4. Siyasal bilgelik geleneginin siyasete ilişkin kavrayışı
|
Siyasal bilgelik edebiyatını bir siyasal gelenek olarak adlandırmamızın tek nedeni, bu türe dahil olan eserlerde kullanılan yöntem degildir. Yöntem, esas olarak bu gelenegin edebi yönüne vurgu yapar. Ancak söz konusu yöntemler vasıtasıyla ifade edilen siyaset anlayışları arasındaki paralellikler ve ortaklıklar sayesindedir ki, islam dünyasında popüler olan bir siyasal gelenekten söz etmemiz mümkündür. O halde bu gelenegin ortak konu ve anlayışlarından söz etmeliyiz.
a. Yönetici-toplum ilişkisi
Eserlere ilişkin özet tanıtımlardan da hemen anlaşılacagı gibi, gelenegin konusu hükümdar veya devlet başkanıdır. Bu bize siyasetin hükümdarın yönetimi ile bir tutuldugunu göstermektedir. Kuşkusuz buradaki asıl vurgu, bütün bu eserlerde tanrı ve hükümdar arasında yapılan benzetme üstüne olmalıdır. Çünkü gelenegin kavrayışına göre evrenin hakimi Tanrı, dünyanın hakimi ise hükümdardır. Hükümdar Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi, halifesidir. Nasıl ki gölge insanı yakıcı güneşten korursa, devlet başkanı da halkını tehlikelerden korur. Örnegin, Sadi, devlet başkanına şöyle seslenir: "Hükümdarım, sen bir cennetlik agaçsın, gölgen bir yıllık yola kadar yayılmıştır. Allah’ım, sen bize acımışsın da halkın üzerine bu gölgeyi yaymışsın."
Devlet başkanının, Tanrı’nın kulları üzerindeki en büyük nimeti olarak düşünülmesi, siyasal bilgelik geleneginin en önemli temasıdır. Başkansız bir toplum anarşi içindedir ve hem birbirlerine zarar verdikleri hem düşmana karşı korunmasız oldukları için, yok olmaya mahkumdur. Gazali, başkanı olmayan bir toplumu, lidersiz hareket eden denizdeki balıklara benzetir. Büyük balıkların küçük balıkları yememesi için, yani toplumun devamı için yönetici zorunludur.
islam siyasal bilgelik edebiyatı yazarlarının hükümdar ve halk ile ilgili sık sık kullandıkları üç temel benzetme vardır:
1) çoban-sürü benzetmesi;
2) baba-ogul benzetmesi;
3) agaç-kök benzetmesi.
Çoban-sürü benzetmesine göre, hükümdar toplumun çobanıdır; halk ise onun bakmakla ve korumakla yükümlü oldugu sürüdür. Sürü nasıl çobansız kaldıgında kurtlara yem olursa, halk da başkanı olmadan yok olmaya mahkumdur. Ancak eger hükümdar halkına zulmederse, o bir çoban degil bir kurttur.
Çoban-sürü benzetmesi için anlatılan tarihi bir hikayede, ava giden ve askerlerinden uzak düşen bir hükümdarın, kendisine dogru gelen bir at çobanını düşman sanarak öldürmeye kalkışması, çobanın kendini tanıtarak ölümden kurtulması konu edilir. Hükümdar çobanı düşüncesizlikle suçlar ve hala yaşıyor olmasının mucize oldugunu söyler. Çobanın cevabı, hükümdara verilen bir ögüttür: "Bir hükümdarın dostunu düşmanından ayırt edememesi iyi bir şey degildir. Sen ki beni sarayında kaç kere görmüş, atları, otlakları sormuştun. Yine de beni düşmandan ayırt edemedin. Halbuki ben çoban kulunuz, istenilen bir atı, yüz bin atın içinden derhal bulur çıkarırım. Demek ki çobanlıgım akıl ve fikir iledir. Sen de benim gibi ol sürünü, atını koru."
Baba-ogul benzetmesine göre, iyi bir hükümdarın, hükmü altında olanlara bir baba gibi davranması gerekir. Nasıl ki bir baba bazen çocuguna öfkelenir, onu döver, acıtır; bazen de gözyaşını silerse, hükümdar da öyle olmalıdır.
Agaç-kök benzetmesinde ise, hükümdar, kökü halk olan bir agaca benzetilir. Agaç kökünden kuvvet aldıgı için, hükümdara halkın gönlünü incitmemesi, halka zalim davranmaması ögütlenir. Aksi takdirde, hükümdar kendi kökünü baltalamış olacaktır.
b. Yönetimin ilkesi: Adalet
Yine siyasal bilgelik gelenegine göre, hükümdarın sahip olması gereken en temel erdem, adil olmasıdır. Adalet, ahlaksal bir ilke olarak yönetim sanatının temelinde yer aldıgı gibi, toplumun da kendisi üzerine inşa edilecegi başlıca siyasal-ahlaksal degerdir. Adaletin karşıtı zulüm, yani haksızlıktır. Gerçi, önce de söylemiş oldugumuz gibi, gelenegin tavrı, zalim bile olsa bir yöneticinin mevcudiyetinin zorunluluguna vurgu yapmaktır. "Bir toplumun başkansız kalarak birbirlerini mahvetmelerindense, başkanın altmış yıl halkına zulüm ve işkence yapması daha tercih edilecek bir husustur." Ancak gelenegin yazarlarında ortak olan bir başka düşünce de zulmün er ya da geç toplumun çöküşüne neden olacagıdır. "Devlet (mülk) küfürle devam eder, zulümle devam etmez" ifadesi de bu düşünceyi özetlemektedir. Çünkü halkına zulmeden bir hükümdar, sürüye dalan bir kurt ya da bindigi dalın kökünü kesen biri gibidir. "Adalet mülkün temelidir" öz deyişi, islam siyasal bilgelik geleneginde adalet ve devlet arasında kurulan olmazsa olmaz ilişkinin en iyi ifadesidir.
Öyle ki adil ama Müslüman olmayan yöneticiler, islam siyasal bilgelik edebiyatının neredeyse bütün eserlerinin ortak örnekleridir. Özellikle Sasani hükümdarı Nuşirevan örneginde anlatılan tarihi hikayeler, adaletin özellikle iyi bir yönetimin temel, vazgeçilmez unsuru olduguna işaret etmektedir. Nuşirevan’ın adaleti, onun döneminde "halka degil dikenle gül yapragıyla bile dokunulmadıgı" söylenerek anlatılır. Adalet, yönetimin öyle vazgeçilmez bir parçasıdır ki, devlet başkanına sık sık verilen ögütlerden biri şudur: "Öyle uyu ki, adalet isteyen birisi kapına gelecek olursa, feryadını işitebilesin!"
Hükümdarın bizzat kendisinin halkına haksızlık yapmaması da yeterli degildir. Çünkü kendi yönetimi altında yapılan bütün haksızlıkların sorumlusu hükümdardır. Bu nedenle adil bir hükümdar, yönetimi altındaki insanların tüm yapıp etmelerinden haberdar olmak zorundadır. Öyle ki hükümdarın sahip oldugu fiziksel bir eksiklik bile, onun sorumlulugunu iptal edemez. Bu düşünceyi ifade eden hikayelerden biri şöyledir: Kulakları çok az işiten ve haksızlıga ugramış olanların şikayetlerini, onları bilinçli olarak yanlış aktaran kötü niyetli veziri aracılıgıyla dinledigi için, dogru kararlar veremeyen bir hükümdar, evrenin yöneticisi olan tanrının karşısına gittiginde özel durumunun kendisini kurtarmayacagını bildiginden bir önlem alır ve haksızlıga ugramış olanların kırmızı giysi giymelerini emreder. Böylece kırmızı elbiseli birini gördügünde, onu yüksek sesle konuşturarak derdini anlayacak ve dogru kararlar verebilecektir.
Adalet söz konusu eserlerin hepsinde Tanrı ile ilişkilendirilir. Çünkü hükümdara yönetme gücünü veren Tanrı’dır, yönetici, bu geçici dünyada Tanrı tarafından adaleti saglamakla görevlendirilmiş biridir; dolayısıyla o, bütün evrenin asıl yöneticisi olan Tanrı’ya karşı sorumludur. Hatta onun ibadeti, iyi bir yönetici olması, yani adaletidir. Bu düşünceyi işleyen pek çok hikaye anlatılır. Zalim bir yönetici, bir din adamına ibadetlerin hangisinin daha yüce oldugunu sorar. Cevap çarpıcıdır: "Senin için ögleye kadar uyumak en yüce ibadettir. Çünkü uyudugun müddetçe halkı incitmezsin."
Ancak iyi bir hükümdarın adaletten başka da sahip olması gereken nitelikler vardır. O, merhametli, şefkatli, iyiliksever, cömert, öfkesine yenilmeyen, sabırlı, akıllı, temkinli vb. gibi erdemlere de sahip olmalıdır ki halkını rahata kavuşturabilsin, ülkesinde bir tek kişi bile acı çekmesin! Yine Nuşirevan’la ilgili bir örnek anlatalım: Nuşirevan halkının durumunu anlamak için kendisini hasta gösterir ve halka, bu hastalıktan kurtuluşu için gayet eski, harap bir yerden bir tugla getirilmesi gerektigini duyurur. Ancak bütün ülkede böyle bir tek tugla bile bulunamaz. Nuşirevan, o zaman çok sevinir ve amacının ülkesinin ve halkının ne durumda oldugunu ögrenmek oldugunu anlatır.
c. Halkın erdemi: itaat
Anlaşılıyor ki hükümdarın siyaseti, temelinde adalet olan pek çok erdemi gerektirmektedir. Peki halkın erdemi nedir? Siyasal bilgelik gelenegi, islami kaynaklara dayanarak, bu erdemi "itaat" olarak belirler. Kur’an’dan aktarılan, "aranızda yetki sahibi olanlara itaat ediniz" ayeti bile tek başına açıklayıcıdır. Aktarılan kimi hikayelerde, zalim bir yöneticinin er geç yönetimden uzaklaştırılacagından söz edilir. Ancak bu düşünce, halkın zalim bir yöneticiye isyan hakkı gibi görünse de, önce de söylemiş oldugumuz gibi, toplumun anarşiye düşmesi tehlikesi nedeniyle açıkça ifade edilmez. Halka böyle durumlarda sabretmesi, işi Tanrı’ya havale etmesi önerilir.
Siyasal teoloji geleneginde de aynı anlayış hakimdir. Mesela, islam hukukçusu Maverdi, halka islam dininde yeri olmasa bile yöneticinin keyfi karar ve uygulamalarına uyulmasını ögütler: "Beş vakit namazda sultanın arzusuna uyarak siyah giyilir. Muhalefet etmeye izin verilmez. Her ne kadar şeriatte böyle bir şey yoksa da, halifeyle zıtlaşmamak için böyle hareket edilir." Her iki gelenekte de isyan hakkı bir fikir olarak saklı tutulsa da halka, ne olursa olsun itaatin ögütlenmesi, yöneticinin yönetme yetkisini Tanrı’dan aldıgı düşüncesinden beslenir.
Şimdi yönetici, zulüm, adalet ve Tanrı’ya karşı sorumluluk kavramlarını temele alarak, siyasal bilgelik edebiyatı geleneginde söz konusu edilen toplumlar arasında bir derecelendirme yapabiliriz. Buna göre en kötü toplum bir yöneticisi olmayan, anarşi içindeki toplumdur. Bir derece üstte Müslüman olsun ya da olmasın zalim bir yöneticinin yönetimindeki toplum vardır. Bunun da üstünde Müslüman olmayan adil yöneticinin yönettigi toplum bulunur. Derecelendirmenin en üstünde ise, en iyi siyasal toplum olan adil bir Müslüman yöneticinin yönetimindeki toplum bulunur.
Verilen örneklerden de çıkarsanabilecegi gibi, siyasal bilgelik gelenegine dahil olan kitapların hepsinde ortak olan en ayırt edici özellik, hükümdarlara, adalet, yöneticilik, soyluluk, asalet, dinsel seçkinler, toplumun yapısı ve devleti yönetmek için gereken çeşitli hünerler, dünyevi iktidarın erdem ve kusurları, iktidarın genişletilmesi ve düzenlenmesi için ne tür teknikler uygulanması gerektigi, bu tekniklerin nasıl uygulanacagı gibi devlet yönetimi ile ilgili konularda ögüt ve tavsiyelerde bulunulmaktadır. Bu ögüt ve tavsiyeler, teorik bir çatı altında degil, tarihsel veya dinsel bir çatı altında ifade edilmektedir. Bunun nedeni, söz konusu eserlerin retorik bir yöntemle yazılmış olmasıdır. Siyasal filozoflardan söz ederken, onların, halka, halkın anlayacagı dil olan retorik yöntemle hitap etmeleri gerektigine deginmiştik. Hikayeler, özlü sözler, masallar, tarihi olaylar retorigin vazgeçilmez ögeleridir. işte siyasal bilgelik geleneginin islam dünyasında geniş kabul görmesinin en önemli nedeni budur.
Bu gelenekte, ifade edilen ahlaki ilkenin evrenselligi, akılsal, felsefi, bilimsel temellendirmelerle degil edebi kalıplar, hikaye ve bir bilgelik ifade eden özlü sözlerle; sarf edilen sözün, ögüt ve tavsiyenin otoritesi ise Kur’an ve hadisler vasıtasıyla tesis edilmeye çalışılmaktadır. Bu yöntem aynı zamanda, eserlerde ifade olunan düşünceleri, okuyan herkesin anlamasına açık kılar. Hikayeler ögreticidir (didaktik) ve mutlaka ibret verici, ders çıkarıcı bir sonuca dogru gider. Nitekim bu özelliginden dolayı, bu edebi tür, kısa hikayelerden ders çıkarma (kıssadan hisse) edebiyatı olarak da adlandırılmaktadır. Amaç, Nicomakhos’un dedigi gibi, insanın, kendisi bir örnek haline gelmeden örnek haline gelmiş olan başkalarının başına gelenlerden ders almayı ögrenmesidir. Ancak yazarın kendi ahlaki ögüdünü ifade etmesine aracılık eden gerek islam öncesi gerekse islam dönemindeki yönetimlerle ilgili hikayeler, gerekli delillerden yoksun olarak ve tüketici olmayan bir tarzda işlenmektedir. Nitekim islam tarihçiligini tam da tarihi olayların eleştirisine dayanmadıgı için eleştiren ibni Haldun, siyasal bilgelik edebiyatında ileri sürülen görüşlerin bilimsel tespitlere degil ilhama dayalı ögütler oldugunu ifade etmektedir.
Yine siyasal bilgelik edebiyatına dahil edilen eserlerdeki bir başka ortak nokta da, bu eserlerde ahlak ve siyasetin, dogallıkla ve zorunlulukla bir arada bulunmasıdır. Adalet bu gelenegin merkezi temasıdır ve yalnızca dünyevi yönetimin degil, öte dünyadaki kurtuluşun da anahtar kavramıdır. Söylemiş oldugumuz gibi, pek çok eserde Müslüman olmayan adil bir hükümdarın, zalim bir Müslüman hükümdardan daha iyi oldugu vurgulanmaktadır. Ahlak ve siyasetin bu özsel birligi, daha önce degindigimiz siyasal teoloji ve siyasal felsefe geleneklerinde de mevcuttur. Ancak ilkinde merkezi kavram ilahi yasa, ikincisinde ise akıldır. Siyasal teolojide, ilahi yasa, adalet ve ahlakın dolayısıyla hem bu dünyadaki hem de öteki dünyadaki mutluluk ve kurtuluşun güvencesi olarak düşünülür. Siyasal felsefede ise, akıl, erdemli ve adil yönetimin oldugu kadar hakiki mutlulugun da kendisiyle elde edilebilecegi tek insani kaynaktır ve adil olan ilahi yasaya degil dogaya, evrenin düzenine uygun olandır.
a. Yönetici-toplum ilişkisi
Eserlere ilişkin özet tanıtımlardan da hemen anlaşılacagı gibi, gelenegin konusu hükümdar veya devlet başkanıdır. Bu bize siyasetin hükümdarın yönetimi ile bir tutuldugunu göstermektedir. Kuşkusuz buradaki asıl vurgu, bütün bu eserlerde tanrı ve hükümdar arasında yapılan benzetme üstüne olmalıdır. Çünkü gelenegin kavrayışına göre evrenin hakimi Tanrı, dünyanın hakimi ise hükümdardır. Hükümdar Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi, halifesidir. Nasıl ki gölge insanı yakıcı güneşten korursa, devlet başkanı da halkını tehlikelerden korur. Örnegin, Sadi, devlet başkanına şöyle seslenir: "Hükümdarım, sen bir cennetlik agaçsın, gölgen bir yıllık yola kadar yayılmıştır. Allah’ım, sen bize acımışsın da halkın üzerine bu gölgeyi yaymışsın."
Devlet başkanının, Tanrı’nın kulları üzerindeki en büyük nimeti olarak düşünülmesi, siyasal bilgelik geleneginin en önemli temasıdır. Başkansız bir toplum anarşi içindedir ve hem birbirlerine zarar verdikleri hem düşmana karşı korunmasız oldukları için, yok olmaya mahkumdur. Gazali, başkanı olmayan bir toplumu, lidersiz hareket eden denizdeki balıklara benzetir. Büyük balıkların küçük balıkları yememesi için, yani toplumun devamı için yönetici zorunludur.
islam siyasal bilgelik edebiyatı yazarlarının hükümdar ve halk ile ilgili sık sık kullandıkları üç temel benzetme vardır:
1) çoban-sürü benzetmesi;
2) baba-ogul benzetmesi;
3) agaç-kök benzetmesi.
Çoban-sürü benzetmesine göre, hükümdar toplumun çobanıdır; halk ise onun bakmakla ve korumakla yükümlü oldugu sürüdür. Sürü nasıl çobansız kaldıgında kurtlara yem olursa, halk da başkanı olmadan yok olmaya mahkumdur. Ancak eger hükümdar halkına zulmederse, o bir çoban degil bir kurttur.
Çoban-sürü benzetmesi için anlatılan tarihi bir hikayede, ava giden ve askerlerinden uzak düşen bir hükümdarın, kendisine dogru gelen bir at çobanını düşman sanarak öldürmeye kalkışması, çobanın kendini tanıtarak ölümden kurtulması konu edilir. Hükümdar çobanı düşüncesizlikle suçlar ve hala yaşıyor olmasının mucize oldugunu söyler. Çobanın cevabı, hükümdara verilen bir ögüttür: "Bir hükümdarın dostunu düşmanından ayırt edememesi iyi bir şey degildir. Sen ki beni sarayında kaç kere görmüş, atları, otlakları sormuştun. Yine de beni düşmandan ayırt edemedin. Halbuki ben çoban kulunuz, istenilen bir atı, yüz bin atın içinden derhal bulur çıkarırım. Demek ki çobanlıgım akıl ve fikir iledir. Sen de benim gibi ol sürünü, atını koru."
Baba-ogul benzetmesine göre, iyi bir hükümdarın, hükmü altında olanlara bir baba gibi davranması gerekir. Nasıl ki bir baba bazen çocuguna öfkelenir, onu döver, acıtır; bazen de gözyaşını silerse, hükümdar da öyle olmalıdır.
Agaç-kök benzetmesinde ise, hükümdar, kökü halk olan bir agaca benzetilir. Agaç kökünden kuvvet aldıgı için, hükümdara halkın gönlünü incitmemesi, halka zalim davranmaması ögütlenir. Aksi takdirde, hükümdar kendi kökünü baltalamış olacaktır.
b. Yönetimin ilkesi: Adalet
Yine siyasal bilgelik gelenegine göre, hükümdarın sahip olması gereken en temel erdem, adil olmasıdır. Adalet, ahlaksal bir ilke olarak yönetim sanatının temelinde yer aldıgı gibi, toplumun da kendisi üzerine inşa edilecegi başlıca siyasal-ahlaksal degerdir. Adaletin karşıtı zulüm, yani haksızlıktır. Gerçi, önce de söylemiş oldugumuz gibi, gelenegin tavrı, zalim bile olsa bir yöneticinin mevcudiyetinin zorunluluguna vurgu yapmaktır. "Bir toplumun başkansız kalarak birbirlerini mahvetmelerindense, başkanın altmış yıl halkına zulüm ve işkence yapması daha tercih edilecek bir husustur." Ancak gelenegin yazarlarında ortak olan bir başka düşünce de zulmün er ya da geç toplumun çöküşüne neden olacagıdır. "Devlet (mülk) küfürle devam eder, zulümle devam etmez" ifadesi de bu düşünceyi özetlemektedir. Çünkü halkına zulmeden bir hükümdar, sürüye dalan bir kurt ya da bindigi dalın kökünü kesen biri gibidir. "Adalet mülkün temelidir" öz deyişi, islam siyasal bilgelik geleneginde adalet ve devlet arasında kurulan olmazsa olmaz ilişkinin en iyi ifadesidir.
Öyle ki adil ama Müslüman olmayan yöneticiler, islam siyasal bilgelik edebiyatının neredeyse bütün eserlerinin ortak örnekleridir. Özellikle Sasani hükümdarı Nuşirevan örneginde anlatılan tarihi hikayeler, adaletin özellikle iyi bir yönetimin temel, vazgeçilmez unsuru olduguna işaret etmektedir. Nuşirevan’ın adaleti, onun döneminde "halka degil dikenle gül yapragıyla bile dokunulmadıgı" söylenerek anlatılır. Adalet, yönetimin öyle vazgeçilmez bir parçasıdır ki, devlet başkanına sık sık verilen ögütlerden biri şudur: "Öyle uyu ki, adalet isteyen birisi kapına gelecek olursa, feryadını işitebilesin!"
Hükümdarın bizzat kendisinin halkına haksızlık yapmaması da yeterli degildir. Çünkü kendi yönetimi altında yapılan bütün haksızlıkların sorumlusu hükümdardır. Bu nedenle adil bir hükümdar, yönetimi altındaki insanların tüm yapıp etmelerinden haberdar olmak zorundadır. Öyle ki hükümdarın sahip oldugu fiziksel bir eksiklik bile, onun sorumlulugunu iptal edemez. Bu düşünceyi ifade eden hikayelerden biri şöyledir: Kulakları çok az işiten ve haksızlıga ugramış olanların şikayetlerini, onları bilinçli olarak yanlış aktaran kötü niyetli veziri aracılıgıyla dinledigi için, dogru kararlar veremeyen bir hükümdar, evrenin yöneticisi olan tanrının karşısına gittiginde özel durumunun kendisini kurtarmayacagını bildiginden bir önlem alır ve haksızlıga ugramış olanların kırmızı giysi giymelerini emreder. Böylece kırmızı elbiseli birini gördügünde, onu yüksek sesle konuşturarak derdini anlayacak ve dogru kararlar verebilecektir.
Adalet söz konusu eserlerin hepsinde Tanrı ile ilişkilendirilir. Çünkü hükümdara yönetme gücünü veren Tanrı’dır, yönetici, bu geçici dünyada Tanrı tarafından adaleti saglamakla görevlendirilmiş biridir; dolayısıyla o, bütün evrenin asıl yöneticisi olan Tanrı’ya karşı sorumludur. Hatta onun ibadeti, iyi bir yönetici olması, yani adaletidir. Bu düşünceyi işleyen pek çok hikaye anlatılır. Zalim bir yönetici, bir din adamına ibadetlerin hangisinin daha yüce oldugunu sorar. Cevap çarpıcıdır: "Senin için ögleye kadar uyumak en yüce ibadettir. Çünkü uyudugun müddetçe halkı incitmezsin."
Ancak iyi bir hükümdarın adaletten başka da sahip olması gereken nitelikler vardır. O, merhametli, şefkatli, iyiliksever, cömert, öfkesine yenilmeyen, sabırlı, akıllı, temkinli vb. gibi erdemlere de sahip olmalıdır ki halkını rahata kavuşturabilsin, ülkesinde bir tek kişi bile acı çekmesin! Yine Nuşirevan’la ilgili bir örnek anlatalım: Nuşirevan halkının durumunu anlamak için kendisini hasta gösterir ve halka, bu hastalıktan kurtuluşu için gayet eski, harap bir yerden bir tugla getirilmesi gerektigini duyurur. Ancak bütün ülkede böyle bir tek tugla bile bulunamaz. Nuşirevan, o zaman çok sevinir ve amacının ülkesinin ve halkının ne durumda oldugunu ögrenmek oldugunu anlatır.
c. Halkın erdemi: itaat
Anlaşılıyor ki hükümdarın siyaseti, temelinde adalet olan pek çok erdemi gerektirmektedir. Peki halkın erdemi nedir? Siyasal bilgelik gelenegi, islami kaynaklara dayanarak, bu erdemi "itaat" olarak belirler. Kur’an’dan aktarılan, "aranızda yetki sahibi olanlara itaat ediniz" ayeti bile tek başına açıklayıcıdır. Aktarılan kimi hikayelerde, zalim bir yöneticinin er geç yönetimden uzaklaştırılacagından söz edilir. Ancak bu düşünce, halkın zalim bir yöneticiye isyan hakkı gibi görünse de, önce de söylemiş oldugumuz gibi, toplumun anarşiye düşmesi tehlikesi nedeniyle açıkça ifade edilmez. Halka böyle durumlarda sabretmesi, işi Tanrı’ya havale etmesi önerilir.
Siyasal teoloji geleneginde de aynı anlayış hakimdir. Mesela, islam hukukçusu Maverdi, halka islam dininde yeri olmasa bile yöneticinin keyfi karar ve uygulamalarına uyulmasını ögütler: "Beş vakit namazda sultanın arzusuna uyarak siyah giyilir. Muhalefet etmeye izin verilmez. Her ne kadar şeriatte böyle bir şey yoksa da, halifeyle zıtlaşmamak için böyle hareket edilir." Her iki gelenekte de isyan hakkı bir fikir olarak saklı tutulsa da halka, ne olursa olsun itaatin ögütlenmesi, yöneticinin yönetme yetkisini Tanrı’dan aldıgı düşüncesinden beslenir.
Şimdi yönetici, zulüm, adalet ve Tanrı’ya karşı sorumluluk kavramlarını temele alarak, siyasal bilgelik edebiyatı geleneginde söz konusu edilen toplumlar arasında bir derecelendirme yapabiliriz. Buna göre en kötü toplum bir yöneticisi olmayan, anarşi içindeki toplumdur. Bir derece üstte Müslüman olsun ya da olmasın zalim bir yöneticinin yönetimindeki toplum vardır. Bunun da üstünde Müslüman olmayan adil yöneticinin yönettigi toplum bulunur. Derecelendirmenin en üstünde ise, en iyi siyasal toplum olan adil bir Müslüman yöneticinin yönetimindeki toplum bulunur.
Verilen örneklerden de çıkarsanabilecegi gibi, siyasal bilgelik gelenegine dahil olan kitapların hepsinde ortak olan en ayırt edici özellik, hükümdarlara, adalet, yöneticilik, soyluluk, asalet, dinsel seçkinler, toplumun yapısı ve devleti yönetmek için gereken çeşitli hünerler, dünyevi iktidarın erdem ve kusurları, iktidarın genişletilmesi ve düzenlenmesi için ne tür teknikler uygulanması gerektigi, bu tekniklerin nasıl uygulanacagı gibi devlet yönetimi ile ilgili konularda ögüt ve tavsiyelerde bulunulmaktadır. Bu ögüt ve tavsiyeler, teorik bir çatı altında degil, tarihsel veya dinsel bir çatı altında ifade edilmektedir. Bunun nedeni, söz konusu eserlerin retorik bir yöntemle yazılmış olmasıdır. Siyasal filozoflardan söz ederken, onların, halka, halkın anlayacagı dil olan retorik yöntemle hitap etmeleri gerektigine deginmiştik. Hikayeler, özlü sözler, masallar, tarihi olaylar retorigin vazgeçilmez ögeleridir. işte siyasal bilgelik geleneginin islam dünyasında geniş kabul görmesinin en önemli nedeni budur.
Bu gelenekte, ifade edilen ahlaki ilkenin evrenselligi, akılsal, felsefi, bilimsel temellendirmelerle degil edebi kalıplar, hikaye ve bir bilgelik ifade eden özlü sözlerle; sarf edilen sözün, ögüt ve tavsiyenin otoritesi ise Kur’an ve hadisler vasıtasıyla tesis edilmeye çalışılmaktadır. Bu yöntem aynı zamanda, eserlerde ifade olunan düşünceleri, okuyan herkesin anlamasına açık kılar. Hikayeler ögreticidir (didaktik) ve mutlaka ibret verici, ders çıkarıcı bir sonuca dogru gider. Nitekim bu özelliginden dolayı, bu edebi tür, kısa hikayelerden ders çıkarma (kıssadan hisse) edebiyatı olarak da adlandırılmaktadır. Amaç, Nicomakhos’un dedigi gibi, insanın, kendisi bir örnek haline gelmeden örnek haline gelmiş olan başkalarının başına gelenlerden ders almayı ögrenmesidir. Ancak yazarın kendi ahlaki ögüdünü ifade etmesine aracılık eden gerek islam öncesi gerekse islam dönemindeki yönetimlerle ilgili hikayeler, gerekli delillerden yoksun olarak ve tüketici olmayan bir tarzda işlenmektedir. Nitekim islam tarihçiligini tam da tarihi olayların eleştirisine dayanmadıgı için eleştiren ibni Haldun, siyasal bilgelik edebiyatında ileri sürülen görüşlerin bilimsel tespitlere degil ilhama dayalı ögütler oldugunu ifade etmektedir.
Yine siyasal bilgelik edebiyatına dahil edilen eserlerdeki bir başka ortak nokta da, bu eserlerde ahlak ve siyasetin, dogallıkla ve zorunlulukla bir arada bulunmasıdır. Adalet bu gelenegin merkezi temasıdır ve yalnızca dünyevi yönetimin degil, öte dünyadaki kurtuluşun da anahtar kavramıdır. Söylemiş oldugumuz gibi, pek çok eserde Müslüman olmayan adil bir hükümdarın, zalim bir Müslüman hükümdardan daha iyi oldugu vurgulanmaktadır. Ahlak ve siyasetin bu özsel birligi, daha önce degindigimiz siyasal teoloji ve siyasal felsefe geleneklerinde de mevcuttur. Ancak ilkinde merkezi kavram ilahi yasa, ikincisinde ise akıldır. Siyasal teolojide, ilahi yasa, adalet ve ahlakın dolayısıyla hem bu dünyadaki hem de öteki dünyadaki mutluluk ve kurtuluşun güvencesi olarak düşünülür. Siyasal felsefede ise, akıl, erdemli ve adil yönetimin oldugu kadar hakiki mutlulugun da kendisiyle elde edilebilecegi tek insani kaynaktır ve adil olan ilahi yasaya degil dogaya, evrenin düzenine uygun olandır.