2. Siyasal felsefe
|
Herhangi bir özel dinsel veya dünyevi yönetimle ilgisi olmayan siyasal felsefe ise, siyasal şeylerin ilkelerine veya dogasına ilişkin bir araştırmadır. Başka bir deyişle, siyasal felsefe, siyasal şeyler hakkındaki kanıların yerine, onların hakiki bilgisini geçirme çabasıdır. Kanılar, görünüşler dünyasından beslenir; dolayısıyla görünüşte mevcut olanla sınırlandırılmışlardır. Görünüşler dünyası ise, gerek duyuların bilgi elde etme sürecindeki sınırlılıgı, gerekse bu dünyaya hakim olan degişme olgusu nedeniyle yanıltıcıdır. Oysa hakiki bilgi görünüşün gerisindeki hakikatle ilgilidir ve hakikat öncesiz-sonrasızdır (ezeli-ebedi), yani zamanın, degişmenin kötü etkilerinden korunmuştur. Felsefenin amacı, işte bu hakikatin bilgisinin; siyasetin amacı ise bu bilgiye dayanan hakiki mutlulugun elde edilmesidir. Bu durumda siyasal felsefenin ne oldugu sorusu, konusu ancak hakikatin bilgisine sahip olundugunda cevaplanacak olan hakiki mutluluk olacaktır.
Yunan tarzında felsefe geleneginin temsilcileri tarafından ortaya konan islam siyasal felsefesi de mevcut olanla degil, olması gerekenle ilgili bir siyasal araştırmadır. islam dünyasında temel bir felsefi disiplin olarak siyaset felsefesi, ilk kez Farabi’nin "en iyi rejim" arayışında ifadesini bulmuştur. Farabi, "insanı hakiki mutluluga götürecek en iyi rejimin hangisi oldugu" sorusunu, "bu rejimin kendine dayanacagı hakikatin ne oldugu" sorusundan bagımsız düşünmez. Yunan felsefesinden miras alınan insani yasa (Nomos) kavramını siyasal felsefesinin temeline koyan Farabi, islam siyasal felsefesinin akacagı kanalı belirlemiştir.
islam filozofları ilgilerini, Tanrı tarafından vahyedilmiş ilahi bir yasaya degil, akılsal olarak kavranılan ve temellendirilen insani bir yasaya yöneltmişlerdir. Bu son derece önemlidir. Çünkü bu seçimle birlikte filozofun siyaset araştırmasının temel kavramı, yani yasa, ilahi degil insani bir sıfat taşıyacaktır. Bunun anlamı ise, siyasal teologun araştırmasının sınırlarını belirleyen ve sorgulanamaz olan ilahi yasanın, siyasal alandaki yetkisinin iptal edilmesidir. Filozofun araştırması insani aklın, insani bilgeligin kılavuzlugunda gerçekleşecegi için dogal olarak sorgulamaya kapalı bir alanın varlıgını reddedecektir.
Ancak ilahi yasanın siyasal alandaki otoritesini reddeden islam filozofları, bir yandan da aklın vahiyle, felsefenin dinle uyum içinde oldugunu iddia etmektedirler. Onlara göre insani aklın araştırıp elde ettigi hakikatle, ilahi Vahiy tarafından ifşa edilen hakikat bir ve aynıdır; farklılık felsefe ve dinin, bu aynı hakikati elde etme yöntemlerinde ortaya çıkmaktadır ki bu yöntem farklılıgının nedeni de toplumun, hakikati kavrama kapasiteleri bakımından farklı sınıflara bölünmesi, yani seçkinler (havass) ve halk (avam) arasında filozoflar tarafından yapılan ayrımdır. Siyasal felsefelerinde platoncu bir anlayışa sahip olan islam filozofları, bu ayrımı da Platon’dan miras almışlardır. Yunan tarzında felsefe geleneginin anlatıldıgı bölümde de vurgulandıgı gibi, insanlar akıl kapasiteleri bakımından farklıdırlar. insanların büyük çogunlugu (halk), soyut, kavramsal düşünmeden yoksun oldukları için, hakikati akılsal olarak kavrayamazlar; onlar hakikati, ancak duyusal benzetmeler ve somut örnekler vasıtasıyla hayal güçlerinde canlandırabilirler.
İnsanların çok az olan diger kısmı ise hakikati akılsal olarak kavrar (filozof-seçkin). Zaten hakikat ve hakiki mutluluk araştırmasını yapacak olanlar da bu son gruptan olanlardır. işte bu ayrım nedeniyle, hakikatin, akıl yetisiyle kavranıldıgı, kesin kanıtlama yöntemi ile tasdik edildigi etkinligin adı felsefe; hayal gücüyle (tahayyül yetisiyle) bilindigi, ikna yöntemi ile tasdik edildigi etkinligin adı ise dindir. Dolayısıyla felsefe ve din arasında, amaçladıkları hakikat bakımından herhangi bir çelişki ya da çatışma söz konusu degildir. Her iki etkinlik arasındaki fark, kullandıkları yöntemden kaynaklanmaktadır. Ancak onların her ikisi de farklı yöntemlerle aynı bir hakikati elde etmektedirler. işte felsefenin akıl ile elde ettigi hakikati, insanların büyük bir çogunlugunun sahip oldugu hayal gücü ile elde etmesi nedeniyledir ki din popüler felsefe olarak tanımlanır.
Akıl ve vahiy arasındaki bu uyum iddiasının siyasal felsefe açısından önemli sonuçları olmuştur. Öncelikle, hakikati elde etme yöntemleri bakımından farklılaşan felsefe ve dinin, hakikati avama ifade ediş yöntemi aynı olmak durumundadır. Çünkü Platon için oldugu gibi islam filozofları için de yönetici, hakikati akılsal yöntemle kavrayan kişi, yani filozof olmalıdır. Bu, filozofun halk ile bir diyaloga girmesi demektir. Ancak halk filozofun dilinden anlamayacagı için, filozof halkın dilinden konuşmalı, yani onların hayal gücüne hitap etmelidir. Bu noktada güzel söz söyleme sanatı olarak tanımlanan retorik (hitabet) devreye girecek ve filozof, halkı hakiki mutluluga ulaştırmak için tıpkı peygamber gibi hayal gücüne dayanan kanıtlama yöntemini, yani iknayı kullanacaktır.
Buna baglı olarak ortaya çıkan bir diger önemli sonuç da, Platon’un filozof-kralının, islam felsefesinde filozof-peygamber-yönetici olmasıdır. Çünkü peygamber mükemmel bir hayal gücüne sahiptir ve hakikatin somut örnekler, benzetmeler vb. ile diger insanların hayal gücünde canlandırılmasının en mükemmel örnegini oluşturmaktadır. Yöneticilik hakikatin bilgisi kadar halka aktarılmasını da içermektedir. Çünkü yönetimden amaç, halkı hakiki mutluluga taşımaktır. Dolayısıyla peygamber yöneticidir. Muhammed son peygamber oldugu ve artık hayatta olmadıgı içindir ki onun varisi, filozoflar olacaktır.
İslam dünyasındaki siyasal teoloji geleneginden söz ederken, "kim yönetmeli" sorusu etrafında gelişen tartışmalardan ve bu tartışmalar sonucunda oluşan halifelik kuramından bahsetmiştik. Şimdi görülüyor ki "kim yönetmeli" sorusu filozofun da sorusudur. Bazı çagdaş yorumcular, islam filozoflarının da aynı soruyla meşgul olduklarını, dolayısıyla halifelik kuramından ve şeriatten etkilendiklerini iddia etmektedirler. Ancak hemen belirtmeliyiz ki, "kim yönetmeli" sorusu aslında siyasal teolojinin özgün sorusu degildir. Ayrıca filozofun sorusu, "Muhammed’den sonra kim yönetmeli" degildir. Kendisini peygamberin varisi ilan etmesinin tek nedeni, filozofun, ilk yöneticisi peygamber olan bir toplumda yaşıyor olmasıdır. Dahası filozofun önerdigi çözüm hiçbir teolojik içerik taşımamaktadır. islam filozofunun soruya cevabı Platon’un cevabıyla aynıdır: "yaşayan akıl", yani hakiki bilgiye sahip olan filozof yönetmelidir.
Yunan tarzında felsefe geleneginin temsilcileri tarafından ortaya konan islam siyasal felsefesi de mevcut olanla degil, olması gerekenle ilgili bir siyasal araştırmadır. islam dünyasında temel bir felsefi disiplin olarak siyaset felsefesi, ilk kez Farabi’nin "en iyi rejim" arayışında ifadesini bulmuştur. Farabi, "insanı hakiki mutluluga götürecek en iyi rejimin hangisi oldugu" sorusunu, "bu rejimin kendine dayanacagı hakikatin ne oldugu" sorusundan bagımsız düşünmez. Yunan felsefesinden miras alınan insani yasa (Nomos) kavramını siyasal felsefesinin temeline koyan Farabi, islam siyasal felsefesinin akacagı kanalı belirlemiştir.
islam filozofları ilgilerini, Tanrı tarafından vahyedilmiş ilahi bir yasaya degil, akılsal olarak kavranılan ve temellendirilen insani bir yasaya yöneltmişlerdir. Bu son derece önemlidir. Çünkü bu seçimle birlikte filozofun siyaset araştırmasının temel kavramı, yani yasa, ilahi degil insani bir sıfat taşıyacaktır. Bunun anlamı ise, siyasal teologun araştırmasının sınırlarını belirleyen ve sorgulanamaz olan ilahi yasanın, siyasal alandaki yetkisinin iptal edilmesidir. Filozofun araştırması insani aklın, insani bilgeligin kılavuzlugunda gerçekleşecegi için dogal olarak sorgulamaya kapalı bir alanın varlıgını reddedecektir.
Ancak ilahi yasanın siyasal alandaki otoritesini reddeden islam filozofları, bir yandan da aklın vahiyle, felsefenin dinle uyum içinde oldugunu iddia etmektedirler. Onlara göre insani aklın araştırıp elde ettigi hakikatle, ilahi Vahiy tarafından ifşa edilen hakikat bir ve aynıdır; farklılık felsefe ve dinin, bu aynı hakikati elde etme yöntemlerinde ortaya çıkmaktadır ki bu yöntem farklılıgının nedeni de toplumun, hakikati kavrama kapasiteleri bakımından farklı sınıflara bölünmesi, yani seçkinler (havass) ve halk (avam) arasında filozoflar tarafından yapılan ayrımdır. Siyasal felsefelerinde platoncu bir anlayışa sahip olan islam filozofları, bu ayrımı da Platon’dan miras almışlardır. Yunan tarzında felsefe geleneginin anlatıldıgı bölümde de vurgulandıgı gibi, insanlar akıl kapasiteleri bakımından farklıdırlar. insanların büyük çogunlugu (halk), soyut, kavramsal düşünmeden yoksun oldukları için, hakikati akılsal olarak kavrayamazlar; onlar hakikati, ancak duyusal benzetmeler ve somut örnekler vasıtasıyla hayal güçlerinde canlandırabilirler.
İnsanların çok az olan diger kısmı ise hakikati akılsal olarak kavrar (filozof-seçkin). Zaten hakikat ve hakiki mutluluk araştırmasını yapacak olanlar da bu son gruptan olanlardır. işte bu ayrım nedeniyle, hakikatin, akıl yetisiyle kavranıldıgı, kesin kanıtlama yöntemi ile tasdik edildigi etkinligin adı felsefe; hayal gücüyle (tahayyül yetisiyle) bilindigi, ikna yöntemi ile tasdik edildigi etkinligin adı ise dindir. Dolayısıyla felsefe ve din arasında, amaçladıkları hakikat bakımından herhangi bir çelişki ya da çatışma söz konusu degildir. Her iki etkinlik arasındaki fark, kullandıkları yöntemden kaynaklanmaktadır. Ancak onların her ikisi de farklı yöntemlerle aynı bir hakikati elde etmektedirler. işte felsefenin akıl ile elde ettigi hakikati, insanların büyük bir çogunlugunun sahip oldugu hayal gücü ile elde etmesi nedeniyledir ki din popüler felsefe olarak tanımlanır.
Akıl ve vahiy arasındaki bu uyum iddiasının siyasal felsefe açısından önemli sonuçları olmuştur. Öncelikle, hakikati elde etme yöntemleri bakımından farklılaşan felsefe ve dinin, hakikati avama ifade ediş yöntemi aynı olmak durumundadır. Çünkü Platon için oldugu gibi islam filozofları için de yönetici, hakikati akılsal yöntemle kavrayan kişi, yani filozof olmalıdır. Bu, filozofun halk ile bir diyaloga girmesi demektir. Ancak halk filozofun dilinden anlamayacagı için, filozof halkın dilinden konuşmalı, yani onların hayal gücüne hitap etmelidir. Bu noktada güzel söz söyleme sanatı olarak tanımlanan retorik (hitabet) devreye girecek ve filozof, halkı hakiki mutluluga ulaştırmak için tıpkı peygamber gibi hayal gücüne dayanan kanıtlama yöntemini, yani iknayı kullanacaktır.
Buna baglı olarak ortaya çıkan bir diger önemli sonuç da, Platon’un filozof-kralının, islam felsefesinde filozof-peygamber-yönetici olmasıdır. Çünkü peygamber mükemmel bir hayal gücüne sahiptir ve hakikatin somut örnekler, benzetmeler vb. ile diger insanların hayal gücünde canlandırılmasının en mükemmel örnegini oluşturmaktadır. Yöneticilik hakikatin bilgisi kadar halka aktarılmasını da içermektedir. Çünkü yönetimden amaç, halkı hakiki mutluluga taşımaktır. Dolayısıyla peygamber yöneticidir. Muhammed son peygamber oldugu ve artık hayatta olmadıgı içindir ki onun varisi, filozoflar olacaktır.
İslam dünyasındaki siyasal teoloji geleneginden söz ederken, "kim yönetmeli" sorusu etrafında gelişen tartışmalardan ve bu tartışmalar sonucunda oluşan halifelik kuramından bahsetmiştik. Şimdi görülüyor ki "kim yönetmeli" sorusu filozofun da sorusudur. Bazı çagdaş yorumcular, islam filozoflarının da aynı soruyla meşgul olduklarını, dolayısıyla halifelik kuramından ve şeriatten etkilendiklerini iddia etmektedirler. Ancak hemen belirtmeliyiz ki, "kim yönetmeli" sorusu aslında siyasal teolojinin özgün sorusu degildir. Ayrıca filozofun sorusu, "Muhammed’den sonra kim yönetmeli" degildir. Kendisini peygamberin varisi ilan etmesinin tek nedeni, filozofun, ilk yöneticisi peygamber olan bir toplumda yaşıyor olmasıdır. Dahası filozofun önerdigi çözüm hiçbir teolojik içerik taşımamaktadır. islam filozofunun soruya cevabı Platon’un cevabıyla aynıdır: "yaşayan akıl", yani hakiki bilgiye sahip olan filozof yönetmelidir.