Terör, Din, ve Yeni Politika - 1
|
Jacques Derrida
Richard Keamey: Dominique Janicaud ile mülakatınızda (Heidegger en France [Fransa'daki Heidegger] dekonstrüksiyondan süreksizliğin sürekliliğe, farklılığın (différance) uzlaşmaya vb. tercih edilmesi olarak söz ediyorsunuz. Bu iki özellik düşüncenizde daima yürürlükte. Pratik düzeyde bu tercihin mevcut politik durumda ne anlama geldiğini merak ediyordum. 11 Eylül sonrasında İslam versus Batı hakkında çok şey söylendi. Kuzey İrlanda'da silahların terki konusunda müzakereler yapıldı. Keza Pakistan ile Hindistan arasında ve elbette Filistin ile İsrail arasında da gerilimler vardı. Şu soruyu yöneltmek niyetindeyim: Dünyanın bütün bu bölgelerinde uzlaşmaya ihtiyacımız yok mu? Bu belki de naif, fakat pragmatik bir soru. Aslında söylemek istediğim şey şu: Uzlaşma hermenoytiği bu sorunlardaki — düşmanlar arasında anlaşma, mutabakat ve uzlaşma sorunlarındaki — farklılığın dekonstrüksiyonuyla nerede buluşuyor?
Jacques Derrida: Çok iyi bir soru. Hemen ilkinin cevabını vereyim. Elbette, politik ve sosyal açıdan konuşmak gerekirse, uzlaşmaya karşı değilim ve ister savaşın sonu, ister şiddetin sonu vb. olsun adımı hak eden bir uzlaşmaya varabileceğimiz her durumda uzlaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Ve dünyada olup-biten şeylerin — klasik anlamda savaş olmayan bir savaş, klasik anlamda terörizm olmayan bir terörizm, eski savaş, terörizm ve hatta ulus-devlet kavramlarına meydan okuyan bütün bu yeni şiddet formları — bu örneklerini verdiğiniz için ve sonra bu örneklere atıfta bulunmanız dikkate alındığında, elbette benim politik tercihim de uzlaşmadan yana olacaktır. Fakat sadece öteki'nin (hep böyle olduğu için) şu ya da bu şekilde eşsizliğini, kimliğini, arzusunu vs. kaybettiği bir uyuşma olmayacak bir uzlaşma; aynı zamanda yalnızca öteki'ni kullanmak için yapılacak türde bir "anlaşma" olmayacak bir uzlaşma. Bu yüzden, eğer adil olabilecek bir uzlaşma olursa, bu durumda uzlaşmaya ilgi duyabilirim. Benim tercihim her zaman hayat istikametinde bir tercih olacaktır, ölüm istikametinde değil.
Şimdi zikrettiğiniz örneklere her iki açıdan hakkını vermeye çalışırsak, birçoğunun adil bir anlaşma için eylemde bulunduklarını düşündüklerini kabul etmek zorunda kalacağımızı varsayıyorum. 11 Eylül'de uçakları kaçıranlar ya da şarbon mikrobunu yayanlar muhtemelen eylemlerini karşı taraftan gelen bir terör eyleminin, Birleşik Devletler lehinde bir devlet terörü eyleminin provoke ettiğini düşünüyorlar. Böylece eğer şiddete son verebilecek ve bir uzlaşmaya ya da bir ortak kanaate ulaşacak bir durmayı dile getirecek bir uzlaşma türü varsa, neden uzlaşılmasın? Fakat eğer uzlaşma şiddet yarın yeniden başlayacak şekilde yapılmış bir ‘ateş-kes bahanesi ise, ötekinden daha güçlü olduğunu ispatlamaya çalışan birinin şiddeti ise, bu durumda pek uzlaşmadan yana değilim. 11 Eylül'e atıfta bulunmaktan kaçınamayacağımız ve bu tarihten sonra adı konmuş sözü edilmeyen olaylara atıfta bulunmaksızın herhangi bir açık konuşma ya da tartışma başlatamayacağımız için, bugünkü şiddet tipi şiddet durmaksızın hiçbir uzlaşmaya varılamayacak türde şiddettir.
RK: Bu bir ön koşul mu?
JD: İzninizle Birleşik Devletler'i masum bulmadığımı söylemeliyim, fakat amacı her ne olursa olsun, olup-bitenleri dikkate aldığımızda, bu tipte şiddeti (militer güçlerin hem de polis güçlerinin şiddeti) durdurmaksızın bir uzlaşmaya varamayız. Fakat savaş alanı değişti. Bu atakların sorumlularını tespit etmeyi başardığımızı — diyelim ki bin Laden ya da bazı takipçileri — ve onları yakalayarak öldürdüğümüzü farz edelim; bu durumu değiştirmeyecektir. Uzlaşma alanı dünyada radikal bir değişmeyi gerekli kılıyor; bir tür devrimi gerektiriyor demek istiyorum. Adına layık her uzlaşma yalnızca birilerinin şiddeti militer güçle ya da polis gücüyle ya da terminolojiyi kullanmak gerekirse barış (peacekeeping) güçleriyle durdurmayı değil, aynı zamanda daha fazla bir şeyleri — en güçlü olanın kafasında bir politik değişmeyi — de gerektiriyor.
RK: Kim bu en güçlü olan?
JD: Günümüzün şartlarında en güçlü olan en zayıf, en zayıf olan en güçlü hale geliyor. Sözün gelişi, bildiğimiz kadarıyla ilkin Birleşik Devletler'in başlattığı biyolojik savaş durumunu ele alalım. Eğer başka kaynakların yanı sıra [Noam] Chomsky'nin hileli durumlar hakkındaki kitabını okursanız, Birleşik Devletler'in Saddam Hüseyin'e hem teknolojik bilgi hem de hammadde sağladığını görürsünüz. Bazı insanlar bu yüzden Irak konusunda böylesine endişeliler; çünkü Saddam'ın teknolojik hammaddeye ve onu yaratma yeteneğine sahip olduğunu biliyorlar.
Bu işlerde kimsenin masum olamayacağını söylememin nedeni bu. Fakat ben demokrasiden, demokrasinin gelmesinden yana olduğum için bir tek şey diliyorum: Politik durumun tümüyle dönüşmesiyle sonuçlanacak bir radikal uzlaşma sürecinin sona erdirilmesiyle birlikte başlaması. Amerikânın politikalarından kuşkum devam ediyorsa da, günümüzde onların da kendilerini korumak, dehşet verici ve kaçınılamaz bir şey olan bu terörizmin kaynağını kurutmaya çalışmak dışında hiçbir şey yapamayacaklarını düşünüyorum. Şimdi uzlaşmanın kendisine dönelim. Çünkü şimdiye kadar söylediğimiz şeylerin tümü mevcut politik durumla ilgiliydi. Politik olanın ötesinde — politik düzey düzeylerden biridir sadece — türde bir uzlaşmaya gelince; ötekiyle umut, kurtuluş ve yeniden diriliş (şu günlerde bu konudaki harikulade kitabınızı okumaktayım) adına her ilişkiyi askıda bırakmıyorum. Belki de aramızdaki farklılık budur. Messainik/ Mesihçi olanın bu belirlenemezliği sizi tatminsiz bırakıyor. Kabaca dile getimek gerekirse Richard sen kurtuluş, yeniden diriliş vb. umudunu terk etmiyorsun; ben de terk etmiyorum. Fakat ben insan umudun belirlenmesini ertelemeye/askı da bırakmaya hazır olmadığında, ötekiyle ilişkimizin tekrar ekonomik bir ilişkiye dönüşeceğini öne sürüyorum....
RK: Umut bu ilişkiyi beklenti ve yorum ufuklarına göre yorumladığı için mi?
JD: Benim hissiyatım bu, ve bu politik değil — politik, hukuki ve belki de etik olduğunda seninle aynı fikirdeyim — öteki'yle çok kesin bir ilişkiyi düşünmeyi denerken kurtuluşa dönüş umudunu, yeniden diriliş umudunu ya da hatta uzlaşma umudunu terk etmeye hazır olmam gerekir. Saf bağışlama ve affetme eyleminde her uzlaşma umudundan yoksun kalırız.
Eğer biri affediyorsa, ben de affetmeliyim....
RK: Koşulsuz olarak.
JD:.... koşulsuzca, tekrar sağlıklı ve barışsever bir komünite inşa etme umudu taşımaksızın. Uzlaşmanın benim için problematik olduğu yer burası. Bu koşulsuz ve mutlak düşünceler ile koşullu düşünceler arasında herhangi bir türde müzakereye kalkıştığımda politik ve hukuki olurum — ben de elbette mümkün en iyi uzlaşmadan yanayım — fakat mümkün en iyi uzlaşma daima zordur. Uzlaşma zordur. Karşılıklı ilişkilerle, kontekstlerin ve zamanların analiziyle birlikte müzakere yapılmasını gerektirir: her türde tahmin edilemez şeyle birlikte. Yine de en azından bir mümkün uzlaşma hissimiz var. Hayat içinde vukubulan şey budur.
Richard Keamey: Dominique Janicaud ile mülakatınızda (Heidegger en France [Fransa'daki Heidegger] dekonstrüksiyondan süreksizliğin sürekliliğe, farklılığın (différance) uzlaşmaya vb. tercih edilmesi olarak söz ediyorsunuz. Bu iki özellik düşüncenizde daima yürürlükte. Pratik düzeyde bu tercihin mevcut politik durumda ne anlama geldiğini merak ediyordum. 11 Eylül sonrasında İslam versus Batı hakkında çok şey söylendi. Kuzey İrlanda'da silahların terki konusunda müzakereler yapıldı. Keza Pakistan ile Hindistan arasında ve elbette Filistin ile İsrail arasında da gerilimler vardı. Şu soruyu yöneltmek niyetindeyim: Dünyanın bütün bu bölgelerinde uzlaşmaya ihtiyacımız yok mu? Bu belki de naif, fakat pragmatik bir soru. Aslında söylemek istediğim şey şu: Uzlaşma hermenoytiği bu sorunlardaki — düşmanlar arasında anlaşma, mutabakat ve uzlaşma sorunlarındaki — farklılığın dekonstrüksiyonuyla nerede buluşuyor?
Jacques Derrida: Çok iyi bir soru. Hemen ilkinin cevabını vereyim. Elbette, politik ve sosyal açıdan konuşmak gerekirse, uzlaşmaya karşı değilim ve ister savaşın sonu, ister şiddetin sonu vb. olsun adımı hak eden bir uzlaşmaya varabileceğimiz her durumda uzlaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Ve dünyada olup-biten şeylerin — klasik anlamda savaş olmayan bir savaş, klasik anlamda terörizm olmayan bir terörizm, eski savaş, terörizm ve hatta ulus-devlet kavramlarına meydan okuyan bütün bu yeni şiddet formları — bu örneklerini verdiğiniz için ve sonra bu örneklere atıfta bulunmanız dikkate alındığında, elbette benim politik tercihim de uzlaşmadan yana olacaktır. Fakat sadece öteki'nin (hep böyle olduğu için) şu ya da bu şekilde eşsizliğini, kimliğini, arzusunu vs. kaybettiği bir uyuşma olmayacak bir uzlaşma; aynı zamanda yalnızca öteki'ni kullanmak için yapılacak türde bir "anlaşma" olmayacak bir uzlaşma. Bu yüzden, eğer adil olabilecek bir uzlaşma olursa, bu durumda uzlaşmaya ilgi duyabilirim. Benim tercihim her zaman hayat istikametinde bir tercih olacaktır, ölüm istikametinde değil.
Şimdi zikrettiğiniz örneklere her iki açıdan hakkını vermeye çalışırsak, birçoğunun adil bir anlaşma için eylemde bulunduklarını düşündüklerini kabul etmek zorunda kalacağımızı varsayıyorum. 11 Eylül'de uçakları kaçıranlar ya da şarbon mikrobunu yayanlar muhtemelen eylemlerini karşı taraftan gelen bir terör eyleminin, Birleşik Devletler lehinde bir devlet terörü eyleminin provoke ettiğini düşünüyorlar. Böylece eğer şiddete son verebilecek ve bir uzlaşmaya ya da bir ortak kanaate ulaşacak bir durmayı dile getirecek bir uzlaşma türü varsa, neden uzlaşılmasın? Fakat eğer uzlaşma şiddet yarın yeniden başlayacak şekilde yapılmış bir ‘ateş-kes bahanesi ise, ötekinden daha güçlü olduğunu ispatlamaya çalışan birinin şiddeti ise, bu durumda pek uzlaşmadan yana değilim. 11 Eylül'e atıfta bulunmaktan kaçınamayacağımız ve bu tarihten sonra adı konmuş sözü edilmeyen olaylara atıfta bulunmaksızın herhangi bir açık konuşma ya da tartışma başlatamayacağımız için, bugünkü şiddet tipi şiddet durmaksızın hiçbir uzlaşmaya varılamayacak türde şiddettir.
RK: Bu bir ön koşul mu?
JD: İzninizle Birleşik Devletler'i masum bulmadığımı söylemeliyim, fakat amacı her ne olursa olsun, olup-bitenleri dikkate aldığımızda, bu tipte şiddeti (militer güçlerin hem de polis güçlerinin şiddeti) durdurmaksızın bir uzlaşmaya varamayız. Fakat savaş alanı değişti. Bu atakların sorumlularını tespit etmeyi başardığımızı — diyelim ki bin Laden ya da bazı takipçileri — ve onları yakalayarak öldürdüğümüzü farz edelim; bu durumu değiştirmeyecektir. Uzlaşma alanı dünyada radikal bir değişmeyi gerekli kılıyor; bir tür devrimi gerektiriyor demek istiyorum. Adına layık her uzlaşma yalnızca birilerinin şiddeti militer güçle ya da polis gücüyle ya da terminolojiyi kullanmak gerekirse barış (peacekeeping) güçleriyle durdurmayı değil, aynı zamanda daha fazla bir şeyleri — en güçlü olanın kafasında bir politik değişmeyi — de gerektiriyor.
RK: Kim bu en güçlü olan?
JD: Günümüzün şartlarında en güçlü olan en zayıf, en zayıf olan en güçlü hale geliyor. Sözün gelişi, bildiğimiz kadarıyla ilkin Birleşik Devletler'in başlattığı biyolojik savaş durumunu ele alalım. Eğer başka kaynakların yanı sıra [Noam] Chomsky'nin hileli durumlar hakkındaki kitabını okursanız, Birleşik Devletler'in Saddam Hüseyin'e hem teknolojik bilgi hem de hammadde sağladığını görürsünüz. Bazı insanlar bu yüzden Irak konusunda böylesine endişeliler; çünkü Saddam'ın teknolojik hammaddeye ve onu yaratma yeteneğine sahip olduğunu biliyorlar.
Bu işlerde kimsenin masum olamayacağını söylememin nedeni bu. Fakat ben demokrasiden, demokrasinin gelmesinden yana olduğum için bir tek şey diliyorum: Politik durumun tümüyle dönüşmesiyle sonuçlanacak bir radikal uzlaşma sürecinin sona erdirilmesiyle birlikte başlaması. Amerikânın politikalarından kuşkum devam ediyorsa da, günümüzde onların da kendilerini korumak, dehşet verici ve kaçınılamaz bir şey olan bu terörizmin kaynağını kurutmaya çalışmak dışında hiçbir şey yapamayacaklarını düşünüyorum. Şimdi uzlaşmanın kendisine dönelim. Çünkü şimdiye kadar söylediğimiz şeylerin tümü mevcut politik durumla ilgiliydi. Politik olanın ötesinde — politik düzey düzeylerden biridir sadece — türde bir uzlaşmaya gelince; ötekiyle umut, kurtuluş ve yeniden diriliş (şu günlerde bu konudaki harikulade kitabınızı okumaktayım) adına her ilişkiyi askıda bırakmıyorum. Belki de aramızdaki farklılık budur. Messainik/ Mesihçi olanın bu belirlenemezliği sizi tatminsiz bırakıyor. Kabaca dile getimek gerekirse Richard sen kurtuluş, yeniden diriliş vb. umudunu terk etmiyorsun; ben de terk etmiyorum. Fakat ben insan umudun belirlenmesini ertelemeye/askı da bırakmaya hazır olmadığında, ötekiyle ilişkimizin tekrar ekonomik bir ilişkiye dönüşeceğini öne sürüyorum....
RK: Umut bu ilişkiyi beklenti ve yorum ufuklarına göre yorumladığı için mi?
JD: Benim hissiyatım bu, ve bu politik değil — politik, hukuki ve belki de etik olduğunda seninle aynı fikirdeyim — öteki'yle çok kesin bir ilişkiyi düşünmeyi denerken kurtuluşa dönüş umudunu, yeniden diriliş umudunu ya da hatta uzlaşma umudunu terk etmeye hazır olmam gerekir. Saf bağışlama ve affetme eyleminde her uzlaşma umudundan yoksun kalırız.
Eğer biri affediyorsa, ben de affetmeliyim....
RK: Koşulsuz olarak.
JD:.... koşulsuzca, tekrar sağlıklı ve barışsever bir komünite inşa etme umudu taşımaksızın. Uzlaşmanın benim için problematik olduğu yer burası. Bu koşulsuz ve mutlak düşünceler ile koşullu düşünceler arasında herhangi bir türde müzakereye kalkıştığımda politik ve hukuki olurum — ben de elbette mümkün en iyi uzlaşmadan yanayım — fakat mümkün en iyi uzlaşma daima zordur. Uzlaşma zordur. Karşılıklı ilişkilerle, kontekstlerin ve zamanların analiziyle birlikte müzakere yapılmasını gerektirir: her türde tahmin edilemez şeyle birlikte. Yine de en azından bir mümkün uzlaşma hissimiz var. Hayat içinde vukubulan şey budur.