DESCARTES VE F.BACON’UN BİLGİ ANLAYIŞI
|
Hülya YALIM
Descartes yeni çağ biliminin kurucusudur, yeniçağ felsefesinin ilk büyük sistemcisidir. “Yöntem üzerine konuşma “ adlı eserinde bilimsel yöntem üzerindeki ana düşünceleriyle bu yönteme nasıl ulaştığını, bilginin nasıl mümkün olacağını kesin bilgiye hangi metodlar kullanarak yaklaşılacağını ve bütün bunların yanı sıra bilginin hangi esaslar dikkate alınarak temellendirileceğini anlatır.
Bir rationalist filozof olan Descartes ”kesin bilgiyi ancak kendimizi bilme”de bulabileceğimiz görüşündedir. Bunu söylerken “doğuştan düşünceler” öğretisini de ileri sürer. Buna “ideae innatae” (doğuştan ideler) der. Bu öğretiye göre; ruhumuzda deneyden önce yerleşik düşünceler vardır. Anlığın kendisinde devşirdiği bu ideler, duyular aracılığı ile edinilen tasarımların tersine olarak hep açık ve seçiktirler. Biz deneylerimizle ve bilgilerimizle bu anlığı zenginleştiririz. Ancak bunu yaparken karşımıza bazı sorunlar çıkacaktır, hatta genel geçer kabuller bile olabilir bunlar. ”biz kesin ve şüphesiz bilgiden çok, gelenek ve göreneklere inanıyoruz, halbuki şeylerin çokluğu, bulunması güç hakikatler için değerli bir delil değildir, çünkü bütün milletten ziyade tek bir adamın onları bulması çok daha ihtimallidir; böylece kanaatleri başkalarının kanaatlerine tercih edebilecek tek bir kimse seçemediğinden kendi kendime yol göstermek zorunda kaldım.
Şüphesiz Descartes burada genel geçer kabullere ,“karşı gelmek “için karşı gelmiyordu, burada bize göre söylemek istediği, gelenek ve göreneklerle yapılan, öne sürülen görüşlerin denetlenebilmesi ve bu yolda ilerleyen insanların çokluğunun bu yolun doğru olduğunu göstermediğidir.
Nitekim, ”aklın süzgecinden geçmeden doğruluklarına inandığım kanaatlerin hepsine yanlış gözüyle bakmak istemedim” derken buna işaret eder. Descartes felsefe disiplinleri arasında mantığı, matematik ilimler arasında da geometricilerin analizi ile cebiri kendi tasarılarının gerçekleştirilmesinde işine yarayacak bilimler olarak görmüştür. Ancak yakından inceleyince bunların eksik yanlarının olduğunu ve bunların bilinen şeyleri tekrardan öteye gidemediğini üstelik zihni işletecekleri yerde karışık ve karanlık bir sanata sürüklemektedirler ona göre.
İşte böylelikle yeni bir metod arayışına girişmiştir, bu metodu 4 kural çerçevesinde düşünmüştür.
Doğruluğunu apaçık bilmediğim hiç bir şeyi doğru olarak kabul etmemek, acele hüküm vermekten peşin hükümlere saplanmaktan dikkatle çekinerek, kendilerinden şüphe edilemeyecek derecede açık ve seçik olarak kavranan şeyleri bulundurmak.
İnceleyeceğim güçlüklerden her birini mümkün olduğu ve daha iyi çözümlemek için gerektiği kadar, bölümlere ayırmak.
En basit ve en bilinmesi kolay şeylerden başlayarak, basamak basamak düşünceleri bir sıraya göre yürütmek.”
Buna ilave ettiği görüş :”bilgiyi tam anlamıyla kavrayabilmek için sık sık tekrarlar yapmak”tır.
Descartes’e göre; dünyada her zaman aynı halde kalan bir şey yoktur. En şüpheli kanaatleri bile bir defa kabule karar verdikten sonra emin kanaatlermiş gibi takip etme düşüncesindedir. Bu düşüncesi onun septikler gibi değil de yöntem şüpheciliğini uyguladığının kanıtıdır. Doğruya ulaşmakta zorlandığımızda ona benzerleri takip etmek gerekir.
Descartes’in bir diğer düsturu; ”düşüncelerimizden başka hiç bir şeyin tamamı ile elimizde olmadığına , dışımızda olan şeyler hakkında elimizden geleni yaptıktan sonra gücümüzün yetmediği bütün şeylerin bizim için mutlak olarak imkansız olduğuna inanmaya alışmaya çalışmaktır” tır.
Descartes’a göre felsefede bilgiye ulaşmada yapılacak şey, doğruluğunu intuitif olarak kavrayabileceğimiz aritmetiğin birimleri gibi olan o noktayı bulmak, sonrada bunun üzerinde bir birleştirme yapmaktır.
Güvenilir çıkış noktasını bulmak için Descartes şüphe ile işe başlar. Bu matematikteki kesin bilgiye ulaştığı gibi apaçık doğruya ulaşıncaya kadar ileri götürülecektir. Bütün bilgiler gözden geçirilip en son sınıra ulaşıncaya kadar dışarıda bırakılacaklardır, şüphede son sınırlara varınca aradığı o kesin bilgiyi karşısında bulur. Bu artık kendisinden şüphe edilemeyecek bilgi “şüphe ettiğimi bilişimdir”. Böyle bir bilinç bende bulunduğundan artık şüphe etmem, bu apaçık bir olgudur, bu olguyu yaşayışım bilişim intuitif’tir; doğrudan doğruya olan bir bilinç ve bilgidir, şüphe etme ise bir çeşit düşüncedir; “cogito erga sun” düşünüyorum öyle ise varım !
Descartes’in gerek duygulanımlar öğretisi, gerek ise ahlak anlayışı bilgi teorisine dayanmaktadır. Ona göre bilgide de bir isteme vardır. Ahlak alanında duygulanımın rolünü bilgide duyu algıları oynar.
İnsan ancak aklın açık ve seçik olan düşüncelerini istencine kaptırmamakla doğruluğa ve mutluluğa giden yolu bulabilir.
F.Bacon, modern Avrupa’nın kurucularındandır. Felsefenin hemen hemen tüm disiplinlerini el atmak ile birlikte insanın düşünme gücünün işleyişine çıkış noktası olarak alır. Bilmenin önemine değinen Bacon eldeki bilgileri sürekli geliştirerek bilinmeyene yaklaşılabileceğine ileri sürer. Bacon’a göre zihnimizin 3 yetisi vardır:
Algıladıklarımızın bildiklerimizin izini saklayan bellek
Saklanan anlar aracılığıyla yeni düşünceler üreten imgeler
Ve asıl niteliği kavramları eleştirme ve yargılama olan akıl
Bellek tarih denen bilgilerin üretilmesinde, imgelem sanatın, akılda felsefenin üretilmesinde kendini gösterir.
Bacon’a göre her türlü bilginin temelinde tekil olan, bireysel olan ile onlarla ilgili duyumlar vardır. Tüm yanlışların kökenini yine insanın kendisinde, onun ayna gibi olması gereken zihnini bulanıklaştıran önyargılarında bulur.
Bacon’a göre sadece amaçları belirlemek yetmez, bu amaçlara ulaştıracak araçları da incelemek gerekir. Ona göre doğal biçimi yapıyı belirlemek ona egemen olan yasaları, nedenleri araştırmakla olur, artık tözsel yapı aramak boşunadır. “bilmek egemen olmaktır” düşüncesi onun ana savıdır. Öyle ki, ideal bir devlet tablosu çizdiği “Nova Atlantis”de bilim bu hayali devletin başlıca dayanağıdır.
Onun felsefesi bilgiyi insanlığı doğaya egemen kılacak bir güç diye anlar. Ona göre çok büyük bir güç olan doğanın karşısına çıkmak için insanın elinde bir kuvvet vardır. Bilgisi. İnsan doğaya egemen olacak ise, bunu ancak bilgisiyle sağlayabilir.
Bacon’a göre şimdiye kadar buluşları daha çok rastlantılara borçluyuz; oysa bulguları planlaştırmalı, bunlara güvenle vardıracak sağlam bir yöntem bulmalıdır. Bilgi bir güçtür: Biz nedenlerini bildiğimiz şeyleri meydana getirebiliriz. Teknik buluşlar insanlığı barbarlıktan uzaklaştırmış onu uygar bir hayata kavuşturmuştur.
Kendisine egemen olmak için doğayı tanımaya, bilmeye girişirken ilk yapılacak şey, önyargılardan kendimizi kurtarmaktır. Önceden edinmiş olduğumuz yargılar ile sanıları bir yana bırakmamız gerekir.
Bilmek ve yapabilmek arasındaki ilişkiyi modern dünyanın tanımlayacağı tarzda ,ilk kez bu denli kararlılıkla Bacon dile getirir. Onun asıl hedefi bilgidenn çok doğa üzerinde güç sahibi olmak doğaya egemen olmaktır.
Ona göre kendinde bilgi yada doğruluk yoktur, bütün bilgiler insana yararlı olmak için vardır. Ancak dünyanın efendisi olması paradoxal bir biçimde insanın doğaya uymasını gerektirir. Doğayla ilk ilişkimiz algılarımız yoluyla olur. Akıl algılarımızdan hareketle tümevarım yoluyla yasalara yükselmeye çalışır. Hakiki filozof bulduğu herşeyi karıncalar gibi toplayan ve akla ham durumuyla sunan ampisistler gibi yada kendi tözünden ürettiği maddeyle boş bir bağ ören örümceklere benzeyen aprioristler gibi olmamalı, duyumun verileriyle aklı birleştirebilmektir. Filozofun duyum ve akıl arasındaki bağlantıları kurduğu arı benzetmesiyle açıklar.
Bacon’un “idoller” dediği bu önyargılar insan zihnini bir takım kuruntularla yüklüdürler, bunlar dört gruba ayrılır: İnsanın doğal yapısından türünden ırk yapısından kaynaklanan “SOY İDOLLERİ Bütün insan soyu için ortaklaşa olan önyargılardır. Bu doğayı insan biçiminde görürüz, oysa bizim kendi düşümüz ve algılayışımız hiç bir zaman nesnelerin ölçüsü olamaz.
Platon’un mağarasını anıştıran MAĞARA İDOLLERİ Bir insanın kendi doğasıdır kendine özgü yapısıdır. Her birimizin bireyliği içinde kapanmış olduğumuz mağara gibidir. Herkesin kendine göre yetenekleri çevresi vardır; bunlar bir kimsenin idollerinin niteliğini belirler.
Kimileri eskiyi kimileri yeniyi severler. ÇARŞI PAZAR İDOLLERİ Bunlar sözlerin düşüncelerimiz üzerindeki etkilerinden doğarlar bunların kaynağı dildir. Kuru sözlere dayanan bir bilgelik insanı canlı deneye başvurmaktan alı koyar.
Bilgiler sınanmadığı yargılanmadığı için yanlışların kuşaklar boyu gitmesine yol açar. TİYATRO İDOLLERİ ise eski teorilere bağlanmaktan ,otoritelere inanmaktan doğarlar.
Doğayı bize tanıtacak yöntemde Bacon’a göre tümevarım yöntemidir. Bunun için öncelikle bilinen bütün halleri içinde toplayan bir liste yapılır, ayrıca bu hallerin bulunmadığı bir liste yapılır ve yapılacak bir önemli hususta açıklanan formun bulunmadığı hallerde rastlanmayan bütün nitelikleri dışarıda bırakmaktadır. “Dışarıda bırakma gerçek tümevarımın temelidir; ancak amacı değildir yalnız esasla olamayanı ayırt etmeye yarar.
Bilgiyi mümkün kılabilmek için tek tek önermelerden yükselirken acele genellemelerden kaçınmak gerekir. Ona göre “tümele varmak isteyen insana kanatlar takmamalı da kurşun bağlamalıdır.”
Tek tek olgulardan hemen tümel yargılara yükselmeye kalkışmak yanlıştır, önce pek kesin olmayan önermelere varmalı, bunlardan sonra yüksek olanlarına, en sondada en yüksek önermelere doğru ilerlemelidir.
Bacon olguları çıkış noktası alıp buradan güvenilir tümel önermelere ulaştıran bir yöntem aramıştır. Aristoteles mantığının tek yanlılığını görmüş, ereksel nedenle, formel nedeni eleştirmiş, bir arama ; bir araştırma mantığı bulmak istemiştir. Renoissance’ın yeni bilgilere varmak eğilimi, Bacon’da tam bir olgunluğa ulaşmıştır.
Descartes, her cephede özne nesne ayırımının, varlığı unutmanın , doğa üzerindeki teknik tahakkümün Modern Çağlardaki ustası olarak anılmaktadır.
Bacon’a göre; “anlık, biçimleri bozuk bir ayna gibidir”. O her yerde eşitlikler, tek biçimlilik ve benzerlikler arar. Bacon anlığı salt akıl yürütme gücüyle, karşısında duran zengin doğaya boyun eğmiyeceğinin bilincindedir. Bu nedenle o, ne Descartes tarzı bir felsefi yöntemin ne de Spinoza gibi akla içten reform uygulamanın yararlı olacağını düşünür.
Ona göre zamanın bilimi çok acele bir biçimde bir uzmanlık ve yöntem konusuna dönüşmekte bu nedenle de az gelişmekte yada hiç gelişmemektedir. Oysa bilim aforizmalarla ve gözlemlerle dağınıklaştığı ölçüde niceliksel olarak büyüyebilir. Yöntemler ise yapay bir biçimde , bilimleri şuan içinde bulundukları sınırların içinde dondururlar:
Bacon’a göre eğer düşüncede kesinlikle başlarsak kuşku ile bitiririz. Gereken kuşkuya sabırla katlanmak ve böylece kesinliğe ulaşmayı beklemektir. Bacon’un bu görüşleri ilk bakışta Descartes ‘in yöntemsel kuşkusunu çağrıştırmakla birlikte aslında ona karşıttır.
Aradaki fark aslında Descartes’in felsefeye kuşkuyla değil ilk kesin bilgi olan Cogato ile başlamasında yer alır. Oysa Bacon için kesinlik bilginin başlangıç değil uzun araştırma sonucunda ulaşılabilecek olan ve araştırma bilme süresini noktalayacak olan sonuçtur.
Descartes kuşkuyu bilginin başlangıç noktasına yerleştirir, aklı açık ve seçik tasarımlar geliştirebilmesi amacıyla kendi içine kapatır.
Aklı algılar karşısında saygılı olmaya onları dinlemeye çağıran Bacon tarzı deneyciliğin asıl amacı onu doğa üzerinde etkili kılmak ve doğadan daha büyük ölçüde yararlanmaya ve ona hakim olmaya götürmektedir.
NOVA ATLANTİS’te Bacon tekniği bir Ütopya insan için bir umut kaynağı olarak gören ilk düşünürdür.
Bacon’un bütün eleştirdiği yaklaşımlara karşı geliştirdiği buluşlar yapma sanatının en büyük eksikliği matematiksel bilimlerdir.Onun doğal deneysel bilimler anlayışında matematiksel bilimlere hiç başvurulmaz. Bu düşüncesi onu 17.YY egemen olan kültürel hava içinde ayrıksı kılar ve 16.yy yaklaştırır. Bacon’ın teknik doğa ve dünya görüşüyle yine de 17 .yy ait olduğunun göstergesidir. Descartes ‘da ise doğa bir makinedir ve bilim de bu makineyi kullanma ve yeni makineler üretme sanatıdır.
Oysa Descartes gençken kendisine okullarda öğretilen matematik üzerine somut hiçbir şeyin kurulmamış olmasına şaşırdığını belirtirken kurmakta olduğu bilimi matematikçiyi “hayalci bir astrolog “ olmaktan çıkarıp örnek ve etkili bir bilgin bir mühendis haline getirecek olan matematiksel fiziği düşünmektedirler.
Descartes Bacon’dan çok farklıdır. Bacon aklın işlevini gözlemleme , kaydetme ve ortak duyunun olgularını düzene sokma ile sınırlayarak bilimi tanımlamaktayken, Descartes bunlardan bambaşka bir sonuç çıkarmaktadır. Teorinin pratiğe sızması teorik aklın pratik akla dönüşmesi, yani bir teknoloji ve bir matematiksel fizik mümkündür.İ şte Descartes’ın insanı “doğanın efendisi ve sahibi” kılacağını umduğu şey bu dönüşümdür.
Sonuç olarak 17.yy’da ilk kez akılsal olan deneysel olana teoria praksisonu değiştirip, dönüştürüp yeniden makineler şeklinde yapılandırmak üzere sızmakta ve matematiksel fizik doğmaktadır. 17.yy Descartes Spinoza ve Leibniz ‘de en görkemli örneklerini verecek olan öğretileri felsefi düşüncenin bu doğa anlayışı karşısında verdiği metafizik çabanın ürünleri olarak tanımlanabilir.
5 Yorumlar
BACON'UN BİLMEK SAHİP OLMAK SÖZÜ BENİ GERÇEKTEN ETKİLEMİŞTİR.BİRÇOK GENELLEMEYİ VE ÖZELLİKLE DE ARİSTOTALESİN MANTIĞINI YETERSİZ VE ÇOK FORMEL BULMUŞ VE GELİŞTİRMİŞ VE KABUL GÖRMÜŞTÜR.DESCARTESLE KIYASLANDIĞINDA GERÇEKTEN UZUN UZUN TARTIŞILMASI GEREKEN BİR DÜŞÜNÜRDÜR.MAKALE İÇİN TEŞEKKÜRLER..
bu iki filozof modernitenin entellektüel ataları olup descartesin kurdugu sistemi bugün bir modernite temeli arayan için yolun çıkacagı kapı bu iki filozof olurdu makale için teşekkürler
@MAHİR KANIK
bilmek azaptır---ezop
2009 muu
bunların okunması gerek