NİETZSCHE'DE HAKİKAT VE PERSPEKTİVİZM (... devamı )

Nietzsche, hakikatin metaforlardan, insanbiçimciliklerden oluşan gezici bir ordu olduğunu söylemektedir. Kısacası hakikat, "şiir ve belagat yoluyla yoğunlaştırılmış, aktarılmış, süslenmiş olan ve uzunca bir süre kullanıldıktan sonra herkese fazlasıyla sabit, kural koyucu ve bağlayıcı gelmeye başlayan insan ilişkilerinin bir toplamıdır; hakikatler yanılsama oldukları unutulmuş olan yanılsamalardır; aşınıp duyumsal güçlerini yitirmiş oîan metaforlardır; üzerlerindeki resimler silinmiş olan ve artık para olarak değil sadece metal olarak bir işe yarayan paralardır."

Nietzsche, "hakikat istemi"nin insanları henüz görünürde hiç sonu gelmeyen sayısız soru sormaya kışkırttığını söylemektedir. Bu sorular arasında, özellikle hakikat istemine ilişkin sorular da bulunmaktadır: Bize soru soran kim gerçekten? Nedir bu içimizde hakikati isteyen? Aslında bu istemin kökeni sorusunun önünde uzun süre bekledik -ta ki daha da temel bir soru karşısında bekleyinceye dek. Bu istemin değeri hakkında sorular sorup durduk. Hadi hakikati istiyoruz diyelim: Peki neden yalanı değil? Ya da belirsizliği? Hatta bilgisizliği? Ancak bu sorulan sormak bile kaçınılmaz olarak, bunlara ilişkin konuları doğru anlamaya yönelik bir çabadır ve bu nedenle bizzat bu sorular da doğrudan, hakkında şüphe uyandırdıkları hakikat istemi tarafından harekete geçirilirler. Dolayısıyla, Nietzsche'nin de farkında olduğu gibi, değerini ve nihai meşruluğunu sorgulayanlar bile hakikat arayışından vazgeçemezler.

Nietzsche'nin hakikate ilişkin görüşlerini perspektivizm konusundaki düşüncelerinden ayırma olanağı yoktur. Perspektivizm, Nietzsche'nin savunduğu ve yapıtlarında çokça tartıştığı bir görüş olmasından dolayı, Nietzsche'nin herhangi bir durum, nesne veya eyleme ilişkin yapmış olduğu yorumun yöneldiği nesnesinin bir parçasıdır. Ama Nietzsche'nin perspektivizm görüşü çeşitli sorunları da beraberinde getirmektedir. Benliğe, ahlâka ve tarihe ilişkin yapılan yorumların sadece birer yorum olduklarını ve bu konudaki görüşlerinin doğru olduğunu kabul ediyorsa Nietzsche, bu durum "bütün görüşler yalnızca bir yorumdur" anlayışıyla bağdaşmaz herhalde. Diğer taraftan Nietzsche, eğer görüşlerinin doğru olmadığını düşünüyorsa o zaman niçin her şeyden önce bu görüşleri ortaya koyma ve savunma gereği duyuyor? Bir başka sorun da, perspektivizmin savunduğu gibi, herhangi bir durum veya olaya ilişkin -ki bu durum ve olaylar bağımsız olarak kendi başlarına bulunmadıkları için- yapılan yorumların birbirleriyle kıyaslanma olanaklarının olmamasıdır. Ayrıca bu yorumların hatta Nietzsche'nin yapmış olduğu yorumların yöneldiği nesne veya nesnelerin ne olduğu sorunu da aydınlatılmamış bir şekilde kalmaktadır. Eğer yapılan her yorum kendi olgusunu yaratıyorsa bu durumda herhangi bir yorumun doğru olup olmadığına karar verme olanağı da yok gibi görünmektedir. Diğer yandan yorumlanacak bir olgunun olmaması aynı zamanda süje tarafından gerçekleştirilen ve adına yorum denilen çabanın kendisim de şüpheli kılacaktır.

Nietzsche, dünyaya genelde bir sanat yapıtıymış gibi, özelde ise edebi bir metinmiş gibi bakmaktadır. Dünyaya yönelik farklı bakış açılan, farklı ilgiler ve değerlerden hareketle ve farklı ilgiler ve değerler sergileyerek, farklı guruplaşmalarla sonuçlanmakta ve dolayısıyla farklı nesneler ortaya çıkarmaktadır. Bütün bu farklı guruplaşmaların temelde dayanacakları veya kendilerinden hareketle eylemde bulunabilecekleri değerler kümesi olmadığı için; bu yorumlardan hangilerinin şeylerin doğasını daha tam ya da daha doğru ifade ettiklerinin garantisi yoktur. Hatta böylesi bir soruya kesin bir yanıt verebilme olanağı hiç yoktur. Çünkü yorum, Nietzsche'ye göre çeşitli bakış açılarının değer bağımlılığım ortaya çıkarır. Olgular olarak kabul edilen şeylerin, unutulmuş değerler ve yorumların ürünü olduklarını ortaya çıkaran da yorumdur. Nehamas'ın ifade ettiği gibi Nietzsche'nin düşünme biçimini onun yazma biçiminden ayıramayız ve onun üslûbuna alışmak da onu anlamaya bir şekilde temel oluşturmaktadır. Nietzsche'nin üslûbuna ilişkin temel tartışmaların onun aforizma kullanımının dikkatleri üzerine çekmesiyle başlamıştır. Ancak Walter Kaufmann, aforizmaların parçalı mahiyetinden rahatsız olmasına karşın; aforizmaları Nietzsche'nin yazma biçiminin ya da yazı stilinin merkezine yerleştirmektedir.

Kaufmann, Nietzsche'nin aforizmalannm nihayetinde bir bütünlük arzettiğini ve onların arka planında bütünlüklü bir felsefenin yattığını göstermeye çalışmaktadır. Kaufmann, bu çabasını haklı kılabilmek için aforizmaya dayanan üslûbu, Nietzsche'nin sistem kurmaya karşı çıkan felsefî temelli itirazlarının ve yanıtlar vermek yerine sorular ortaya atmaya yönelik tercihinin dışa vurumu olarak yorumlar. Kaufmann, Nietzsche'yi Platon gibi bir sistem düşünürü olarak değil, fakat bir problem düşünürü olarak görmektedir. Kaufmann'a göre Nietzsche, decadence üslûbunu, kendisinin Nietzsche'nin "deneyselliği" adını verdiği şeyin hizmetine sokarak bu üslûbun sınırlarını aşmaktadır. Temelde "yeni kanıtları kabul etmek ve gerektiğinde önceki konumları terk etme yönündeki iyi niyeti" içeren bir tutumdur bu. Bunun için her aforizma Kaufmann'a göre bir deneydir.

Kaufmann'in çabası, Nietzsche'nin aforizmalarının arkasında öğretiye olmasa da en azından, Nietzsche'nin yöntem ve tutumuna ilişkin temel sağlayıcı bir bütünlük bulma çabasıdır. Derrida ise, fragman kavramının bizzat parçalanmışlığı totalleştirici bir tamamlamaya başvuru olduğundan, artık yeterli olmadığını ve herhangi bir şeyi fragman olarak yorumlamanın aynı zamanda bu fragmanın ait olduğu bütünün göz önüne getirilmesi anlamına geldiğini öne sürer. Ancak Derrida'ya göre Nietzsche'nin metinsel fragmanları, aslında bir bağlamı olmayan ve yorumlanacak olduklarında başvurulmak zorunda olunan bütünden kopuk cümlelerdir. Derrida, fragmanların bir bağlamdan yoksun oldukları için üslûptan da yoksun olduklarını; çünkü üslûbun, dilin parçalan arasındaki birbirleriyle olan karşılıklı ilişkilerinin varoluşuna bağlı olduğunu, iç bağlantı içinde bulundukları sürece de kendi anladığı anlamda fragman olamayacaklarını iddia etmektedir. Bu nedenle Derrida, bir fragmanı oluşturan terimlerin anlamı bilindiğinde bile bu fragmanın yorumlanamayacağı sonucuna ulaşmaktadır.

Aforizma, yüzeysel bir şekilde bakıldığında, Nietzsche'nin üslûplarının en çarpıcısı olabilir, ama birçoğu arasında yalnızca tek bir üslûptur. Nietzsche'nin üslûpları çok geniş bir çeşitlilik göstermektedir. Onun bu üslûp çoğulculuğu, kendisinin perpektivizminin bir başka yönünü oluşturmaktadır. Nietzsche'nin üslûp çoğulculuğu Kaufmann tarafından aforizmalara ilişkin görüşüyle ilişkilendirilerek açıklanmaya çalışılmıştır, çünkü, Kaufmann, bu tür bir yazma biçimini Nietzsche'nin üslûbunun özü olarak düşünmektedir. Kaufmann'a göre, aforizmalann tıpkı kavramlar ve fikirlerin ötesinde bizzat nesneleri ele geçirmeyi amaçlayan "deneyler" olması gibi, Nietzsche'nin çeşitli üslûpları da, nesneleri farklı şekillerde bütünüyle doğru anlamaya yönelik aynı çabanın parçalarıdır. Nietzsche, kesinlikle vazgeçmediği mükemmel bir ifade aracı bulma uğraşında neredeyse irade dışı bir şekilde üslûptan üslûba sürüklenir. Her üslûp, tipik bir biçimde Nietzsche'nin kendisine özgüdür, ama o çok geçmeden bir üslûbu yetersiz bulur ve bu, onu başka bir yeni üslûp bulma amacına iter. Yine de tüm deneyler birbirleriyle tutarlıdırlar, çünkü değişken bir doğaya sahip değillerdir. Sonuçta bu deneylerin oluşturduğu birliğin varoluşsal olduğu söylenebilir. Nietzsche'nin bu üslûp çoğulculuğundan hareketle her şeyi olduğu gibi dile getirecek olan tek bir "uygun ifade aracına ulaşabileceği şeklinde bir sonuca varmamak gerekir. Çünkü Nietzsche, "...isteyerek ifade araçlarımızı değiştiremeyiz. Onların, hangi oranda sırf işaretler olduklarını anlamak mümkündür. Uygun bir ifade tarzı (mode) talep etmek saçmadır..." demektedir. Aslında, Nietzsche'nin bu derece çeşitlilik gösteren yazma tarzları, ".. . tam olarak olgular yoktur, sadece yorumlar vardır." görüşüyle bağlantılıdır. Nietzsche, bir düşünür olarak varlığını tamamen unutulmaz kılmak için ve kendi görüşlerinin zorunlu olarak kendisinden türediği gerçeğinin okuyucuları tarafından göz ardı edilmesini önlemek için üslûpları değiştirme yoluna başvurmaktadır. Kendisinin veya başkalarının düşüncelerinin dile getirilebileceği tek, tarafsız hiçbir dil bulunmadığını gösterebilmek amacıyla birçok üslûba dayanır. Nietzsche'nin sürekli üslûba dayalı olan varlığı, teorilerin ifade edildikleri yazma biçimi kadar çeşitli ve kendine özgü olduklarını göstermektedir.

Nietzsche'ye göre yorumlama, kişisel ve yaratıcılık gerektiren bir iştir. Yorumu yorumlayıcıdan bağımsız düşünme olanağı yoktur. "Birey, yeni şeyler yaratan, tamamen yeni olan bir şeydir, mutlak olandır, bütün eylemleri onun kendisinindir. Sonunda, birey kendi eylemlerinin değerini kendinden türetir; çünkü miras aldığı sözcükleri bile oldukça bireysel bir biçimde yorumlamak zorundadır. Bir formül yaratmasa bile onun bir formül hakkındaki yorumu en azından kişiseldir: Bir yorumcu olarak o yine de yaratıcıdır."

Nietzsche'nin üslûbu perspektivizmini, metinlerinin birçok olası görüş açısından sadece birini sunduğu görüşünü vurgulamaktadır. Ancak bu görüş Nehamas'm da dile getirdiği gibi; okuyucularına belli türde bir kişi ve tam da bu görüşün kendisinde belirginleştiği bir hayat tarzı dayatır. Perspektivizmin kendisini kavrama süreci içerisine girdiğimizde, onun göreciliğe eşdeğer olmadığını görürüz. Ancak perspektivizm, belirli herhangi bir bakış açısının, kendisini kabullenenlere, başka bakış açılarının hepsininkinden, gerçekten olduğu haliyle dünyaya ilişkin daha iyi ve onu daha tam olarak dile getirebilecek olan bir betimleme sunma anlamında daha üstün bir özelliğe sahip olamayacağını ima etmektedir. Bazı perspektifler, ilişkin oldukları olgu ya da durumu diğerlerine oranla, daha uygun ve daha tam olarak ifade edebileceklerinden dolayı, daha iyi olabilirler veya daha iyi oldukları kanıtlanabilir. Ama tümü arasında en iyi olan bir perspektif, sonuçta bir perspektif değildir, Perspektivizm ayrıca, insanların bakış açılarının çoğunun, ortak nesnelerinin bütünleştirilmiş bir özet betimlemesi halinde düz bir şekilde birleştirilemeyeceklerini ima etmektedir.

Aslında perspektivizm, bizim bakış açılarımızın tümünün, tek bir nesneye yönelmiş olduğunu da yadsımaktadır. Doğal olarak farklı bakış açılan, farklı nesne ve olguların onaya çıkmasına neden olacağı için, tek bir nesne ve tek bir olgunun varlığından da söz edilemez. "Bilgi elde etme düzeneğimizin bilgi için düzenlenmediğini" söyleyen Nietzsche, geleneksel olarak bilgi diye sahip olduğumuz her şeyi reddeder ve bilginin kendi doğasında nesnesiyle bir bağıntı içerdiğini ifade eder. Bu bağıntının birtakım özgül değerleri, çıkarları ve amaçlan öngerektirdiğini vurgular.

Nietzsche, nesnelliğin çıkar veya çeşitli ilgilerden bağımsız, "bilgi için bilgi" anlayışına dayanmadığını savunur ve bakma, görme ve bilmenin perspektife dayalı edimler olduğunu düşünür: "Bundan böyle, sevgili filozofların, 'saf, istemesiz, zaman akışı içinde olmayan bilgi öznesi' ileri süren tehlikeli eski kavramsal uydurmacalara karşı koruyalım kendimizi; saf akıl, mutlak tinsellik, kendi başına bilgi gibi çelişkili kavramların tuzağına karşı koruyalım-onlar hep tümüyle düşünülemez bir göz düşünmemizi beklerler bizden, belli bir yöne yönelmemiş, etkin ve yorumlayıcı kuvvetlere engel olan bir göz, görmenin bir şeyi görmek olduğunu fark etmemiş, saçma ve kavranamaz bir göz beklerler. Oysa, yalnızca belli bir açıdan görme vardır, yalnızca belli bir açıdan bilme; bir şeyin üzerinde ne denli etkili konuşmamıza izin verilirse, o denli çok gözlere, farklı gözlere gerek vardır; o denli araştırdığımız nesnenin içine girip, kavramamızı nesnel kılarız."

Perspektivizm, herhangi bir faaliyette bulunabilmek için kendimizde zorunlu olarak bir malzeme seçkisini barındırmamız gerektiğini ve bu seçkinin olabildiğince fazlasını değerlendirmelerimizden dışlamamız gerektiğini salık verir. Ancak, dünyaya ilişkin perspektival yaklaşımlar, Nietzsche'ye göre, birbirinden tamamen kopuk olarak düşünülmemelidir. Çün-kü dünyaya ilişkin her yaklaşım, kendi kendisini düzeltebilirce kapasitesine sahiptir ve birçoğu da yeni birçok malzemeyi kendi bünyesine alabilir, hatta daha kapsamlı pratik ve sorgulama sistemleri oluşturabilmek için diğer yaklaşımlarla birleşebilir ve onlarla işbirliği yapabilir. Bütün bunların yanı sıra, olanaksız olan durum ise, varolan malzemenin "tümünü" tek bir yaklaşımda bütünleştirmek ya da olası büıün bakış açılarına sahip olunabileceği iddiasıdır. Oysa böyle bir bakış açısı, yorumların çoğulluğunu bir tek yorum altına alarak, düşüncenin tekilleşmesine ve hatta dünyaya ilişkin çeşitli yorumların önüne engel çıkararak herhangi bir yorumun sonucunun zorunlu olarak hakikatmiş gibi kabul edilmesine yol açacağından Nietzsche'nin kabul edemeyeceği bir bakış açısıdır. Yine de burada bir dikotomik durumla karşı karşıya kalındığının göz önünde bulundurulması gerekir. Çünkü hem Nietzsche'nin ortaya koyduğu görüşler ve hem de onların tersini dile getiren görüşlerin her biri birer yorumdan, farklı perspektiflerden ibarettir. Bu farklı bakış açıları ve değişik perspektifler, birbirine indirgenemeyecek, hatta birbirlerine aykırı olabilecek hakikatleri yaratacaktır. Yorumların çokluğuna bağlı olarak hakikate ilişkin görüşler ve bir tek hakikat değil hakikatler ortaya çıkacaktır.

1 Yorum

1 Aralık 2015 16:18  

bu da senin bir yorumun kaardeşim :)

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP