in veya Louis de Broglie'nin eserlerinden bahsetmemek olmaz. Diğer taraftan Mimar Sinan'ın eserleri Türk milletinin damgasını taşır ama aynı zamanda üniversel bir değere de sahiptir. O halde kültürün bütünlüğü dikkate alındığında, onu millî ve üniversel diye bölmek sınıflama kurallarına aykırıdır.

Özgü kültür milleri millet yapan, bir toplumu kendisi yapan unsurdur. Nasıl fertleri "benler ayırırsa, toplumları da birbirinden özgü kültürler ayırır. Öyle ise özgü kültür bir milletin benidir.

Ortak kültür insanlığın ortak malıdır. Her milletin ortak kültürünün kullandığı kısmı, onun millî kültürüne dahil olur. Bu bakımdan millî kültürü, yalnız o milletin damgasını taşıyana indirmek yanaştır. Bir milletin millî kültürü hem özgü hem ortak kültürden oluşan bir bütündür.

Özgü kültürle ortak kültür bir toplumda birbirinden kopuk, ilişkisiz olarak yanyana bulunmazlar. Onların aralarında sürekli bir etkileşim vardır. Değişik gelişmelerinde birbirlerini etkilerler. Bir toplumda ortak kültürün gelişmesi özgü kültürün sağladığı manevî güce bağlıdır. Diğer taraftan ortak kültürün sağladığı ortam, özgü kültürün değişmesine sebep olur.

İnsanın tabiatı, insanın varolana bakış açısı bakımından kültür unsurları kategorik olarak üniverseldir. Yukarıda zikrettiğim, din, felsefe, bilim, san'at, büyüsel bilgi, teknik kalıp olarak her toplumda vardı. Bu kalıplar içerik kazanırken, toplumlarda bazı değişik görünümler sergilerler. İşte bu değişik görünümler özgü kültür vasfını taşır.

Bilim ve ona bağlı olan teknoloji an ortak kültür niteliğindedir. An özgü kültürü ise yaşama biçimini gösteren örf ve âdetlerde görülür. Diğer kültür unsurlarında ise bu iki nitelik derece derece kendisini gösterir. Kategorik olarak üniversel olan kültürün hangi sebeple özgü oluşunu, daha doğru bir ifade ile özgü kısımlar ihtiva etmesini her iki niteliği de taşıyabilen kültür unsurlarında belirtmeğe çalışacağım.

Özgülük kendisini daha çok insan ve toplumla ilgili alanlarda gösterir. İnsan, toplum veya din felsefesi yapan filozof, problemlere bakarken ister istemez mensup olduğu milletin değer hükümlerinin etkisi altındadır. Değer hükümleri ise çoğunlukla bir.topluma hastır. Felsefede tamamen objeye bağlı bilimin objektifliği yoktur. Felsefe filozofun damgasını taşır, eseri kendine bağlıdır. Bu bakımdan felsefe san'ata benzer. Jean Rostand şöyle diyor:

"Eğer herhangi bir bilim adamı şu keşfi yapmamışsa, başka birisi bir müddet sonra onu bulabilir. Mendel veraset kanunlarını buldu ve bu buluşu tanınmadan öldü. Kırk sene sonra üç kişi aynı kanunları buldu. Fakat yapılmış poetik bir eser asla yapılamaz".

Bu hüküm doğrudur. Eğer Newton çekim kanununu bulmasa idi başka birisi onu bulacaktı, amma Mimar Sinan Selimiye'yi yapmasa idi onu başkası yapamazdı. Kant, Saf Aklın Eleştirisin yazmasa idi başkası yazamazdı. İşte felsefe bu anlamda sübjektiftir. Yani filozofa bağlıdır. Filozof problemlere kendi kişiliği açısından bakar. Ona kişiliğini kazandıran da içerisinde yetiştiği toplumdur, toplumun değer hükümleridir.

Dine gelince din aslında menşe itibariyle ortak bir nitelik taşır. Hatta Jacques Maritain'üı dediği gibi "din her medeniyeti, her kültürü aşar". Din âlemşümuldur. Dinde özgürlük tarafının bulunması onun uygulaması üe ilgilidir. Aynı dinin değişik toplumlardaki uygulanmasında bile bazı farklılıklar görülür.

Din uygulamayı gerektirir, bir dini hayat meydana getirir. Dinin emirlerinin yerine getirilmesinde kullanılan araç, tutumun yorumlanmasında özgü kültür gelenek ve göreneklerin etkisi olur. Toplumlarda bu yolda şekil farklılıkları doğar, farklı yorumlar doğar, İşte bu farklılıklar din kültürünün özgü yanını oluşturur.

îslâmiyetten örnek verelim. Camilerin minare şekilleri milletten millete farklıdır. Arap minaresi ile Türk minaresi bir değiîdir.Okunan ilâhilerde makam farkları vardır. İslâmiyeti kabul eden ber millette, îslâmiyetten önceki dinlerinden şekille ilgili izler vardır. Aslında ortak kültür unsuru olan din böylece içinde özgü kültür unsurları bulundurur.

San'atsn durumu felsefede olduğu gibidir. San'at eserinin meydana gelmesinde sanatkârın kimliğinin yeri önemlidir. Kimliğin kazanılmasında önemli rolü içinde yaşanılan topium oynar. Fert bir toplum içinde doğar, o toplumun değerleri ile yoğrulur; benliği bu ortamda ortaya çıkar. San'atkâr, içinde yaşadığı toplumdan kazandığı özgü kültürün etkisini eserinde gösterir.

Kültürün gerek ortak ve gerek özgü kısmının toplum üzerinde etkisi farklı olur. Her ikisi de bir milletin gelişip yaşaması için şarttır. Zaten kültürsüz bir toplum düşünülemez bile. İnsan toplumunu hayvan sürüsünden ayıran da budur. İnsan, kültür meydana getiren canlıdır. Böylece diğer canlılardan ayrılır. İnsanı insan kılan onun kültürüdür. Şimdi yukarıda belirttiğim kültürün iki türünün fonksiyonuna işaret etmek istiyorum.

Ortak kültür varolanlara nüfuz etme, tabiata hâkim olma yolunda insanlığın bir cehdidir. Bu cihetle elde ettiklerini daha iyi yaşamak için kullanır, medeniyetler doğurur. Bu gelişmenin ön safında bulunan toplumlar medeniyetin bütün, imkânlarından faydalanırlar, insanolmanın gururunu taşırlar. Geride kalanlar ise öndekilere muhtaç olmanın burukluk ve ezikliğini sık sık hissederler. Bu sebeple her toplumun amaa millî kültürünü geliştirip yükseltmek olmalıdır. Milletler arasında yarış bu alandadır.

Özgü kültürün fonksiyonu fertte millî zihniyeti doğurmaktadır. Zihniyet ferdi, mensup olduğu gruba bağlayan en sağlam en güvenilir bağda". Bir zihniyet ferde ne derecede hâkim olursa ferdin, o zihniyeti gerekli kılan gruba bağlılığı o ölçüde olur. Millî zihniyet ferdi milletine bağlar, milli benlik şuurunu doğurur, medeniyet yansında önde gitme arzu ve cehdinin asıl itici gücü olur. Bu şuurun güçlü olduğu milletler başka milletlerin sömürüsüne sahne; istiskaline hedef olmamak, geri kalmışlığın eziklik ve burukluğunu hissetmemek için ortak kültür yolunda ilerleme gayreti içine girerler. O halde güçlü millet olmanın ön şartı millî zihniyeti uyandırıp canlı tutacak özgü kültürün fertlerde yaşamasını sağlamaktır. Millî zihniyet millî güven doğurur. Milletlerde, fertlerde olduğu gibi, kendine güven duygusu olmazsa hiçbirşey yapamazlar.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP