2. Birlik prensibi ve ontolojik statüsü
|
Birlik Prensibi’nin anlaşılması ve yaşanmasının yanında, Tasavvuf düşüncesindeki en ilginç görüş, bu prensibin ontolojik (varlık bilimsel) statüsüdür. Zira zaman zaman yanlış anlaşılarak uzun yüzyıllar sürecek tartışmalara yol açacak, zaman zaman da sihirli bir degnek gibi, pek çok felsefi tartışmayı tatmin edici bir sentezle sonlandıracak olan bu görüş; Tanrı-Evren, ya da bir başka ifadeyle Yaratan-yaratılan ilişkisini konu almaktadır.
Aslında temeldeki Birlikten başka bir şey yoktur. Bu görüşün tasavvuf dilindeki adı, ibn-i Arabî (ö. 1240)’nin düşüncelerine baglı kalınarak söylemek gerekirse, vahdet-i vücûd dur. Gerçek Bir ya da Bir’in Gerçekligi Tanrı’dır. Bütün yaratılmışlar alanı, bu Birlik’in sagladıgı, bütünlük ve ahenk fikri çerçevesinde Tanrısal Gerçekligi ve Kudreti yansıtmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Tanrı sadece var degil fakat "Varlık"ın ta kendisidir. Bütün diger varlıklar var olmaları bakımından O’ndandır. O ise sadece "kendinden", "kendisiyle" ve "kendinde"dir. Yani var olmak bakımından kendinden başkasına muhtaç degildir. Aslında varlık olan ya da var olan sadece O’dur. Evrenin yaratılışı, O’nun kendi içinde kapalı bir "hazine olmakdan çıkarak, bilinmeyi arzu edişi" ile alakalıdır. Bu yüzden evren, O’nun kendini bilmeyi arzu edişinin bir tezahürü, O’nun kendi’nden kendi’ne olan alışverişinin bir sahnesi, O’nun kendi kendisini temaşa ettigi bir ayna konumundadır.
O halde evrendeki her varlık aslında kendi yeteneginin elverdigi ölçüde O’nun Birligi’ni yansıtmaktadır. Bu Birlik (Vahdet) ilk ve tümel bir belirlenim prensibi durumundadır. Evrenin yani bütün yaratılmışlar alanının hakiki manasıdır. Yine, her şeyin kendisiyle anlaşılabilecek oldugu öz, çoklugun arkasındaki düzen prensibi, bu Birlik’den başkası degildir. Her şey çoklugun içindeki yeri bakımından, bu Birlik’in anlamlandırdıgı bütünün zorunlu bir parçasıdır. Ama Birlik, parçaların toplamı demek olan bütüne indirgenmeyip daha üst bir prensip konumunda oldugundan, çoklugu oluşturan her bir parça, sadece bütün içindeki yeri bakımından degil, fakat ayrıca, kendi çapında bu prensibin yansıması ve örnegi olmak bakımından da deger taşımaktadır.
Böylece bu anlayışta çokluk, temeldeki Birlik’in anlaşılması bakımından bir imkan; Birlik ise, çoklugun ancak kendisiyle varlıkta kalıp öz kazanabilecegi dayanaktır. Her iki alan da baglılaşık (korelatif) olarak ele alınmak durumundadır. Tasavvuf düşüncesinin sıkça tekrarladıgı bir deyimde ifade edildigi gibi; söz konusu olan, tek başına düşünülmüş bir Birlik ya da Çokluk degil; "Çokluk’da Birlik; Birlik de Çokluk" (Kesret de Vahdet; Vahdet de Kesret) dur.
Vahdet-i vücûd ögretisine, islam inancının temel görüşlerinden biri olan Tanrı’nın Aşkınlıgını reddettigine ilişkin birtakım itirazlar yapılmamış degildir. Ama bu itirazlar yerini bulmamaktadır. Zira bu ögretide, Tanrı evrenle özdeşleştirilmiş ve evrene nazaran O’nun aşkınlıgı ortadan kaldırılmış degildir. Tam tersi, kendisine gerçek varlık tanınmayan, evrendir. Hatta, Tanrı’nın karşısında evren varlıgı neredeyse "yokluk" seviyesindedir. Çünkü gerçekten var olan sadece Tanrı’dır. Buna göre, evren Tanrı olmadıgı gibi, Tanrı da evren degildir. Aksi takdirde yokluk varlıga, varlık da yokluga indirgenmiş olurdu. Tanrı kudret ve azametinin evrende tecelli ediyor olması, O’nun evrene indirgenmesi demek degildir. Nitekim söz konusu ögretinin en kuvvetli savunucuları durumunda olan ibn-i Arabî ve yolundan gidenler, Birlik (Vahdet) mertebesinden önce, Biriciklik (Ahadiyyet) olarak anılan bir tam belirsizlik (lâ teayyün) hâlinden bahsetmektedirler ki bu, Tanrı’nın en üst ve hiçbir bilgiye konu olamayacak mutlak aşkınlık halinden başka bir şey degildir. Aslında dikkat edilecek olursa Birlik (Vahdet) prensibi de temelini bu Biriciklik (Ahadiyyet) prensibinde bulmaktadır. Böyle bir görüşün, yine de bir tür panteizm (kamu tanrıcılık) şeklinde degerlendirilip degerlendirilemeyecegi tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Bazıları ise, buna panteizm yerine panantheizm (panentheisme: Her Şey Tanrı’dacılık) demeyi tercih etmektedirler.
Vahdet-i vücûd anlayışının anlaşılmasındaki güçlük ve yol açabilecek oldugu pek çok tepki dolayısıyla, imam Rabbanî (ö. 1624)nin ismi etrafında düşünülen ve Vahdet-i Şuhûd adını alan, ilk bakışta birincisine karşı imiş gibi görünen, ama mutassavvıflar tarafından yaşanan ruh hâlleri itibariyle ondan çok farklı olmayan bir başka ögreti daha ortaya çıkar. Bu ögretiye göre, Tanrı-evren bütünlügünü, aşkınlıgın ortadan kalktıgı fikrini uyandıracak bir metafizik yargı şeklinde savunmak dogru degildir. iki alanın ontolojik ayrılıkları doktriner anlamda gözetilmelidir. "Tanrı’yla bir olma"nın, mistik tecrübeyi içsel olarak yaşayan kişinin coşku durumundaki algılayış tarzına baglanması daha yerinde olacaktır. Bu tecrübe ise, öznel ve bireyseldir. Dolayısıyla genelleştirilmesi ve kanıtlanması mümkün degildir. Ancak yaşayanın duyguları açısından bir anlam taşır.
Aslında temeldeki Birlikten başka bir şey yoktur. Bu görüşün tasavvuf dilindeki adı, ibn-i Arabî (ö. 1240)’nin düşüncelerine baglı kalınarak söylemek gerekirse, vahdet-i vücûd dur. Gerçek Bir ya da Bir’in Gerçekligi Tanrı’dır. Bütün yaratılmışlar alanı, bu Birlik’in sagladıgı, bütünlük ve ahenk fikri çerçevesinde Tanrısal Gerçekligi ve Kudreti yansıtmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Tanrı sadece var degil fakat "Varlık"ın ta kendisidir. Bütün diger varlıklar var olmaları bakımından O’ndandır. O ise sadece "kendinden", "kendisiyle" ve "kendinde"dir. Yani var olmak bakımından kendinden başkasına muhtaç degildir. Aslında varlık olan ya da var olan sadece O’dur. Evrenin yaratılışı, O’nun kendi içinde kapalı bir "hazine olmakdan çıkarak, bilinmeyi arzu edişi" ile alakalıdır. Bu yüzden evren, O’nun kendini bilmeyi arzu edişinin bir tezahürü, O’nun kendi’nden kendi’ne olan alışverişinin bir sahnesi, O’nun kendi kendisini temaşa ettigi bir ayna konumundadır.
O halde evrendeki her varlık aslında kendi yeteneginin elverdigi ölçüde O’nun Birligi’ni yansıtmaktadır. Bu Birlik (Vahdet) ilk ve tümel bir belirlenim prensibi durumundadır. Evrenin yani bütün yaratılmışlar alanının hakiki manasıdır. Yine, her şeyin kendisiyle anlaşılabilecek oldugu öz, çoklugun arkasındaki düzen prensibi, bu Birlik’den başkası degildir. Her şey çoklugun içindeki yeri bakımından, bu Birlik’in anlamlandırdıgı bütünün zorunlu bir parçasıdır. Ama Birlik, parçaların toplamı demek olan bütüne indirgenmeyip daha üst bir prensip konumunda oldugundan, çoklugu oluşturan her bir parça, sadece bütün içindeki yeri bakımından degil, fakat ayrıca, kendi çapında bu prensibin yansıması ve örnegi olmak bakımından da deger taşımaktadır.
Böylece bu anlayışta çokluk, temeldeki Birlik’in anlaşılması bakımından bir imkan; Birlik ise, çoklugun ancak kendisiyle varlıkta kalıp öz kazanabilecegi dayanaktır. Her iki alan da baglılaşık (korelatif) olarak ele alınmak durumundadır. Tasavvuf düşüncesinin sıkça tekrarladıgı bir deyimde ifade edildigi gibi; söz konusu olan, tek başına düşünülmüş bir Birlik ya da Çokluk degil; "Çokluk’da Birlik; Birlik de Çokluk" (Kesret de Vahdet; Vahdet de Kesret) dur.
Vahdet-i vücûd ögretisine, islam inancının temel görüşlerinden biri olan Tanrı’nın Aşkınlıgını reddettigine ilişkin birtakım itirazlar yapılmamış degildir. Ama bu itirazlar yerini bulmamaktadır. Zira bu ögretide, Tanrı evrenle özdeşleştirilmiş ve evrene nazaran O’nun aşkınlıgı ortadan kaldırılmış degildir. Tam tersi, kendisine gerçek varlık tanınmayan, evrendir. Hatta, Tanrı’nın karşısında evren varlıgı neredeyse "yokluk" seviyesindedir. Çünkü gerçekten var olan sadece Tanrı’dır. Buna göre, evren Tanrı olmadıgı gibi, Tanrı da evren degildir. Aksi takdirde yokluk varlıga, varlık da yokluga indirgenmiş olurdu. Tanrı kudret ve azametinin evrende tecelli ediyor olması, O’nun evrene indirgenmesi demek degildir. Nitekim söz konusu ögretinin en kuvvetli savunucuları durumunda olan ibn-i Arabî ve yolundan gidenler, Birlik (Vahdet) mertebesinden önce, Biriciklik (Ahadiyyet) olarak anılan bir tam belirsizlik (lâ teayyün) hâlinden bahsetmektedirler ki bu, Tanrı’nın en üst ve hiçbir bilgiye konu olamayacak mutlak aşkınlık halinden başka bir şey degildir. Aslında dikkat edilecek olursa Birlik (Vahdet) prensibi de temelini bu Biriciklik (Ahadiyyet) prensibinde bulmaktadır. Böyle bir görüşün, yine de bir tür panteizm (kamu tanrıcılık) şeklinde degerlendirilip degerlendirilemeyecegi tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Bazıları ise, buna panteizm yerine panantheizm (panentheisme: Her Şey Tanrı’dacılık) demeyi tercih etmektedirler.
Vahdet-i vücûd anlayışının anlaşılmasındaki güçlük ve yol açabilecek oldugu pek çok tepki dolayısıyla, imam Rabbanî (ö. 1624)nin ismi etrafında düşünülen ve Vahdet-i Şuhûd adını alan, ilk bakışta birincisine karşı imiş gibi görünen, ama mutassavvıflar tarafından yaşanan ruh hâlleri itibariyle ondan çok farklı olmayan bir başka ögreti daha ortaya çıkar. Bu ögretiye göre, Tanrı-evren bütünlügünü, aşkınlıgın ortadan kalktıgı fikrini uyandıracak bir metafizik yargı şeklinde savunmak dogru degildir. iki alanın ontolojik ayrılıkları doktriner anlamda gözetilmelidir. "Tanrı’yla bir olma"nın, mistik tecrübeyi içsel olarak yaşayan kişinin coşku durumundaki algılayış tarzına baglanması daha yerinde olacaktır. Bu tecrübe ise, öznel ve bireyseldir. Dolayısıyla genelleştirilmesi ve kanıtlanması mümkün degildir. Ancak yaşayanın duyguları açısından bir anlam taşır.