SORU-YANIT MANTIĞI, USLAMLAMA VE USSALLIK

Erdal CENGİZ

Felsefe etkinliğinin bir yöntemi olarak ortaya konulan sorgulama yöntemi, günlük yaşamdan değişik bilgi alanlarına dek her etkinlik için uygun bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Sorgulama ya da soru yanıt yöntemi olarak da adlandırılan yöntemin en önemli özelliği, yalnızca birinin belirli bir zamanda ortaya koyduğu bilginin tartışılması değil bilgi arama sürecinin bütün aşamalarının incelenmesidir. Bu sorgulama sürecinde çeşitli uslamlamalar yapılır, bu uslamlamalar temellendirilir ya da kanıtlandırılır. Süreç sorunun ortaya atılmasıyla başlar. Soru da belirli Önsayıltılar oluşturulduktan sonra sorulabilir. Sorgulama sürecinin ussallığı, sürecin yarattığı dilsel deyimlerin bütünüyle ilgilidir. Ussallık en genel anlamıyla dilsel deyimlerin doğruluk ölçütü olarak bilgiye yüklenilmiş bir niteliktir. Bir deyimin ussallığı, o deyimde içerilen bilginin güvenilirliğine dayanır. Bilgi de, nesnel dünya olarak adlandırılan şey hakkında yürütülen ve içerisinde bir sav barındıran uslamlama süreci sonunda ortaya çıkan üründür. Bilginin nesnel bilgi olduğu düşüncesi, uslamlama sürecinde, hem sürece etkin olarak katılanlar hem de dışarıda kalanlar için aynı anlamı taşıyan savlar ortaya konulmasi anlamını taşımaktadır. Uslamlama süreci, soru ve yanıt bütlünlüğünün oluşturduğu bir süreçtir. Doğruluk diye adlandırılan nitelik bu bütünlüğün bir özelliğidir. Bu anlamda bilgi, belirli sayıltıların ışığında soru sorma ve yanıtlama etkinliğidir. Bu bir anlamda yeni; bir anlamda da eski kökenine Sokratik diyaloglarda rastladığımız bilgi tanımını George Collingwood. Stephen Toulmin, Hans George Gadamer ve Jürgen Habermas'ın genel felsefi yaklaşımlarında da bulmaktayız.

Collingwood'un mantïk kuramı ve önsayıltılar kuramı, bu yeni bilgi anlayışının bir biçimidir. Ortaya kovduğuyeni bir mantık ve bir bilimsel araştırmadaki önsayıltıların önemi üzerine söyledikleri, bu bilgi anlayışının bir yansımasıdır. Collingwood'un soru ve yanıt mantığı, bilginin önermelerden, sözlerden ve yargılardan oluşmadığı, bilgi diye adlandırdığımız şeyin yalnızca bilgi etkinliğini ve hi linen şeyi kapsamadığını içerir. Collingwood bunu şöyle dile getirir:

Bir bilgi bütünü, ne 'önermelerden', cümlelerden', 'yargılardan': ne mantıkçıların düşünmenin savlayıcı edimlerini göstermek için kullandıkları adlardan, ne de bu edimlerde savlanmış şeylerden oluşur, çünkû burada sözü edilen yalnızca bilme etkinliği ve bilinen şeydir. Oysa ki sorularla birlikte düşünüldüğüne bunlar yalnızca yanıtlardır, ve yalnızca yanıtların peşinde koşuldugu ve soruların unutulduğu mantık yanlış bir mantıkdır.

Collingwood'un kuramı şu ana eksen üzerinde yürür; birinin söylediği her söz bir soruya yanıt olarak söylenmiştir. Bu anlamda, bilgi önsayıltıların ışığında soru sorma ve yanıtlama etkinliğidir. Kendimizde bulduğumuz her düşünce bir soruya yanıttır. Bir soruyu verilen özel bir yanıtın doğru ya da yanlış olduğu söylenemez; ancak soru ve yanıtın oluşturduğu bütünlüğünün doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılabilir. Bundan ötürü, aklımızda olan her düşünce gerçekte bir sorunun yanıtıdır. Doğruluk da sorular ve yanıtlarının oluşturduğu bütünlüğün birözelliğidir.

Soruya verilen bir yanıtın doğruluğu ya da yanlışlığı sözkonusu değildir; soru ve yanıt bütünlüğünün doğruluğu ya da yanlışlığı vardır. Soruya verilen yanıt, doğru ya da uygun yanıttır ama kendi içinde doğru ya da yanlış değildir.

Doğru olarak adlandırılan bir önermeden genellikle kasdedilen şeyin şunlar olduğunu anlıyorum:

a) önerme, kelimenin gerçek anlamıyla 'doğru' olan bir soru ve yanıt bütünlüğüne aittir,

b) bu bütünlük, içerisinde ûoerme belirli bir soruya verilmiş bir yanıtta;

c) soru, hepimizin anladığı türden, akla uygun ve anlaşılır bîr sorudur -sayma bir soru değildir, ya da benim kullandığım terimlerle 'ortaya çıkan' sorudur,

d) önerme de bu soruya verilen'uygun' yanıttır.

Kısaca söylemek gerekirse. Collingwood'a göre yalnızca soru ve yanıt bütünlüğü gerçek anlamda doğru olarak adlandırılabilir. Bu durumda, soru sormak bu soruyu ortaya çıkaran öndayanağını da mantıksal olarak içerir. Her önsayıltı soru ortaya çıkarmayabilir ya da ortaya çıkan soru sayısı farklilaşabilir. Bir dayanağın soru ortaya çıkarma kapasitesi o dayanağın mantıksal gücüne bağlıdır.

Araştırma sürecinde, bu üç unsur, yani soru. yanıt ve önsayıltı birlikte giderler; aynı yönde giden doğrusal bir seri oluştururlar. Sert son sorulan soruya verilen yanıtın yeni bir soru ortaya çıkaran bir önsayıltı oluşturması biçiminde ilerler. Bu tür bir serinin oluşumunda, yanıtı olan bir sorunun bulunması, olmadığında sorunun da ortaya çıkmadığı bir öndayanağın olduğu düşüncesine götürür bizi. Bu önsayıltı da, gerçekte, bir önceki soruya verilmiş olan yanıttır. Bu durumda araştırma sürecinin sonu olmayan bir süreçmiş gibi görülebilir. Collingwood'a göre her araştırma süreci bir terminus aquo'su vardır, bu son da. ne türden olursa olsun hiçbir sorunun yanıtı olmayan mutlak önsayıltılar kümesidir. Bu önsavıltılar kimi soruların önsayıltılandır ama hiçbir sorunun da yanıtı değillerdir. İlkece doğru ya da yanlış olma niteliğine sahip değillerdir, bu anlamda birer önerme de değillerdir. Collingwood, mutlak önsayıltıları göreceli önsayıltılarla kıyaslayarak şöyle açıklıyor:

Mutlak önsayıltılar, göreceli önsayıltılar gibi, sanılardan öte soruların önsayıltılarıdır: göreceli öıısayıltı bir soruyu onaya çıkarırken mutlak bir önsayılti birçok soruyu ortaya çıkarır.

Collingwood'un mutlak önsayıltılar olarak adlandırdığı başlangıç ilkelerinden sözetmesinin nedeni, araştırmada yeni bir sorunun ortaya çıkmasının nedenini bir önceki soruya verilen yanıtın olumlu olması ve süreci başlatan ilk sorunun da bir öndayanaği olması gerektiğidir; bu durumda, bu önsayıltı da bir önceki soruyu ortaya çıkaran başka bir öndayanağın yanıtı olan ve böylece hep bir sorunun öndayanaği olarak sonsuza kadar giden önsayıltılar zincirini kırmak içindir. Bundan ötürü, mutlak önsayıltılar hiçbir sorunun yanıtı ve doğruluk değeri taşıyan cümleler değildir. Sistemli her araştırmanın temeli olan mutlak önsayıltılar sorgulanamaz ve test edilemezler. Bu başlangıç ilkelerinin dışında kalan diğer bütün önsayıltılar görecelidirler. Her araştırma süreci, soru ve yanıtla ilerler; araştırmanın her sorusu bir önsayıltı içerir ve araştırmada her cümle araştırmanın bir sorusuna yanıt olarak ortaya konmuştur.

Collingwood'un soru ve yanıt mantığı bir biçimsel mantık kuramı değildir, felsefî düşünme mantığıdır. Biçimsel mantık değildir çünkü cümlelerin anlamsal özellikleri gözardı edilerek mantık ilişkileri içerisinde birbirleriyle biçimsel özelliklerinin araştırmasına başvurulmaz. Bunun yerine, cümlelerin anlamlarını doğru bir biçimde yorumlayabileceğimiz sürecin oluşumunu sorgular. Gerçekte, soru-ve-yanıt bütünlüğü bir model ya da bir yöntemdir. Bir soru ya da bilgi verici önermelerin oluşturduğu mantık sisteminin yöntemi de değildir; araştırma ya da düşünme sürecinin geçirdiği aşamaların bir modelidir.

Collingwood, bilgiyi doğru ve yanlış değerleri olan bir önermeler bütünü değil de soru sorma ve yanıtlama etkinliği olarak tanımlayarak, kuramını bir doğruluk kuramından öte bir araştırma yöntemi olarak ortaya koyar. Burada sözü edilen yöntem belirli bir sorudan ona verilecek yanıtın yalnızca çıkarsanması değil aynı zamanda bulunmasıdır da. Doğa bilimlerinde soru doğaya yöneltilmelidir; burada soru neyin uygun yanıt olarak sayılacağını da belirlemiştir. Bu soru yanıt formülü sorunun nasıl yanıtlanması gerektiğini söylemez, yalnızca neyin yapılmaya çalışıldığını anımsatır. Önümüze bir sorgulama yöntemi de sunmaz: yalnızca bir araştırma aşamasını betimler. Bu anlamda, bir mantık yönteminden öte bir yorumsama uğraşısıdır.

Toulmin soru ve yanıt etkinliğini uslamlama süreci içerisinde ele alır ve uslamlama sürecinin mantığını, temel işleyiş süreçlerine dayanan bir edimin ussallığının değertendirilmesiyle aynı şey olduğunu söyler. Ona göre uslamlamalar çok değişik amaçlara bağlı olarak ortaya konulmuşlardır ama her uslamlamada geçerli olan ilke, kesin bir iddianın savunulması için oluşturulmuş olmasıdır. Aslında, sözü edilen uslamlamalar doğrulayıcı nitelik taşıyan türde olanlardır. Bu da uslamlamanın genel işleviyle ilgili bir sorundur. Toulmin'e göre uslamlamanın işlevi, savunulan şeye yönelik yeni savlar üretme ve uslamlama süreci için doğru türde değerlendirmeler ile eleştiriler sunmaktır.

Toulmin, ussallığı uslamlama süreçlerinin bir ürünü olarak ortaya koyar. Her uslamlama süreci, olası; zorunlu; benzer gibi günlük terimlerin kullanıldığı değişik aşamalardan oluşmuştur. Yargılama sürecinde olduğu gibi bir aşamalar silsilesiyle kuşatılmıştır her uslamlama süreci. Bir yargılama sürecinde, baştaki iddiayı desteklemek amacıyla eldeki kanıtlara dayanan bir uslamlama süreci başlatılır; buradaki amaç iddiayı ussallık sınırları içerisinde haklandırmak ya da doğrulamaktır. Her zaman suçlama ya da iddianın açık bir biçimde dile getirildiği bir başlangıç aşaması olmalıdır; bunu izleyen bir sonraki aşama da suçlamanın ya da iddianın desteklenmesi için ortaya konan kanıtları içerir. Son aşamada bir hüküm verilir ve yargılama süreci bu hükmün duyurulmasıyla sona erer.

Aynı durum bütün uslamlama süreçlerinde yaşanır. Her ussal süreçte ilk aşama olasılıktır. Toulmin'e göre, herhangi bir tür sorunla uğraşırken, bir çok sayıda, farklı önerilerin gözönüne alındığı bir başlangıç durumu vardır. Bu aşama 'şöyle olabilir türünden bir öneriyle ortaya konulmuş 'çözüm' başlığı altındaki adaylan değerlendirme aşamasıdır. Başlangıç aşaması, uslamlama sürecinde verili soruya yönelik olası çözümlerle ya da çözüm olarak sunulan olası önerilen istenmesiyle özdeşleşmiştir. Bir sonraki aşama, sunulan tüm olası önerilerden birini kabul etme sürecidir. Burada olması gereken ya da zorunlu olarak öyle olduğunu dile getiren bir sonuçla karşılaşınz. Bu zorunluluğa, başlangıçta olasılıklar dizisi içerisinde belirtilen belirli bir takım önerileri eleyerek ulaşırız. Tartışmasız olarak kabul edilen öneri diğer öneriler arasından en olası olarak seçilmiş olandır.

Uslamlamaları benzer kılan şey belirli bir takım çıkarım kurallarının olduğu işleyiş biçimidir. Ussallığın değerlendirilmesi sürecinde bir uslamlamanın işleyişi ya da aşamaları bir mantıksal biçim; uslamlamanın içinde yürüdüğü bir işleyiş yöntemi olarak da söylenebilecek kimi mantıksal biçimler içerir.

Uslamlamalar belirli bir takım işleyiş kurallarına uygun olan adımlar zinciriyle yürütülmelidir. Ussallık değerlendirmesi zorunlu olarak bu işleyiş kurallanni içeren bir etkinliktir. İşleyiş kurallarının mantıksal biçimleri olması gerektiği düşüncesi bir ilişkiler yapısı içerisinde olması anlamındadır. Toulmin'e göre, bu ilişkiler yapısı uslamlamayı bir organizmaya benzetir. Hem bir anatomik yapısı vardır hem de fizyolojik bir yapısı vardır uslamlamanın Anatomik yapısı, uslamlamanın belirli kurallara göre işlediğini gösteren aşamalan belirtir: başlangıçdaki önermeden sonuç olarak sunulan önermeye kadar olan gelişmeyi gösteren aşamalar. Fizyolojik yapısı uslamlamanın mantıksal çatışıdır. Uslamlamada ileri sürülen sava yeterli kanıt sağlamak ya da haklandırmak çabası onun mantıksal çatısını -yani geçerlilik savlarının ortaya konulduğu uslamlamanın önermelerini- araştırmak fizyolojik yapısının anlaşılmasıdır. Ussallık, birbirinden ayrı düşünülemeyen bu yapıların birlikte uygunluğunun değerlendirilmesidir.

Gadamer'in yorumsamacı felsefesinde anlamanın diyalektik süreci diye adlandırdığı şey Colîingwood'un soru mantığına oldukça yakındır. Gadamer, bütün deneyimlerde gizli olarak varolan sorunun yapısını, soru sormaksızın deneyimin olmayacağı sözleriyle tanımlıyor. Ona göre soru sormak ileriye dönük açıklığı beraberinde getirir, yanı yeni sorulara götürmeyi ve böylece de yeni deneyimlere götürmeyi sağlar.

Soru sormak aynı zamanda neyin şimdi de açık olduğunu gösteren önsayıltıları da içerir. Gadamer'e göre sorusu olan ancak bilgi sahibi olabir. Soru-ve-yanit yorumsamacı anlamadaki rolü nedeniyle yorumsayıcı felsefede önemini bulur.

Gadamer'ın deyişiyle, "yorumlamanın nesnesi yapılmış tarihsel bir metin yorumlaması yorumlayıcının sorduğu soruyla bir bağ içerir. Bir metini anlama bu soruyu anlamaktır. " Gadamer'e göre insan bilimlerinin mantığı soru mantığıdır.

Collingwood'un soru ve yanıt kuramı da yorumsamacı felsefeye, bu anlamda, iki yönden hizmet eder. Birincisi, metinlerin anlaşılması; ikincisi de tarihsel geleneğin anlaşılmasıdır. Bir metini, ancak onun bir soruya yanıt olduğunu anladığımızda anlarız. Ama bu soru metinden çıkarılacağı için yanıtın uygunluğu sorunun yeniden oluşturulmasında yöntemsel Önsayıltıdır. Aynı sanat eserlerinin anlaşılması gibidir. Bir sanat eseri ancak onu sanatsal bir düşüncenin yeterli bir ifadesi olduğnu varsayarsak anlaşılabilir. Tarihin yöntemi de tarihsel geleneğe uygulanabilecek soru ve yanıt mantığını gerektiriyor. Tarihsel olayları ancak kişilerin uğraştığı tarihsel eylemlerin yanıtlarına yeniden oluşturulacak sorularla anlayabiliriz.

Gadamer'in bu metin çözümlemesi anlayışı Collingwood'un soru ve yanıt mantığında belirttiği yöntemsel anlayışın dışına taşar. Collingwood, metininde bir yanıt sunan yazarın sorusunun anlamıyla metinin kendi sunduğu sorunun anlamı arasında hiç bir ayınm yapmaz. Yani tarihsel metinin sunduğu felsefi soru ile tarihsel soru arasında bir ayrım koymamıştır Collinwood.

Gadamar'e göre eksik olan metinin yanıt olarak imgelediği soru ile gerçekten yanıt olan soru arasındaki ayrımın bulunmayışıdır. Eğer amaç metnin söylediğini aniarnaksa, metinin yazarının ne söylediğiyle metinin söylediği arasında bir fark yoktur. Çünkü yazarın düşüncelerinin yeniden oluşturulması bambaşka bir uğraştır.

Collingwood'un yorumsamacı felsefedeki yeri anlamanın soru ve yanıt bütünlüğü içerisinde gerçekleşebileceğim söylemesidir. Yanıtı olan bir sorunun anlaşılması anlamayı olanaklı kılar. Gadamer'e göre de bu türden anlama, metine bizim yüklediğimiz anlamla kendi anlamı arasındaki ayırımı ortadan kaldırır. Bunun yerine, metinin anlamı olabilecek bir yanıtın karşılığı olan sorunun yeniden oluşturulması kendi sorumlamamız içine girer. Çünkü metin gerçek bir soruya yanıt olarak anlaşılmalıdır.

Son olarak Habermas'ın ileşitim etkinliği, uslamlama ve geçerlilik savları arasındaki ilişki, bu genel ussallık anlaşının bir biçimi olarak anlaşilabilir. İletişim etkinliğinin ussallığını belirleyen şeyin uslamlama sürecinde ortaya çıkan geçerlilik savları olduğu belirtir Habermas. Günlük yaşamın iletişim pratiği içerisindeki ussallık, günlük akış içerisinde artık çözülemeyecek anlaşmazlıklar olduğunda, iletişim etkinliğini sürdürmeyi olanaklı kılan, bir başvuru mercii gibi işlev gören uslamlama etkinliğine yönelir.

Habermas'a göre içiçe geçmiş evrensel savları belirten iletişimsel ussallığı, katılımcıların birbiriyle yanşan geçerlilik savlan ortaya koyduğu ve bu savları karşılıklı olarak kurtarmaya ya da eleştirmeye çabaladığı bir uslamlama süreci içerisinde anlaşılabilir. Uslamlama hem bir ussallık arama sürecidir hem de yanlışlardan öğrenme sürecidir. Ussallık, bu anlamda, konuşan ve geçerli nedenlere dayanan bir davranışta bulunan öznelerin oluşturduğu bir düzendir. Bu düzen içerisinde, her sembolik ifade bir geçerlilik savıyla ilintilidir. Geçerlilik savlarının anlaşılması, uslamlama koşullarını sağlayan bir doğru iletişim biçimin varlığını zorunlu kılar. Uslamlama, her olası davranışa bir öğrenme süreci yoluyla ussallık sağlar: eleştiri ve tartışma yoluyla da kuramsal bilgi için neden ve temel sağlar. Habermas'ın amacı evrensel geçerli bir uslamlama süreci tanımıdır. Bu da doğruluk, uygunluk, kavranabilirlik, inandırıcılık gibi koşulları sağlayan evrensel geçerlilik savları ortaya koymakla olanaklıdır.

Sonuç olarak, bir yöntem olarak ortaya konulan soru yanıt ve uslamlama süreci, anlama sürecini başlatan ve bilginin genişlemesini sağlayan bir etkinliktir. Günlük yaşamımızdan bilimsel bilgiye dek her alanda uyguladığımız bu bilme ve öğrenme yöntemi aynı zamanda düşünce biçimimizdir. Eleştirel ve sorgulayan düşünme biçimi soru yanıt sürecinde ussallığın ölçütünü de ortaya koymaktadır. Bu ölçüt, sorgulamanın ve doğruya ulaşmanın kendisidir de.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP