Geleneksel Metafiziğin Sorunları

- ANDRS CRESSON

insan kendine bir seri metafizik sorular sorar. Bu sorular hem birbirlerine bağlıdır, hem de birbirlerinden ayrıdır.

Birincisi etkin nedenler üzerine düşünmeden doğrudan kaynaklanmıştır. Varım; o halde varolmam nereden kaynaklanıyor? Bir evren var; o halde bir tane evren olması nereden kaynaklanıyor? Varlık var; o halde varlığın varolması nereden kaynaklanıyor? Nihayet hiçbir şey yerine bazı şeylerin olması nereden kaynaklanıyor? Korkutucu sorun ve bu sorunun yalın bir biçimde dile getirilmesi bile fiziksel başdönmesi kadar kendi türünde rahatsız edici ahlaksal bir sersemliği yaratmaya yeterlidir.

İkincisi de birincisine benzerdir, çünkü söz konusu olan yine nedenlerdir ama bu kez biraz farklıdır. Nesneler üretiyoruz: masalar, giysiler, evler. Bu nesneleri bir amaca bağlıyoruz; işte bu sebepten belirli bir biçimde birleştiriyoruz. Bundan zihnimizin oldukça doğal bir yapısı doğuyor: bir tarafta bir düzenleme belirtisi gördüğümüzde onda bir amaç kaygısı duyuyoruz ve bu amacın ne olduğunu araştırıyoruz. Oysa evren konusunda da aynı şey olmaktadır. Genel dengesinde büyük bir düzen var; onu dolduran bitkilerin ve hayvanların, iyice belirlenmiş bir tür yaşama göre hazırlamak için özellikle birleştirilmiş gibi görünen organlara ve içgüdülere sahiptir. Bundan ikinci soru çıkıyor: evrenin bir amacı var mı? Parçalarının bir amacı var mı? Eğer varsa nedir?

Üçüncü soru, uyuduğumuz zaman düşlerimiz, karabasanlarımız var; uyandığımızda sanrılarımız var. Bunların devamı süresince, burada temsil edilen şeyleri ve sahneleri nesnel gerçekler gibi kabul ediyoruz. Bu süre sona erince bu şeylerin ve bu sahnelerin yalnızca öznel hayaletler, yanılsamalar, gölgeler olduğunu farkediyoruz. Oysa, böyle bir durumda gözümüzde, canlandırdığımız şeyle sağlıklı ve uyanık durumda gözümüzde canlandırdığımız şey arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Bundan yeni ve kaçınılmaz bir soru çıkıyor: bizi çevreliyor görünen nesnelerden edindiğimiz görünümler gerçek mi? Bunların içinde az veya çok geniş bir düş ve hayal payı yok mu? Bu soru son incelemede ikiye bölünüyor: kesin olarak bir gerçek var mı? Ve hu gerçek varsa, yapısı nedir?

Daha bitmedi. Yaşıyoruz ve sonra ölüyoruz. Yaşadığını (gördüğümüz herşey bitkiler ve hayvanlar bizim ölmemiz gibi ölüyorlar. O halde ölüm, her olan şeyin ortak yasası mıdır? Diğer taraftan ölenler için ölüm nedir? Sonsuza kadar yokolmuşlar mıdır? Bunun aksine çekirdek halinde, görünmez bir yaşam mı sürdürüyorlar? Bu varsayımla, nereye gidiyorlar, ne haline geliyorlar, neye tabi oluyorlar?

Ve işte diğerlerinin üstüne eklenen ve onları yöneten beşinci soru. Kendine ait düzenlemesi ile, insan kafamız, bu şekilde düşüncesine sunulan zor sorulan çözünmeyebilecek kapasitede midir? Onları tartışırken yanlış sorunlar üzerinde boşuna durarak hatalı bir biçimde ortaya koymuyor mu? Ve eğer onları ortaya koymakta haklıysa, yapısı dolayısıyla onlar karşısında tatminsiz ve soluk soluğa kalmaya mahkum değil mi?

İlk etkin neden sorunu, nihai nedenler sorunu, mutlak varlığın öz yapısı sorunu, evreni ve bireyleri bekleyen yazgı sorunu, tüm bu sorunlan çözmek için insansal yöntemlerin değerinin ve zekasının kapasitesi sorunu, işte geleneksel metafiziğin temel sorunları. İnsan bunları sorduğu içindir ki filozof olmuştur ve kuşkusuz bilimadamı olmuştur; çünkü özellikle felsefik araştırmayla, tarih boyunca pozitif bilimlerin soruları ve yöntemleri birbiri ardına ortaya çıkmıştır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP