TÜRK TARİHİ YAZIMI İÇİN DÜŞÜRÜLMÜŞ BÂZI FELSEFE NOTLARI

Ahmet İnam

TARİHİN ÜÇ BOYUTLU ZAMANSALLIĞI

Tarihe içinde bulunduğumuz ândan bakmak durumundayız. Geçmişi geçmişe giderek yaşamak ya da geleceğe götürüp anlama olanağından (belki, simdik!) yoksunuz. Yine de tarih üzerine düşünürken, geçmişte olup bitenleri (res gestae) yazmaya, betimlenmeye, saptamaya, yorumlamaya, yeniden kurgulamaya çalışırken, çoğu kez örtük bir biçimde dayandığımız zaman anlayışını farkederek üzerinde düşünmek, tartışmak, yeniden belirlemek zorundayız.

Özellikle bilim tarihi yazımı ile ilgili Batıda son zamanlarda yapılan felsefe tartışmalarını gözönüne alarak, değişen boyutlarıyla, farklı alanlarda, farklı tarih yazımlarının temel sorunları üstüne görüş getirmek, bu görüşleri sınırlı bir biçimde de olsa irdelemek istiyorum.

Tarih neden yazılır? Neden araştırılır? Tarih araştırmalarında ve bu araştırmalarda ortaya konan tarih yazımında ne gibi kaygılar vardır? Bu soruların farklı yanıtları bulunabilir. Kimileri tarihin yalnız meraktan doğan bir ilgiyle araştırma konusu yapıldığım söyleyebilir. Yalnızca bilmek, öğrenmek, kendimizi tanımak için, "bilimsel", çıkarsız, yan tutmayan bir tavırla tarihe bakmaktayız, denebilir.

Kuşkusuz, "bilmek için bilmek" de tarihe bir yönelme biçimi olabilir. Ama soru "neden geçmişimizi merak edip, bilmek istiyoruz? " sorusuna dönüşünce, yanıtlar kılık değiştirilebilir. Yine de "merak ettiğimiz için merak ediyoruz" diyebiliriz. Böyle bir yanıtla yetinmeyenler için "şu anda yaşadığımız dünyayı anlamak için tarihi bilmek istiyorum" bir başka yanıt olabilir. Geçmiş hep şimdiyle ilintili olmak zorundadır. Gerçeği şimdiye "çekerek" bilmekten başka çâremiz yoktur. Şimdi ise hep birtakım ilgilerle, beklentilerle, umutlarla, duygularla, çıkarlarla, düşüncelerle yaşanır.

Ben geçmişin heyecanla yaşanmasından ve anlaşılmasından yanayım. Umutlarım ve gelecekten beklentilerimle geçmişi yaşamak istiyorum. Bu anlamda geçmiş ölü değildir. Kendini ele vermek için beni, araştırmacıyı beklemektedir. Öyleyse, geçmişi, şimdide, geleceğe uzanarak, yaşamaktayım. Zamanı sürekli olarak bu üç boyutuyla algılamaktayım. Geçmiş, bitmiş değildir. Benden yeniden inşâ edilmeyi, yapılanmayı, kurulmayı, yorumlanmayı beklemektedir. Tarih, belki ilk bakışta okura ters gelebilecek bir anlatımla, geçmişte değil, gelecektedir. Oluşturulmayı beklemektedir.

İşte tarih yazımının ilk sorusu: "Nasıl bir zaman anlayışıyla, nasıl bir zamansallık (temporality, zeitlichkeit) içinde tarihi yazmak istiyoruz?" sorusudur. İtirazları duyar gibiyim: Tarihçi, olup bitenleri, olmuş oldukları gibi, nasıl olmuşlarsa öyle, Ranke'nin deyimiyle, wie es eigentlich gewesen yazmak ister. Şimdiden bakış çok tehlikelidir; çünkü, içinde geçmişi, geçmişin şimdiye yansımaları olan belgeleri, bozma, saptırma eğilimlerini taşır. Bu ise nesnel (objektif) tarihçiliğe aykırıdır. Üstelik böylesi bir tutum, bizi geçmişi anlamaya götürecek yolu da tıkar. Artık geçmişteki eylemlere "empathy" yada Verstehen" yöntemiyle bakamayız, Napolyon'un, Fatih'in o zamanki olaylar içinde ne düşündüğünü, kendimizi onların yerine koyarak bilemeyiz.

"Tarihin işleyen yasalarını" tarafsız bir gözle göremeyiz. Keşfedendeyiz. Politik tutumumuz, dünya görüşümüz, eğitimimizin neyse, ona göre anlarız. Bu ise, ister istemez bir keyfiliği, rastgele bir özneliği (sübjektifliği) gündeme getirir. Belki de kafamızdaki ve yüreğimizdeki dünya görüşümüze uygun kalıplarla, görürüz; görmek istediğimiz gibi görürüz, tarihi. Tarih böyle yazılamaz. Tarihî roman bile böyle yazılamaz. Belgelere saygı duymak zorundayızdır.

Niçin okuyorduk tarihi? Heyecan duymak, öğrenmek, kendimizi, kültürümüzü, şu anki yaşayışımızı anlamak, yorumlamak için. Kendimizi yeniden yorumlamak için. Geçmişte görmek istediğimizi görmek, heyacan verici olabilir mi? Öğretici midir böyle bir bakış? Kendi dünya görüşümüzü meşrulaştırmak amacıyla, tarihi bir eğitim aracı olarak kullanıp, insanları belli kalıplara göre şekillendirmek anlamlı mıdır? Bırakalım tarih kendisi konuşsun. Belgeler konuşsun, biz konuşmayalım. ( itirazların sonu!) Oysa belgelerin kendi başlarına dilleri yoktur. Şu anlamda: Kendi kendilerine konuşmazlar. Onları okuyabilen, çözebilen, birleştirebilen, yorumlayabilenlere konuşurlar. Belgelerin dili onları okuyabilenlerle ortaya çıkar.

Böylesine okuyabilme, değerlendirebilme becerisi, bilgi ve deneyim gerektirir. Dahası, beklenti, tutku, arama, araştırma hey açanı gerektirir. Belgelerin kendi kendilerine konuştuklarını sanmak büyük bir yanılgıdır. Onlan işiten kulaklara, gören gözlere yönelirler. Onların anlamı yalnızca geçmişle sınırlı değildir.. Şimdiye ulaşabilmelerinde kulakların ve gözlerin payı vardı. Kulakları ve gözleri olan insansa en azından üç boyutlu bir varlıkdır. Geleceğe yürürken geçmişi değerlendirir. Geleceği duyamayan, göremeyen, geçmişi de duyep, göremez. İşte, tarihi de değerlendirirken, herşeyden önce, üç boyutu içinde değerlendirebilmeliyiz. Bu tutum içinde belgelerin çarpıtılmaması için ne yapılması gerektiğini ileride tartışacağım.

KÜLTÜREL BÜTÜNLÜĞÜ GÖREBİLMEK

Geçmişin oldukça sınırlı bir dilimince, bir olaya, bir tarihî kişinin yaşamına, başı sonu önceden sınırlandırılmış olaylar zincirine yoğunlaşarak yapılan, daha çok "monogrifı" özellikleri taşıyan çalışmalarda, belgelerle, belgelerden çıkarılan sonuçlar arasındaki mantık ve yorum bağı daha sıkı, daha güvenilir olabiliyor. Bu tür çalışmalar araştırmacının belgeler üstünde daha yoğun çalışabilmesini, zorluklanının ne olduğunu daha belirgin bir biçimde farkedebilmesini, benzeri alanda çalışanların daha incelmiş eleştirel gözlükle bakabilmelerini sağlayan özellikler taşıyor. Yöneldiği konu üstüne böylesine kılı kırk yaran bir tutumla eğilen, belgelerle inceden inceye hesaplaşabilen, filolojik çalışmalara açık, sınırlarını bilen araştırmalar, akademik hayatta genellikle el üstünde tutulur, "bilimselliği" konusunda tartışmaya kalkılmaz. Dar açılı, konusu üstünde yoğunlaşmış, dayandığı belgelere çoğunlukla egemen olan, böyle çalışmalara odaklanmış tarih araştırmaları diyelim. Belge yoğun odaklanmış çalışmalarda belgelerin konuştuğundan sözedilir. Oysa, odak noktasının seçiminde belgelerin düzenlenişinde, sınırını bilse de yorumlarında belgeleri konuşturanın gelecek beklentisi, dünya görüşü, insan ve kültür anlayışı işe karışır. Belge yoğun, belgelere saygılı, eksik belgelerinin bilgi yetersizliğinin farkında olan, odaklanmış araştırmalar, çarpıtmaların en az olduğu, bir deyimle, araştırmacı mikroskobunun kullanıldığı araştırmalarıdır. Oysa bunlarda da, belgeler konuşturulmakta, gelecek beklentisi geleceğe yönelmiştik, kısaca gelecek, kendini geçmişte duyurmaktadır.

Odaktaki aydınlık çevrenin karartılmasıyla kazanılıyor. Aydınlığın bedeli budur. İşte tarih yazıcılığının sorunlarından biri de, bana göre, odaktan çevreye, çevreden odağa geçişlerin nasıl yapılacağı sorusudur. İncelediğimiz konunun bir noktasına yoğunlaşıp, bütün üstüne nasıl konuşacağız? Bütün, yani odağın çevresi hakkında görüşümüz, düşüncemiz olmadan, bakışımıza kaçınılmaz bir biçimde kansan gelecek beklentimizi, kültür anlayışımızı odaklandırdığımız nokta (parça) hakkında nasıl konuşacağız? Bu yorumsal döngüyü (Ingilizcede, hermeneutic circle) belge titizliğinin yarusıra, belgeleri yorumlayanın şimdi ve gelecekle olan ilgilerinin farketmesiyle aşmayı deneyebiliriz. Araştırmamıza irdelemesini yapabileceğimiz umutlarımızı, değerlerimizi, bu yazıdaki anlamıyla geleceğimizi koymak neden bir keyfilik, bir saptırma olsun ki? Ben bir Türk tarih yazıcısı isem Türk gibi yazacağım tarihi. Kendimi, toplumumu, kültürümü nasıl duyuyorsam öyle yazacağım. Sanki böyle duygularım yokmuş gibi davranmam, onları örtmem sahteciliktir. Farkında değilsem, gaflettir. Odaktan çevreye, çevreden odağa geçişlerde aynı alanlarda çalışma yapmış meslekdaşlarımla birlikteyizdir. Onların eleştirilerine, deneyimlerine, bilgilerine gereksinme duyarım. Bu ortaklaşa geçiş denetimleri araştırmacılar topluluğunun tartışmaları, eleştirmeleri ışığında yürütülecektir.

Odaklanmış çalışmalar, tarih çalışmalarının ve yazımın bir parçasını oluşturuyor. Bütün üstünde konuşan, geniş yorumlar yapan, geçmişi kuşbakışı görmek isteyen araştırmalar da vardır. Bu çalışmalar başarılı olduklarında gerekli ve değerlidirler. Odak yoğun ve bütün yoğun araştırmalar birbirlerini tamamlarlar, tümlerler. Örneğin Türk kültürünün bütün yoğun çalışmasında gözden kaçırdığımız belgeler, ister istemez görmezden geldiğimiz ayrıntılar, belgelerin ötesine sıçramalarla dolu genellemeler de olacaktır. Bu çalışmalar odak yoğun ardstmnälwnn çevresini oluşturacaktır. Bütün yoğun araştırmalarda gelecek, dünya görüşümüz, daha belirgin bir biçimde işin içine katılacaktır. Co ling wood'un '"kes yapıştır" (ya da kelime kelime çevirirsek, "makas ve zamk") yöntemiyle yazılmış, olay lan rastgele, ard arda sıralamanın, gelecek boyutuna kapalı olduğu için, tarih yazıcılığının en şansız, en heyacansız, en düşük düzeyli çalışması olduğunu düşünüyorum. Ortada belgeler vardır ama, belgeler arasından "yorum kanı" akmaz. Hayatımızla ilgili, kültürümüzle, insan oluşumuzla bağ kuran "canı" yoktur. Geçmişi yazmakla tarihi yazmak aynı anlama gelmez. Tarih her zaman geçmişten fazladır.

Tarih, geçmişin yeniden yaşanmasıdır, şimdiyle, gelecekle köprüleri vardır. Orada yaşadığımız hayatla ilgili heyecan, yorum arayışı, yaratıcılık, arama, araştırma serüveninin lezzeti vardır. Odak-çevre, bütün-parça ilişkisini, inceleme alanları arasındaki ilişkilere doğru genişletebiliriz. Yalnızca askeri ve siyasal tarih alanına yoğunlaşmış araştırmalarla kültürel bütünlüğümüzü göremeyiz. Yoğunlaştığımız alanların, o alanlardaki odaklaştığmız noktaların dışına göz atmak, alanlar arasındaki geçişlere dikkat etmemiz gerekir. Askeri tarihin düşünce ya da sanat tarihiyle, belki de cinsellik tarihiyle, deliliğin tarihiyle ilgisi olmadığını sanmak bir yanılgıdır.

Kendi kültürümüzün tarihi, salt savaşların, anlaşmaların, yönetim kavgalarının ve kurumlarının tarihi ile sınırlı olmamak Farklı alanlarda, farklı kaygılarla yazılan tarihler arasındaki bütünleştirici köprülerin gerekliliğini unutmamalı. Tarih yazıcısımn odaklandığı noktalann dışında da tarihsel "gezi alanlarının" olması, onu, kuru, geçmiş yazıcılığından tarih yazıcılığına götürebilir.

Burada " kültürel bütünlük" sözünün belirsizliğini tartışabiliriz. Ne demek kültür? Türk tarihini yazacaklann içinde bulunduktan kültürel bütünlük, kültür ufku ne demek? Salt Türklere özgü kültür mü var? Türk kim? Sorulan çoğaltabiliriz. Kültür kavramının belirsizliğini kabul ederim. Unutmayalım ki, geleceğe yönelik bir kavramdır. Bu kavramla ilgili o kadar çok şey söylenmiştir ki, burada, bu yazının sınırlan içinde, ileteceğim görüşleri ortaya koymada, bu söylenenlerle tartışmanın yararlı olacağını sanmıyorum. Şu kadarını söyleyeyim: "Dünya artık bir köy oldu, kültürler kalktı, bir tek kültür olduk" deniyor. Bence bu saptama doğruysa "öldük" demektir. Bu köyde bizimde geçmişle kökleri olan hanemiz vardır. Böyle bir savı kim ileri sürüyor, buna
bakmak gerekiyor.

İşte burada, tarih yazıcılarının geleceğe dönük sorumluluğu gündeme geliyor. Köydeki evimizi bırakıp gidecek miyiz? Farklılığımızı araştırmayacak mıyız? Yaratmayacak mıyız? Gelecekten umudumuzu keserek, fosilleşmiş bir geçmişte yitip gidecek miyiz? Tarih yazıcıları olarak, bu kültürün canlandırılmasında bizim de katkımız olmayacak mı? Sorumluluğum yok mu? Kültürel bütünlük, çalışmamızda yorum tabanı sağlayacaktır. Bakış tarzımızı belirleyecek, yaşama gücümüzü artıracaktır. Bu gezegendeki insanın kültürüne, bu bütünlüğe kendi bütünlüğümüzle katkıda bulunacağız. Köyde hanemiz olacak. Hanemizin tarihi köyün tarihine yazılacaktır. Öncelikle hanemizin önemini, gelecekteki tarihimizi, gelecekle yazılacak tarihimizi küçümsemeyelim.

TARİH YAZIMINDA SEÇENEKLER

Kültür yoğun bir tutum, gereksiz abartmalara, ölçüyü kaçırıp, ırkçı, köktenci yönelimlere kapı açabilir. Bunu hem kendimiz, hem de insanlık için bir tehlike görüyorum. Seçenekleri (alternatifleri) olan tarih yazıcılığı bizi bu bağnaz tutumdan kurtarabilir diye düşünüyorum. Geçmiş, olup bitmiştir. Onu değiştirme olanağımız yok. Ona farklı açılardan bakabilme, onu farklı yorumlarla anlatabilme olanağımızsa vardır.

Olup bitenin bir tek anlatımı yoktur. Onu hangi konumla hangi açıdan, ne gibi kaygılarla, nasıl bir çerçevede gördüğümüz sorusuna verilebilecek yanıtlarla değişik tarihler yazılabilir. Dünya görüşümüze göre, gelecek sezgimizin ışığında, yaşamayı düşlediğimiz dünya için farklı tarihler, farklı geçmiş anlatılan (narratives) yazabiliriz. Peki, bu durum bizi bir kaosa sürüklemez mi? Hangi tarih, doğru tarihtir? Düşünelim: Bizim hikayemizin bir tek anlatıcısı mı olacaktır? Merak eden, hamarat, heyecanlı, gelecekten talebi olan, umudu, düşleriyle canlı bir kültürün hiç bir tek hikayecisi mi olur? Hikâyemiz sürekli yenilenecek, canlı kılınacaktır. Geçmiş, yeni yorumlar bekliyor bizden.

SONUÇ

Zaman analayışımızı değiştirerek, üç boyutlu zaman içinde bizi boşluktan, donmuşluktan, köksüzlükten kurtarıp geleceğe taşıyacak bir tarih yazımı gerekiyor. Kültür bütünlüğümüzü görerek dar bakışlardan, yorum korkaklığından, etkisizlikten kurtulacağız. Etkili, etkileyecek bir tarih, geleceğe uzanan, tartışan, yorumlayan, sahip çıkan, değerlendiren bir tarih yazımı öneriyorum.

Gerçekliğin, geleceğin, şimdinin ve geleceğin değişik cephelerini, farklı yüzlerini görebilen yorum zenginliğine ve yaratıcılığına sahip, farklı alanların tarihlerini karşılaştırıp yüzleştirebilen, bütünleyebilen, seçenekler bulabilme gücüne erişmiş, eleştiriye açık, farklı tarih yazımlanyia Türk Tarihinin zenginliği anlaşılacak. Hayatımızın zenginliği tarihimizin zengin bir biçimde yorumlanmasıyla olanaklı. Unutmayalım, tarih araştırmaları bir kültürün imkanlarını araştırmaktır. Ne yapmış olduklanndan, ne yapabileceklerini yorumlayabilmektir. Belgelere saygılı, titiz, ayrıntıları boşlamayan bunun yanında gelecekle olan bağlarını yitirmemiş bir tarih yazıcılığından yanayım. Kültürümüz canlı kılınmasında tarihçinin de payı olacaktır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP