BÖLÜM - 9


Yaşlılığın nerede biteceği hiç belli olmaz; bu çağda elinden geldiği sürece görevini yapıp ölümü küçümsemekle akıllıca yaşamış olursun. İşte yaşlılar, bu nedenle gençlerden daha gözüpek, daha metin olurlar. Solon'un tiran Peisistratos'a verdiği yanıttan da bu anlam çıkar: Solon, neye güvenerek, kendisine bu kadar cüretle karşı koyduğunu soran Peisistratos'a, "Yaşlılığa!" diye yanıt vermiş. Bir ömür sonunda en iyi şey, doğa kendi yarattığı yapıtı yavaş yavaş yok ederken, aklın ve duyguların oldukları gibi kalmalarıdır. Bir gemiyi, bir binayı yapmış olan kimse onları nasıl daha kolayca parçalar, yıkarsa, tıpkı onun gibi, insanı oluşturan doğa onu en iyi bir biçimde ortadan kaldırır. Ve yeni oluşan bir bütün güçlükle dağılır, eskimiş olan ise kolayca dağılır. Bundan dolayı, yaşlıların iki günlük ömürlerini aç gözlü gibi harcamaları; ortada bir neden yokken de o kısa ömrü yaşamaktan vazgeçmeleri iyi olmaz. Pythagoras da, efendimiz, yani Tanrı buyurmadan, yaşamdan, yaşamdaki görevlerinden kaçmayı yasak eder. Bilge Solon'un bir mezar yazıtı vardır, orada dostlarının ölümüne acımasını ve ağlamasını istediğini söyler. Anlaşılan yakınlarının kendisini sevmelerini istiyor. Bilmem ama, sanırım Ennius,

"Kimse benim için gözyaşı dökmesin, kimse öldüm diye sızlanmasın." (103)

demekle daha doğru bir söz etmiştir. Ennius, arkasından sonsuzluk gelen ölüme yas tutmaya değmez diye düşünüyor.

Evet, insan öleceğini duyumsayabilir, ama bu duygu kısa sürer, özellikle yaşlı bir kimsede; şu da var ki, ölümden sonra duyumsamak ya istenilir bir şeydir, ya da duygu diye bir şey yoktur. Ölümü gözümüzde büyütmemek için, bunu daha gençken düşünmeliyiz; böyle düşünülmezse, kimsenin içi rahat edemez; çünkü, öleceğimiz kesin; kesin olmayan bir şey varsa, o da bugün ölüp ölmeyeceğimizdir. Ölümün her saat insana kıyabileceğinden korkan bir kimse yüreğini sağlam tutabilir mi hiç? Bu konu üzerinde uzun uzun konuşmaya bence gerek yok, ölmüşlerimizi anımsayalım, ama yurdu kurtarmak uğrunda ölen L. Brutus'u (104), atlarını sürüp ölüme gönüllü giden iki Decius'u (105), düşmana verdiği sözde durmak için işkenceye ayağıyla giden M. Atilius'u (106), Kartacalıların yolunu bedenleriyle kapatmak isteyen iki Scipio'yu (107), Cannae'deki bizim için onursuz olan çarpışmada arkadaşının düşüncesizliğini canıyla ödeyen deden L. Paulus'u (108), en zalim düşmanın bile ölüsünü onurlu bir cenaze töreninden yoksun kılmaya gönlü razı olmayan M. Marcellus'u (109) değil de (Origines'te de yazdığım gibi) hiçbir zaman dönmeyi düşünmedikleri o yere çok kere içleri ateş ve gurur dolu giden ordularımızı anımsayalım. Yalnızca okumamış değil, kaba saba delikanlıların bile aldırış etmedikleri bir şeyden, okumuş yazmış yaşlılar mı korkacak?

Bilmem ama, bana öyle geliyor ki, genellikle, bir insan her şeyden hevesini aldı mı, yaşamdan da aldı demektir. Çocukların kendilerine göre hevesleri vardır; gençler onların eksikliğini duyar mı? Yeni yetişmeye başlayanların da hevesleri vardır, orta yaş denilen çağda onlar artık aranır mı? Bu çağın da hevesleri vardır ve bunları yaşlılar aramaz. Yaşlılıktaki hevesler, en son heveslerdir. Öncekiler gibi onlar da gelir geçer ve o zaman yaşama doymuş olmak, ölüm zamanının geldiğini gösterir.

Ölüm denince, ben kendim ne duyuyorum? Bunu size söylemeye neden çekiniyorum bilmem; çünkü bana öyle geliyor ki, ölüme yaklaştıkça onu daha iyi seziyorum. Dinle P. Scipio; sen de, C. Laelius: ben pek ünlü insanlar ve dostlarım olan babalarınızın yaşadığını sanıyorum; hem bence onların yaşadığı, yaşam demeye değer biricik var oluştur. Öyle ya; ten kafesi içinde tutsak kaldıkça bir zorunluğun yükünü taşıyor ve ağır bir iş görüyoruz; çünkü göksel olan ruh, o pek yüksek yuvasından indirilmiş, tanrısal ve sonsuz doğasına aykırı bir yer olan dünyaya batırılmış gibidir. Ama öyle sanıyorum ki, ölümsüz tanrılar topraklara baksın ve gökteki düzeni seyrettiğinden yaşamındaki uyum ve ölçüyle o düzeni yansılasın diye insanın vücuduna ruh vermişlerdir. Beni buna inanmaya yönelten ince ince düşünmem değil; en büyük filozofların bu konudaki değerli ve yetkili düşünceleridir. Pythagoras'ın ve hemen hemen yurttaşlarımız sayılan ve bir zamanlar İtalyalı filozoflar adı verilen Pythagorascıların ruhumuzun evreni kapsayan tanrısal ruhtan kopmuş bir parça olduğundan hiç kuşku duymadıklarını anlatırlardı. Bundan başka, Apollon tapınağındaki bilicinin, bilgelerin bilgesi dediği Sokrates'in öldüğü gün, ruhların ölmezliği konusunda söylediklerini de bana açıkladılar. Çok söze ne gerek? Bu konuda düşündüğüm ve duyduğum şu: Beyinde bu denli çabuk işleme, olup bitenleri anımsama, olacakları kestirebilme, bunca şey yapma, bunca şey bilme, bunca şey bulma yeteneği var olduğuna göre; bunları başarabilen, doğadaki varlık, ölümlü olamaz; hem ruh hep devinim durumundadır; bu devinimin de başlangıcı yoktur, çünkü ruh kendiliğinden devinir ve hiçbir zaman kendisini bırakmadığına göre, bu devinimin sonu da yoktur. Ve ruh doğadan daha basit; kendisinden daha farklı, kendisine benzemeyen bir şeyle karışmış olmadığından, bölünemez; bölünemeyince de yok olamaz; insanların doğmadan önce epey şey bilmeleri de ruhun ölmezliğine önemli bir kanıt oluşturur: Öyle ya, çocuklar güç bilgileri edinirken, sayısız şeyleri öyle çabuk sezerler ki, bunları ilk kez öğrenmiyorlar da anımsıyorlar sanılır. İşte Platon, aşağı yukarı böyle düşünür.

Xenophon'un kitabında, ölmek üzere olan yaşlı Kyros şu sözleri söyler (110): "Benim sevgili çocuklarım, sizden ayrıldıktan sonra hiçbir yerde olmayacağımı, var olmayacağımı sanmayın sakın. Sizinle olduğum sürece ruhumu görmüyordunuz; ama, onun bu bedende olduğunu yaptığım işlerden anlıyordunuz. Hiçbir belirtisini görmediğiniz zaman bile onun varlığına inanın. Kendilerini daha uzun süre anmamız için ruhları bize etki etmeseydi, büyük adamlara ölümlerden sonra da saygı gösterilmezdi. Ruhlar ölümlü bedenlerdeyken yaşayıp da onlardan ayrıldıktan sonra ölürmüş, ruh düşünceden yoksun olan bedenden kurtulunca düşünemezmiş, bunlara hiçbir zaman aklım yatmadı doğrusu; bence ruh, asıl birleşmiş olduğu bedenden kurtulup da saf ve katıksız olmaya başladığı zaman düşünür olur. Bundan başka, ölüm insan organizmasını dağıtınca ruhtan başka, bedende ne varsa, nereye gideceği bellidir; her şey geldiği yere gider; yalnızca ruh, bedendeyken de, ayrılınca da gözükmez. Ölüme en çok benzeyen şeyin uyku olduğunu da, sanırım bilirsiniz. Ve özellikle uyuyanların ruhu, tanrısallığını gösterir. Çünkü ruhlar dingin ve özgür olunca gelecekte olacak birçok şeyi önceden görürler ve bundan, beden bağlarından büsbütün kurtulunca ruhların ne olacakları anlaşılır. Böyleyse, bana bir tanrıymışım gibi saygı gösterin. Yok, ruh bedenle birlikte ortadan kalkacaksa, siz gene bütün bu evrendeki güzelliği koruyan ve yöneten tanrılara saygı göstermekle dindar ve sadık insanlar gibi beni anın." Kyros ölmeden önce işte bunları söylemiş. İsterseniz ben de bu konudaki düşüncelerimi söyleyeyim.

Scipio, geleceğe bağlı olabileceklerini düşünmeselerdi, baban Paulus (111), dedelerin Paulus ve Africanus (112), Africanus'un babası (113), amcası (114) ve adlarını saymaya gerek yok, birçok ünlü insan gelecektekilerin belleğinden çıkmamak için o kadar uğraşmazlardı. Kimse beni bunun tersine inandıramaz. Yaşlıların âdetidir, bari biraz kendimi öveyim: ünümle yaşamım aynı zamanda bitecek olsa, barışta ve savaşta geceyi gündüze katıp, onca güçlüğü üzerime alır mıydım sanıyorsun? İşsiz güçsüz, dingin, zahmetsiz, savaşımsız bir ömür sürmek daha iyi olmaz mıydı? Ama bilmem nasıl, ruhum uzanır, sanki bu yaşamdan ayrılınca, sonsuzca yaşayacakmış gibi, geleceğe bakardı. Evet, ruhların ölümsüz olduğunu düşünmeseydi en değerli insan bile ölümsüz bir ün için didinip durmazdı. Bakın, en akıllı insanların ölüme hemen boyun eğmesi, en akılsız insanların da gönül rızasıyla ölmeyişleri, gözü daha sağlam olan ve ileriyi daha iyi seçen birincilerin, daha güzel bir yaşama kavuşmak üzere yola çıktıklarının ayrımında olduklarını, keskin bakışlı olmayan ötekilerin de bunu göremediklerini anlatmaz mı? Beni sorarsanız, sevdiğim, saydığım babalarınızı görmek hevesiyle içim içime sığmıyor; hem yalnızca kendi tanımış olduğum kimselerle değil, konuşmalarda, kitaplarda sözü geçen, kendileriyle ilgili benim de yazı yazdığım kimselerle bir araya gelmek için can atıyorum. Oraya doğru bir yollanayım, kimse beni kolay kolay tutamaz, Pelias gibi diriltemez (115); tanrılardan biri bana bu yaştan yeniden çocukluğa dönmemi bağışlasaydı bile, "Dünyada olmaz!" derdim; koşu alanının bir başından bir başına gittikten sonra, alanın varış noktasından başlangıç noktasına getirilmeyi istemezdim doğrusu. Öyle ya, yaşamın nesi hoştur? daha doğrusu, güç olmayan nesi vardır? Yaşamda tatlı şeyler vardır, kabul; ama bunlar ya insanı bıktırır ya da bir dereceye dek tatlıdırlar; birçoklarının, hem de okumuş yazmış kimselerin, sık sık yaptığı gibi, yaşamdan yakınmam doğru olmaz ve yaşadığıma pişman değilim, çünkü öyle bir ömür sürdüm ki, dünyaya boşuna geldiğimi düşünemem; bu yaşamdan kendi evimden değil de bir konukluktan ayrılıyormuş gibi ayrılıyorum; çünkü, doğa bize öyle uzun uzadıya oturulacak bir yer değil, biraz durup geçeceğimiz bir uğrak vermiştir. Ruhların o tanrısal topluluğuna, o tanrısal birliğine kavuşacağım; bu kalabalıktan, bu çamurdan ayrılacağım gün, ne güzel gün! Çünkü o gün, yalnızca, bir az önce sözlerini ettiğim kimselere değil, benim Cato'ma (116), iyilikte eşi bulunmayan, görevini yapmakta kimselerin geçemediği Cato'ma da kavuşacağım; bedenini ben yaktım, asıl onun benimkini yakması sıralı olurdu; ruhu benim de gideceğimi düşündüğü yere, beni bırakarak değil de, bana bağlı olarak gitti. Başıma gelene dirençle katlanır göründüm; duygusuz olduğumdan değil, ama aramızdaki uzaklığın, ayrılığın uzun sürmeyeceğini düşünerek kendi kendimi avutuyordum.

Scipio, nasıl oluyor da yaşlılık bana ağır gelmiyor ve üzücü olmamakla kalmayıp tatlı da görünüyor diye Laelius ile hep şaştığınızı söyledin; işte nedenleri: İnsan ruhunun ölümsüz olduğuna inanmakta yanılıyorsam bile, bu tatlı bir yanılma ve ben yaşadıkça hoşuma giden bu yanılmanın elimden çekilip alınmasını istemiyorum. Bazı değersiz filozofların (117) sandığı gibi, öldükten sonra hiçbir şey duymayacaksam bile, ölmüş filozofların yanıldım diye benimle alay etmelerinden de korkum yok. Ölümsüz olmayacaksak da, insanın zamanı gelince göçüp gitmesi gene istenilir bir şeydir. Çünkü her şeye olduğu gibi, doğa, yaşamaya da bir sınır koymuştur. Yaşlılık yaşamın son perdesidir; bir oyunun bizi usandırmasından nasıl kaçınıyorsak, yaşlılıktan usanmaktan da kaçınmalıyız, hele yaşama doymuşsak.

Yaşlılık üzerine söyleyeceğim işte bu kadar; keşke siz de o çağa erseniz de, benden dinlediklerinizin doğru olduğunu kendi deneyiminizle görebilseniz!..

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP