3. Çağdaş akılcılığa göre özgürlük
|
Burada geleneksel metafiziğe ait özgür irade anlayışını terk edeceksek, bunu sağ duyunun özgürlük hakkında sahip olduğu ve bu anlayıştan çok daha doğru olan anlayışa geri dönmek için yapacağız. Bu anlayışa göre ben herhangi bir biçimde, "nedeni olmaksızın" eylemde bulunduğumda değil (çünkü böyle bir şeyi düşünmek mümkün değildir), çok basit olarak arzu ettiğim şeyi yaptığımda, derin eğilimlerimi tatmin ettiğimde özgürümdür.
Özgür bir biçimde düşünmemiz demek, kuralsız, nedensiz düşünmemiz demek değildir, kendi aklımıza, kendi anlayış ve bilgilerimize göre (dış zorlamalara maruz kalmaksızın) düşünmemiz demektir. Descartes’ın dediği gibi, "Eğer her zaman açık olarak doğru ve yanlış olanı bilirsem, hiçbir zaman hangi yargıda bulunmam, hangi seçimi yapmam gerektiği konusunda sıkıntı çekmem ve böylece hiçbir zaman kayıtsız olmaksızın tümüyle özgür olurum". Auguste Comte’un "Geometride zihin özgürlüğü yoktur" cümlesi bundan dolayı anlamı çok belirsiz bir cümledir, çünkü zihnimin bir teoremi tasdik etmesini zorunlu kılan akıl yürütmenin iç mantığı ise de zihnim hiçbir dış gücün zorlaması altında değildir. Zihnin söz konusu tasdiki onun yalnızca kendi yasalarından kaynaklanması anlamında özgürdür.
Aynı şekilde özgür eylem, üzerinde en fazla düşünülen eylem, en derin bir biçimde bir nedeni olan eylem, bütün nedenlerini tartıp değerlendirdiğimiz eylem, özetle, nedeni olmayan bir eylemin tamamen zıddı olan bir eylemdir. Şüphesiz gelip geçici bir kaprise, tutkulu bir dürtüye boyun eğdiğimde özgür değilimdir, çünkü böyle bir durumda yaptığım şeyden pişman olurum. Kendini meyhaneye atan sarhoş, bakara salonuna koşan kumarbaz özgür değildir. Çünkü sarhoş yarın hasta olacak, kumarbaz borç altında ezilecektir. Onların istediği bu değildir. Şiddetli, belki bir an için karşı konulamaz olan bir dürtü onlara hakim olmuştur, ama bu dürtü onların kişiliklerinin bütününü ifade etmemektedir.
Bununla birlikte özgür eylemi sadece kendimden hareketle de tanımlayamam. Çünkü ben veri bir durumda eylemde bulunurum. Metafizikçilerin, "insan özgür müdür, yoksa değil midir?" sorusu, soyut bir düzlemde ortaya atıldığı için hiçbir anlamı olmayan bir sorudur. Bu, "insan mutlu mudur, yoksa mutsuz mudur?" diye sormaya benzemektedir. Gerçekte özgürlük, insan doğasının öyle olmak bakımından özelliğini oluşturan bir durum değildir, o bir özgürleşmenin, bir fethin sonucudur, Léon Brunschvicg’in çok güzel bir şekilde söylediği gibi özgürlük "veri olan bir şey değildir, meydana getirilmesi gereken bir yapıttır". Bundan dolayı özgür eylem, değişik biçimler altında kendini gösterir. O, zorunlu olarak veya hatta sıklıkla bir ikilemin iki şıkkı arasında bir seçim değildir. Çoğu kez içinde bulunduğumuz durumun ortaya koyduğu problemlere orijinal bir çözüm olarak ortaya çıkar. Özgür eylem bu noktada akıllı eylemle aynı şey olmaya doğru gider. Racine’in trajedisinde Andromaque’a bakın. O, korkunç bir ikilem içine düşmüştür: Ya genç oğlu Astyanax’ın hayatını kurtarmak için Pyrrhus’la evlenecek ve Hektor’un hatırasına ihanet edecektir (öyle düşünmektedir), veya Pyrrhus’la evlenmeyecek, Hektor’a sadık kalacak, ama Astyanax’ı feda edecektir. Ne karar verecektir? Şüphesiz "eş sevgisi" nin gücüyle "anne sevgisi"nin gücünü ölçmesi ve bileşkelerini hesaplaması söz konusu değildir. Öte yandan Andromaque’ın kararı her türlü nedene yabancı, salt bir yaratım da değildir. Sonunda Andromaque Pyrrhus’la evlenmeye -Pyrrhus, Astyanax’ın eğitimini güven altına alacağını vaat eder-, fakat düğün töreninden hemen sonra intihar etmeye karar verir. Trajik, ancak üzerinde uzun uzun düşünülmüş olan bu karar, bu ustaca strateji, özgür bir eylemdir (Çünkü önceden üzerinde düşünülmüş, akılcı bir eylemdir), ama her türlü nedene yabancı, belirlenmemiş bir eylem değildir. Hatta o mutlak olarak önceden öngörülemez bir eylem de değildir, çünkü Andromaque’ın çözümü, mümkün çözümlerden biridir.
Özgür eylem sadece başkalarıyla ilişkilerimizin doğurduğu bir problemi çözen eylem değildir. Özgürlük problemi, daha temelde, insanın evrenle ilişkilerinden ortaya çıkan bir problemdir. Tarihinin başlangıcında insan, kendisine düşman bir dünya içinde "yabancı", evrenin kölesidir. Onun beslenmesi, ısınması, hayvanlardan korunması gerekir. Zekası sayesinde insan yavaş yavaş evrenin bütün güçlerine hakım olacak, dünyaya boyun eğerek kendini özgürlüğe kavuşturacaktır. Evrenin kölesiyken, onun efendisi olacaktır. Evrenin belirlenimini, doğa yasalarını tanımayı ve kullanmayı bilerek kendini özgürleştirecek, ihtiyaçlarını doyuracak ve güvenliğini sağlayacaktır. Zorunluluğun bilgisi ve kullanılması insanın özgürleşmesinin aracı olacaktır.
Gerçekten insanı köleleştiren kadercilikle onu özgürlüğe kavuşturan belirlenimciliği birbirinden en büyük bir özenle ayırmamız gerekir. Kadercilik şöyle der: Korktuğunuz bu olay, kaçınılmazdır. Geçmişte ne olmuş olursa olsun, ondan kaçınmak için ne yaparsanız yapın, o mutlaka meydana gelecektir. Yunan mitolojisinde Oedipus’un kaderi babasını öldürmek ve annesiyle evlenmektir. Daha önce gelen olaylar ne olursa olsunlar, bu sonuç zorunludur, meydana gelmemezlik edemez.
Buna karşılık belirlenimcilik sadece olayların zorunlu yasalarla birbirlerine bağlı olduklarını ileri sürer. Böylece metal bir çubuğun ısıtılması onun zorunlu olarak genleşmesini meydana getirir. Ama eğer metal çubuğun genleşmesini istemiyorsanız, bunun yolu vardır: Onu ısıtmaktan vazgeçmeniz yeter!
O halde insanın özgürlüğe kavuşması için bir mucizeye ihtiyacı yoktur. Peri masallarında olduğu gibi doğa yasalarının işlemekten kesilmesine ihtiyacı yoktur. Doğa yasalarını akıllı bir biçimde kullanması yeterlidir. Etkili teknikler aracılığıyla engelleri imkanlara çevirmesi yeter. Alain, bizi, suların üzerinde yönünü bulan bir yelkenli örneği üzerinde düşünmeye davet etmektedir. Rüzgarlar terstir, ama yelkenci usta manevralarla, zigzag yaparak ilerlemeyi başarır. Bunun için onun mucizevi bir biçimde rüzgarların yönünü değiştirmeye ihtiyacı yoktur. Sadece akıllı bir biçimde doğa yasalarını kullanmayı bilmesi yeter. Alain şöyle der: "Okyanus iyiyi, kötüyü bilmez. Dalga, rüzgarı ve ayı takip eder ve ben bir yelkeni açtığımda rüzgar onu açıya göre iter. Yelkenci yelkene yön verir, dümene asılır ve rüzgarın kendi gücünü kullanarak rüzgara karşı ilerler." Hegel, daha önce insanın "aklın hilesiyle" kendini özgürleştirdiğini söylemekteydi. Akıl, doğrudan doğruya etkide bulunmaz, doğa yasaları aracılığıyla dolambaçlı olarak etkide bulunur. "Aynı zamanda aklın amaçlarının gerçekleşmesi için" doğa yasalarını kurnaz bir biçimde işe karıştırmak, "nesnelerin birbirleri üzerine etkide bulunmalarına imkan vermek ve onların karşılıklı sürtüşmelerinden yararlanmak yeterlidir".
Böylece Spinoza, özgürlüğün, zorunluluğun bilincinde olmak olduğunu söylerken hiç olmazsa gerçek bir özgürlüğe kavuşmanın ilk koşuluna işaret etmekteydi. Engels’in Anti-Dühring’te yazdığı gibi, "Zorunluluk ancak anlaşılmadığı ölçüde kördür. Özgürlük doğa yasalarından bağımsız bir eylemi düşlemek anlamına gelmez, o bu yasaların bilgisi ve böylece belli amaçları gerçekleştirmek üzere sistemli olarak onları harekete geçirme imkanı demektir".
O halde özgürlüğü (evrenin yasalarından yararlanarak ona egemen olmak demek olan) tekniğe, Descartes’ın Yöntem Üzerine Konuşma’nın altıncı bölümünde bizi "doğanın efendisi, sahibi" kılacağını söylediği tekniğe özdeş kılacağız. Ancak çağdaşlarımız her zaman bu akılcı iyimserliği paylaşmamaktadırlar. Tekniğin, insanı doğa karşısında özgürleştirdiğini kabul etmektedirler. Ancak buna insanın kendi tekniklerinin kölesi olduğunu eklemektedirler. Savaş silahlarının korkunç gelişmesine, atom bombasının dehşet verici sonucuna işaret ederek makineleşmeyi her türlü kötülüğün sorumlusu olarak suçlamaktadırlar.
Gerçekte bu tür kanıtlar, kesin değildir. Çünkü maddi alanda gereğinden çok tekniğe sahip olduğumuzu değil, daha çok insani ilişkiler alanında yeterli ölçüde tekniğimiz olmadığını söylemeliyiz. insan toplumlarının işleyişini ve insan davranışının belirlenimini fiziksel ve kimyasal olayların belirleniminden çok daha az biliyoruz. Özgürlüğümüzü bugün o kadar tehlikeli bir biçimde sınırlandıran, budur. Sanayi alanında gereğinden çok tekniğimiz olduğunu değil, siyaset, kaynakların paylaşılması, uluslararası ilişkiler alanında kafi sayıda tekniğimiz olmadığını söylemeliyiz. Ekonominin ve insani ilişkilerin düzenlenmesi maddenin işletilmesi kadar akılsal olsaydı çok daha özgür olurduk.
Özgürlüğe ulaşmamızın yolu, insan bilimlerinin gelişmesinden geçmektedir. Bu noktada çoğunlukla görmezlikten gelinen temel bir fikirle karşılaşmaktayız: Özgürlük , anarşi değildir, tersine o akılsal bir düzenleme gerektirir. Fizik dünyada belirlenim olmasaydı, eğer o sürekli bir mucizeler alanı olsaydı, insani eylem onda hiçbir dayanak noktası bulamazdı. Bu durumda onun kaprislerinin kölesi olurduk ve hiçbir özgürlük mümkün olmazdı. Aynı şekilde bir toplumda soyut olarak herkesin özgürlüğünü güven altına alan yasaların yokluğu, gerçekte en zayıfın en güçlü tarafından ezilmesiyle sonuçlanacaktır. "Ekonomik liberalizm" denen rejim sadece soyut bir ekonomik özgürlük sağlar. Bu rejimde arz ve talep serbesttir. Devlet, fiyatların ve ücretlerin tesbitine karışmaz. Bu ise somut planda, üretim araçlarına sahip olanların iş güçlerinden başka bir şeyleri olmayanlara hakim olmalarını doğurur. Liberalizmin ilkesi "serbest bir kümeste özgür tilki"dir. Pere Lacordaire bunu çok kesin bir cümleyle ilan etmiştir: "Zayıfla güçlü arasında, ezen, özgürlüktür; özgürlüğe kavuşturan, yasadır."
Kısır özgür irade efsanesinin karşısına, o halde, doğa ve topluma ilişkin sürekli olarak daha kesin ve daha tam olan akılsal bilgiden hareketle insanın yavaş yavaş özgürlüğe kavuşmasının somut gerçeğini koymanın ödevimiz olduğuna inanıyoruz. Bu belirlenimlerin bilgisi, akılsal tekniklerden yararlanmak yoluyla kişiliğin gelişmesi, bütün olarak insanın gerçekleştirilmesinin biricik olumlu hazırlığını teşkil edecektir.
Özgür bir biçimde düşünmemiz demek, kuralsız, nedensiz düşünmemiz demek değildir, kendi aklımıza, kendi anlayış ve bilgilerimize göre (dış zorlamalara maruz kalmaksızın) düşünmemiz demektir. Descartes’ın dediği gibi, "Eğer her zaman açık olarak doğru ve yanlış olanı bilirsem, hiçbir zaman hangi yargıda bulunmam, hangi seçimi yapmam gerektiği konusunda sıkıntı çekmem ve böylece hiçbir zaman kayıtsız olmaksızın tümüyle özgür olurum". Auguste Comte’un "Geometride zihin özgürlüğü yoktur" cümlesi bundan dolayı anlamı çok belirsiz bir cümledir, çünkü zihnimin bir teoremi tasdik etmesini zorunlu kılan akıl yürütmenin iç mantığı ise de zihnim hiçbir dış gücün zorlaması altında değildir. Zihnin söz konusu tasdiki onun yalnızca kendi yasalarından kaynaklanması anlamında özgürdür.
Aynı şekilde özgür eylem, üzerinde en fazla düşünülen eylem, en derin bir biçimde bir nedeni olan eylem, bütün nedenlerini tartıp değerlendirdiğimiz eylem, özetle, nedeni olmayan bir eylemin tamamen zıddı olan bir eylemdir. Şüphesiz gelip geçici bir kaprise, tutkulu bir dürtüye boyun eğdiğimde özgür değilimdir, çünkü böyle bir durumda yaptığım şeyden pişman olurum. Kendini meyhaneye atan sarhoş, bakara salonuna koşan kumarbaz özgür değildir. Çünkü sarhoş yarın hasta olacak, kumarbaz borç altında ezilecektir. Onların istediği bu değildir. Şiddetli, belki bir an için karşı konulamaz olan bir dürtü onlara hakim olmuştur, ama bu dürtü onların kişiliklerinin bütününü ifade etmemektedir.
Bununla birlikte özgür eylemi sadece kendimden hareketle de tanımlayamam. Çünkü ben veri bir durumda eylemde bulunurum. Metafizikçilerin, "insan özgür müdür, yoksa değil midir?" sorusu, soyut bir düzlemde ortaya atıldığı için hiçbir anlamı olmayan bir sorudur. Bu, "insan mutlu mudur, yoksa mutsuz mudur?" diye sormaya benzemektedir. Gerçekte özgürlük, insan doğasının öyle olmak bakımından özelliğini oluşturan bir durum değildir, o bir özgürleşmenin, bir fethin sonucudur, Léon Brunschvicg’in çok güzel bir şekilde söylediği gibi özgürlük "veri olan bir şey değildir, meydana getirilmesi gereken bir yapıttır". Bundan dolayı özgür eylem, değişik biçimler altında kendini gösterir. O, zorunlu olarak veya hatta sıklıkla bir ikilemin iki şıkkı arasında bir seçim değildir. Çoğu kez içinde bulunduğumuz durumun ortaya koyduğu problemlere orijinal bir çözüm olarak ortaya çıkar. Özgür eylem bu noktada akıllı eylemle aynı şey olmaya doğru gider. Racine’in trajedisinde Andromaque’a bakın. O, korkunç bir ikilem içine düşmüştür: Ya genç oğlu Astyanax’ın hayatını kurtarmak için Pyrrhus’la evlenecek ve Hektor’un hatırasına ihanet edecektir (öyle düşünmektedir), veya Pyrrhus’la evlenmeyecek, Hektor’a sadık kalacak, ama Astyanax’ı feda edecektir. Ne karar verecektir? Şüphesiz "eş sevgisi" nin gücüyle "anne sevgisi"nin gücünü ölçmesi ve bileşkelerini hesaplaması söz konusu değildir. Öte yandan Andromaque’ın kararı her türlü nedene yabancı, salt bir yaratım da değildir. Sonunda Andromaque Pyrrhus’la evlenmeye -Pyrrhus, Astyanax’ın eğitimini güven altına alacağını vaat eder-, fakat düğün töreninden hemen sonra intihar etmeye karar verir. Trajik, ancak üzerinde uzun uzun düşünülmüş olan bu karar, bu ustaca strateji, özgür bir eylemdir (Çünkü önceden üzerinde düşünülmüş, akılcı bir eylemdir), ama her türlü nedene yabancı, belirlenmemiş bir eylem değildir. Hatta o mutlak olarak önceden öngörülemez bir eylem de değildir, çünkü Andromaque’ın çözümü, mümkün çözümlerden biridir.
not: Corneille’in Pertharite’inde Andromaque’ın durumuna benzer olan, ancak çözümü farklı olan bir durumla karşılaşırız. Rodelinde tacını ve oğlunun hayatını ancak Grimoald ile evlenerek kurtarma imkanına sahiptir. O problemi Andromaque’dan tamamen farklı bir şekilde çözer: Grimoald’la evlenmeyi kabul eder ve ondan oğlunu kurban etmesini ister. Bu durum tamamen delice bir tutum olmakla birlikte onda nedeni olmayan özgür bir seçimin ifadesini görmekten kaçınmamız gerekir. Gerçekte Rodelinde burada hem oğlunu kaybetmeyi hem kocasının hatırasına olan sadakat duygusunu feda etmeyi kabul ederek pazarlıktan ve galibin şartlarından gurur sayesinde kaçınmak istemektedir.
Özgür eylem sadece başkalarıyla ilişkilerimizin doğurduğu bir problemi çözen eylem değildir. Özgürlük problemi, daha temelde, insanın evrenle ilişkilerinden ortaya çıkan bir problemdir. Tarihinin başlangıcında insan, kendisine düşman bir dünya içinde "yabancı", evrenin kölesidir. Onun beslenmesi, ısınması, hayvanlardan korunması gerekir. Zekası sayesinde insan yavaş yavaş evrenin bütün güçlerine hakım olacak, dünyaya boyun eğerek kendini özgürlüğe kavuşturacaktır. Evrenin kölesiyken, onun efendisi olacaktır. Evrenin belirlenimini, doğa yasalarını tanımayı ve kullanmayı bilerek kendini özgürleştirecek, ihtiyaçlarını doyuracak ve güvenliğini sağlayacaktır. Zorunluluğun bilgisi ve kullanılması insanın özgürleşmesinin aracı olacaktır.
Gerçekten insanı köleleştiren kadercilikle onu özgürlüğe kavuşturan belirlenimciliği birbirinden en büyük bir özenle ayırmamız gerekir. Kadercilik şöyle der: Korktuğunuz bu olay, kaçınılmazdır. Geçmişte ne olmuş olursa olsun, ondan kaçınmak için ne yaparsanız yapın, o mutlaka meydana gelecektir. Yunan mitolojisinde Oedipus’un kaderi babasını öldürmek ve annesiyle evlenmektir. Daha önce gelen olaylar ne olursa olsunlar, bu sonuç zorunludur, meydana gelmemezlik edemez.
Buna karşılık belirlenimcilik sadece olayların zorunlu yasalarla birbirlerine bağlı olduklarını ileri sürer. Böylece metal bir çubuğun ısıtılması onun zorunlu olarak genleşmesini meydana getirir. Ama eğer metal çubuğun genleşmesini istemiyorsanız, bunun yolu vardır: Onu ısıtmaktan vazgeçmeniz yeter!
O halde insanın özgürlüğe kavuşması için bir mucizeye ihtiyacı yoktur. Peri masallarında olduğu gibi doğa yasalarının işlemekten kesilmesine ihtiyacı yoktur. Doğa yasalarını akıllı bir biçimde kullanması yeterlidir. Etkili teknikler aracılığıyla engelleri imkanlara çevirmesi yeter. Alain, bizi, suların üzerinde yönünü bulan bir yelkenli örneği üzerinde düşünmeye davet etmektedir. Rüzgarlar terstir, ama yelkenci usta manevralarla, zigzag yaparak ilerlemeyi başarır. Bunun için onun mucizevi bir biçimde rüzgarların yönünü değiştirmeye ihtiyacı yoktur. Sadece akıllı bir biçimde doğa yasalarını kullanmayı bilmesi yeter. Alain şöyle der: "Okyanus iyiyi, kötüyü bilmez. Dalga, rüzgarı ve ayı takip eder ve ben bir yelkeni açtığımda rüzgar onu açıya göre iter. Yelkenci yelkene yön verir, dümene asılır ve rüzgarın kendi gücünü kullanarak rüzgara karşı ilerler." Hegel, daha önce insanın "aklın hilesiyle" kendini özgürleştirdiğini söylemekteydi. Akıl, doğrudan doğruya etkide bulunmaz, doğa yasaları aracılığıyla dolambaçlı olarak etkide bulunur. "Aynı zamanda aklın amaçlarının gerçekleşmesi için" doğa yasalarını kurnaz bir biçimde işe karıştırmak, "nesnelerin birbirleri üzerine etkide bulunmalarına imkan vermek ve onların karşılıklı sürtüşmelerinden yararlanmak yeterlidir".
Böylece Spinoza, özgürlüğün, zorunluluğun bilincinde olmak olduğunu söylerken hiç olmazsa gerçek bir özgürlüğe kavuşmanın ilk koşuluna işaret etmekteydi. Engels’in Anti-Dühring’te yazdığı gibi, "Zorunluluk ancak anlaşılmadığı ölçüde kördür. Özgürlük doğa yasalarından bağımsız bir eylemi düşlemek anlamına gelmez, o bu yasaların bilgisi ve böylece belli amaçları gerçekleştirmek üzere sistemli olarak onları harekete geçirme imkanı demektir".
O halde özgürlüğü (evrenin yasalarından yararlanarak ona egemen olmak demek olan) tekniğe, Descartes’ın Yöntem Üzerine Konuşma’nın altıncı bölümünde bizi "doğanın efendisi, sahibi" kılacağını söylediği tekniğe özdeş kılacağız. Ancak çağdaşlarımız her zaman bu akılcı iyimserliği paylaşmamaktadırlar. Tekniğin, insanı doğa karşısında özgürleştirdiğini kabul etmektedirler. Ancak buna insanın kendi tekniklerinin kölesi olduğunu eklemektedirler. Savaş silahlarının korkunç gelişmesine, atom bombasının dehşet verici sonucuna işaret ederek makineleşmeyi her türlü kötülüğün sorumlusu olarak suçlamaktadırlar.
Gerçekte bu tür kanıtlar, kesin değildir. Çünkü maddi alanda gereğinden çok tekniğe sahip olduğumuzu değil, daha çok insani ilişkiler alanında yeterli ölçüde tekniğimiz olmadığını söylemeliyiz. insan toplumlarının işleyişini ve insan davranışının belirlenimini fiziksel ve kimyasal olayların belirleniminden çok daha az biliyoruz. Özgürlüğümüzü bugün o kadar tehlikeli bir biçimde sınırlandıran, budur. Sanayi alanında gereğinden çok tekniğimiz olduğunu değil, siyaset, kaynakların paylaşılması, uluslararası ilişkiler alanında kafi sayıda tekniğimiz olmadığını söylemeliyiz. Ekonominin ve insani ilişkilerin düzenlenmesi maddenin işletilmesi kadar akılsal olsaydı çok daha özgür olurduk.
Özgürlüğe ulaşmamızın yolu, insan bilimlerinin gelişmesinden geçmektedir. Bu noktada çoğunlukla görmezlikten gelinen temel bir fikirle karşılaşmaktayız: Özgürlük , anarşi değildir, tersine o akılsal bir düzenleme gerektirir. Fizik dünyada belirlenim olmasaydı, eğer o sürekli bir mucizeler alanı olsaydı, insani eylem onda hiçbir dayanak noktası bulamazdı. Bu durumda onun kaprislerinin kölesi olurduk ve hiçbir özgürlük mümkün olmazdı. Aynı şekilde bir toplumda soyut olarak herkesin özgürlüğünü güven altına alan yasaların yokluğu, gerçekte en zayıfın en güçlü tarafından ezilmesiyle sonuçlanacaktır. "Ekonomik liberalizm" denen rejim sadece soyut bir ekonomik özgürlük sağlar. Bu rejimde arz ve talep serbesttir. Devlet, fiyatların ve ücretlerin tesbitine karışmaz. Bu ise somut planda, üretim araçlarına sahip olanların iş güçlerinden başka bir şeyleri olmayanlara hakim olmalarını doğurur. Liberalizmin ilkesi "serbest bir kümeste özgür tilki"dir. Pere Lacordaire bunu çok kesin bir cümleyle ilan etmiştir: "Zayıfla güçlü arasında, ezen, özgürlüktür; özgürlüğe kavuşturan, yasadır."
Kısır özgür irade efsanesinin karşısına, o halde, doğa ve topluma ilişkin sürekli olarak daha kesin ve daha tam olan akılsal bilgiden hareketle insanın yavaş yavaş özgürlüğe kavuşmasının somut gerçeğini koymanın ödevimiz olduğuna inanıyoruz. Bu belirlenimlerin bilgisi, akılsal tekniklerden yararlanmak yoluyla kişiliğin gelişmesi, bütün olarak insanın gerçekleştirilmesinin biricik olumlu hazırlığını teşkil edecektir.
1 Yorum
gerçekten de kimya kadar fizik kadar psikoloji bilseydik herşey daha farklı olabilirdi.liberalizm yaklaşık 200 yıldır var ve insanları mutlu edemediği kesin çünkü tecrübesi yeterli değil aynı şekilde insan doğasıyla ekonomiyi paralel bir hale getirmeye çalışmak şüphesiz ki (şu yüzyıllarda)sömürü özgürlüğü anlamı taşır.problem insanı yeterince tanıyamamaktır.çünkü önünüzde sürtünme katsayısı,ivmesi,kovalent bağı gibi ölçüme tabi tutulabilen somut argümanların olmasıyla duyguları,ihtiyaçları,koşullanmaları olan ve ölçülemeyen,duygusal referansları olmayan vb. bir tür olan insan var.