HEIDEGGER FELSEFESİNDE HAKİKATİN ÖZÜ ÜZERİNE (... devamı )
|
Bu tür düşünme ancak bir yargıdan ibarettir. Biz özgürlüğün özünü de sorgulayabiliriz. Böylece, geleneksel doğru kavramından sonra, Heidegger hakikatin özü olarak kabul ettiği özgürlük kavramını ve bununla ilgili olan kendi öz görüşünü, "Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalesi ile uygun bir biçimde bu üçüncü kısımda tartışacağız. Eğer hakikatin özü özgürlük ise, özgürlüğün özü nedir?
Heidegger için, "özgürlük doğruluğun içsel olanaklılığın temelidir çünkü özgürlük kendi özünü gerçek hakikatin eşsizliğindeki çok orjinal ilkesinden almaktadır.
"Özgürlük, bir şey için bir tür açıklık olarak anlaşılmalıdır. Bunun için, özgürlük, açık bir alanda açık olanın ne olduğunu ve varlıkları varlıkların kendisi olarak verendir. Özgürlük, kendisini varlıklar-olma-hali olarak açığa vurur. (Freedom reveals itself as letting beings be.) Her ne kadar "varlıkların-varlık-olma" ifadesi olumsuz alınabilirse de, Heidegger bunu olumsuz anlamda almaz. Heidegger için, "varlık-olmak kendisinin varlıklarla birlikte olmasıyla ortaya çıkar... varlık-olmak - yani, açık alanda varlıkların kendisiyle birlikteliğiyle ortaya çıkmasıyla oluşan anlamlardaki varlıklar gibi varlık-olmaktır...."
Burada Heidegger, Yunan terimi "Aletheia". Yunanlar için, aletheia, açık alan (open region) anlamındadır. Yani o, doğrudan ve hakikattan çok, açıklık, gizli olmayan, ve üstü açık olan anlamına gelmektedir. Bu bağlantı yalnızca literal anlamda değil, aynı zamanda bir önermenin doğruluğunda sıradan ve olağan doğru kavramıyla ilgili bir gizemde içermektedir.
Heidegger için, varlıkların-varlık-olması ya da ortaya-meydana gelmesi, kendisini varlıklar içinde kaybetmesi anlamına gelmez. Fakat, meydana gelmek varlıkların nasıl ve ne olduklanyla ilişkisi sonucu kendi kendilerini açığa vuran bir geri çekilmedir. Bundan dolayı, bu varlık-olma-îzni, özgürlük, aslında ortaya çıkmak ve var-olmâktır veya var-oluştur. (exposing and ek-sistent) Bu anlamda, hakikatin özü, özgürlüğün özü, varlıkların açıklığında kendini ortaya koymakla açığa çıkar.
Bu nedenle Heidegger özgürlüğün, sağ duyunun tanımladığı anlamda olumlu ya da olumsuz olmadığını ileri sürerek, özgürlüğün tüm sağ duyu tanımlarından öncel bir anlamda ve Varlığın varlık olarak açıklığındaki var-oluş şeklî olduğunu kabul eder. Kısaca, özgürlüğün kendisi, varlığın Varlık olarak saklandığı yerden üstünü açtığı anda öncel bir biçimde kendisini kendi olarak var-oluşudur.
Heidegger, var-oluş kavramının ne olduğunu, daha doğrusu bu kavramdan kendisinin ne anladığını açıklama gereğini duyar. Ona göre, existence-var-oluş, geleneksel felsefenin anladığı anlamlarda yani önümüzde-hazır-olan (present-at-hand) ve tek tek nesnelere ait olan (existentiel) anlamlarına gelmez. Onun için, özgürlük olarak hakikatta temel olan eksistent varlığın-Varlık-olarak açıklığındaki ortaya çıkıştır.
Heidegger, varlıkların açıklığından, insan var-oluşuna (eksistent) bir bağlantı yaparak, batı felsefesinin ilk düşünürlerinin Varlığın açıklığını "physis-natura" olarak anladıklarını öne sürer. Böylece, ona göre, tarih Varlığın açıklığının sorgulanmasıyla başlar. Başka bir deyişle, "özgürlük, var-oluş (ek-sistent), belirgin Da-sein (disclosive Da-sein), insanı içerir ve kapsar... Yalnızca insanın var-oluşu tarihseldir. Doğanın tarihi yoktur."
Heidegger için, insanın tarihi Varlıkların açıklığının tarihidir. '(The history of man is the history of unconcealment of Beings.) Tarih, yalnızca Varlığın tarihidir. Sonuçta, varlıklar-olma-izni anlamında özgürlük, varlığın açıklığı olarak anlaşılan hakikatin özünü ifade eder. Bu yüzden, hakikat, doğru önermenin bir özelliği olamaz. Kısaca hakikat, Varlığın açıklığıdır.
Eğer özgürlük insanın bir mülkü ya da ona ait değilse, hakikat-doğru olmayan nasıl insanla ilgili olabilir? Heidegger, hakikat ve hakikat olmayanın Varlıkta olduğunu ve bu durumun birbiriyle çelişkili olmadığını öne sürer. Burada şu soru sorulabilinir: Hakikat olmayan (untruth) nasıl olurda hakikatin özü olan özgürlükle ilişkili olabilir? Başka bir deyişle, hakikat olmayan, hakikatin özüyle ilişkisi mutlaka açıklanmalıdır.
Bu soruyu açıkamak için, hakikatin özü kadar hakikat olmayanın özü de açıklanmalıdır. Doğru olmayımn özünü geniş bir biçimde açıklamının tek yolu hakikatin özüdür: Özgürlük. Hakikatin özü kendini özgürlük, var-oluş, varlıklar-olma-hali, ve Varlıkların açıklığı olarak açarak ortaya koyar. Buna ilaveten, varlıklar-olma-hali ahenklilik ve düzenliliktir (atuning). Diğer bir yandan ise, olma-hali içsel ve aynı zamanda bir gizlilik, örtülülük, ve kapalı olma halidir. Eğer hakikat, Varlığın açıklığı ise, gizlilik (concealment) hakikat olmayandır diyen Heidegger, hakikat olmayanın ne olduğunu şu tümcelerle açıklar:
"Açıklık ve gizli olmayan olarak algılanan hakikatla ilişkili bir anlamda düşünüldüğü zaman, gizlilik, bir tür açık olmama ve bundan dolayıda hakikat olmayan, hakikatin özüne en çok uygun olandır...Bir bütün olarak varlıkların gizliliği, hakikat omayanlar, bu ya da şu varlığın her tür açıklığından daha eskidir. Açık olanın içinde olan açık olmayan ve gizliliğe doğru kendini yönelten olma-hali'nden bile daha eskidir."
Böylece, gizlilik ve açık olmayan ontolojiksel olarak açıklıktan daha önceldir. Başka bir deyişle, varlık-olma-hali kendi yerini gizli olanda bulur. Eğer gizli olma, açık olana göre öncel ise, Da-sein'in her bir anında gelip giderek ortaya çıkan özgürlüğü göre de önceldir. Heidegger Da-sein'in bu davranış biçimine gizemli (mystery) adını verir. Bu gizemlilik, yalnızca bireysel varlıklara ait değil, aynı zamanda bütün Da-sein'lara aittir. Bu ilkel gizem, hakikat olmayan ve insanın Da-sein'ni yani var-oluşunu (ek-sistent) belirler.
Heidegger' e göre, hakikat olmayanın (gizli olanın), hakikat (açıklık) üzerinde kesin bir öncelliği vardır. Her ne kadar hakikat olmayanın gizemliliği unutuldu ise de, gizem kaybolmadı. O, daima insanı belirler. Heidegger bu düşüncelerini şu tümcelerle açıklar:
"Fakat Da-sein'in unutulmuş gizemi, unutulmakla ortadan kalkmadı: Hatta unutulmuşluk, özgün bir andaki unutulanın kaybolmasına araç oldu."
Heidegger için, yalnızca bir yol olanaklıdır. O da, tüm şeyleri kapsıyan gizemi ortaya çıkarmak ve yeniden anımsamaktır. Heidegger şöyle devam eder: "böylece devamlılık, yalnızca Da-sein'in var-oluşunda değil aynı zamanda ısrarı (in-sist) ile doğurduğu kendi isteksiz desteğinde de ortaya çıkar." Bunlara ilaveten, "insanın gizemden, mevcut elde var olana, şu anda olan bir şeyden daha sonrakine, ve buradanda gizemliye bağlantısı, bir yanlışa düşmek (erring) ve hatalı olmaktır."
Heidegger gizli olanın unutulmuşluğunu yanlışlık (errancy) olarak adlandırır. Yanlışlık, burada ne anlama gelmektedir? "Yanlışlık, ısrarlı var-oluşun kendini unutması ve devamlı olarak kendisini yeniden yanlış yonımlamasıyla ortaya çıkan bir değişimle oluşan özgür bir alandır."
Errancy (yanlışlık), insanın tüm yaşamı boyunca yaptığı bütün yanlışlarla temellenmektedir. Yanlış yorumlama, hakikatin önsel özünün esasıdır. Her ne kadar insan, yanlış yapsada, Heidegger inanırki "insan, yanlışlığın kendisini tecrübe ederek, Da-sein'in gizemli yanlış yapmasında değii de, kendisinin yanlış yola düşmesine izin vermeden kendi var-oluşunun olanaklı düzenliliğine yükselebilir."
Bunlardan başka, yanlışa düşmek, gizemliliğin kaynağı olması kadar tutarlı Dasein'in gizemden uzaklaşıp zorunlu bir şekilde varlığa bağlanmasıdır da. Hakikat-olmayan, hem yanlışa düşmek hem de gizemliliktir. Böylece, yanlışa düşmek ve gizemlilik insan yaşamım belirliyen niteliklerdir. Kısaca, yanlış ve üstü örtüklük, hakikatin önsel özüne aittir.
Birisi, insan için değişken ve geçici olan hakikat içinde gizemliden ve yanlıştan nasıl sakınılması gerektiğini sorabilir. Ne zaman insan yanlışı ve gizemli olanın kendisini tecrübe ederse, o zaman, insan yanlışı ve gizemli olanı red etme gücüne sahip olabilir diyen Heidegger, sakınma ve kurtulma yanlışı ortaya çıkarır ve yeniden anımsanmasını sağlama olanağım verdiğini ileri sürer; böylece, insan yanlışın kendisini yanlış olarak algılıyabilir. Sonuçta, özgür ve tutarlı yaşamında insan, yanlışı ve gizli olanı bilir ve tanır.
Şimdiye kadar geleneksel doğruluk tanımı ve Heidegger'in doğrudan ne anladığı açıklanıp tartışıldı. Şimdi ise, Heidegger'in kendi makalesinde yaptığı gibi, bizde bir sonuca ulaşmak istiyoruz. Bu sonuç bize açık bir şekilde "felsefe ve doğru" ve "Varlık ve doğru" aralarındaki ilişkiyi gözler önüne serecektir.
Heidegger'e göre, hakikatin özünü irdeleme ve yeniden yorumlama sırasında, felsefenin en temel ve merkez konusuna vardık. Diğer bir deyişle, Platon'dan beri sorulmasına rağmen, hakikatin özü sorusu bizi Varlığın hakikatinin ne olduğu sorusuna götürdü. "Böyle bir önsel soru olan Varlığı düşünmek Platon'da "felsefeye", sonrakilerde "metafiziğe" kaynak oluşturdu", diye düşünen Heidegger, şunları bu düşüncelerine katar: Felsefe kadar, sağ duyuda felsefenin ve düşüncenin başlangıcında yer aldı. Heidegger için, felsefe, sağ duyudan ayrılmalıdır.
"Felsefî düşünme, özellikle gizlinin etkisinde olmayan, fakat kendi öz hakikatında ve anlamanın açık bölgesinde kendi değişmeyen özünü istiyen tek kararlı açıklıktır."
Bunlardan başka, Heidegger, Kantcı felsefe anlayişyla bir bağlantı kurarak, Kant'in felsefesinin kendi temel metafizik prensipleri üzerinde oturduğunu söyler. Batı felsefelerinin tersine, Heidegger felsefeyi onun önsel konumunda ele almak ister. Felsefe, varlıklar yerine Varlık'la ilgilenmesi gerektiğini ifade eden Heidegger, düşüncelerini şu tümcelerle sürdürür:
"Felsefe, öz kavramımda Varlığı irdeler.. Hakikatin özünün, soyut bir evrenselin içeriğinden boş bir genelleme olmadığını göstermek istiyoruz, fakat yine de gizem, uzun bir süre boyunca alıştığımız düşünce biçimi olan bir bütün olarak Varlığın özünün (Being-what) "anlamının" tarihteki belirginliği eşsizdir,"
Heidegger için, hakikatin özü sorusu, özün doğruluğu ve hakikati sorusu üzerinde temellenmiştir. Hakikatin Özü maddesel bir biçimde anlaşılırken, özün hakikati sözsel anlaşıldı. Bu anlamda, "hakikat, Varlığın temel karakteri olarak aydınlatan bir sığınaklar."
Burada aydınlatan sığınak, aslında Varlık ve Bilginin uygunluğu anlamındadır. Böylece, "hakikatin özü sorusuna verilen cevap, Varlığın tarihindeki değişik anlamlılıktır." Çünkü Varlık, gizemlinin ışığından daha önseldir; bu yüzden, aydınlamının ismine açıklık yanı Aletheia denilmiştir.
Heidegger'e göre, diğer teoriler, tutarlılık ve karşılıklılık teorileri, tamamen ne doğru ne de yanlıştır. Onlar, hakikat hakkında bazı önemli ve doğru noktalara sahipler. Fakat onlar, hakikatin özünü bulmak için yeterli değillerdir. O zaman, hakikatin özü nedir? Heidegger, hakikatin özünü öncellikle Da-sein'ın açıklığında, özgürlükte, ve var-oluşta bulur. Buna karşılık, önceflikle hakikatin özünün bu anlamı, Varlığa Varlık olarak bağlantılıdır. Bu yüzden, bu bir son nokta değil, fakat düşüncemizin başlangıcıdır.
"Hakikatin Özü Üzerine" adlı makale ile Heidegger, yeni bir düşünüş alanına geçer. Varlık ve Zaman' dan sonra, Heidegger bu makaleyi 1930' da yazdı. Varlık ve Zaman' da hakikatin özü sorusunun çok iyi geliştirilip yorumlanamadığını düşünen Heidegger, bu irdelemeyi bu makalede yaparak hakikatin özü ve Varlığın hakikati sorularına yeni olanaklar alanı açmayı başarır.
Bu yeni görüş, aslında yeni bir gelenek olarak batı metafiziğinin arkasında yatmaktadır. Biz buna, batı metafiziğinde tarihsel alın yazgısının hakikati adını veriyoruz; böylece, biz daha önce hiç tecrübe etmediğimiz bir tecrübeye sahib olabiliriz. Sonuçta, Heidegger Varlığın Hakikatim anlamada "Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalesi ile yeni bir yol açar. Bu makaleden sonra, Heidegger, Varlığın hakikatim sanat ve sanat eserlerinde arar. Düşünüş biçimi şiirsel olurken Varlığın Hakikati şiirsel düşünce ile kavranılmaya çalışılır. Başka bir söyleyişle, o, artık Varlığın Hakikati ve hakikatin özü hakkındaki düşünüş yolunda şiirsel dilin deneyimi ile konuşmak ister.
Bu yeni düşünce ışığı altoda, Heidegger Hölderlin'in kutsal (holy) olarak gördüğü ve algıladığı hakikati düşünür. Heidegger'e göre, Hölderlin yeni ve diğer başlangıca aittir. Çünkü o, kutsalın anlamını ve ne olduğunu şiirlerinde yaşamıştır. Bu nedenle, hakikat, tarihsel Da-sein' in temelini oluşturan kutsalın deneyimidir. Yalnızca Hölderlin, hakikati Varlığın açıklığı olarak görebildiğini öne süren Heidegger, Hölderlin gibi düşünürler için şunları düşünür: Şair, ne zaman doğaya cevap verirse, o zaman bir şairdir. İşte, Hölderlin doğanın (Varlığın) tüm zamanlardan ve çağlardan eski ve önsel olduğunu görmüştür. Varlığın (doğanın) bu özelliği bir aletheia, bir kutsal, bir açıklık olarak hakikattir. Sonuçta, Heidegger hakikatin bu yeni anlamını, Hölderlin'in şiirlerinde bulur.
Heidegger için, "özgürlük doğruluğun içsel olanaklılığın temelidir çünkü özgürlük kendi özünü gerçek hakikatin eşsizliğindeki çok orjinal ilkesinden almaktadır.
"Özgürlük, bir şey için bir tür açıklık olarak anlaşılmalıdır. Bunun için, özgürlük, açık bir alanda açık olanın ne olduğunu ve varlıkları varlıkların kendisi olarak verendir. Özgürlük, kendisini varlıklar-olma-hali olarak açığa vurur. (Freedom reveals itself as letting beings be.) Her ne kadar "varlıkların-varlık-olma" ifadesi olumsuz alınabilirse de, Heidegger bunu olumsuz anlamda almaz. Heidegger için, "varlık-olmak kendisinin varlıklarla birlikte olmasıyla ortaya çıkar... varlık-olmak - yani, açık alanda varlıkların kendisiyle birlikteliğiyle ortaya çıkmasıyla oluşan anlamlardaki varlıklar gibi varlık-olmaktır...."
Burada Heidegger, Yunan terimi "Aletheia". Yunanlar için, aletheia, açık alan (open region) anlamındadır. Yani o, doğrudan ve hakikattan çok, açıklık, gizli olmayan, ve üstü açık olan anlamına gelmektedir. Bu bağlantı yalnızca literal anlamda değil, aynı zamanda bir önermenin doğruluğunda sıradan ve olağan doğru kavramıyla ilgili bir gizemde içermektedir.
Heidegger için, varlıkların-varlık-olması ya da ortaya-meydana gelmesi, kendisini varlıklar içinde kaybetmesi anlamına gelmez. Fakat, meydana gelmek varlıkların nasıl ve ne olduklanyla ilişkisi sonucu kendi kendilerini açığa vuran bir geri çekilmedir. Bundan dolayı, bu varlık-olma-îzni, özgürlük, aslında ortaya çıkmak ve var-olmâktır veya var-oluştur. (exposing and ek-sistent) Bu anlamda, hakikatin özü, özgürlüğün özü, varlıkların açıklığında kendini ortaya koymakla açığa çıkar.
Bu nedenle Heidegger özgürlüğün, sağ duyunun tanımladığı anlamda olumlu ya da olumsuz olmadığını ileri sürerek, özgürlüğün tüm sağ duyu tanımlarından öncel bir anlamda ve Varlığın varlık olarak açıklığındaki var-oluş şeklî olduğunu kabul eder. Kısaca, özgürlüğün kendisi, varlığın Varlık olarak saklandığı yerden üstünü açtığı anda öncel bir biçimde kendisini kendi olarak var-oluşudur.
Heidegger, var-oluş kavramının ne olduğunu, daha doğrusu bu kavramdan kendisinin ne anladığını açıklama gereğini duyar. Ona göre, existence-var-oluş, geleneksel felsefenin anladığı anlamlarda yani önümüzde-hazır-olan (present-at-hand) ve tek tek nesnelere ait olan (existentiel) anlamlarına gelmez. Onun için, özgürlük olarak hakikatta temel olan eksistent varlığın-Varlık-olarak açıklığındaki ortaya çıkıştır.
Heidegger, varlıkların açıklığından, insan var-oluşuna (eksistent) bir bağlantı yaparak, batı felsefesinin ilk düşünürlerinin Varlığın açıklığını "physis-natura" olarak anladıklarını öne sürer. Böylece, ona göre, tarih Varlığın açıklığının sorgulanmasıyla başlar. Başka bir deyişle, "özgürlük, var-oluş (ek-sistent), belirgin Da-sein (disclosive Da-sein), insanı içerir ve kapsar... Yalnızca insanın var-oluşu tarihseldir. Doğanın tarihi yoktur."
Heidegger için, insanın tarihi Varlıkların açıklığının tarihidir. '(The history of man is the history of unconcealment of Beings.) Tarih, yalnızca Varlığın tarihidir. Sonuçta, varlıklar-olma-izni anlamında özgürlük, varlığın açıklığı olarak anlaşılan hakikatin özünü ifade eder. Bu yüzden, hakikat, doğru önermenin bir özelliği olamaz. Kısaca hakikat, Varlığın açıklığıdır.
Eğer özgürlük insanın bir mülkü ya da ona ait değilse, hakikat-doğru olmayan nasıl insanla ilgili olabilir? Heidegger, hakikat ve hakikat olmayanın Varlıkta olduğunu ve bu durumun birbiriyle çelişkili olmadığını öne sürer. Burada şu soru sorulabilinir: Hakikat olmayan (untruth) nasıl olurda hakikatin özü olan özgürlükle ilişkili olabilir? Başka bir deyişle, hakikat olmayan, hakikatin özüyle ilişkisi mutlaka açıklanmalıdır.
Bu soruyu açıkamak için, hakikatin özü kadar hakikat olmayanın özü de açıklanmalıdır. Doğru olmayımn özünü geniş bir biçimde açıklamının tek yolu hakikatin özüdür: Özgürlük. Hakikatin özü kendini özgürlük, var-oluş, varlıklar-olma-hali, ve Varlıkların açıklığı olarak açarak ortaya koyar. Buna ilaveten, varlıklar-olma-hali ahenklilik ve düzenliliktir (atuning). Diğer bir yandan ise, olma-hali içsel ve aynı zamanda bir gizlilik, örtülülük, ve kapalı olma halidir. Eğer hakikat, Varlığın açıklığı ise, gizlilik (concealment) hakikat olmayandır diyen Heidegger, hakikat olmayanın ne olduğunu şu tümcelerle açıklar:
"Açıklık ve gizli olmayan olarak algılanan hakikatla ilişkili bir anlamda düşünüldüğü zaman, gizlilik, bir tür açık olmama ve bundan dolayıda hakikat olmayan, hakikatin özüne en çok uygun olandır...Bir bütün olarak varlıkların gizliliği, hakikat omayanlar, bu ya da şu varlığın her tür açıklığından daha eskidir. Açık olanın içinde olan açık olmayan ve gizliliğe doğru kendini yönelten olma-hali'nden bile daha eskidir."
Böylece, gizlilik ve açık olmayan ontolojiksel olarak açıklıktan daha önceldir. Başka bir deyişle, varlık-olma-hali kendi yerini gizli olanda bulur. Eğer gizli olma, açık olana göre öncel ise, Da-sein'in her bir anında gelip giderek ortaya çıkan özgürlüğü göre de önceldir. Heidegger Da-sein'in bu davranış biçimine gizemli (mystery) adını verir. Bu gizemlilik, yalnızca bireysel varlıklara ait değil, aynı zamanda bütün Da-sein'lara aittir. Bu ilkel gizem, hakikat olmayan ve insanın Da-sein'ni yani var-oluşunu (ek-sistent) belirler.
Heidegger' e göre, hakikat olmayanın (gizli olanın), hakikat (açıklık) üzerinde kesin bir öncelliği vardır. Her ne kadar hakikat olmayanın gizemliliği unutuldu ise de, gizem kaybolmadı. O, daima insanı belirler. Heidegger bu düşüncelerini şu tümcelerle açıklar:
"Fakat Da-sein'in unutulmuş gizemi, unutulmakla ortadan kalkmadı: Hatta unutulmuşluk, özgün bir andaki unutulanın kaybolmasına araç oldu."
Heidegger için, yalnızca bir yol olanaklıdır. O da, tüm şeyleri kapsıyan gizemi ortaya çıkarmak ve yeniden anımsamaktır. Heidegger şöyle devam eder: "böylece devamlılık, yalnızca Da-sein'in var-oluşunda değil aynı zamanda ısrarı (in-sist) ile doğurduğu kendi isteksiz desteğinde de ortaya çıkar." Bunlara ilaveten, "insanın gizemden, mevcut elde var olana, şu anda olan bir şeyden daha sonrakine, ve buradanda gizemliye bağlantısı, bir yanlışa düşmek (erring) ve hatalı olmaktır."
Heidegger gizli olanın unutulmuşluğunu yanlışlık (errancy) olarak adlandırır. Yanlışlık, burada ne anlama gelmektedir? "Yanlışlık, ısrarlı var-oluşun kendini unutması ve devamlı olarak kendisini yeniden yanlış yonımlamasıyla ortaya çıkan bir değişimle oluşan özgür bir alandır."
Errancy (yanlışlık), insanın tüm yaşamı boyunca yaptığı bütün yanlışlarla temellenmektedir. Yanlış yorumlama, hakikatin önsel özünün esasıdır. Her ne kadar insan, yanlış yapsada, Heidegger inanırki "insan, yanlışlığın kendisini tecrübe ederek, Da-sein'in gizemli yanlış yapmasında değii de, kendisinin yanlış yola düşmesine izin vermeden kendi var-oluşunun olanaklı düzenliliğine yükselebilir."
Bunlardan başka, yanlışa düşmek, gizemliliğin kaynağı olması kadar tutarlı Dasein'in gizemden uzaklaşıp zorunlu bir şekilde varlığa bağlanmasıdır da. Hakikat-olmayan, hem yanlışa düşmek hem de gizemliliktir. Böylece, yanlışa düşmek ve gizemlilik insan yaşamım belirliyen niteliklerdir. Kısaca, yanlış ve üstü örtüklük, hakikatin önsel özüne aittir.
Birisi, insan için değişken ve geçici olan hakikat içinde gizemliden ve yanlıştan nasıl sakınılması gerektiğini sorabilir. Ne zaman insan yanlışı ve gizemli olanın kendisini tecrübe ederse, o zaman, insan yanlışı ve gizemli olanı red etme gücüne sahip olabilir diyen Heidegger, sakınma ve kurtulma yanlışı ortaya çıkarır ve yeniden anımsanmasını sağlama olanağım verdiğini ileri sürer; böylece, insan yanlışın kendisini yanlış olarak algılıyabilir. Sonuçta, özgür ve tutarlı yaşamında insan, yanlışı ve gizli olanı bilir ve tanır.
IV
Şimdiye kadar geleneksel doğruluk tanımı ve Heidegger'in doğrudan ne anladığı açıklanıp tartışıldı. Şimdi ise, Heidegger'in kendi makalesinde yaptığı gibi, bizde bir sonuca ulaşmak istiyoruz. Bu sonuç bize açık bir şekilde "felsefe ve doğru" ve "Varlık ve doğru" aralarındaki ilişkiyi gözler önüne serecektir.
Heidegger'e göre, hakikatin özünü irdeleme ve yeniden yorumlama sırasında, felsefenin en temel ve merkez konusuna vardık. Diğer bir deyişle, Platon'dan beri sorulmasına rağmen, hakikatin özü sorusu bizi Varlığın hakikatinin ne olduğu sorusuna götürdü. "Böyle bir önsel soru olan Varlığı düşünmek Platon'da "felsefeye", sonrakilerde "metafiziğe" kaynak oluşturdu", diye düşünen Heidegger, şunları bu düşüncelerine katar: Felsefe kadar, sağ duyuda felsefenin ve düşüncenin başlangıcında yer aldı. Heidegger için, felsefe, sağ duyudan ayrılmalıdır.
"Felsefî düşünme, özellikle gizlinin etkisinde olmayan, fakat kendi öz hakikatında ve anlamanın açık bölgesinde kendi değişmeyen özünü istiyen tek kararlı açıklıktır."
Bunlardan başka, Heidegger, Kantcı felsefe anlayişyla bir bağlantı kurarak, Kant'in felsefesinin kendi temel metafizik prensipleri üzerinde oturduğunu söyler. Batı felsefelerinin tersine, Heidegger felsefeyi onun önsel konumunda ele almak ister. Felsefe, varlıklar yerine Varlık'la ilgilenmesi gerektiğini ifade eden Heidegger, düşüncelerini şu tümcelerle sürdürür:
"Felsefe, öz kavramımda Varlığı irdeler.. Hakikatin özünün, soyut bir evrenselin içeriğinden boş bir genelleme olmadığını göstermek istiyoruz, fakat yine de gizem, uzun bir süre boyunca alıştığımız düşünce biçimi olan bir bütün olarak Varlığın özünün (Being-what) "anlamının" tarihteki belirginliği eşsizdir,"
Heidegger için, hakikatin özü sorusu, özün doğruluğu ve hakikati sorusu üzerinde temellenmiştir. Hakikatin Özü maddesel bir biçimde anlaşılırken, özün hakikati sözsel anlaşıldı. Bu anlamda, "hakikat, Varlığın temel karakteri olarak aydınlatan bir sığınaklar."
Burada aydınlatan sığınak, aslında Varlık ve Bilginin uygunluğu anlamındadır. Böylece, "hakikatin özü sorusuna verilen cevap, Varlığın tarihindeki değişik anlamlılıktır." Çünkü Varlık, gizemlinin ışığından daha önseldir; bu yüzden, aydınlamının ismine açıklık yanı Aletheia denilmiştir.
Heidegger'e göre, diğer teoriler, tutarlılık ve karşılıklılık teorileri, tamamen ne doğru ne de yanlıştır. Onlar, hakikat hakkında bazı önemli ve doğru noktalara sahipler. Fakat onlar, hakikatin özünü bulmak için yeterli değillerdir. O zaman, hakikatin özü nedir? Heidegger, hakikatin özünü öncellikle Da-sein'ın açıklığında, özgürlükte, ve var-oluşta bulur. Buna karşılık, önceflikle hakikatin özünün bu anlamı, Varlığa Varlık olarak bağlantılıdır. Bu yüzden, bu bir son nokta değil, fakat düşüncemizin başlangıcıdır.
"Hakikatin Özü Üzerine" adlı makale ile Heidegger, yeni bir düşünüş alanına geçer. Varlık ve Zaman' dan sonra, Heidegger bu makaleyi 1930' da yazdı. Varlık ve Zaman' da hakikatin özü sorusunun çok iyi geliştirilip yorumlanamadığını düşünen Heidegger, bu irdelemeyi bu makalede yaparak hakikatin özü ve Varlığın hakikati sorularına yeni olanaklar alanı açmayı başarır.
Bu yeni görüş, aslında yeni bir gelenek olarak batı metafiziğinin arkasında yatmaktadır. Biz buna, batı metafiziğinde tarihsel alın yazgısının hakikati adını veriyoruz; böylece, biz daha önce hiç tecrübe etmediğimiz bir tecrübeye sahib olabiliriz. Sonuçta, Heidegger Varlığın Hakikatim anlamada "Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalesi ile yeni bir yol açar. Bu makaleden sonra, Heidegger, Varlığın hakikatim sanat ve sanat eserlerinde arar. Düşünüş biçimi şiirsel olurken Varlığın Hakikati şiirsel düşünce ile kavranılmaya çalışılır. Başka bir söyleyişle, o, artık Varlığın Hakikati ve hakikatin özü hakkındaki düşünüş yolunda şiirsel dilin deneyimi ile konuşmak ister.
Bu yeni düşünce ışığı altoda, Heidegger Hölderlin'in kutsal (holy) olarak gördüğü ve algıladığı hakikati düşünür. Heidegger'e göre, Hölderlin yeni ve diğer başlangıca aittir. Çünkü o, kutsalın anlamını ve ne olduğunu şiirlerinde yaşamıştır. Bu nedenle, hakikat, tarihsel Da-sein' in temelini oluşturan kutsalın deneyimidir. Yalnızca Hölderlin, hakikati Varlığın açıklığı olarak görebildiğini öne süren Heidegger, Hölderlin gibi düşünürler için şunları düşünür: Şair, ne zaman doğaya cevap verirse, o zaman bir şairdir. İşte, Hölderlin doğanın (Varlığın) tüm zamanlardan ve çağlardan eski ve önsel olduğunu görmüştür. Varlığın (doğanın) bu özelliği bir aletheia, bir kutsal, bir açıklık olarak hakikattir. Sonuçta, Heidegger hakikatin bu yeni anlamını, Hölderlin'in şiirlerinde bulur.