Bilimsel Yetkenin Dayanagı
|
Cem KAMÖZÜT
Günümüz toplumunda ‘bilimsel’ sıfatı nitelediği sözcüğe saygınlık ve kuşkuya yer bırakmayan bir kesinlik kazandırmaktadır. Bu durum, tüm savları eşdeğer görmekten kurtulmamız bakımından olumludur. Hasta bir İnsanın doktorun önerilerine diğer önerilerden daha çok güvenmesinin akılcı bir tutum olduğu açıktır. Ancak, geçmişte kabul görmüş ‘bilimsel’ Önermelerin bazılarının günümüz bilimince ‘yanlış’ olduğunun ortaya çıkarılması bilimsel sıfatı ile kazandırılan saygınlığa gölge düşürmektedir. Daha da önemlisi, bilimcilerin kendi aralarında tartışmakta oldukları karşıt bilimsel görüşlerin varlığı ve kuramlarımızın bazı çelişkiler içermesi, bugünkü bilimsel savlarımızın kesin doğru olmasını olanaksız kılmaktadır.
Bütün bunların ışığında ya hasta bir insanın doktora görünmesinin akılcı bir tavır olacağı savından vazgeçmemiz ya da bilimsel sıfatının kazandırdığı saygınlığa ‘kesinlik’ dışında bir kaynak bulmamız gerekmektedir. Bu yazıda ikinci yol denenecektir. Bu amaçla öncelikle bilimsel kuramların kesinlikten uzak olma nedenlerini belirlenecek; daha sonra bilimin, tüm bu sorunlara karşın kullandığı yöntem sayesinde ilerlediği gösterilecektir. Bilimin eksiklerini gidererek ilerlemesi şu an ulaşmış olduğu sınırlar içerisinde ona güvenimizi temellendirecektir.
Bilimsel kuramlarımızı incelediğimizde ilk göze çarpan nitelikleri bazı varsayımlar içermeleridir. Kuramlarımız, bütün evrenin tüm ayrıntıları ile kapsamlı bir biçimde ele alınması olanaksız olduğundan, evrenin bir bölümü ya da bazı ayrıntıları yokmuş gibi kurgulanmışlardır. Araştırma konusunu yalıtmak ve İncelemeyi olanaklı kılmak için zorunlu olan bu sadeleştirmeleri sonuçları öngörülebilenler ve sonuçları öngörülemeyenler olarak iki kısımda değerlendirebiliriz.
Sonuçları öngörülebilen sadeleştirmeler, çalışılan sorunun yanıtını etkileyecek değişkenler bilindiğinde, etkileri küçük olacağı bilinenleri yadsımak biçimindedir. Örneğin, Newton’un yasalarına göre dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin ne olması gerektiğini belirlemeye çalışan bir araştırmacının güneş sistemi dışındaki kütlelerin varlığını yadsıması bu tür bir sadeleştirmedir. Güneş sistemi dışındaki kütleler çok uzakta olduklarından etkileri önemsenmeyecek kadar küçüktür. Böylece bu etkiler hesaplansa bile sonucun değişmeyeceğinden kuşku duymayız. Bu tür sadeleştirmeler kuramlarımızın doğruluğundan kuşku duymamızı gerektirmez çünkü dışarıda bırakılan etmenlerin etkisiz olduğu zaten bilinmektedir.
Sonuçları öngöriilemeyen sadeleştirmeler daha sorunludur. Bu tür sadeleştirmeler genellikle apaçık oldukları gerekçesiyle, aslında etkileri konusunda hiç bilgimiz olmayan etmenleri dışarıda bırakmak biçiminde yapılır. Yine Newton yasalarını anımsarsak bu yasalarda nesnelerin boyutları ile ilgili herhangi bir kısıtlama ya da uyarı bulunmadığım görürüz. Newton kuramı çok büyük kütleler içinde çok küçük kütleler için olduğu gibi geçerlidir. Newton için kütlelerin boyutlarının bir etkisinin olması renklerinin etkisi olması kadar beklenmedik bir durumdur. Günümüz bilimiyse atomların küçük bilardo topları olmadıklarını söylemekte. Burada önemli bir nokta bu sadeleştirmelerin genellikle sadeleştirmeleri içeren kuramın terk edilmesinden sonra ortaya çıkmasıdır. Bu sadeleştirmeler dönemin olanakları ölçüsünde sınanmışlar ve bu nedenle ancak teknolojik olanaklar geliştikten sonra kusurlu oldukları anlaşılabilmişlerdir. Newton örneğine dönersek, küçük taşlar ve gezegenler aynı yasalara uyduklarından bu yasaların boyutlara bağımlı olduğunu düşünmek için o dönemde hiçbir neden olmadığı açıkça görülür. Buraya kadar bilimsel kuramlarımızdan kuşku duyma gerekçelerimiz belirtilmiştir. Şimdi ise bilimin bu eksiklikleri nasıl gidermeye çalıştığı ortaya konacaktır.
Bilimsel çalışmaları gözlemlediğimizde iki tür etkinlik ayırt edilebilir. Bilimsel kuramların yapısal sorunları ile ilgili olanlar: kabul edilen farklı bilimsel kuramların tutarsızlıklarını gidermek, kuramda geçen kavramlarla gözlemlerin nasıl ilişkilendirilmesi gerektiğini belirlemek ve düzenlilikleri açıklayan gerekçeler bulmak gibi çalışmalardır. İkinci tür çalışmalar ise deney araçlarım geliştirmek ve deney hatalarım azaltmak amacım taşır. Bu ikinci tür etkinlikler uzun dönemde kuramlarımızı denetleyebileceğimiz yeni durumlar yaratarak, gözardı ettiğimiz bazı değişkenlerin aslında belli koşullar altında Önemli etkileri olabileceğini ortaya çıkarabilir. Ömeğın, Newton kuramını kabul eden bir bilimcinin deney araçlarını geliştirerek giderek daha küçük kütleler üzerinde çalışması belli sınırlara ulaşıldığında Newton kuramının aksadığını ortaya çıkarabilir. Birinci tür etkinlikler ise bazen ufak değişikliklerle bazen de tamamen yeni bir kuram ortaya atarak bilimsel kuramlardaki kavramsal sorunları ortadan kaldırmaya yöneliktir.
Bunlardan yola çıkarak bilimsel çalışmayı betimlemek istersek; bilimcilerin öncelikle doğanın sadeleştirilmiş bir modeli ile başladıklarım ve bu modele uygun bir bilimsel kuram geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Bu ilk aşamadan sonra iki tür bilimsel etkinlikten biri, kuramın sadeleştirilmiş modeli tam olarak anlatmasını; diğeri modelin gerçek dünyaya daha çok benzemesini sağlamaya çalışır. Uzun dönemde bu çaba modelin dünyayı tam olarak karşıladığı ve kuramın, bu dünya ile özdeş modeli sorunsuz ve tam olarak anlattığı bir durumu sağlayacak biçimde ilerler.
Bu betimleme kabul edilirse üç sonuç ortaya çıkar. İlki, bilimin ilerlediğidir. İkincisi, bilimsel önermelerin kesinlikten uzak olduğudur Son vargı ise, bilimsel önermelere yakıştırılan saygınlığın yersiz olmadığıdır. Bu son bulgunun açıklanması gerekir. Öncelikle ilk modelin oluşumunun tamamen özgür bir seçim olmadığı anlaşılmalıdır. Bu model eldeki gözlem sonuçlarına dayanılarak etkisi olmadığı bilinen değişkenleri dışarıda bırakarak kurulmuştur ve ancak gözlem sonuçlan ile kusurları ortaya konduğunda yanıltıcı bir sadeleştirme içerdiği anlaşılmaktadır. Bu bakımdan model kurma ve geliştirme etkinliği doğadan kopuk, kendine özgü kuralları olan bir oyun olarak nîtelenemez.
Özetle, bilimin saygınlığı kesinliğinden değil, dizgeli bir biçimde ve sürekli ilerleyerek doğayı anlamakta ve açıklamakta kullandığı yöntemden kaynaklanmaktadır. Bu yöntem bir bütün olarak ve tüm ayrıntıları ile çalışılması olanaksız olan doğa karşısında bilgi edinmenin biricik yöntemidir.
Kaynak: Pandemos - Türkiye felsefe ögrencileri ortak kitap dizisi
Günümüz toplumunda ‘bilimsel’ sıfatı nitelediği sözcüğe saygınlık ve kuşkuya yer bırakmayan bir kesinlik kazandırmaktadır. Bu durum, tüm savları eşdeğer görmekten kurtulmamız bakımından olumludur. Hasta bir İnsanın doktorun önerilerine diğer önerilerden daha çok güvenmesinin akılcı bir tutum olduğu açıktır. Ancak, geçmişte kabul görmüş ‘bilimsel’ Önermelerin bazılarının günümüz bilimince ‘yanlış’ olduğunun ortaya çıkarılması bilimsel sıfatı ile kazandırılan saygınlığa gölge düşürmektedir. Daha da önemlisi, bilimcilerin kendi aralarında tartışmakta oldukları karşıt bilimsel görüşlerin varlığı ve kuramlarımızın bazı çelişkiler içermesi, bugünkü bilimsel savlarımızın kesin doğru olmasını olanaksız kılmaktadır.
Bütün bunların ışığında ya hasta bir insanın doktora görünmesinin akılcı bir tavır olacağı savından vazgeçmemiz ya da bilimsel sıfatının kazandırdığı saygınlığa ‘kesinlik’ dışında bir kaynak bulmamız gerekmektedir. Bu yazıda ikinci yol denenecektir. Bu amaçla öncelikle bilimsel kuramların kesinlikten uzak olma nedenlerini belirlenecek; daha sonra bilimin, tüm bu sorunlara karşın kullandığı yöntem sayesinde ilerlediği gösterilecektir. Bilimin eksiklerini gidererek ilerlemesi şu an ulaşmış olduğu sınırlar içerisinde ona güvenimizi temellendirecektir.
Bilimsel kuramlarımızı incelediğimizde ilk göze çarpan nitelikleri bazı varsayımlar içermeleridir. Kuramlarımız, bütün evrenin tüm ayrıntıları ile kapsamlı bir biçimde ele alınması olanaksız olduğundan, evrenin bir bölümü ya da bazı ayrıntıları yokmuş gibi kurgulanmışlardır. Araştırma konusunu yalıtmak ve İncelemeyi olanaklı kılmak için zorunlu olan bu sadeleştirmeleri sonuçları öngörülebilenler ve sonuçları öngörülemeyenler olarak iki kısımda değerlendirebiliriz.
Sonuçları öngörülebilen sadeleştirmeler, çalışılan sorunun yanıtını etkileyecek değişkenler bilindiğinde, etkileri küçük olacağı bilinenleri yadsımak biçimindedir. Örneğin, Newton’un yasalarına göre dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin ne olması gerektiğini belirlemeye çalışan bir araştırmacının güneş sistemi dışındaki kütlelerin varlığını yadsıması bu tür bir sadeleştirmedir. Güneş sistemi dışındaki kütleler çok uzakta olduklarından etkileri önemsenmeyecek kadar küçüktür. Böylece bu etkiler hesaplansa bile sonucun değişmeyeceğinden kuşku duymayız. Bu tür sadeleştirmeler kuramlarımızın doğruluğundan kuşku duymamızı gerektirmez çünkü dışarıda bırakılan etmenlerin etkisiz olduğu zaten bilinmektedir.
Sonuçları öngöriilemeyen sadeleştirmeler daha sorunludur. Bu tür sadeleştirmeler genellikle apaçık oldukları gerekçesiyle, aslında etkileri konusunda hiç bilgimiz olmayan etmenleri dışarıda bırakmak biçiminde yapılır. Yine Newton yasalarını anımsarsak bu yasalarda nesnelerin boyutları ile ilgili herhangi bir kısıtlama ya da uyarı bulunmadığım görürüz. Newton kuramı çok büyük kütleler içinde çok küçük kütleler için olduğu gibi geçerlidir. Newton için kütlelerin boyutlarının bir etkisinin olması renklerinin etkisi olması kadar beklenmedik bir durumdur. Günümüz bilimiyse atomların küçük bilardo topları olmadıklarını söylemekte. Burada önemli bir nokta bu sadeleştirmelerin genellikle sadeleştirmeleri içeren kuramın terk edilmesinden sonra ortaya çıkmasıdır. Bu sadeleştirmeler dönemin olanakları ölçüsünde sınanmışlar ve bu nedenle ancak teknolojik olanaklar geliştikten sonra kusurlu oldukları anlaşılabilmişlerdir. Newton örneğine dönersek, küçük taşlar ve gezegenler aynı yasalara uyduklarından bu yasaların boyutlara bağımlı olduğunu düşünmek için o dönemde hiçbir neden olmadığı açıkça görülür. Buraya kadar bilimsel kuramlarımızdan kuşku duyma gerekçelerimiz belirtilmiştir. Şimdi ise bilimin bu eksiklikleri nasıl gidermeye çalıştığı ortaya konacaktır.
Bilimsel çalışmaları gözlemlediğimizde iki tür etkinlik ayırt edilebilir. Bilimsel kuramların yapısal sorunları ile ilgili olanlar: kabul edilen farklı bilimsel kuramların tutarsızlıklarını gidermek, kuramda geçen kavramlarla gözlemlerin nasıl ilişkilendirilmesi gerektiğini belirlemek ve düzenlilikleri açıklayan gerekçeler bulmak gibi çalışmalardır. İkinci tür çalışmalar ise deney araçlarım geliştirmek ve deney hatalarım azaltmak amacım taşır. Bu ikinci tür etkinlikler uzun dönemde kuramlarımızı denetleyebileceğimiz yeni durumlar yaratarak, gözardı ettiğimiz bazı değişkenlerin aslında belli koşullar altında Önemli etkileri olabileceğini ortaya çıkarabilir. Ömeğın, Newton kuramını kabul eden bir bilimcinin deney araçlarını geliştirerek giderek daha küçük kütleler üzerinde çalışması belli sınırlara ulaşıldığında Newton kuramının aksadığını ortaya çıkarabilir. Birinci tür etkinlikler ise bazen ufak değişikliklerle bazen de tamamen yeni bir kuram ortaya atarak bilimsel kuramlardaki kavramsal sorunları ortadan kaldırmaya yöneliktir.
Bunlardan yola çıkarak bilimsel çalışmayı betimlemek istersek; bilimcilerin öncelikle doğanın sadeleştirilmiş bir modeli ile başladıklarım ve bu modele uygun bir bilimsel kuram geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Bu ilk aşamadan sonra iki tür bilimsel etkinlikten biri, kuramın sadeleştirilmiş modeli tam olarak anlatmasını; diğeri modelin gerçek dünyaya daha çok benzemesini sağlamaya çalışır. Uzun dönemde bu çaba modelin dünyayı tam olarak karşıladığı ve kuramın, bu dünya ile özdeş modeli sorunsuz ve tam olarak anlattığı bir durumu sağlayacak biçimde ilerler.
Bu betimleme kabul edilirse üç sonuç ortaya çıkar. İlki, bilimin ilerlediğidir. İkincisi, bilimsel önermelerin kesinlikten uzak olduğudur Son vargı ise, bilimsel önermelere yakıştırılan saygınlığın yersiz olmadığıdır. Bu son bulgunun açıklanması gerekir. Öncelikle ilk modelin oluşumunun tamamen özgür bir seçim olmadığı anlaşılmalıdır. Bu model eldeki gözlem sonuçlarına dayanılarak etkisi olmadığı bilinen değişkenleri dışarıda bırakarak kurulmuştur ve ancak gözlem sonuçlan ile kusurları ortaya konduğunda yanıltıcı bir sadeleştirme içerdiği anlaşılmaktadır. Bu bakımdan model kurma ve geliştirme etkinliği doğadan kopuk, kendine özgü kuralları olan bir oyun olarak nîtelenemez.
Özetle, bilimin saygınlığı kesinliğinden değil, dizgeli bir biçimde ve sürekli ilerleyerek doğayı anlamakta ve açıklamakta kullandığı yöntemden kaynaklanmaktadır. Bu yöntem bir bütün olarak ve tüm ayrıntıları ile çalışılması olanaksız olan doğa karşısında bilgi edinmenin biricik yöntemidir.
Kaynak: Pandemos - Türkiye felsefe ögrencileri ortak kitap dizisi